Bir devriMİn anatomiSİ Kadri Çelik



Yüklə 3,6 Mb.
səhifə4/74
tarix03.05.2018
ölçüsü3,6 Mb.
#50098
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   74
İdris'in Kıyamı

 

Hüseyin'in dostları arasında İdris b. Abdullah b. Hasan b. İmam Hasan Fahh kıyamında sağ kalmıştı. İdris daha önce Abdullah'ın oğullan Muhammed ve İbrahim ile birlikte kıyama ha-



  1. ınkılab-i İslami s. 142-143

  2. İmaman-i Şia s. 162-163

zırlanan kardeşi Yahya da hayatta kalanlar arasındaydı. Muhammed İbrahim ve Yahya Emeviler zamanında ve Abbasilerin ilk yıllarında hareketinin önderliğini ellerinde bulunduruyordu. İdris bu sıralarda gizlenmiş, hareketin plan ve projelerini çiziyordu. İdris Fahh savaşında yenik düşünce yaralı haliyle Mısır'a daha sonra da Fasa gitti. Orada halka kendisini tanıttı ve Resul ullah'ın akrabası olduğunu duyan halk hemen İdris'in etrafında toplanarak ona biat ettiler. İdris de bu halkın yardımıyla Fas topraklarında büyük bir devlet kurdu. İdris'in kurduğu bu devlet ilk mektebi devlet idi ve dolayısıyla bu hareketi de Fahh kıyamının bir devamı olarak görmek gerekir. Bu arada İmam Nasır da Horasan'da kıyam etmiş ve Deylem'de mektebi bir devlet kurmuştu. Tarihte kurulan ikinci Mektebi devletti bu. Bu devletin her ikisi de Ehl-i Beyt imamları zamanında kurulmuştu. (1)

Muhammed b. İbrahim-i Hasanî'nin Kıyamı

 

Abbasiler de çok geçmeden zavallı halka baskı ve zulüm etmeye başladılar. Emevilerden daha kötü ve zalim bir hale geldiler. Muhammed bütün bu olanlara sadece bir seyirci olarak bakamazdı.



Muhammed Küfe'de kıyam edince bütün mahrum ve mustaz'af halk kendisine açıkça destek verdi. Tarihçilerin yazdığına göre büyük bir güç vücuda geldi.

Muhammed b. İbrahim kıyam ederken komutanlarından birinden uygunsuz bir hareket görünce çok üzülmüş ve ölürken de ondan artık bu hareketini tekrarlamamasını istemişti. (2)

İslam tarihçisi Eb'ul Ferec-i Isfahani H. 313 yılına kadar Ali (as)'ın evlatlarından 213 kişinin adını zikretmiş bunların silahlı savaşlarını, kıyamlarını fedakarlıklarını ve nihayeten şahadetlerini zikretmiştir. Eb'ul Ferec'in de dediği gibi bütün bu hareket ve inkılablar sadece kendisine ulaşan olaylardır. Ama bunların dışında bir takım kıyamların gerçekleştiği kesin bir hadisedir.

Tarih boyunca irili ufaklı binlerce inkılâb hareketi oluşmuş, kıyamlar gerçekleşmiştir. Bunların çoğunda Ehl-i Beyt taraftarlarının ön saflarda yer aldığı kesindir. Ama bu mezkur inkılabı hareketlerin halktan uzak ve ayrı bir şekilde sadece Ehl-i Beyt taraftarlarının yaptığı manasına değildir. Bugün de dünya çapında Muhammedi bir çizgide inkılabı metodu takip edenlerin ön saflarında bu Ehl-i Beyt taraftarları vardır. Ama diğer Müslüman

1)İmaman-i Şia s. 165-166

2) İmaman-i Şia s. 143-144

halklar da bu inkılabı kendine örnek ve model almakta benzeri bir çizgiyi takip etmeye çalışmaktadır. İmam Humeyni bugün Hüseyni kıyamın bütün varislerinin rehberidir. Saraylarda oturup kalkmayan, hakim sınıfın dinini seçmeyen, demokratik burjuva düzeninde uzlaşma çığlıkları atmayan bütün hizbullahi ve inkılapçı Müslümanlar îmam'ın rehberliğinde kendi yaşadığı toplumda da bu inkılabı ve ilahi hareketi gerçekleştirmek için çalışıyorlar. Ama bilinmelidir ki bu yol îmam'ın icad ettiği bir yol değildir. Bu yol Resulullah Ali, Hüseyin ve tarih boyunca bunların yolundan ayrılmayan özgür insanların bizlere miras olarak bıraktığı bir yoldur. Peygamber ve Ehl-i Beyt'inin yoludur bu. Bu yolda kafirler münafıklar ve fasıklara yer yoktur, izzet sadece Allah'ın Resul'ün ve müminlerindir.

 

Muhammed b. Kasım'ın Kıyamı



 

H. 219 yılında Abbasi halifesi Mu'tasım hilafet tahtına geçer geçmez 60.000 zavallı insanı acımasızca katlettirdi. Bunun üzerine Muhammed b. Kasım Horasan'da halkın da desteğim alarak kıyam etti. İlk önce başarılı bir savaş örneği sergilediği halde çok geçmeden yenildi ve yakalanarak Bagdad'a hâlifenin yânına gönderildi. Muhammed bir süre zindanlarda kaldıktan sonra gizlice zindandan kaçtı. Böylece Muhammed B. Kasım'ın yaptığı kanlı kıyam da bastırıldı. Mu'tasım'ın başa geçtiği 218 yılından hemen bir yıl gibi kısa bir süre sonra yapılan bu kıyamdan sonra Mu'tasım'ın hükümette bulunduğu 227 yılına kadar başka bir hareket olmamıştır. Mutasım aynı zamanda İmam Cevad'ı da zehirletmiş ve tarihe büyük bir cinayetkar olarak geçmiştir. (1)

Ali b. Muhammed'in Kıyamı

 

Ali b. Muhammed de Zeyd b. Ali'nin beş kuşaktan evladı olup kendisi de etrafına köleleri toplayarak Abbasi sultasına karşı yiğitçe kıyam etmiştir. Ali b. Muhammed 255 yılında etrafına topladığı üçyüz köle ile birlikte zalimlere karşı çıktı. Ali b. Muhammed de dedesi Zeyd b. Ali gibi kahraman ve korkusuz bir insandı. Silah olarak sadece yüz kılıçlan vardı. Ali b. Muhammed bu yüz kılıcı olan üçyüz kişilik ordusuyla tepeden tırnağa silahlı dört bin düşman üzerine saldırdı ve galip geldi. Ama gel gör ki saraylardan beslenen ulufeli tarihçiler Ali b. Muhammed'i risalet iddiasında bulunan birisi olarak yazmışlardır. Bu, tarih boyunca böyle olmuştur: Mazlumları köleleri ve mahrumları savunan inkılapçı



1) İmaman-i Ma'sum c. 2, s. 95 ve inkılab-i İslami s. 148

Müslümanlar "komünist" "materyalist" vb. yaftalarla yaftalanmıştır.

Abbasi halifesi Mutasım kardeşi Muvaffak'ı mücehhez bir orduyla Ali b. Muhammed'in kıyamını bastırmak için gönderdi. Bu savaş H. 255 yılından 270 yılına kadar yani tam 14 yıl sürdü.

Siyuti "Tarih'ul Hulefa" adlı kitabında bu ondört yıllık savaşta öldürülenlerin sayısının 1,5 milyon civarında olduğunu yazıyor. Sonunda Ali b. Muhammed 270 yılında öldürüldü. (1) .

İdris b. Abdullah'ın 2. Kıyamı

 

Daha önce zikrettiğimiz üzere Fahh şehidi Hüseyin b. Ali'nin kıyamında sağ salim kurtulanlardan biriydi. Daha önce de Abdullah'ın oğulları Muhammed ve Îbrahim ile birlikte kıyam etmiş ama bir türlü başarılı olamamıştı. En son Fahh kıyamında da başarılı olamayıp sağ-salim kurtulunca ilkönce Mısır'a sonra da Fas'a gitmiş ve orada kalıp mücadelesini sürdürmeyi kararlaştırmıştı.



İdris'in H. 172 yılında kıyam ederek Fas'ta kurmaya muvaffak olduğu adil bir devlet yıllardır Emevi ve Abbasi zulmünden bıkıp usanmış halk kitlelerine ümit verdi. Halk İdris'in adilane ve insanca muamelesi karşısında İslam'a dört elle sarılmaya ve sevmeye çalıştı. Böylece İslam Fas, Cezayir ve Tunus beldelerinde hızla yayıldı.

Harun Reşid, İdris'in bu gelişen yeni adil İslam devleti karşısında korkuya düştü. Bu devleti ortadan kaldırmak için hiç bir komplo ve desiseye başvurmaktan çekinmedi. Sonunda da îdris'i zehirleyerek öldürttü.

İdris'i çok seven halk o şehit edilir edilmez hemen 11 yaşındaki oğluna biat etti. İdrisiler devleti tam 203 yıl sürdü. Daha sonra kurulan Muvahhidin, Beni Merin ve Murabitin gibi devletler de İdrisilerin bir devamıydı.

İdrisiler botanik, fizik, tıp ve tarih gibi ilimlerde de büyük gelişmeler kaydetmişti. Ama ne yazık ki bu devlet de yapılan komplolar sonunda 375 yılında yıkıldı ve tarihe karıştı.

Hasan b. Zeyd'in Kıyamı

 

Abbasi halifesi Mustain "Taberistan"(2)ın idaresini H. 250 yılında Muhammed b. Evs-i Belhi'ye verdi. Muhammed ise genç evlatlarından birini bu geniş bölgeye hakim yaptı.



Halk Muhammed'in zulmünden bıkmış usanmıştı. Taberiler Muhammed'in düşmanı olan Deylemiler ile birleşmek zorunda kaldılar Bu harekette yegane eksiklik cesur bir rehberin olmayışı idi Halk Muhammed b. İbrahim ile irtibat kurarak kendisine biat ettiler. Ama Muhammed b. İbrahim halkın biatini kabul etmedi ve onları Hasan b. Zeyd'in yanına gönderdi. Hasan b. Zeyd, Taberiler ve Deylemiler'in teklifini kabul etti. Halkın da desteği ile Taberistan'da silahlı bir kıyam başlattı. Taberistan'da adil bir idam devleti kuruldu. Ama bu devlet yirmi yıl sonra rehberi olan Basan b. Zeyd ölünce zayıfladı ve çöktü.

Etruş'un Kıyamı

 

Etruş (Hasan b. Ali) H. 304 yılında Medine'de doğdu ve Taberistan'da (Amul) vefat etti. Alim şair ve Zeydiye mezhebinden olan biriydi. (1) Etruş da Taberistan ve Deylem halkının desteğiyle inkılapçı bir devlet kurdu. Bu beldelerde uzun bir geçmişi olan İslam dininin yaygınlığına rağmen bir kısım halk Zerdüşt idi. Ama Etruş'un sürekli yaptığı davet ve kültürel çalışmalar neticesinde halkın çoğu Müslüman olda. Etruş bu bölgede Samanoğulları ile de savaştı. Sonunda da 304 yılında Abbasi halifesinin komutanlarıyla yaptığı bir savaşta 79 yaşında şehit oldu.



Etruş'tan sonra başa geçen Hasan b. Kasım da 316 yılına kadar devleti idare etti. Sonunda Samanoğulları'nın Taberistân'a gönderdiği Şirveyh ile yaptığı bir savaşta şehit oldu. (2)

Elbette ki İbn-i Esir'in naklettiğine göre bu yenilginin sebebi de bazı komutanlarının bilerek savaş meydanlarından geri çekilmesiydi. söz konusu güçler Hasan b. Kasım'a karşı kin besleyen ve Etruş'un oğullarından birine biat etmek isteyen kimselerdi. Ama onların bu yanlışlığı yenilgiye uğramalarına neden oldu.

Ali b. Buveyh'in (İmadu'd-Devle) Kıyamı

 

Ali b. Buveyh Kerec'de Samanoğullarının bir valisiydi. Samanoğullarının sultan Said Nasr b. Ahmed-i Samani'nin bitip tükenmek bilmeyen zulmüne karşı kıyam ederek Rey ve İsfahan'ı eline geçirdi ve Şiraz'ı hükümet merkezi haline getirdi. Adalet ve insaf üzere halkı idarç etmeye koyuldu.



İmadu'd-Devle daha önce Hasan b. Kasım'ın devlet ve ordusunda yer almış sonra da Samanoğulları'na katılmıştı. Daha sonra halktan gördüğü büyük destek ve yardım üzere Bağdat'a doğru

  1. El-Muncid Fil Elam s. 50

  2. İnkılab-i İslami 8. 156-157

harekete geçerek Abbasiler'in hilafet merkezini eline geçirdi.

İmadu'd-Devle'nin kurduğu devlet fıkhı açıdan Şii mezhebe dayandığı halde diğer mezhep mensuplarına karşı da iyi davranmış ve kardeşçe yaşamayı sağlamıştı.

İmadu'd-Devle'den sonra sırasıyla Rüknü'd-Devle, Muizu'd-Devle ve Azudu'd-Devle adlı kimseler Buveyhiler devletinin başına geçtiler. Buveyhiler devleti sosyal adalet, halka hizmet, kültür edebiyat vb. birçok alanda örnek alınabilecek bir devlet idi.

Ama ne yazık ki Buveyhiler'in sultanları da fesada bulaştılar. Kendilerine "melik'ul müluk" ve "şehinşah" gibi adlar takmaya başladılar. Seyyid Razi ve Seyyid Murtaza'nın babası Ebi Ahmed Hüseyin Musevi, H. 369 yılında Azudu'd-Devle tarafından tutuklandı ve Fars'a sürüldü.

Büveyhiler'in Şii ye inkılapçı devleti Doğu'da kurulurken Fatımi devleti de Batı'da kuruldu. Buveyhiler Bağdat’a saldırırken Batı'daki Şii Müslümanlâr da Mısır'a saldırdılar.

Selçukluların Irak ve Fars beldelerine karşı başlattığı saldırılar neticesinde Buveyhiler devleti zayıflamaya başladı. Neticede 447 yılında Selçukluların Bağdat'a saldırısıyla yenildiler ve Doğu'daki Şiiler Selçuklular tarafından ortadan kaldırıldılar. Elbette eğer Muizu'd-Devle, İranlıların teklifini kabul edip de Abbasileri yıktıktan sonra hilafeti Fatımilere vermiş olsaydı Şiilerin devleti daha da güçlenecek ve Selçukluların saldırıları karşısında yenilmeyeceklerdi.

Deylemiler H. 334 yılından 447 yılına kadar İslam ülkelerinden birçoğuna hükmettiler ve Abbasi halifelerini sıradan bir memurları haline getirmişlerdi. Abbasiler de H. 132 yılından 234 yılına kadar hükümeti ellerinde bulundurdular. 234 yılından 447 yılına kadar sadece hilafetin adına sahip kaldılar. Kudret ve hükümet Şii müslümanların ve gerçek Ehl-i Beyt dostlarının elinde idi. 447 yılından Selçuklu Türklerinin hükümet dönemi olan 590 yılına kadar da Abbasi hilafeti zahiri bir saygınlığa sahipti. Ama devlet Şii müslümanların inkılapçı hareketlerinin saldırılarından emanda değildi.

Abbasi devleti Selçukluların H. 590 yılında yıkılışından 656 yılına kadar Irak bölgesinde hükümet etmeye devam ettiler. Ama bu 66 yıllık dönemde hükümetlerini genişletemediler. Sonunda da Moğolların saldırıları neticesinde H. 656 yılında Hülago tarafından ortadan kaldırıldı.

Ehl-i Beyt taraftarları Emevi hilafetini yıkıp Abbasi tahtına geçen Seffah'ın zamanından Moğolların eliyle yıkılan son Abbasi halifesinin dönemine kadar mücadele etmiş, bazen silahlı bezende siyasi platformda zalim Abbasi halifelerine karşı kıyam etmişlerdir. Bu hareketlerin hepsi de sadece baştaki hakim sınıfı yıkarak yerine İslam'a dayalı adil bir devlet kurmak istemişlerdir.

Bazı oryantalistlerin iddia ettiği gibi ekonomik kriz Veya feodalizmi yıkmak için kıyam etmemişlerdir. Nitekim kıyam edenlerin Şii Müslümanlar olması özellikle de Ehl-i Beyt dostu İranlılar olman kıyamın sadece Ehl-i Beytin gasbedilmiş hakkını geri almak ve zalimleri cezalandırmak için yapıldığının en açık delilidir.

Fatımiler

 

Afrika'da (Mısır'da) kurulan Fatımiler devleti tam 270 yıl (297-567) devam etmiştir. Fatımiler Hicaz, Mısır, Şam ve Irak'ı kendi hakimiyetleri altına almışlardı. Fatımiler önce Fas, Cezayir ve Tunus'ta daha sonra da Mısır ve Suriye'de egemenlik kurmuş bir hanedandır. Fatımiler Abbasi halifeliğine karşı adeta yeni bir hilafet merkezi oluşturmuşlardı. Şii Müslümanlar aslında Abbasi egemenliğinin güçlü olduğu İran Irak ve Suriye gibi bölgelerde izlenmeye başlayınca Kuzey Afrika ve Yemen gibi uzak bölgelerde çalışmalarını yürütmeye başladılar. Kuzey Afrika'da siyasal bir güç elde eden Şiiler M. 909 yılında Cezayir'deki Rüstemiler'in ve Tunus'taki Aglebilerin hakimiyetine son vererek Fatımiler devletini kurdular. Daha sonra yaptıktan deniz seferleriyle Sicilya'yı kara seferleriyle de Libya'yı ele geçirdiler. Fatımi komutanlarından Cevher M. 969 yılında Mısır'daki îhşidi egemenliğine son verdi. Böylece Kuzey Afrika'yı tümüyle denetimleri altına alan Fatımiler bundan sonra etkisiz kılmak istedikleri Abbasiler ile' doğrudan çatışmaya giriştiler. Daha sonra Fatımiler devletinde baş gösteren iktidar kavgası devletin zayıflamasına sebep oldu. Sonunda Fatımiler'in yazgısını Suriye ve Irak'taki gelişmeler belirledi. Bilahare Mısır, Atabeylerin komutanlarından Şirkuh ile yeğeni Selahaddin-i Eyyubi'nin eline geçti.



Fatımi halifesi Adid'in ölümünden sonra Selahaddin Eyyubi Fatımiler'in varlığını tümüyle ortadan kaldırdı.

Hamedanlılar

 

Nasıru'd-Devle ve Seyfu'd-Devle H. 4. asrın ilk yansında İslam ülkelerinden en önemli bir merkez sayılan Suriye'de Şii mezhebe dayalı Hamedanlılar devletini kurdular. Hamedanlılar devletinin kahramanı olan Seyfu'd-Devle Rumların saldırıları karşısında kahramanca direndi. Dimeşk ve Halep'te güçlü bir devlet kurdu.



Yıkılmaya yüz tutan Abbasi devletinin merkezi olan Bağdat’a karşı Dimeşk ve Halep'te güçlü bir merkez geliştirdi. Seyfu'd Devle tam kırk defa kahramanca Rumlarla savaşarak onları Anadolu'ya kadar geri püskürttü. Hamedanlılar Bağdat'ta kudreti ele geçiren ilk Şii hanedan idi.

Ammaroğulları

 

Abbasiler zayıflayınca ve baştakiler kudret savaşına girince İslam dünyası bir ânda Batıdan Haçlılar Doğudan da Rumlar tarafından saldırıya uğradı.



Rumlar H. 495 yılında Şam ve Trablus sahillerine karşı denizden ve karadan saldırıya geçtiler.

Bu ortamda Şii bir hanedan olan Amraaroğulları inkılabı bir hareket başlattılar. Fahru'1-mülk Ammar b. Muhammed b. Ammar üçyüz kişilik az bir güçle mütecaviz Rumlara saldırdı ve onlara acı bir yenilgi tattırdı. Bu kahraman komutan beş yıl boyunca Rumlar karşısında durarak İslam topraklarım savundu. Ama büyük ekonomik kriz içinde çırpınan AmmaroğuIIarı devleti sonunda Rumların H. 503 yılında başlattığı saldırılar neticesinde yıkıldı ve tarihe karıştı.

Mirdasoğulları

 

Esedu'd:Devle diye de bilinen Salih b. Mirdas de Şii ve gayretli bir Müslüman şahsiyet idi. Haçlılar ve Rumlar karşısında kahramanca durarak sonunda H. 414 yılında Mirdasoğulları devletini kurdu.



Rum imparatoru yanına Rusya, Bulgaristan, Almanya, Belçika ve Ermenistan ordusunu alarak 600.000 kişilik mücehhez bir güçle Salih b. Mirdas birliklerine karşı saldırıya geçti. Salih b. Mirdas Allah'ın da yardımıyla böyle güçlü bir orduyu yendi ve büyük ganimetler elde etti.

Mirdasoğulları devleti de H. 5. yılın sonuna kadar devam etti. (1)

1) İnkılab-ı İslami a. 173

İsmailiye

Batıniye, İsmailiye ve Karmatiler diye bilinen devlet, tarihte terör ve dehşet rüzgarı estirmişlerdir.

Karmatiler defalarca katliam edildiler, çöllere dağlara dağıldılar. Muhammed b. İsmail'in Rey şehrine girmesiyle hatmiye fikirleri İsmailiye davetçileri tarafından İran'a yayıldı. Ahvaz ve Bahreyn bunların davet merkezi haline geldi. Abdullah b. Meymun Ahvaz'da ilk İsmailiye teşkilatını kurdu. Hüseyin adlı bir Ahvazlı’yı davetçi olarak Küfe'ye gönderdi. Hüseyin orada Hamdan Eş'as adlı biriyle görüştü ve onu Batıniye mezhebine davet etti. Karmat diye meşhur olan Hamdan bu mezhebi Bağdat'ta yaymayı üstlendi. Sonunda H. 276 yılında topladığı taraftarlarıyla silahlanarak direnişe başladılar.

Bu grub o kadar intikam. ve kin doluydu ki halkın çoğu can korkusundan Hamdan'ın davetini kabul etti. Sonunda Batıniye mezhebi çıkan ihtilaflar sonucu ikiye bölündü. Hamdan'ın taraftarlarına Karmatüer denildi.

Karmatiler Muhammed b. İsmail'in Mehdi olduğuna ve muhaliflerinin katledilmesi gerektiğine inanıyordu Kabir ziyaretlerini, Kabe taşının öpülmesini ve dinin zahirine riayeti kabul etmiyor, dinin hükümlerini tevil ediyorlardı. İsmailiye davetçileri 3. asrın sonlarına kadar gizli çalıştılar. Abbasî halifeleri birden bire terör ediliyor bu arada bir sürü insan da katliam ediliyordu. Karmatiler bir defasında Kabe'yi basarak Hacer'ul Esved'i çaldılar. Bu esnada bir sürü günahsız insan öldürüldü. Bazı tarihçilere göre tam yirmi iki yıl Hacer'ul Esved'i sakladılar daha sonra yeniden getirip yerine bıraktılar.

İsmailîye taraftarları kıyam edince Mısır, Yemen, Bahreyn, İran, Suriye ve Irak'ı ele geçirdiler. Meşhur tarihçi İbn-i Esir'e göre İsmailiye ilk defa Save şehrinde H. 485 yılında Melikşah'ın hükümeti zamanında teşkilatlanmaya başladı. Daha sonra Batıniler Nizamül Mülk'ü de öldürdüler. Bütün İslam ülkelerinde korkunç bir terör havası estirdiler. İsmailiye taraftarları daha sonra sağlam kalelere sığındılar. Ahmed b. Attaş İsfahan'da Melikşah'ın yaptırdığı bir kaleyi ele geçirerek oraya yerleşti.

Hasan Sabbah da Alamut kalesine yerleşti. Kirman hakimi Tiranşah'ın katliamından kurtulan bir sürü Türk, Hasan Sabbah'ın kalesine sığındı. Tiranşah bu katliamda tam ikibin kişinin elini ve ayağım kestirdi.

Aslında büyük bir doktor olan Ahmed b. Attaş ile çeşitli ilimlerde derin bir alim olan Hasarı Sabbah'ın, Batıniye savaşçıları arasına katılması, gördükleri zulüm ve haksızlığın elinden kaçıp Batıniye kalelerine sığınması sebep olmuştu.

Selçuklular Bağdad'ı ele geçirince Şii Müslümanların oturduğu yerleri ateşe verdiler. Burada, Büveyhiler'in büyük zahmetlerle kurduğu kütüphane ateşler arasında kül oldu. Şiilerin mallan yağmalandı. Şeyh Tusi gibi bilginler hicret etmek zorunda kaldı.

Hasan Sabbah güçlü ve gizli bir teşkilata dayalı korkunç bir devlet kurdu. Hiç kimse onun emirlerine itaatsizlik edemezdi.

İsmailiye fedaileri muhalifleri olan devlet adamlarını halkın gözleri önünde büyük bir soğukkanlılık ve gözüpeklikle terör ettikleri için bazıan bu fedailerin operasyon sırasında uyuşturucu kullandıklarını sanmışlardır.

Bu Batıniye kalesinde ne bir zengin ve ne de bir fakir vardı. Herkes herşeyini birbiriyle paylaşıyordu. Yakalandıkları taktirde işkence edilip öldürüleceklerini bilen fedailer kaleleri düşmeye başlayınca birbirlerini katliam ediyor, acımasızca kadın ve çocuklarını öldürüyorlardı. Kale düşmanın eline geçince de kimseyi sağ olarak ele geçiremiyorlardı. (1)

Aslında İsmailiye'nin bu dehşet ve terör dolu dosyasının en büyük nedeni Selçukluların Şiilere karşı giriştiği acımasız katliam hareketiydi Bir insanın fikri ne olursa olsun insafsızca katliam edilmesinin ne dinde ne de insanlıkta yeri ve cevazı yoktur.

Katliam ve cinayetlerin hakim olduğu ve insanların sadece düşünceleri sebebiyle acımasızca öldürüldüğü baskı ye diktatörlük ortamında bana tepki olarak terör havası estiren ve toplumda huzur ve emniyeti yok eden hareketlerin vücuda geleceği doğal ve bilinen bir gerçektir. Yaşamak için öldürmek zorunda kalan ve ikibin insanın el ve ayaklarının kesilmesine şahit olan savunmasız insanlar acımasızlaşır ve doğal olarak saldırganlığa başlar. Köşeye sıkışan kedinin bile aslan kesildiği bilinen bir gerçek iken sultan ve padişahların zulmü karşısında intikam ateşiyle tutuşan kalplerin giriştiği katliam ve cinayetler de elbette ki tevcih edilemez ve hoş görülemez. Ama işin sadece bir tarafını görmek mazlum insanların piresini deve yaparken padişların sayısız cinayetlerini görmezlikten gelmek bu sultanları Ehl-i Sünnet diye överken bunlara karşı çıkan insanları Şii diye yaftalamak da insaf ve akıl işi değildir. Biz mazlumun yanlışlarını ifade ettiğimiz gibi zalimlerin zulüm ve cinayetlerini de ifşa etmeliyiz. İslami ve insani görevimiz de bunu gerektirmektedir.

İsmailiye mezhebi hem inançları hem de taraftarlarının yaptıkları bir sürü İslam dışı hareketler sebebiyle bizzat Şii âlimleri tarafından da reddedilmiş ve kınanmıştır. Ama şu gerçek de bilinmelidir ki bu mezhebin ortaya çıkışının başlıca nedeni toplumdaki baskı, zulüm ve adaletsizlik idi. Ayrıca bu insanlar "-Ehl-i Beyt ve taraftarlarına reva görülen.bunca cinayet ve zulümlere de karşı çıkıyordu. Dolayısıyla İsmailiye taraftarları hakkında denilenlerin hepsi de doğru değildir. Tarihçilerin çoğunun saraydan aldığı ulufelerle tarih yazdığı dikkate alınırsa bu iddia daha da bir kesinlik kazanır. Örneğin Hasan Sabbah taraftarlarının haşhaş gibi uyuşturucu maddeler kullandığı doğru değildir. Aslında İsmailiye hareketini bir fikir hareketi olarak algılamak yanlıştır. Daha çok toplumdaki zulüm ve haksızlıklara bir tepki olarak ortaya çıkmış olan kin ve nefret dolu inkılapçı bir harekettir. Zaten bizim bu hareketi incelememizin nedeni de toplumdaki, zulme karşı bir tepki ve başkaldırı, hareketi olması ve inkılapçı bir metodu izlemeleridir.


Seyfu’d-Devle Sadaka b. Mezid’in Kıyamı

 

H 494 yılı İslam ülkelerinde taife reislerinin hakimiyeti dönemi olmuştu. Bu ortamda Emir Barkiyarık elinden geldiğince halka zulüm ediyor haksız yere vergi ve haraç topluyordu. Abbasi devletinin başına beş yaşında bir çocuk olan Amirbillah geçince ortalık daha da bir bozuldu. Halîfe Amirbillah, Sultan Muhammedi Emir Berkiyarık'ı ortadan kaldırmakla görevlendirdi. Ama yapılan savaşta Emir Berkiyank galip geldi ve Bağdat'a girmeye



Halife de Seyfu'd-Devle'den yardım istedi. Seyfu'd-Devle'nin hükümran olduğu Hille bölgesi dışında her yer yağma, cinayet ve güvensizlik ateşinde kavruluyordu.

Ama Halife Seyfu'd-Devle'nin tüm samimiyet ve dürüstlüğüne rağmen kendisiyle Berkiyank arasında nifak yolunu tutturmuştu. Sonunda Seyfu'd-Devle Sultan Muhammed'in uşakları tarafından öldürüldü. Tam 21 yıllık bir devlet kurmuştu. Seyfu'd-Devle bu müddet zarfında örnek bir devlet kurmuş tüm mazlumların sığınağı haline gelmişti. Halk güven içinde mallarını ona emanet olarak bırakıyordu. Halkın büyük bir ilgi ve sevgisini kazanmış ender idarecilerden biriydi.

H. 7. yılda İslam dünyası küçük güçlere bölünmüş, grupsal çatışmalara maruz kalmış kudret savaşına sahne olmuştu. 489 yılında başlayan haçlı seferleri de bu kudret aşığı idarecileri kendine getirememişti. Bu esnada İslam alemi Moğolların saldırılarına uğradı. Sadece Bağdat'ta bîr milyona yakın Müslüman öldürüldü. Sonunda 656 yılında Bağdad elli günlük bir kuşatma sonucu düştü. Böylece Bağdat'ta Şii müslümanları katleden kimseler de Moğolların komutanı Hülago'nun kılıcından kurtulamadılar. Eğer idareciler altın ve cariyelerinden el çekip de ülkelerini savunmanın yollarım düşünselerdi şüphesiz ki Moğollar İslam alemi karşısında bir şey yapamazdı. Ama ihtilaf, fesat, kudret savaşı ve dünyaperestlik her yeri sarmış, herkes kendi can derdine düşmüştü. Artık Hülagb ve ordusunu durdurabilecek hiç bir siyasi ve askeri güç yoktu. Dolayısıyla yepyeni bir yol bulmak gerekiyordu. Bu yol Moğolları İslamileştirmek ve Müslüman kılmak idi. Yani onları içlerinden fethetmek gerekiyordu. Bu yolda öldürülmek yokta ama itiraflar vardı. Nitekim de öyle oldu. Bu önemli misyona yüklenen iki büyük Şii alimi Mueyyiduddin b. Alkame ve Hace Nasiruddin Tusi büyük iftiralara, maruz kalmıştı. Halbuki Bağdad'a girerken bir milyona yakın insanı katleden Moğollar, bu iki alimin çalışmaları neticesinde Bağdad'dan ayrılırken halifenin mescidi ile Hz. Musa b. Kazım'ın kabrini yeniden bina etmelerini emretti. Kaldı ki ne İbn-i Alkame Bağdad'ı Hülago'ya teslim etmişti ve ne de Hace Nasiruddin-i Tusi gibi büyük bir alim sırf intikam almak için vezirliği kabul etmişti.

Hace Nasiruddin Tusi için Abbasilerin son halifesi Mu'tasım, Alamüt kalesinin 7. mürşidi Alauddin Muhammed, İsmailiye'nin son sultanı Ruknuddin ve Moğol hükümdarı Hülago arasında hiç bir fark yoktu. Hepsi de aşağı yukarı aynı insanlardı. Hace Nasiruddin Moğolların daha fazla kan dökmesini ve cinayetler işlemesini engellemek istiyordu. Aslında İbn-i Esir'in naklettiğine göre Moğol tüccarları Harezmşahlar tarafından öldürülünce Moğollar saldırıya geçmiş ve hatta Abbasi halifesi Harezmşahlar, ve İsmailiye'nin tehlikesinden emanda kalmak için Moğolları İran'a saldırmaya teşvik etmiştir.'

Hace Nasiruddin Tusi bu toplumda yaptığı kültürel çalışmalar neticesinde bir merkezde tam dört yüz bin kadar kitabı bir araya getirmiştir. Hace'nin Moğolların arasındaki nüfuzu sayesinde birçok İslam alimleri emanda kalmış ve çeşitli ilim dallarında bir sürü kitap yazma imkanı bulmuşlardır.

Hakeza Allame Hilli ve oğlu Fahr'ul'Mütehakkikin'in Sultan Muhammed'in sarayındaki nüfuzu sayesinde bir çok İslami çalışmalar yapılmış, ilmi-kültürel faaliyetler gösterilmiştir. Ama bütün bunları ve İslam dünyasının o gün içinde bulunduğu durumu bilmeden hemen kaleme alan bazı aydınlarınız hemen Hace Nasiruddin Tusi'ye dil uzatmış ve hakkında olmadık bir sürü iftirada bulunmuşlardır. Halbuki ihsanın düşman karşısında askeri ve siyasi açıdan hiç bir şey yapamaz durumda kaldığı bir zamanda ne yapılabilirdi? Milyonlarca suçsuz insan ye yılların kültürel ve ilmi mirası ateşler içinde kül olup gidecek, İslam aleminde taş üstünde taş kalmayacak, her yer kan gölü haline gelecek, harabeye dönüşecekti. Bütün bunlara engel olmak kötü bir şey midir?

Bugün Hace Nasiruddin Tusi'yi eleştirenler acaba kendileri o toplumda yaşasalardı ne yapabilirlerdi? Hace bütün o ilmine ve dirayetine rağmen Moğolların kimler olduğunu bilmiyor muydu? Ama ne yapsındı? Elden ne gelirdi? Bütün İslam alemi fesat, ihtilaf, cehalet, kin ve terör ateşinde kavrulurken olan zavallı halka ve Müslümanlara oluyordu. Sultanlar, emirler, halife ye kabile başkanları kısacası herkes kendini düşünüyor, makam ve mevki-sini korumaya çalışıyordu. Hiç kimse İslam ve Müslümanların maslahatını düşünmüyordu. Hace işte böyle bir ortamda yaşıyordu. Şüphesiz eğer şahadetiyle İslam ve Müslümanlara faydalı olacağına inansaydı bugünkü aydınlarımızdan daha kararlı ve azimli bir şekilde kıyam eder, Allah yolunda şahadeti çektiği onca zahmet ve zorluklara tercih ederdi. Zira onlar için tek ölçü Allah'ın rızasıdır. Onlar Allah'ın razı olmadığı bir şeyi yapmazlar. Alimler Allah'tan korkar ve sadece O'nun rızasını ararlar. İnsanın itidal çizgisinden ifrat ve tefrite düşmemesi de bir erdemdir.

Serbedaran Kıyamı

 

Ebu Said'in ölümüyle Hülago'nun imparatorluğu zayıflamaya başladı. Böylece İran'ın dört bir yanından taife ve hanedanlar kıyam ederek küçük çapta devletler kurmaya kalkıştılar.



Bu hareketlerden biri de Şeyh Halife'nin rehberliğini yürüttüğü Serbedaran hareketiydi. Serbedaran hareketi Şii ve inkılapçı bir hareket idi. Şeyh halife insanları kıyama davet ediyor, daima hazırlıklı bulunmalarını istiyordu. Ama ne yazık ki bazı yobaz alimlerin Sultan Ebu Said'e şikayette bulunmaları üzere H. 736 yılında Şeyh Halife idam edilince bu hareketin ümitverici kıyam ve feryadı da yok olmaya yüz tuttu.

Şeyh Halife idam edildikten sonra öğrencilerinden Şeyh Hasan adında birisi bu hareketin başına geçti. Ama ne yazık ki o da Erat kuşatması esnasında kendi muhalifleri tarafından öldürülünce hareket dağılma noktasına geldi. Serbedaran kıyamı ideolojik ve inançlarına bağlı bir kitlenin kıyamıydı.

Ama ne yazık ki Serbedaran kıyamı öncüleri çok geçmeden inkılabı ve ideolojik hedeflerini unutarak sadece dinin zahiri bir takım ilkelerini koruma derdine düştüler.

Serbedaran kıyamı 786 yılında yeniden toparlandı ve Timurleng'in hücumları karşısında birleşip Timurleng'in ordusuna karşı koymaya başladılar. Ama çok geçmeden sebzevar kalesi fethedildi ve Timur bu hareketin taraftarlarım katliâm ederek bazılarını diri diri toprağa gömdü.

Serbedaran hareketi yenilgiye uğrayınca bazı üyeleri Herat'a kaçtılar. Bu hareket elemanları Herat ve çevresinde İslami bir çalışma içine girdi. Sonunda Herat alimlerinden biri olan Mevlana Nizamuddin "İyiliği emretmek ve kötülükten sakındırmak" adı altında faal bir hareket başlattı. Bu hareket elemanları toplumdaki her türlü kötülüğe karşı koyuyor, ortadan kaldırmaya çalışıyordu. Hatta İbn-i Batuta'nın dediği üzere Herat emiri Melik Hüseyin'e bile şarap içtiği için hadd uygulamış kırbaçlamışlardı. Timurleng'in komutan ve askerlerinin Herat'ta yaptığı taşkınlıklara da bu hareket elemanları engel olmaya çalışıyordu. Nitekim Moğol emirlerinden biri Müslüman kadınlardan birini zorla alıkoyup, ona sahip olmaya çalışırken Mevlana Nizamuddin'in taraftarlarınca kurtarıldı. Bunun Üzerine Moğol emiri Herat şehrini kuşattı. Moğol emiri bu hareketin rehberi Mevlana Nizâmud-din'i kendilerine teslim ettikleri taktirde şehre saldırmayacağına söz verince Mevlana Nizamuddin büyük bir fedakarlık örneği sergileyerek kendi rızasıyla gidip teslim oldu ve böylece Herat halkını büyük bir katliamdan kurtardı. O kendini halkı için feda etmişti. Moğol emiri Mevlana Nizamuddin'i acımasızca öldürdü ve böylece bu hareket de rehbersiz kalınca yenilgiye uğradı, dağılmaya yüz tuttu.

Timurleng H. 796 yılında İran'ın her yerinde büyük bir fetih hareketine girişmişti. Ama buna karşı Müslüman İran halkı da İran'ın dört bir yanında direniş hareketleri başlatmış, İslami varlıklarını ortaya koymaya çalışmışlardı. Timurleng'in komutan ve emirleri ellerine geçirdikleri her yeri yakıp yıkıyor, savunmasız Müslüman halkı acımadan katlediyordu. Kısacası o tarihte tüm İran kan ağlıyordu adeta.

Fazlullah Hurufi Hareketi

 

Hurufîler olarak tanınan devrimci ve irfanı hareketin rehberi Fazlullah H. 730 yılında doğmuştur. Fazlullah 788 yılında Timur'u Deccal olarak tavsif ederek yiğitçe büyük bir kıyam başlattı.



Fazlullah oldukça takvalı ye yediğine içtiğine dikkat eden biriydi. Ayrıca "Cavidan-ı Kebir", "Sağır der Tefsir-i Kur'an" ve "Sakiname" adlı üç güzel eserin de yazandır.

H, 804 yılında Timurleng'in yerine geçen Miranşah, Fazlullah'ı kendi eliyle boğdu, başını gövdesinden ayırdı ve bedenini bir iple çekerek tüm şehri gezdirip halka gösterdi. Böylece Fazlullah'ın taraftarları bir takım silahlı eylemler gerçekleştirdiler.

Fazlullah tam yirmi yıl Necefte yaşamış ömrünün sonunda da Şirevan'da hapis veya gözaltında kalmıştır. F'azlullah'tan sonra da naibleri ve bu cümleden kızı, sultan cihanşah zamanında Tebriz'de kıyanı etmiştir. Bu kıyamda beş yüze yakın insan ölmüş ve yakılmıştır. (İnkılab-ı İslami s. 205-207)

Fazlullah’ın başlattığı bu şanlı kıyamın en önemli özelliği şüphesiz ki irfanı ve devrimci boyutları bir araya getirmiş olmasıdır, irfan ve devrim birliği nebevi ve islami hareketlerin de en önemli ve belirgin bir özelliğidir,

Seyyid Muhammed'in Kıyamı

 

Seyyid Muhammed H. 845 yılında fasık ve zalim Huzistan emirinin aleyhine kıyam etti. Büyük bir halk kitlesi Seyyid'i destekledi. Huveyza ve Şuşter arasındaki bir bölgede cihad bayrağım açarak yerli emirler silsilesini ortadan kaldırdı ve emirlerin tüm mallarını yoksullar arasında paylaştırdı. Bu halk hareketi Şiraz'dan gönderilen hükümet birliklerini de büyük bir yenilgiye uğratarak geri püskürttüler. Ama çok geçmeden Karakoyunlular ile yaptığı bir savaşta yenik düştüler. Ama bu inkılapçı Seyyid yine boş durmadı. Tekrar Huzistan'a 'dönerek H. 9. yılın sonlarına kadar devam edecek olan inkılapçı bir devlet kurdu, (inkılab-ı İslami 207-208)



Seyyid Kıvamuddin Kıyamı

 

Seyyid Kıvamuddin yirmi yıl Necef te İslami ilimleri tahsil ettikten sonra Amul'a geri döndü ve Horasan'daki Serbedaran hareketinin inkılapçı önderleriyle tanıştı. Sonunda H, 760 yılında Amul beldesinde büyük bir kıyam gerçekleştirdi. Öyle ki çok geçmeden Kazvin ile bütün Mazenderan beldelerini eline geçirdi. Böylece mahalli devleti yıkarak 770 yılında Amul'da ille Serbedaran devletini kurdu. Seyyid Kıvamuddin hareketi de hem devrimci ve hem de irfanı boyutlara sahip bir hareket idi.



Mazenderan hakimi, Seyyid Kıvamuddin'i ilk önce fitneci diye tutuklamış ama bunu duyan halk kıyam etmiş, mahalli hükümetin otoritesini ortadan kaldırarak 760 yılında ona biat etmişlerdi. Seyyid daha çok bu inkılapçı hareketin rehberlik ve irşad makamında bulundu; hükümeti ise 763 yılında oğlu Seyyid Raziyuddin'e bıraktı. Seyyid Kıvamuddin'in hareketinin en büyük özelliğide siyasi rehberlik makamı ile manevi önderlik makamını uyumlu bir hale getirmesiydi.

Zira serbedaran hareketinin yenilgiye uğramasının sebebi de Şeyh Hasan-i Çevri ile Emir Me'rad yani manevi önderlik makamı ile siyasi rehberlik makamı arasındaki uyumsuzluk ve çatışmalar idi. Seyyid Kıvamuddin'in oğullan da ikiye ayrılarak bazısı ibadet ve zühde, bazısı da idareciliğe yöneldiler. Seyyid Kıvamuddin ile Sari hakimi Fahruddin Celal ordusu arasında çıkan savaşta Seyyid'in ordusu galip geldi Ama Seyyid Abdullah daha sonra düşman askerlerinden biri tarafından öldürüldü. Sari'deki Kiyayiler'in yıkılmasıyla Seyyid'in hakimiyet sınırlan oldukça genişledi. Seyyid Kıvamuddin devletinin en önemli ve açık özelliği işlerin idaresine salahiyetli iyi insanların tayin edilmesiydi. Bu yeni devletin kurulmasıyla Mazenderan bölgesindeki irili ufaklı devletler de yıkıldı ve böylece büyük bir güç ortaya çıktı. Seyyid'in bu hareketi hiçbir zaman saldın Pozisyonuna geçmedi. Daima kendini savunmakla yetindi. Ama sonunda Seyyid'in kurduğu bu devlet de 798 yılında Timurleng tarafından ortadan kaldırdı ve halkın çoğu Maveraunnehir'e sürgün edildi.

Bu devlet 809 yılında yeniden bir canlanmaya ve teşekkül etmeye başladıysa da 881 yılında yeniden yıkıldı ve tarihe karıştı. (İnkılab-ı İslami s. 208-215)

İnkılapçı Kızılbaş Hareketi

 

699 yılında kurulan Osmanlı devleti ilkönceler küçük bir devlet olmasına rağmen kısa bir müddet zarında İslam dünyasının büyük bir bölümünü ele geçirdi ve H. 1342 yılında büyük bir imparatorluk haline geldi.



O zamanlar yani H. 9'ncu asrın sonlarında İran, kabile ve taife melikleri tarafından bölük pörçük edilmişti. Akkoyunlu şehzadeleri Fars, Yezd, Kirman ve Irak'ı ellerinde bulunduruyordu. Timuriler Horasan ve İran'ın doğu bölgelerinde hakim haldeydi. Sultan Murat Azerbaycan, Irak ve Acem topraklarını ele geçirmişti. Alevi Seyyıdler Mazenderan'da hükümet ediyordu. Gilan ve Taleş bölgelerinde ise İran'ın milli han ve emirleri hükmediyordu. Muşa'şa hanedanı ise Huzistan bölgesini elinde bulunduruyordu. Böyle bir ortamda Şii olan kızılbaş kabileler arasında bir hareket vücuda geldi. Bu hareket bütün İran'da tek bir millet ve tek bir devlet kurmak istiyordu. Kızılbaş kabilelerin dini rehber olarak Şeyh Safiyuddin ve haleflerine itaat etmesi bu hareketin cihad hareketi haline gelmesine neden oldu. Şeyh Cüneyd-i Safevi ve Şeyh Haydar Safevi'nin öldürülmesinden sonra Şeyh Haydar'ın küçük oğlu İsmail 905 yılında Kızılbaş hareketinin siyasi, askeri ve dini rehberliğini eline geçirdi. 14 yaşındayken Gilan'da kıyamını başlattı, H. 907 yılında İran'ın batısında gerçekleştirdiği bir takım fetihler sonunda Tebriz'de "İran'ın Şehinşahı" lakabını aldı. 915 yılına kadar Hamedan, Irak, Acem, Fars, Yezd, Huzistan, Kürdistan, Gilan ve Mazenderan bölgelerindeki mahalli hükümetleri Tebriz Şahına muti hale getirdi.

Özbeklerin Kızılbaş ordusu tarafından yenilgiye uğratılmasıyla Horasan, Afganistan ve Türkmenistan'ın da yeni Safevi devletinin hükümranlığı altına girmesine neden oldu. Sonunda Bağdad ve Irak’ı da ele geçirerek İran'ın sınırlarını Sasaniler dönemindeki gibi genişlettiler. .

Osmanlı devletinin sınırlan içinde olan Anadolu halkı da o zamanlar Şia olduğundan Kızılbaş ordusuna katılarak Osmanlılara karşı kıyam bayrağını açtılar.

Osmanlılar bu kıyamı kanlı bir şekilde bastırdılar ve Kızılbaş ordusunun 920 yılında Çaîdıran'da yenilgiye uğrattılar. Böylece ilim merkezi Tebrizi ele geçirdiler. Ama Azerbaycan ve kafkasya halklarının mukavemeti ve peş peşe kıyamları bu topraklardan geri çekilmek zorunda kaldı.

Osmanlı saray mollaları bu ortamda Şiilerin köle alınabileceğine köle tüccarlarına satılabileceğine dair bir fetva verdikleri için: Osmanlı ordusu Tebriz'i efe geçilince şehirdeki peygamber soyundan gelen Seyyidleri bile köle olarak İstanbul’a getirmiş ve Yahudi tüccarlara satmışlardı. (Safevi Dönemi Toplumsal ve Tarihi Mektup ve Senetler s. 231)

işte Osmanlıların bu gayri İslami ve insani davranışlarından ötürü Şah Abbas kafir Rusya devletinin yanında Müslüman Osmanlılar aleyhine savaşmaya hazır olduğunu ifade etmiş, Osmanlı ya düşman olan Avrupa devletlerle iyi ilişkiler içine girmişti.

Şah Abbas'ın yoğun diplomatik faaliyetleri neticesinde 1012 yılında Tebriz, Osmanlıların işgalinden kurtuldu. 1016 yılına kadar Loristan, Ermenistan, Gürcistan ve İran'ın batısı yeniden Iran topraklarına katıldı. 1033 yılında Irak'ı da geri alarak mukaddes mekanları Osmanlıların elinden kurtardı. 1032 yılında da Özbek hanlarının elinden Kandahar'ı kurtarmıştı. Fars körfezinde yıllardır hakimiyet kurmaya çalışan Portekizler'i kovdu. Şah Abbas Hollanda, Britanya, Almanya ve İspanya gibi sömürgeci ülkelerle irtibat içinde olduğu halde İran'ı Avrupalı devletlere peşkeş çekmedi.

Ne yazık ki Safevi-Osmanlı savaşı Sünni-Şii savaşı olarak algılanıyordu. Bu da Safevilerin İran'da milli bir bütünlük kurmasına yardımcı oluyordu. Öte yandan Osmanlı da İran'ın Kürdistan ve Irak'ın kuzeyindeki Sünnileri Safeviler aleyhine kullanmasını çok iyi bilmiştir. Sonunda Irak da Safevilerin elinden çıktı ve Iran Safevileri 1. Tehmasıb zamanında fesat ve durgunluğa duçar oldu. 1. Tehmasıb'm 14 yıllık saltanatı boyunca kuraklık kıtlık ve bulaşıcı hastalıklar halkı yıpratmış bazı bölgelerde insan eti yeme durumuna düşülmüştü. Halk 979 yılında Tebriz'de, 986 yılında Gilan'da 989 yılında da Horasan'da kıyam etmeye başladı.

Safevi hanedanının merkezi olan İsfahan'ın 1135 yılında Afganlılarca işgal edilmesiyle İran'da yeniden inkılapçı ve İslami kıyam kıvılcımlarını tutuşturdu. Zira iran halkı Şii olduğu halde bu bağnaz Afganlılar Sünni idi. Ayrıca halkı büyük bir acımasızlık örneği sergileyerek katliam ediyorlardı. Halkın namusuna tecavüz ediyor, mastaraf halaları büyük vs ağır vergiler alıyorlardı. Bütün bu zulümler halkın İranla dört bir yanından kıyam etmesine sebep oldu. Bu kıyamlar Afganlılar ile Osmanlıların İran'ı parçalama komplosuna da engel oldu, Ruslar da bu arada münafıkça bir davranış sergileyerek bir yandan şah Tehmasıb île anlaşma yapıyor bir yandan da İran'ın parçalanması hususunda Osmanlılarla gizli bir takım görüşmelerde bulunuyordu.

Kızılbaş soyundan olan Nadir bu duruma karşı kıyam ederek son Safevi şahı 3. Abbas'ı azletti ve 1149 yılında İran saltanatının başına geçti. Nadir Şah bu hareketiyle gerçi İran’ı yabancı güdümünden kurtardı; ama ideal bir devlet kurmak yerine daha çok siyasî hederleri ve merkezi kudreti için çalıştı.

Nadir Şah bu kıyanımı büyüterek bir takım fetih hareketlerine girişî Moğolların kudret merkezi olan Deliliyi, Buhara'yi vb. yerleri birbiri ardınca ele geçirdi. Böylece Safevi hanedanı yerine, Efşariye hanedanı îran saltanatının başına geçti. Nadir'in kıyamı ilk önce var olan zulme başkaldırı mâhiyeti taşıyordu. Ama çok geçenden Nadir Şah da zavallı halka aynı zulmü reva gördü. Yağmurdan kaçan zavallı halk bu defa da doluya tutulmuştu. Dolayısıyla Gadir Şah'ın bu zulmü de İran'ın dört bir yanından halk kıyamının başlamasına sebep oldu.

Harezm halkının kıyamı; Belh, Şirevaa ve Doğu Gürcistan isyanları Fars halkının direnişi; Mazenderan ve Esterabad'da Kaçar aşiretinin kıyamı şiddetle bastırıldı. Bu kıyam eden insanların gözleri çıkartılarak Şah'a gönderildi. Kryamcıların çoğu diri diri ateşlerde yakıldı. Ama bütün bu zulümler karşısında Azerbaycan, Horasan, Loristan, Bahreyn, Maskat ve hatta Nadir Şah'ın kudret merkezi olan Horasan'da bile bir çok kıyamlar gerçekleşmeye başladı. Sonunda 1160 yılında Efşar aşiretinden biri tarafından Nadir Şah terör edildi. Nadir Şah'ın öldürülmesiyle gerçi bu zulüm sona ermiş oldu; ama îran yeniden taife ve kabile yönetimleri ülkesi haline geldi. Bu defa bütün İran'da kabile ve taife savaşları başladı. Meşhed alimleri Mirza Seyyid Muhammed rehberliğinde kıyam edip zafer elde ettilerse de bu zaferleri uzun sürmedi. Bu iç savaşlar 1164 yılında Kerim Han-ı Zend'in zaferiyle sona erdi. Zendiler hanedanı da H. 1209 yılına kadar sürdü. Sonunda Zend ile Kaçar hanedanı arasında baş gösteren kudret savaşı İran'ı yeniden savaş sahnesine döndürdü. Kerim Han-ı Zend zamanında sarayda gözaltında tutulan Muhammed Han ilk fırsatta Türk soyundan olan Kaçar aşiretini güçlendirerek muhaliflerini ezdi ve H. 1211 yılında Tahran'da saltanatın başına geçti. Böylece İslami hareketler yemden bastırıldı ve kıyamlar kana bulandı. Ama bu inkılapçı hareketler "kül altındaki kor" mahiyetini hiç bir zaman kaybetmedi (İnkılab-ı İslami s. 215-237)

Kaçarlar hanedanını İran’da saltanat tahtına geçiren Muhammed Han da ilk önceleri din ve Şii hareketlere karşı büyük bir baskı politikası izledi. Sayısız insanı acımasızca katletti. Ama halkın direniş ve kıyamı karşısında bu gidişatını değiştirerek din ve halka karşı yumuşama politikasına yöneldi. Dolayısıyla Kaçarların alimlere gösterdiği saygı ve sevgi de Safevi hanedanının gösterdiği sevgi ve saygı gibi politik amaçlıydı. Muhammed Han oldukça acımasız biriydi. öyle ki. saltanatına göz diktiğine ihtimal verdiği tüm yakınlarını acımasıca öldürdü.

Muhammed Han alimlerin ve Müslüman halkın desteğini almak için günümüzdeki laik kafaların davranışlarına benzer ilginç davranışlarda bulunduysa da hedefine ulaşamadı. Yaya olarak Meşhed'e gitmesi, Hz. Ali'nin kabrini altınla süslemesi ve benzeri amelleri de onun meşru olmayan saltanatını meşru kılmaya yetmedi. Bunu gören Muhammed Han yeniden dişlerini göstermeye başladı. Kendi saltanatına teslim olmayan bir alimin Şiraz'da karnını deşmelerini emretti.

Daha sonra başa geçen Feth Ali Şah 37 yıl boyunca saltanatın başında kaldı.

Feth Ali Şah ölünce haremliğinde tam üçyüz kadın vardı. Bunlardan 150 erkek ve 20 kız çocuğu olmak üzere 170 de çocuğu olmuştu. Bunlardan her biri İran'ın bir beldesinde yöneticilikte bulunuyordu. Kaçar şahlan oldukça cahil ve halkının durumundan habersiz bir hayat sürüyorlardı. Bunu fırsat bulan sömürgeci devletler de boş durmuyordu. Herkes şah veya sadrazamın sevgisini kazanmanın yollarım arıyorlardı. Şah veya sadrazam'ın sevgisini elde eden herkes ülke kararlarına dahi müdahalede bulunabiliyordu. Dolayısıyla yabancı devletler arasında bir sevgi kazanma yansı başladı. Fransa İmparatoru Napolyon 1222 yılında Tahran Sarayına girmeyi başarınca o kadar güçlü bir nüfuz elde etti ki Britanya temsilcisi Şah'ın sarayındaki onca geçmişine rağmen Bu şehirden Tahran'a gelmesine izin verilmedi ve bu temsilci oradan ülkesine dönmek zorunda kaldı.

İngiltere 1229 yılında Afganlıların Hindistan'a saldırıları karşısında İran'ın sessiz durmamasını ve Britanya imparatorluğunun menfaatlerini korumasını Feth Ali Şah'tan istedi ve zorla bu konuda bir anlaşmayı imzalamasını sağladı.

Osmanlılar'ın 1237 yılında İranlı hacılara hürmetsizliği sebebiyle şahzade Muhammed Ali Mirza Fransız komutanlarının yardımıyla Bağdad'a askeri çıkartma yapmışsa da veba hastalığı sebebiyle bir fetihte bulunamamıştı.

İngilizler İran'la anlaşma imzaladıkları halde 1239 yılında vuku bulan İran ile Rusya savaşında İran'ı yalnız bıraktılar. Bu yüzden İran topraklarının bir bölümü Ruslâr'ın eline geçti. Kaçar şahlarının dirayetsizliğinden istifade eden İngilizler Fars körfezinde, de hakim duruma geçtiler. Feth Ali Şah H. 1250 yılında ölünce bini askın torun ve çocukları İran'ın dört bir yanında-hükümranlık tahtında oturuyordu. Bu arada babası Feth Ali Şah zamanında Kaçar hükümetinin güçlü adamı olan Abbas Mirza 'nın oğlu Muhammed Şah İngilizlerin de yardımıyla saltanat tacını ele geçirdi. Muhammed Şah o zamanlar Tebriz'de olduğundan Tahran'a gelecek bütçesi bile yoktu. İngiltere'nin yardımıyla harekete geçerek Tahran'a yerleşti. İngilizler, İran'ın Ruslar yardımıyla Hindistan'ın kilid noktası olan Herat'ı ele geçirince menfaatlarının tehlikeye düşmesinden korkuyordu.

Muhammed Şah 1264 yılında ölünce Nasıruddin Şah saltanatın başına geçti. Nasıruddin Şah Kaçar hanedanının en şiddetli baskı ve istibdad dönemiydi. Aynı zamanda da İran'ın batılılaşmaya başladığı dönemdir. Bir yandan batılılaşmaya kucak aşan garpzedeler bir yandan da topluma gerçek İslam'ı takdim etmeye çalışan alimler... Bu arada İslami ideal ve düşünceleri batılı kavram ve sloganlarla takdim etmeye çalışan hareketler ortaya çıkmaya başladı ki bunların başında da Cemaleddin-i Afgani yer alıyordu. Ana demek gerekir ki Seyyid Cemaleddin'in bu hareketi İran dışındaki ülkelerde büyük ölçüde hareket vücuda getirmişse de İran'da etkili olamamıştır.

Kaçarlar'ın istibdad yönetimini meşrutileştirme hareketleri Osmanlıların son zamanlarında da ortaya çıkmış ye 1907-1918 yıllarında Osmanlı İmparatorluğunda siyasi yönetim şeklinin değiştirilmesine neden olmuştu.

Jöntürklerin bu hareketi Osmanlı İmparatorluğunun siyasi sahnesine bir takım batılı kavram ve unsurları da beraberinde getirmişti. Osmanlı aydınlan istibdad ile mücadelede başka bir sığınak bulamadıkları için Batı'nın kucağına düşerken İran'da durum bunun tam tersi olmuştur. İran kültüründeki dinamiklik ve alimlerin halk üzerindeki etkinliği sebebiyle istibdad yönetimiyle savaşta Batı'nın kucağına düşülmemiştir. Şii alimler tarih boyunca imamlar dışında hiç bir sultan veya padişahın saltanatını meşru görmemiştir ve bir takım işbirliğine girmişlerse de bunu bazı zulümleri önlemek ve İslam'ı korumak için yapmışlardır. Hiç bir zaman hakim sınıf ile uzlaşmamış entegre olmamışlardır. Ama Ehl-i Sünnet alimleri özellikle de Osmanlı döneminde istibdad yönetimiyle uzlaştığı için Osmanlı İmparatorluğunun yıkılışının ardından bütün bir halk olarak çaresizlik ve kargaşalık içine girilmiştir. Tabiri caizse Osmanlının yıkılışından sonra adeta ortaçağda kilise hakimiyetinin yıkılışının ardındaki durum yaşanılmıştır. Şii Müslüman halk tarih boyunca zulüm ve istibdad ile savaşırken alimleri daima yanında bulduğundan kara günlerde de daima alimlerin yanına koşmuş, alimler neredeyse. halk da orada olmuştur. Âmâ Osmanlı istibdadı ile uzlaşan ve bütünleşen alimler Osmanlı yıkılınca aydınlan da karşılarında bulmuşlardır. Avrupa'da ortaçağ boyunca kilise halka, aydınlara ve bilim adamlarına kan küstürmüştü. Osmanlı istibdadı da hakimiyeti boyunca yanına alimleri de alarak bir çok cinayet ve haksızlıklara baş vurmuştur. Dolayısıyla Osmanlıyı çökerken, bu istibdad ile birlikte alimler de çökmüştür. Aydınlar ve halk da Osmanlının çöküşünün ardından hemen Batı'nın kucağına düşmüş, suya düşen yılana sarılır kabilinden düşmanın tuzağına duçar olmuştur.

Nitekim görüyoruz ki Osmanlı çökünce aydınlar ve hakim sınıf alimlere kan küstürmüştür adeta. Yüzlercesini asmış, katliam etmişlerdir. Elbette ki bu arada Osmanlı istibdadı ile uzlaşmayan ve halkın yanında yer alan alimler de vardı. Ama ne yazık ki kurular arasında yaş da yanar. Bu tabiatın bir kanunudur. Osmanlı aydınının Batı'nın kucağına düşmesi, laikliğe inanması hatta ateistleşmesi Batı'da kilise hakimiyetinin yıkılmasından sonra laikleşen ateistleşen aydın ve bilim adamlarının durumunu andırmaktadır.

Ama denildiği gibi İran'da durum bunun aksine olmuştur. Rejim ve mutlu azınlık batılılaşma tuzağına düşmüşse de halk daima istibdad ile mücadelesinde alimlerin yanında yer almıştır. (1)

1) Günümüzdeki aydın ve entelektüellerin İslam'dan, alimlerden, hatta İslam'ı anımsatan her şeyden kaçması ve ürkmesinin nedeni de Osmanlı istibdadı ile yapılan bu uzlaşma siyaseti idi. Gerçekten alimler Osmanlı istibdadı ile uzlaşmasaydı bugün aydınlar ve hatta halkın azımsanmayacak bir kesimi İslam'dan, bu kadar uzak düşmezdi. Hatta şu anda da alimler ve din adamları hakim sınıfla uzlaştığı için gerçek alimleri ve İslam'ı toplumda lekelemiş, sevilmez bir hale getirmiştir. Bugün halk bazında gerçek alimlere ve İslam'a olan antipatinin nedeni din adamlarının hakim sınıfla uzlaşması ve entegrasyon içine girmesidir.

Nitekim Mirza-i Şirazi'nin verdiği o tarihi fetva İran'da istibdadın belini kırmıştır.

Bazı cahillerin Şia kültüründe ilmi havzaların hakim sınıftan bağımsız bir statüde çalışmasının din-siyaset ayırımı olduğunu sanmışlarsa da bu doğru değildir. Zira bu bağımsızlık bizzat hakim sınıfa karcı bir direniş sergilemiş ve ilk fırsatta da birçok İslami kıyamların kaynağı olmuştur. Tenbaku (Tütün) hareketi Kahraman Mirza-ı Şirazi, Meşrutiyet kahramanı Mirzai Naini ve İslam inkılabı rehberi İmam Humeyni de zahirde siyasi hayattan uzak durduğu sanılan bu ilmi havzalarda yetişmiştir. İşte insan burada imamların (as) hakim sınıflan uzak durmak hususundaki tavırlarının nedenini de iyice anlayabilmektedir. Aslında imamlar (as) hakim sınıflardan uzak durmakla siyasetten el çekmiyorlardı. Aksine bu tavır da bir direniş çeşidiydi. Zaten zalim idarede bunu fark ettiklerindendir ki yine de imamları rahat bırakıyor, ilk fırsatta zehirleyerek veya açıkça vurarak şehit ediyorlardı.

Nasıruddin Şah bu yüzden yanına alimleri de almak için Emir Kebir'i vezirliğe atadı. Böylece Emir Kebir'in eliyle bir takım ıslahatlar yapmayı ve halkın rızasını elde etmeyi düşünüyordu.

Emir Kebir gerçekten de halka hizmet etmek ve kurtarmak istiyordu. Ama bunun için de devletin güçlenmesini ve desteklenmesini düşünüyordu. Lakin Emir Kebir'in bu çabaları da Nasıruddin Şah'ı kurtaramadı. İngiltere İran'a savaş açınca Nasıruddin Şah alimlerden yardım istedi. Ama büyük alimlerden hiç kimse kendisine yardımcı olmayınca da büyük bir yenilgiye uğradı. Şah Emir Kebir'den sonra Mirza Hüseyin Han'ı iş başına getirip bir takım ıslahatlar yapmak istediyse de başarılı olamadı. Mirza'nın iş başına gelmesiyle İngilizlerin İran'daki nüfuzu da arttı. Tüm ülke çapında bir takım batılılaşma hareketleri başladı. Dolayısıyla yavaş yavaş alimler de karşı koymaya ve devletin karşısında yer almaya başladılar.

Büyük bir alim olan Merhum Hacı Molla Ali devlete karşı açıkça kıyam etti. Şah sık sık yurtdışına yaptıkları gezilerinden ötürü kınandı. İngiliz şirketlerinin İran'da elde ettiği bir takım hak ve imtiyazlara alimler karşı çıktılar. Bu arada İngilizler de açıkça devletin aldığı kararlara müdahalede bulunuyor veya bir takım kararların alınmasını sağlıyorlardı. Nasıruddin Şah H. 1306 yılında Avrupa'ya yaptığı 3. gezisinde İran'daki tütün imtiyazını İran'daki İngiliz şirketlerine verdi. Şiraz halkı İngiliz şirketlerine gösterilen bu toleransa karşı ayaklandı. Şehrin alimleri sürgün edildi ve bir çok insan haksız yere öldürüldü. Bu esnada Tebriz halkı da boş durmadı. Tebriz'e yabancıların girişi yasaklandı, İsfahan’da halk merhum Necef’inin önderliğinde kıyam etti ve tütünler merhum Necef’inin fetvasıyla fakirlere dağıtıldı. Tüccarlardan biri de 12.000 tütün torbasını ateşe vererek yaktı.

Tahran da ise Mirza Hasan-i Aştiyani ve diğer mücahit alimler kıyama önderlik ettiler. Sonunda Tahran alimleri Mirza Bozorgi Şiraziye durumu bir mektupla bildirerek, kendilerine ne yapılması gerektiğini sordular.

Mirza Bozorgi Şirazi bir mektup yazarak Tahran devletini uyardı. Ama bu da fayda vermeyince tütünün haram olduğuna fetva verdi. Mirza bu tarihi fetvasıyla yabancıların İran üzerindeki nüfuzuna son verdi. Sonunda İngiliz şirketleriyle imzalanan anlaşma resmen lağvedildi. Böylece İran halkı bir kez daha alimler sayesinde yabancıların hegemonyasından kurtulmuş ve haklarına kavuşmuşlardı. (İnkılab-ı İslami s. 348-351)

Meşrutiyet Hareketi

 

Nasıruddin şah saltanatının ellinci yıldönümü kutlamalarına hazırlanırken H. 1313 yılında Mirza Rıza-i Kirmanı tarafından terör edildi. Mirza uzun bir süredir Seyyid Cemaleddin-i Afgani ile irtibat içindeydi.



Nasıruddin Şah'ın ölümünden sonra bir çok zayıf noktası olan Muzaferuddin Şah başa geçti. Ülkenin durumu gün gittikçe daha da bir kötüleşiyordu. Bu arada bir kaç şehirde yapılan kıyamlar kanla bastırıldı. Sonunda Tahran halkı yine alimler öncülüğünde kıyam ederek bu zulmün önüne geçilmesini istediler. Bilahare şah seçimlere gidilmesini ve İslami şura konseyinin kurulmasını kabul etti. Böylece 1324 yılında meclis seçim kanununu düzenleyecek bir komisyon kuruldu. Aynı yıl 18 Şaban tarihinde ilk dönem Milli Şura meclisi açılışını yaptı.

Bu meclisin yaptığı ilk önemli iş Rusya ve İngiltere'den alınması düşünülen borçların durdurulmağıydı. Aynı zamanda anayasayı düzenleyecek heyeti de bu meclis seçti.

1324 yılında tasvib edilen anayasa beş fasıl ve 51 maddeden oluşuyordu. Bu anayasa daha çok meclis iç tüzüğüne benziyordu. Dolayısıyla bir çok eksiklikler taşıyordu. Muzaferuddin Şah'tan sonra başa geçen Muhammed Ali Mirza, Milli şura meclisinde bir komisyon kurarak anayasanın eksikliklerini gidermeye çalıştı. Bu komisyon Belçika, Fransa ve Balkan anayasası esasınca bir metin hazırladılar. Ama tüm milletvekillerince kabul görmedi. Daha sonra bu anayasayı İslami ölçülere tatbik edecek bazı alimlerin seçilmesi kararlaştırıldı ki Ayetullah Fazlullah Nuri de bu alimler arasında yer alıyordu; Sonunda on'dan fazla maddesi değiştirilerek yeni bir anayasa hazırlandı ve bu anayasa nisbi bir muvafakat esasınca Muhammed Ali Şah tarafından imzalandı. İran halkı H.Ş. 1285 yılında kıyam ederek Muzafer iddin Şah'ı meşrutiyeti kabul etmek zorunda bırakmıştı. Bu meşrutiyet K Ş. 1307 yılında İslam inkılabı gerçekleşinceye kadar bir çok değişiklikler geçirmiş ve sonunda yapılan bir referandum ile meşrutiyet hükümeti son buldu. Bu meşrutiyet hükümeti 1287 yılında yapılan bir ihtilal ile bir ara sona ermiş ve tüm İran'da askeri hükümet başa geçmişti. Bu iscibdad döneminde de batıcı aydınlar siyaset sahnesinden kaçmış ve susmayı tercih etmişlerdi. Ama iran halkı yine alimlerin rehberliğinde büyük bir kıyam başlattı. Tuhriz, Rest ve Isfahan tarafından Tahran'ı kuşatmış ve Tahran halkının da yardımıyla hükümet merkezim ele geçirmişlerdi. Ayetullah Hacı Mirza Halil, Ayetullah Molla Muhammed Kazım; Horasanı, Ayetullah Hacı Mirza Abdullah Mazenderani vb. birçok alimlerin verdiği fetvalardan ilham alan halk yine hu ısubaad hükümeti aleyhine büyük bir kıyam başlattı. Halk silahlı bir mücadeleye girişerek istibdad hükümetini yeniden yıktı. Şah, Rusya ve İngiltere elçiliğine sığınmak zorunda kaldı. Bu istibdad hükümeti 1,5 yıl kadar kısa bir dönem ayakta durabildi.

İkinci meşrutiyet hükümeti H. Ş. 1288 yılında ikinci Milli Sara nın açılışıyla başladı. Bu dönem meclisinde de Hasan. Takizade gibi batıcı aydınların varlığı yeni bir takım sapmalara neden oldu. Yeni meclis bir yandan İngiltere ve Rusya'nın nüfuzunu engellemeye çalışırken bir yandan da Amerika'ya yeşil ışık yakıldı ki bu da hakikatte batıcı aydınların nüfuzunu gösteriyordu. Bu durumu bahane eden Rusya ve İngiltere de H. Ş. 1289 yılında İran'a ültimatom vererek H. Ş. 1289 yılında meclisin dağılmasına ortam sağladı. Böylece meclis kapatılınca yeniden halk kıyamları başladı. Şah ve, saray uşakları yabancı güçlerin yardımıyla bu halk kıyamlarını kanla bastırdı. Meclisteki milletvekilleri dağıtıldı ve bir çokları sürgün edildi. Meşhed'de Hz. Rızanın haremi topa tutuldu ve ziyaretçileri katliam edildi.

Böylece halk yeniden alimlerin rehberliğinde kıyam etti. Tebriz'de bir alimin Aşura günü idam edilmesi ve halkın katliamı bardağı taşıran son damla oldu. Sonunda devlet teslim olmak zorunda kaldı ve H. Ş. 1293 yılında meclis seçimleri yeniden başladı. Bu arada baş gösteren 1. Dünya Savaşında İran tarafsız olduğunu ilan etti. Bu meclis de devam etmedi ve H. Ş. 1294 yılında yeniden tatil edildi. Milletvekillerinden çoğu Kirman'a gittiler, bazıları da Osmanlı'ya sığındı. Meclisin tatil edildiği bu dönemde

İngilizler büyük imtiyazlar elde ettiler. Demiryolları ile ülke yollarının şose edilmesi imtiyazını elde eden İngiliz sömürgeciliğinin artan nüfuzuna karşı Tebriz halkı Şeyh Muhammed Hıyabani rehberliğinde kıyam etti. Şeyh Muhammed Hıyabani'nin şahadeti Müslüman Iran halkı üzerinde derin etkiler oluşturdu, İngilizler bu durumdan istifade ederek Rıza Han'ın eliyle ülkede bir ihtilal gerçekleştirdi. Üç gün sonra H. Ş. 1299 yılında yeni devlet Ahmed Şah'ın emriyle kuruldu ve Rıza Han savaş bakanlığına tayin edildi, Bu ihtilale karşı olan halkın başlattığı kıyamlar da Rıza Han tarafından kanlı bir şekilde bastırıldı. Böylece 3'ncü meclis de beş yıl boyunca tatil edildi. 4. dönem meclis ise H. Ş. 1300 yılında Ahmed Şah tarafından açıldı.

4. Dönem mecliste Rusya ve İngiltere'nin nüfuzu ve destekleyicileri oldukça fazlaydı. Ama öte yandan mücahit bir alim olan Müderris de bu dönem mecliste yer almıştı. Müderris meclisteki sağ ve solcu kanada rağmen 1298 anlaşmasını lağvettirdi. Hakeza Rus ültimatomu mecliste söz konusu edilince Müderris dışında herkes korkmuş ne yapacağını şaşırmıştı. Ama Müderris kahramanca direndi. Tek başına da olsa bütün sömürgeci güçlerin oyunlarına karşı koymaya çalıştı ve bu yolda canını vermekten de çekinmedi.

Bu arada tüm İran'da fesat, emniyetsizlik ve 1. Dünya Savaşından kaynaklanan kıtlık baş göstermişti. Gerçi İran resmi olarak bu savaşa girmemişti, ama Azerbaycan, Osmanlılarca işgal edilmiş durumdaydı. Almanya, İngiltere ve Rusya İran üzerinde bir takım komplolar hazırlıyorlardı. Bu arada yeniden İran'ın dört bir yanında İslami kıyamlar gerçekleşti. Bu kıyamların başlıcaları şunlardı:



Yüklə 3,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin