Bir devriMİn anatomiSİ Kadri Çelik



Yüklə 3,6 Mb.
səhifə8/74
tarix03.05.2018
ölçüsü3,6 Mb.
#50098
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   74
İbrahim Emin, Lübnan

Allah'ın selamı, resuller ve peygamberlerin en büyüğü Hz. Muhammed (s.a.a.) ve O'nun temiz Ehl-i Beyti'ne, ümmetin imamına, şehidler veren ümmete ve ümmetin şehitlerine olsun. Allah'ın (c.c.) rahmeti ve bereketi üzerlerine olsun.

Ümmetin, özellikle devrim öncesi ve sonrası meziyetleri hususunda konuşmanın ayrı bir önemi yardır. Neden? Çünkü biz Müslümanlar bugün bir devrime ve İslam devletine tanıklık etmekteyiz. İslam inkılâbının liderlik yönünden merkezi İran'dır, İran İslam devrimidir. Bu noktada size iki önemli hususu vurgulamak isterim.

Birincisi, Kur'an-ı Kerim'in esas kaynak olduğunun kesinliğidir, ikincisi ise, vahdettir. Kur'an ve onun bildirdiği İslam insanlar için ilahi bir görev olarak gelmiştir. Risalet süreklidir ve tüm insanlar onun gölgesi altında dünyada İslami ve insani bir toplumun biçimlenmesi gerçekleşinceye kadar çalışmalıdır. Ümmetin, bu görevde insanlığa örnek teşkil edeceği Kur'an-ı Kerim'de şöyle açıklanmaktadır. "Siz insanlar için ortaya çıkan en hayırlı ümmetsiniz."

Tarihe baktığımızda, Resul-i Ekrem (s.a.a) Arabistan'ın belli bir noktasından başlayarak İslam'ı yaşayıp, İslam prensiplerini açıklayarak dünyanın diğer noktalarına ulaştırmıştır. Böylece vahiyle gelenlerden haberdar olan çok sayıda Müslüman ortaya çıkmıştır. İslam'ın, insanları kendisine doğru çekmesiyle, İslam ümmeti oluşmuştur, diyebiliriz. Müslümanların sayı fazlalığı konusundan daha ziyade, onların İslami özelliklere sahip olmaları önemli bulunarak, bu hedef bilhassa gözetilmiştir. Bunların sayısı tek bile olsa bir ümmeti ifade edebilir. Ümmetin imamı bu konuda, Ayetullah Beheşti'nin şahadeti dolayısıyla şöyle buyurmuştu: "O, milletimiz için bir ümmettir" Sömürgeciler, İslam'ı ve ümmeti birbirinden ayırmak için Arapçılık, Araplara düşman olmak ve nasyonalizmin diğer çeşitlerini kışkırtma planlan hazırlamıştır.

Burada, İslam ümmeti için bir merkezi organizasyon teşkilatının gerekli olduğunu söylemem gerekiyor. Başka bir özelliğe sahip olmak için değil, İslam akaidi, İslamî ideoloji konularında gerekli bilgilere sahip olmak için böyle bir teşkilata gerek duymaktayız. Bunun sayesinde İslam ümmeti, eğitim itibariyle gelişerek bir düşünce, bir politika, bir düzen, bir ahlak ile yaşasın istiyoruz. Ümmet bu yoldaki gayretlerle kendisine İslam ümmeti olma
vasıflarını kazandırıcı özelliklere sahip olma yolunda birlik içinde ilerlemeler kaydedebilecektir.

Düşman içerde gösterdiği çabalarla ümmetin kültür tarihini değiştirmek istiyor. Buna karşılık İran İslâm devrimi, ümmetin tarihinde yeni bir merhaleyi oluşturmakta, yeni bir yönelişin meydana gelmesini sağlamaktadır. Bunu, dünya Müslümanları olarak kabul etmemiz gerekir. Bu devrim zafere ulaşacak, İslam aydınlığını yeryüzünün her tarafına ulaştıracak, İslam ümmetine layık olduğu şerefi, kültürü, gerçek kişiliğini, gerçek yolu ve kendi yolunu yeniden kazandıracaktır. Eğer biz, birlik ve tek bir ümmet olmayı istiyorsak sadece slogan atmakla, seminerlerde konuşmakla yetinmeyip, İslam'ın bu yeniden doğuşunu ve İran İslam Devrimi'ni hayatımızda bir örnek olarak alalım, kendi yol ve yönümüzü, ona uydurmaya gayret gösterelim. Bugün yeryüzünde İslam devleti ve İslam devriminin mevcut olduğunu bilelim. Duygusal hareket ederek bu devrimi anlatmak ve onu övmek yeterli değildir. Bütün Müslümanlar, bu devrimin parçalarıymış gibi bu devrimin onlara ait olduğunu bilerek davranmalıdırlar. Ancak böylece hareket edilirse İslam ümmeti yeryüzündeki varlığını göstermiş olur. Yine bu taktirde her Müslüman, merkezi İran olan İslam kültürü organizasyonu merkezine bağlı ümmete bağlanmış olur. Düşman, ümmetin bu yüce şahsiyetini yok etmek için kültür, eğitim ve siyasî alanlarda birçok faaliyetler göstermektedir. Düşman, bu amaçla şahsiyet sahibi insanların hayatına son vermeye ve insanları düşünceden, şahsiyetten ayırmaya gayret etmiştir.

Elbette, İslam devrimine ve İslam'a içten ve dıştan savaş ilan edenler bu ümmeti tanımamaktadır ve İslam ümmetinin dışında demektir. Bu nedenle İran İslam Cumhuriyetine açılan bir savaş İslam'a açılan bir savaş demektir. Bu gerçeği bilerek, İslam ile küfr arasında bansın anlam taşımadığını öne sürebiliriz. Nitekim ümmetin lideri ve imamı şöyle buyurmuştur: "Ben İslam ile kürf arasında bir barışa mana bulamıyorum." O halde biz onlarla hiçbir barışa ve onlarla aynı yerde olmaya inanmıyor ve karşı çıkıyoruz.

İran İslam devriminin küfr ile savaşı, bunlarla birlik ve barışı anlamsız kılmıştır. Biliyorsunuz ki, bugün Müslüman İran milleti İslam'ı savunmaktadır, İslam adına savaşmaktadır. Düşmansa İslam ve Müslümanlar adına, İslam ve Müslümanlarla savaşmakta. Eğer bu İslam devrimi yenilirse, İslam'dan geriye bir şey kalmayacak, ayrıca İslam için hiçbir taban bulunamayacaktır. Bu değerlendirmede dünya Müslümanları, İran'ın ekonomik sıkıntılar içinde ve askeri yönden savaştayken, tüm dünyanın onun aleyhinde birleşmesi karşısında hiçbir şey yapmadıkları için suçlu ve sorumludurlar. Bu ciddi ve hassas denemde bile İran'ın önemli durumda olduğunun farkında değiliz, İslam’ın düşmanları elbirliğiyle dayandığında İran'ı savunmamışızdır. Biz İran'a içte değil ama dışarıda yardım edip, dıştan onun aleyhine plan hazırlayanlarla karşılaşmalıyız. Bu düşünceleri İran'ın içinde değil dışında söylemeliyiz. Bunları yerine getirebilmemiz, mükemmel bir şuura erdiğimizi gösterecektir.

Biz İran Müslümanlarıyla birlikteyiz ve bunun gereğini yerine getirmek meselemizdir. Düşman, İran'da, Afganistan'da, Lübnan'da nerede bir olay çıkarma ihtimali varsa oradan saldırıp Müslümanları mahkum etmek istiyor. Biz bunu bilerek, düşmanın İslam'ı hedef aldığının farkında olarak birbirinden farklı ve uzak cephelerde savaşıyoruz. Eğer biz, İran cephesini, Afgan cephesini Filistin sayarsak, bu şuur ile tek bir ümmet düşüncesine sahip olmuş oluruz. Bunu uygulayarak, pratikte ispat etmeliyiz. Eğer biz, İslam'ın kıymetini, İslam ümmetinin varlığını, İslami şahsiyete sahip olarak, düşmanla savaşmayı düşünmüyorsak, hiçbir konuşma ve seminer bize fayda sağlamayacaktır!

Konuşmamın sonuna yaklaşırken önemli bir hususu belirtmek istiyorum.

Ey Müslümanlar, ey kardeşlerim bizim burada esas itibariyle tek problemimiz vardır. O da İslam tarihi boyunca görülen, ayrılığa düşmektir. Bu, büyük bir suç ve hatadır. Bu ayrılık ve ihtilaflar, bir araya gelip bir şeyi yapmak istediğimizde bile bize mani olmuştur. Bundan dolayı burada yapmamız gereken en iyi şey, bizi birleştiren birlikte olmamızı sağlayan temel esaslar üzerinde duralım Müslümanlar olarak, ihtilafları bir kenara bırakmak için konuşalım ki, bu birlik sayesinde İslam düşmanlarıyla karşı karşıya gelelim.

Musa Taki Şemseddin, Irak

Niçin pazarlar, evler, saraylar, elbiseler ve süs eşyaları, Amerikan, İngiliz, Fransız, Rus ve Japon yapısıdır veya onların yönlendirmesi altındadır? Sorun budur. Neden, bizlerin zarar ve ziyanından başka istekleri olmadığı halde, onların pazarlarına akın ediyoruz? Sizler, bunlara yardım ederek kazançlarını daha büyütmelerine, sömürülerini arttırmalarına, İslam ümmetini ortadan kaldırmaya çalışmalarına destek olursanız, bu konuda sonra nasıl bir özür ve bahane gösterebiliriz? Biz Müslümanlara, yabancıların sömürü pazarlarını hangi metotla olursa olsun kapatmak ve ihtiyaçlarımızı -malları kaliteli olmasa bile- Müslümanların piyasasından karşılamak farzdır. Yalnız bu yolla Allah rızasını kazanabilir, bağımsızlığa ulaşmış oluruz. Allah rızası için yapılan bir iş, dünyamız ve ahiretimiz için de faydalıdır.

Bu konuda İmam Humeyni'den çok değerli bir sözünü hatırlıyorum. Şöyle demişti: "Biliniz ki, Amerika'nın yaptığı işlerin milletimize hiçbir faydası yoktur. Amerika'nın tek işi bizim için faydalıydı, o da bizimle ilişkilerini kesmesi ve bu sayede işlerimizde kendimize güveni kazanmış olmamızdır."

Önce Allah'a dayanıp, sonra kendi üretimlerimize güvenmeliyiz. Herkes kendi güç ve kapasitesine göre çalışmalıdır. Böylece süper güçlerin bağımlılığından kurtulmak yolunda önemli adımlar atmış oluruz. Teknolojik ihtiyaçlarımızı kendimiz karşılayabilmen' ve ihracatını da yapabilmeliyiz. Zorunlu olarak mal ithal ettiğimizde alışverişimizi dostlarımızla yapmalıyız, düşmanlarımızla değil."

Allah'ın emrine uyarak, kendi güç ve imkânlarımızı bir araya getirmeli, her alanda her zaman üstün olmalıyız. Bu ise ancak birbirimize güvenip dayanışmamız ile sağlanabilir.

Muhterem kardeşlerim, İran İslam devriminden, tek İslam devletinin bütün zulüm ve fesadı yıkmak için çalıştığını öğrenmeliyiz. Bilindiği gibi, eskiden rejimini silah zoruyla koruyan Şah ve babası, İslam'a saygı göstermeksizin her türlü kötülüğü yapmaktaydılar. Eğer mücahit ve takvalı insanlar buna karşı çıkmasaydılar ne olacaktı? Allah'a şükürler olsun ki, İslam her zaman Allah'ı unutmayan ve ticarî endişelerle vazifelerini yerine getirmekten kaçınmayan kişiler yetiştirmiştir. Bu insanların başında, devrimin meşalesi, alimlerin önderi ve İran İslam Cumhuriyeti'nin kurucusu İmam Humeyni gelmektedir.

Bu hareket şu aşamalarda gerçekleşmiştir: Birinci aşamada eleştiriler yapıldı. (İmam'ın, tağuti rejimin politikasına eleştirileri). İkinci aşamada, eleştiriler itiraz halini aldı. Üçüncü aşamada, rejim rahatsız edildi ve korkutuldu. Dördüncü aşamada, ihtar verildi. Beşinci aşamada ise Tağut, Allah'ın ye halkın öfkesinde, intikamından kaçmak durumunda kaldı. İmam, artık tagutun tövbesinden ümit kesince ve Amerika hiçbir uyarıyı dinlemeyince mecburen kutsal cihadı ilan etti. Halk İmam'ın önderliğinde "Allah-u Ekber" ve "lailahe illallah" sloganlarıyla, Allah'tan başkasına itaatin olmadığını bildirerek sokaklara döküldüler. Artık şah, ne de kurşun, bunların hiçbiri Müslüman halkın gücü de duramadı.

Ey Ruhullah, zafer ve kurtuluş için yaptıklarının tümü, Allah'a dayanmandan ve O'nun bildirdiklerini anlamandan Seri gelmektedir. Hani, bütün cadde ve sokakları doldurup halka Allah'ın yerine tağuta tapmaya çağıran heykeller nerede? Bu işlerin hiçbiri tağut ve tağutiçelerin kaderini değiştirmedi, Allah'ın zaferini önleyemedi.

Kardeşlerim, Müslümanlar çok derin bir uykudadır, onları uyandırın. Şimdi artık İslam'ın ve Müslümanların izzet, şeref, yücelme ve ayağa kalkma dönemidir. Allah'ın bize öğrettiği ilahi sözü haykıralım.

"De ki, Hakk geldi ve batıl yok oldu, bâtıl yok olmaya mahkumdur."

Yardım ve zafer yalnız Allah'tandır. Allah'a sığınarak birlik ve beraberliğimizi korumalıyız.

Allah (c.c.) İslam devrimi liderini korusun.

Hacı Muhammed Mansur Ahmed Barlı, Senegal

Hamd etmekle kulluğumuzun gereğine yerine getirdiğimiz kâinatın yaratıcısı yüce Allah'a (c.c.) hamd olsun. Selam, son Peygamber Hz. Muhammed (s.a.a.) ve O'nun ashabının üzerine olsun. Allah onlardan razı olsun.

Allah-u Tealâ, Kur'an-ı Kerim'de şöyle buyuruyor:

"Eğer kim sizden din uğruna yardım beklerse onların yardımına koşmak size farzdır..."

Ey bu toplantıda hazır bulunan ve hazır bulunmayan Müslüman kardeşlerim. Biz İran İslam Cumhuriyeti'nin davetini kabul ederek buraya gelmekle savaşı ve ganimetleri görmeye gelmedik. Biz İran’daki gerçekleri görmeye, İslam düşmanlarının İran hakkında Müslümanlara musallat olan şüpheleri kaldırmaya ve siz İran Müslümanların, kulakları ve kalpleri kirletilen Müslüman kardeşlerinize yardım edesiniz diye geldim.

Ey Müslüman İran Milleti. Biz buraya, İran'daki durumları inceleyerek, eğer İran Tevhit kelimesini yükseltmek ve dini korumak için çalışıyorsa ona yardım etmeye, değil ise Allah'ın yoluna doğru döndürmek üzere geldik.

Şimdi şu gerçeği görüyoruz: İran gerçekten de iddiasına tam manasıyla sadıktır. Ben bunu gözlerimle görüyor ve kalbimle hissediyorum. İranlıların iddialarının gerçek olduğunu gösteren üç konu ve örnek vardır:

Birincisi, ümmetin önderinin değişmeyen kararlı tutumu ve milletin de onun izinde aynı azimle gitmesidir. Bu öylesine örnek bir direniştir ki, Doğu ve Batının hiç bir olumsuz tesiri ve hiç bir tehdidi onların yolunu değiştirmesine sebep olamamıştır. Ancak, aynı tesirlerin diğer İslam ülkelerini etkileyebildiğini biliyoruz. İran'daki bu kararlı, tavizsiz tavrın iki güzel ve sağlıklı özelliği vardır. Bunlardan biri, Tevhit kelimesinin yükseltilip Allah'ın dinine yardım edilmesi, öbürü Allah'a sığınarak, kullarından korkmaksızın onun tevhit ipine sarılmaktır.

İbn-i Asker İbn-i Abbas'tan ve o da Resulullah (s.a.a) den rivayet ettiğine göre Resul-ü Ekrem (s.a.a.) şöyle buyurmuştur:

"Allah-u Teâlâ Davud Peygambere buyurdu:

Benim kullarımdan kim, başkalarına önem vermeden bana sığınırsa ben onun niyetinden haberdarım ve gökteki bütün yaratıklar bile ona saldırsa mutlaka onu korur, onun için bir çıkış yolu yaratırım. Ama kim benim kullarıma sığınıp da beni unutursa onun da niyetini de bilir ve göklerin rahmetinden onu mahrum ederim."

Devrimin, İslam ve Kur'an'ın izinde olduğunu ispat eden ikinci delil, devrimin büyük önderinin güzel ve inançlı hareketleridir. Devrimin önderi İmam Humeyni, tüm güçleri kendine çekmiş, Müslüman İran milleti arasında Tevhit kelimesini yükseltmiş, Allah'ın dini ve Resulü'nün şeriatini tebliğ etmiştir. Böylece onları Batı ve Doğu putlarına tapmaktan, maddiyata yönelme heva ve hevesinden kurtarmıştır. Yüce Peygamberimiz (s.a.a) şöyle buyurmuştur: "Allah'ın göğünün altında Allah'tan başkasına tapmak, kendi heva ve nefsine tapmaktan daha kötü değildir."

Birinci ve ikinci kanıtımdan daha açık olan üçüncü kanıtım, Müslüman İran milletinin birlik ve beraberliğidir. Bu birlik, bir ruh tarafından kontrol edilen bir vücudun birliği ve bütünlüğü gibidir. Benim gördüğüm İran milleti, kendi gücünü birlik düşüncesiyle toplayarak Allah-u Teala'ya ibadet etmekte ve İslam Devrimi hedeflerinin gerçekleşmesi için çalışmaktadır. Bu birliğin amacı, İslam'ın emirlerini yerine getirmek ve sadece Allah sevgisini yüreklerine yerleştirmek içindir. Allah onlara gizli ve açık yardımlarını, zaferlerini nasip etmiştir. Bunun benzerini ancak Hz. Peygamber (s.a.a.) zamanında görebiliriz. Bu durum bize, Allah'u Teâlâ'nın Resulü'ne şu buyurusunu hatırlatmaktadır:

"Eğer tüm kâinatı onlara verseydin onların kalplerini sakinleştiremezdin. Lâkin Allah (c.c.) onların kalplerini yumuşatmaya ve sakinleştirmeye karar verdi."

Böylece Allah-u Teâlâ'nın lütfü ve sevgisi ümmetin imamı'nın kalbine girmiş; Allah-u Teala'ya olan sevgi, güven, arzu akarsularım bu gönüle akıtmıştır. Sonuçta İran milleti bu feyiz ve bereketlerden nasiplerini aldılar, yüreklerinde Allah (c.c.)'dan başkasına güvenme hastalıklarından şifa buldular, bu sayede Amerika'ya da diğer süper güçlere de önem vermemektedirler.

Allah-u Teâlâ, İran İslam Devrimini bu nedenle zafere ulaştırdı. Şimdi de Yüce Allah'tan, bu İslam devrimini örnek kılmasını ve diğer İslam devrimi hareketlerinin de amaçlarına ulaştırılmasını ümit ediyoruz. Ayrıca bu devrimin, İslâm düşmanları tarafından ortaya atılan tüm zorluk ve problemler karşısında ve güçlü bir sığınak olmasını, İslâm ülkelerinde İslâmî eğitime karşı olanların hidayete ermesini diliyoruz.

Yaşadığımız bu dönemde müstekbirler tarafından Îslâm ümmeti için çeşitli ayrılık ve çekişme sebepleri ortaya çıkarılmış olup bunların esef verici sonuçlan yaşanmaktadır. Batı uygarlığı, zayıf düşürdüğü bu ümmeti kendisine tapmaya zorlamakta, bunun kaçınılmaz bir durum olduğu propagandasını yaygınlaştırmaktadır. Halbuki Yüce Allah (c.c.) tüm yeryüzünün ve kâinatın yaratıcısıdır, önün kudretinin üzerinde kudret yoktur. Biz ondan başkasını ilah kabul edemez ve Allah'ın koyduğu sının aşamayız!

Son olarak, tüm ve gerçek kulların diliyle Yüce Allah'tan, İran İslam Devrimi'nin yüce önderini her türlü fenalıktan korumasını, kendi nimetini ona ve tüm ümmete tamamlayıp yardımcı olmasını, İslâm ve Müslümanlara her zaman hayırlar nasip etmesini niyaz ediyoruz.

Ayrıca ona yardım eden, kelime-i tevhidi yükseltip Allah'ın dinini koruyan ve Allah yolunda şehit olan Ayetullah Beheşti, Ayetullah Medeni, Muhammed Recai ve İslam'a büyük hizmetlerini sürdüren Ayetullah Muntazeri, Hüccetül islâm Rafsancani ve Cumhurbaşkanı Hamaney'den Allah razı olsun. Yüce Allah'tan İslâm şehitlerinin temiz ruhuna rahmet dilerim.

Ramazan Cibril, Pakistan

Peygamberlerin en büyüğü Hz. Muhammed (s.a.a.) ve O'nun Ehl-i Beyti ve ashabına selâm olsun.

Allah-u Ekber, Allah-u Ekber, Allah-u Ekber. Rusların ye Amerikalılarının düzenbazlıklarına Allah-u Ekber. İngiliz ve Fransızların hilelerine Allah-u Ekber. Kâfir ve münafık tüm düşmanlarımıza ve onların uşaklarına Allah-u Ekber, Allah-u Ekber. Yaşayanları öldüren ve ölenleri dirilten ancak o’dur.

Değerli ve aziz kardeşlerim, dar'ül-islâmda bulunan Müslüman misafirler. İslam devriminin ve şehitlerin ülkesine teşrif buyurmuşsunuz. Bu İslâm ülkesi inancı ve gerçeği tüm dünyaya haykırmaktadır. Geliniz, Yüce Rabbimize yakınlaşmak ve sığınmak için bu bir kaç dakikada hep birlikte Fatiha suresini yavaşça okuyalım, onun sevabını bu temiz ülkenin şehitlerine hediye edelim. Bu ülkenin çocukları ve gençleri Tevhit kelimesinin yükselmesi uğruna düşmanca zulme uğratılarak öldürüldüler. Bu millet, şahadeti kabullenerek temiz kanlarıyla toplumlarındaki İslam ağacını suladı. Bu milletin genç erkekleri ve kadınları, müstazafların ve yoksulların kurtuluşunu da sağlayacak olan İslam hükümetini kurma yolunda canlarını seve seve feda ettiler. Ama gerçekte onlar yaşıyorlar ve Rablerinin katında rızıklandırılıyorlar.

Allah'ım, okuduğumuz bu fatihaların sevabım şehidlerin temiz ruhlarına ulaştır ve bunu ilahi bir rahmet olarak onların temiz ruhlarına takdim et. Çünkü onlar bu yaşadığımız çağda Allah kelimesinin yükselip değerinin anlaşılması için öldürüldüler. Rabbim, onları muttakilerle birlikte hasret. Çünkü takva sahipleri, kainatın ve tüm varlıkların yaratıcısı Allah'ın cennetine layık görülenlerdir. Ya Rabbi, İslam'a ve Müslümanlara yardım et; İsrail'i, Siyonistleri, haçlıları, Amerika'yı, Sovyetleri, İngiltere ve Fransa'yı Doğu ve Batı'daki münafıkları yok eyle. Savaş, savaş, zafere kadar. Allah'ım, kendi yardımını kendi asker ve savaşçılarından esirgeme. Allah'ım, değerli ve büyük önderimiz, imamların takipçisi ve ümmetin kahramanı Hz. İmam Humeyni'yi muvaffak eyle ve destekle. Allah'ım, O'nu ve Müslüman İran milletini hatalardan uzaklaştır, attıkları adımları hedeflerine ulaştır, onları yüklendikleri bu savaşta düşmanlarına karşı muzaffer eyle.

Kardeşlerim:

Allah-u Teâlâ bizleri minnettar ederek bize bu değerli ve büyük lideri gönderdi. Bu lider, önderlik ettiği kıyam ile ülkesinin tarihini değiştirmiş, halkını mûstekbirlerin sömürü karanlığından kurtarıp aydınlığa kavuşturmuş, imanın kudreti ve hakikati ile onları ihsan, iman ye İslam ışığına yöneltmiştir. O, kendini Allah'a adayarak, hayatını tümüyle ilahi kanunları tatbik etmeye vakfetmiştir. Biz bu hakikati ulema toplantısında ve her yerde açıkça müşahede ettik. Artık bugünün İran halkı, İslama olan imanları, gösterdikleri şecaatleri ve Kur'an'ın emirlerini yerine getirmeleriyle iftihar ediyorlar. Buna şaşırmamak gerekir, çünkü aslanın yavrusu da aslan gibidir. Demek ki İran halkı, büyük sahabe Selman-ı Farisi (R.A.)'ın yolunu sürdürmektedirler. Selman-ı Farisi de Müslümanlığıyla iftihar ediyordu. O'nun bu konuda ünlü bir sözü vardır. O, "benim babam İslâmdır; İslâmdan başka babam yok" demişti. O dönemde insanların çoğu soyları sofları ve milletleriyle iftihar ediyorlardı.

Değerli Kardeşlerim;

İmam Humeyni'nin Müslümanları mertçe ve cesaretle birlik ve beraberliğe çağırmasına kulak veriniz. O, nerde olursak olalım hep birlikte düşmanlarımıza karşı güçlerimizi birleştirip tek bir kuvvet oluşturmamızı istemektedir.

İmam bu ilahi görevi sadece İslam'a hizmet ve Müslümanların iyiliği için yüklenmiştir. Bu büyük sorumluluk her âlimin boynunda olup, beyazı ve zencisiyle bütün insanları İslam'a ve Kur'an'a davet etmektedir. Allah'a şükürler olsun, Müslüman alimler İmam'a bağlanarak birlik ve beraberlik içinde yardımlaşarak İslam yolunda değerli çabalar sarf ediyorlar. Daha önce birçokları İslam'ı ve Kur'an'ı kendi nefislerine ve hükümetlerinin arzularına uygun biçimde yorumlamış, böylece Amerikan ve İsrail oyunlarının saptırıcılığına hizmet etmişlerdi. Daha sonra bu ümmet zaferler kazandılar. Bunların hepsi İran İslam Devrimiyle, İmam'ın önderliğine inanmak ve tabi olmakla sağlanmıştır. Şimdi bütün dünya halkları İran İslam Devrimine imrenerek, gıpta ederek bakmaktadırlar.

Ey Allah'ın askerleri olan İranlı savaşçılar, bütün zorluklara göğüs geriniz, bütün engellere saldırınız. Musibetlerden kötü olaylardan ürkmeyiniz, sıkıntı duymayınız. Siz herkesten üstünsünüz, çünkü Allah (c.c.) sizinle birliktedir. Allah en büyük yardımcıdır. Savaş, savaş, zafere kadar. Düşmanlarla, Allah'ın dinine dönene kadar, Allah'ın adıyla savaşın ki, Allah'ın rahmeti doğrultusunda hareket etsinler.

Değerli Kardeşlerim;

Bu, dünya cuma imamları konferansında aktif rol oynamamız ilâhi bir lütuf idi. Kendi çapında benzersiz olan bu konferans, bütün dünya ülkelerinin İslamî düşünür, âlim ve şahsiyetlerini bir araya getirebilmiştir.

Allah'a hamd ederek, konferans düzenleyenlerin başarıya ulaşmasını dilerim. Ümidimiz, gözettiğiniz amaçlara ulaşmanız; Müslümanlar arasında birliğin sağlanması ve Kudüs'ün özgürlüğe kavuşturulması çabalarında başarılar sağlamanızdır.

Müslümanları, İmam'ın önderliğinde, birlik, güvenlik ve barış içinde yaşatmasını Yüce Allah'tan dilerim.

Ali Bulaç, Türkiye

Şu geride bırakmakta olduğumuz yüzyılda büyük olaylar yaşandı, tarihin akış yönünü derinden etkileyen liderler geldi geçti, iki Dünya Savaşı, resmi düzlemde askeri ve siyasi sömürgeciliğin son bulması, dünya haritasının yeniden çizilmesi, Çarlık Rusyasında Bolşevik devrim, Osmanlı devletinin dağılması, Mao'nun Çin'deki uzun yürüyüşü ve iktidara gelişi, Filistin'de bir Yahudi devletinin kurulması, Cezayir bağımsızlık savaşı, İtalya, Almanya ve İspanya'da faşizmin iktidara gelişi, Vietnam savaşı, İran İslam devrimi, Afganistan'ın işgali vb. önemli olaylar. Yüzyılımız ileriki tarihlerde kendilerinden çokça söz edilecek büyük liderlere de tanık oldu: Lenin, Stalin, Hitler, Mussolini, Mao, Mustafa Kemal, Gandhi, Nasır vb...

Lenin devrimci kişiliğiyle ön plana çıkar. Ama ismine "devrim" de dense 1917 olayı bir devrim olmak yanında, asıl savaş dolayısıyla konjöktürel şartların yardım ettiği Rusya'daki köklü bir iktidar değişikliğidir. Kuşkusuz bu anlamıyla da ele alınsa sonuçta bir devrimdir, ama geniş halk yığınlarının aktif ve sürekli katılımım yol açtığı devrim sonunda farklı bir iktidar kimliğine bürünmüş. Bu noktaya ileride tekrar döneceğiz. Stalin, Hitler, Mussolini ve Franko ister komünizm ister nasyonal sosyalizm veya faşizm olsun, kitleleri devletin bunaltıcı baskıcı (parti ile özdeşleşmiş) bir devlet fetişizmi altında tutan sıkı ve otoriter (despotça-berrut) rejimlerin birer simgesidirler. Mustafa Kemal'i savaş sonrasının konjöktürel şartlan içinde ele almak gerekir. Ama gerçekleştirdiği radikal iktidar değişikliği ve Osmanlı'nın yerine (4 milyon km karelik geniş bir alan üzerine 800 bin km. karelik kurduğu Türkiye Cumhuriyeti) ikame ettikleriyle her zaman kendisinden söz ettirecektir. Cemal Abdunnasır ise bir devrimci olmaktan çok, bir Arap milliyetçisiydi. Üçüncü Dünya hareketi içinde (Nehru, Tito vb.) aktif rol aldı ve Arap dünyasını gerçekten derinden etkiledi.

Mahatma Gandhi ve Moa Ze Dung bu sıralamada özel bir yere sahiptirler. Gandhi, sömürgecilikle onuru zedelenmiş ve karşı koyacak ateşli silahlan olmayan kalabalık bir ulusa yepyeni direnme yollan ve araçları gösterdi. O, Batı sömürgeciliğine karşı geleneğin gücünü keşfetmişti. Ama yine de öğrenimini İngiltere'de, Oxford’da yapmış, avukat olmuş, kısaca kökeni ile bir aydın olarak ülkesine dönmek üzere yola çıkmıştı. Mao, kökeni öğretmen olan bir halk hareketinin önderiydi. Köylüleri ayaklandıran devrimci söylemleri, destansı uzun yürüyüşleri ve son tahlilde Batı değer yargılarında ifadesini bulsa da modern Batı'ya kafa tutan eleştirileriyle kitlelere önderlik yapmayı başarıyla sürdürdü. Belki tek hatası, zaman zaman bir "kışla komünizmi"ne dönüşen yönetimi Tao ve Konfüçyüs gibi zengin ve köklü Çin geleneğine sırtını dayamayı düşünmemesi oldu. Ara sıra kendisiyle görüştüğü veya haberleştiği Gandhi'den onu ayıran en önemli nokta budur. Belki deneseydi, akupunktur örneğinde olduğu gibi bazı şeyleri Batı karşısına dikebilir, Batılı olmayan toplumlara ufuk açabilirdi. Veya belki de Çin ve Hint geleneğinde Batı karşısında alternatif unsurlar konumuna çıkabilecek kültürel araç ve kaynaklar sanıldığı kadar dayanıklı değildir.

Yukarıda saydıklarımıza ilave olarak yüzyılımızın en büyük olaylarından biri, hatta toplumsal anlamda en önemli olanı kuşkusuz İran İslam Devrimi (22 Behmen 1357/1 Şubat 1979)'dır. Bana bağlı olarak çağdaş tarihin akış yönü üzerinde en derin ve anlamlı etkiyi bırakmaya aday lider de devrimin tartışmasız önderi Ayetullah Humeyni'dir. (1902-1989) Humeyni 2 Haziran 1989 günü gece yansı öldü, 16 yıl süren zorlu bir mücadeleyi devrimle sonuçlandırdı ve devrimin tam 10 yıl önderliğini yaptı, sorumluluğunu üstlendi. Devrimle dolu dolu geçen 10 yılda olduğu gibi ölümünden sonra da Humeyni hakkında çok şeyler yazılıp söyleniyor; daha uzun yıllar yazılıp söylenecek de.

Humeyni, insanları orta noktası olmayan iki karşıt kutupta topladı. Belki de her devrimcinin kaderi budur. Çünkü devrimin kendisi kesin bir tercih gerektirir. Ya yanında olunur veya tam karşısında. Her devrimci gibi Humeyni de "tarafsız" eleştirilemez; hele devriminin olduğu bir ülkede yaşıyorsanız, devrimin "bitaraf olanları hemen "bertaraf ettiğini görürsünüz. Öyleyse devrim eleştirilerinde aşın sevgi de, aşın nefret de olacaktır Devrimin üzerinden yeterli zaman geçmedikçe bu sübjektivizm bir dereceye kadar makul karşılanabilir ve eleştirilerin içerdiği sübjektivizmin payı korunabilirse doğru sonuçlara varılabilir.

Devrimler soğukkanlılıkla karşılanamaz. Çünkü devrim bireyin ve toplumun geleceğini yeniden çiziyor. Bu, Fransız ve Sovyet devrimleri için geçerli olduğu gibi, İslam devrimi için de geçerlidir. Hiç kimse 1789 ve 1917 devrimlerini oturduğu yerde ve sükûnetle karşılamadı. Bir anda devrimin boy gösterdiği toplumun, çevre ulusların ve ardından bütün dünyanın zihni sarsıldı, sonra politik ve sosyal sistemler sallandı. Devrimler yeni devrimlere gebedir. 19. yüzyılda bütün Avrupa'nın yüzünü değiştiren monarşilerin yerine cumhuriyetleri geçiren, imparatorlukları ulus devletlere bölen temel değişimin fitilini Fransız devrimi ateşledi. 1917'den sonra işçi sınıflan, köylü ve halk kitleleri kapitalizm ve emperyalizm karşısında direnişe geçtilerse, bunda Sovyet devrimini payı görmezlikten gelinemez. Mao'nun Çin'indeki değişiklik, Latin Amerika'nın devrimci potansiyeli ve Doğu Avrupa'da coğrafi ve siyasi haritanın yeniden çizilmesinde yine bu devrimin etkisi büyüktür. Bolşevik devrimi hiç bir şey yapmadıysa bile, yıllarca 2.5 milyar insanı peşinden sürükleyebildi.

Kuşkusuz İslam devrimi de benzer etkilere yol açacaktı, nitekim ilk etkilerini göstermeye başladı da. Devrime karşı nefretin beslediği yalan, propaganda ve yüz kızartıcı uluslararası karalama kampanyasının baskın olduğu ülkelerde devrim kan, ölüm, şiddet ve vahşetten ibarettir. Devrimciler kan akıtmaya susamış gözü dönmüş katiller olarak kitlelere sunulur. Karşı propaganda her şeyin dehşet verici olduğunu telkin ederken, nasıl oluyor da milyonlarca insanın devrimcileri yücelttiği, onların bir cümlelik çağrılarıyla kitlelerin sokaklara döküldüğü gerçeğini göz ardı eder. Bu işte bir paradoks yok mu? Eğer devrimciler, kitlelerin ruhundaki devrimci ateşi-tutuşturamamışlarsa, nasıl oluyor da kitleleri peşlerinden sürükleyebilirler? Hiç bir baskı rejimi, bir anda milyonlarca insanı sokağa döküp onlara coşkuyla slogan söylettiremez. Aksine onları işyerlerine ve evlerine hapsetmeyi, politik alanın dışına çıkarmayı kendisi için daha güvenli bulur. Nihayet öldüklerinde devrimcileri görkemli törenlerle uğurlamak, arkalarında ölesiye ağlayıp çırpınmak ve günlerce matem tutmak baskı ile açıklanabilir mi? Şüphesiz ki hayır.

İşte İmam Humeyni ile ilgili yaptığımız ilk gözlem de şu: Gidişi de gelişi gibi görkemli ve coşkulu oldu. Sürgünden Tahran'a gelirken onu 10 milyon insan karşılamıştı, Tahran'dan ebedi yurduna giderken de onu 10 milyon insan uğurladı. Bu, Humeyni'yi devrim kuşağında yer alan diğer devrimcilerden ayıran farklı bir konuma çıkartıyor. Çünkü hiçbir devrimci böylesine büyük bir sevinç ve aynı şiddette bir acıyla karşılanıp uğurlanmadı; coşkuyla karşılandıysa bile, uğurlanırken aynı ilgiyi göremedi.

Humeyni'nin yakın çevresi ve geniş halk kitleleriyle kurduğu ilişkinin derin ve manevi bir boyutu vardı. O, politik bir lider olmanın ötesinde dini bir rehber, yol gösterici bir müctehid idi. İran'a dönüşünden bir gün önce 31 Ocak 1979 günü Paris'te oğlu Ahmed Humeyni'yi çağırır ve ona: "Git ve dostlarını çağır, ben yarın İran'a dönüyorum; biatlerini geri vereceğim." der. Oğlu Ahmed, arkadaşlarını çağırır ve fakat hiç kimse biati geri almaz.

Humeyni, Kerbala'ya gitmeden önce Hz. Hüseyin'in yaptığı şeyin aynısını yaptı. İran'a dönerken de, herkesin karşı koymasına rağmen uçaktan doğru Behişt-i Zehra'ya gitti ve " İlk ahdimi şehitlerle yapacağım" dedi. Belki de onu kitlelere bu kadar yakın kılan şey, onun bütün sosyal sınıfların üstünde daima ve her fırsatta şehitleri ve yoksulları yüceltmesiydi. Diyordu ki: "Zenginlikle yoksulluk arasındaki savaş sonsuza kadar sürecektir. Bu devrim, yoksulların zayıf omuzlan üzerinde yükseldi. Ben, yoksulların bir kılını, şu sarayların hepsine değişmem."

Gerçekten kendisi de, sade, mütevazi ve bir yoksul gibi yaşadı, gösterişli hayata hiç iltifat etmedi. Bundan olacak ki hangi görkemle karşılandıysa, aynı görkemle uğurlandı.

İslam devriminin üzerinden (Humeyni'nin ölümüne kadar) geçen 10 yılda devrim boyunca dökülen kanlar veya öldürülen insanların sayısı acaba gerçekten belirli iletişim araçlarının sunduğu kadar çok ve dehşet verici mi? Veya Fransız ve Sovyet devrimleriyle mukayese edildiğinde İslam devriminin tablosu daha kanlı mı? Bu konuda da dünyâ kamuoyunun yanlış ve yanlı bilgilendirildiğinde kuşku yok. Ancak bu, şüphesiz her öldürülmüş olanın mutlaka ölümü hak ettiği gibi genel bir yargıyı bizim de paylaştığımız anlamına gelmez. Ama yine kaba da olsa bir mukayese yapmakta yarar var.

Fransız devrimini hemen izleyen haftalarda ölüm sehpaları kurulmuş ve giyotinler kelle kesmeye başlamıştı. Jakobenler'in artık devrim öncesi monarşi yönetimi aratan cinayetlerinin hesabını bugün bile kimse doğru dürüst yapamıyor. Köylülerin ve halk kitlelerinin büyük cesaret ve özveriyle gerçekleştirdiği devrimi ele geçiren Paris'in egemen kent burjuvazisi liberal haklan ilan ettiği zamanda bile, despotik bir yönetim kurarak binlerce insanı giyotin altına yatırdı; binlerce, hatta onbinlerce insan... Öldürülenlerin büyük bir çoğunluğunun aristokrat oluşu büyük bir yalandır, çünkü öldürülenlerin ancak yüzde 10'u bu sınıftan iken, geri kalanları ruhban sınıfından ve devrimi yapan halktan kimselerdi "'Devrim kendi evlatlarını yer" sözü Fransız devriminin devrimlere bir armağanıdır. Öyle ki Ölüm emrini verenlerin daha çok geçmeden giyotin altına yatırıldıkları bilinmektedir. Devrim sonrasında kadın öldürmeyi meşrulaştıran da Fransız devrimidir ve hiç kimse çıkıp da 10 yıl içinde bu kadar kişinin gerçekten ölümü hakkedip etmediğini sormadı. Devrimin, ideallerinin aksine basına getirdiği sansür ve kısıtlamalar ise 1792'de muhalif gazetelere düzenlenen kanlı baskınlarla doruğuna ulaştı. Bu gazeteler mülkiyet ve burjuvazi aleyhine yazı yazdıkları için kapatılıyor, yazarları, sanatçı ve düşünürleri giyotine gönderiliyordu. 1793'te ise çıkarılan "Şüpheliler Yasası" ile zanlıları da öldürme imkanı doğdu ve sorgusuz sualsiz insanlar Ölüme mahkum edildi. Jakobenlerin kendilerince şöyle geçerli mantıkları vardı: "Şimdi halk egemen, öyleyse iktidar onun adına konuşur, diğerlerinin konuşması suçtur."

Fransız doktor Giyotin'in buluşu olan ölüm makinesi giyotin, yalnız politikacıları değil, bilim ve sanat adamlarını, sağda solda konuşan halktan insanların da kafalarım gövdelerinden ayırıyordu. Fakat sonraları Fransız Başbakanı Clemanceau: "Fransız devrimi günahlarıyla sevaplarıyla bir bütündür. Onun kanlı yönünü bir kenara bırakalım da insanlığa getirdiği ışıklı ilkelerine bakalım" diyecek, diğer ülke aydınlan da bunu alkışlayacaktı. Ama 1789-1795 arası altı yılda öldürülenler nasıl unutulabilir? Özellikle Danton ve Robespierre'in devrimci terörünü. Bu devrimci terör ki o günden bugüne İslam ülkelerinde de bütün şiddetiyle estirilip durmaktadır. İslam dünyasını derinden saran devrimci terör, 10 Ağustos 1792'de resmen monarşiyi yıkıp yerine cumhuriyeti ikame eden Jakobenlerden ilhamını alır. Fransız devriminden bizlere özgürlük, eşitlik ye kardeşlik (Hürriyet-Musavat-Uhuvvet) gibi özel mirasların geçtiği söylenir, oysa biz daima Jakobenlerin mirasını tanıdık ve Fransa dışında, özellikle Osmanlı'da ve devamı ülkelerde hep Jakobenler hüküm sürdü. Hala özgürlük, eşitlik ve kardeşlik bizler için bir Anka kuşudur. Jakobenci yöntemlerle Müslüman toplumları dönüştürebileceğini sanan asker-sivil bürokrat ve aydın takımı, Fransız devriminin köylü ve halk tabakalarının öncülüğünde gerçekleşen gerçek toplumsal ve devrimci yönünü, daima gizlemeye çalıştılar. Bunun yerine baskı, sindirme, zorbalık ve yakandan buyurma ilkelerini benimsemiş Jakobenci ruhunu ön plana çıkardılar. Fransız devrimi ve sonrasında kaç onbin kişinin hayatına son verildiği hala meçhul olmakla birlikte, Nis'te 200 bin kişinin "tehcir" edildiği meçhul değil. Bu tehcir şekli de, bu insanların yargılanmaksızın, canlı canlı sandıklara doldurulup suların dibine gönderilmeleriydi.

Sovyet devrimine gelince... Sovyet devrimi sırasında ve sonrasında (Lenin ve S talin) öldürülen insan sayısı konusunda Batılı gözlemcilerle Sovyet yetkilileri arasında olduğu gibi Sovyet yetkilileri arasında bile görüş birliği yok. Satıhlar bazen bu sayıyı 20 milyona çıkarıyorlar; ancak Glasnost'tan sonra seri bir şekilde gündeme gelen konu etrafında çıkan tartışmalarda muhafazakar komünist kanat, öldürülenlerin 3,5 milyondan fazla olamayacağını öne sürerken, Glasnost yanlıları bu rakamın asgari 5 milyon olduğunu öne sürüyor. Her iki durumda da rakamlar dehşet vericidir.

Sovyet devriminin öldürmeden çok, onun devrim şeması ve örgütlenme kuramı çok daha ilgi çekicidir. Lenin tarafından geliştirilen kuramda devrim, yönetenlerin toplumu artık yönetemeyecekleri, yönetilenlerin de artık yönetilemeyeceği noktalara gelindiğinde devrim kaçınılmaz olur. Böyle bir safhada Lenin'in deyimiyle devrimci kişi o ki, kabaran devrimci dalgayı sezer ve perçeminden tutup yönlendirir. Burada "parti" ve "örgüt" bir yere oturtulmuştur. Dolayısıyla devrimci ekipler, halk kitlelerine dayanmaktan çok, kendi örgütlenme biçimlerine ve partilerine güven duymaktadırlar. Bir bakıma devrim öncesi jakobencilik

Lenin'in devrim kuralında belirleyici bir konuma gelmiş sayılır.

Bunun da devrim sonrasında Üçüncü Dünya ülkelerinde büyük umutlara kapılan sol ve sosyalist akımları derinden etkilediği veya onların toplumsal değişim ve devrim stratejilerini yönlendirdiği söylenebilir.

Fransız devrimi bize Jakobenciliği miras bıraktıysa, Sovyet devrimi de bize örgüt ve parti fetişizmini miras bıraktı. Her ikisi de gerçekte halk kitlelerinin devrimci eylemini ve katılım ruhunu yansıtmaz.

İran'da ise sadece 1977 Kasım ile 1979 Şubat aylan arasında Şahlık rejimi 150 bin göstericiyi öldürttü. Batılı çevreler bu rakamı mübalağalı bulur ve fakat buna rağmen 60 bin kişinin öldürülmüş olabileceğini kabul ederler. Bu bile dehşet verici bir kıyımdır. Süreç kuşkusuz bundan önce başlamıştı. 4 Haziran 1963 olaylarında Fevziye Medresesi ve çevresinde bir günde 15 bin kişi hayatını kaybetmişti ve devrime kadar öldürmeler hiç durmadan sürdü. SAVAK'ın ABD'nin Vietnam'da geliştirdiği işkence yöntemlerini yaşlı din adamlarına, öğrencilere ve halka uygulaması, evlerinden alınan insanların bir daha evlerine dönememeği, yurt dışında işlenen cinayetler (bunların en dramatik olanı 1977'de Londra'da Dr. Ali Şeriatı’nın ölü bulunmasıdır), soruşturmalar, takibatlar. En azından devrim öncesinde katillerin kısas edilmesi bağlamında ele alınsa bile devrim sonrasında öldürülenlerin sayısı yine de devede kulak kalır. Kaldı ki asıl idama mahkum olanlar ABD ajanları ve onun içerde örgütlediği kontrgerillaları, sabotajcılar, eski rejim artığı profesyonel karşı devrimci subaylar ve tabi en çok uyuşturucu kaçakçıları. Herkes biliyor ki Amerika, bir karşı-devrim hareketi olarak uyuşturucu silahına başvurmakta, devrimci kitleleri afyon ve esrarla pasifize etmek, onların dirençlerini kırmak istemektedir. Emperyalizmin uyuşturucuyu siyasal amaçlarla kullanması da geçen yüzyılın Îngiltere Çin olaylarına kadar dayanmaktadır. Bütün dünya ve en başta ABD, uyuşturuculara karşı savaş açmışken, İran'da Mafya'ya karşı yürütülen mücadelenin insan temel hak ve özgürlüklerinin ihlali şekline alınıp dünya kamuoyuna sunulması çok anlamlıdır. "Hür dünya" belki de ilk defa ve İran devrimi söz konusu olunca özgürlük havarisi kesilip Mafya babalarına ve onların içerdeki maşalarına gözyaşı dökmektedir. Ama bunların timsahın gözyaşları olduğun herkes biliyor.

Devrim boyunca her şeyin yolunda gittiği, alınan bütün kararların doğru ve isabetli olduğu elbette söylenemez ve şüphesiz eleştiriye açık sayısız politika ve uygulama vardır. Ancak İran'da insan haklarının sistemli bir şekilde ihlal edildiğini söyleyenler, Güney Afrika'daki ırkçı beyaz rejimin, İsrail’in Filistin’de uyguladığı vahşetin, Latin Amerika'daki faşist rejimlerin, ırak ve Suriye Baasçılarının arkasında kimlerin olduğunu gözden Oysa bütün bunların arkasında ABD, İngiltere ye Batı Batı'nın destek ve teşviki olmasa Güney Afrika, İsrail ve Latin Amerika ile diğer ülkelerde insan haklan bu boyutlarda ihlal edilemezdi. Bu özgürlük havarilerinin İran'ın gözündeki çöpten önce, kendi gözlerindeki merteği görmeleri gerekmez mi? Ama bütün bunlar, İran'ın gözünde çöp varsa bunu hep tutmasına geçerli bir gerekçe de teşkil edemez.

İran'da bir devrim olmuştur, bir iktidar değişikliği değil. Devrim olağanüstü bir durumdur ve kuşkusuz bu arada istenmeyen şeyler de olacaktır. İran da bu genel kuralın dışında tutulamaz; ama yine de hiç kimse İslam devriminin Fransız ve Sovyet devrimlerinden daha çok kan döktüğünü öne süremez. Bunun en canlı kanıtı İran'ın BM'deki temsilcisinin İnsan Haklan Komisyonu Başkan Yardımcılığına seçilmiş olmasıdır. 26 Ocak 1992'de Cenevre'de Asya ülkelerinin oy çokluğuyla İran'lı bir şahsın böyle bir göreve getirilmiş olması, İran'da insan haklarının hiç de öne sürüldüğü ölçeklerde ihlal edilmediğinin göstergesidir.

Milyonlarca insanın aynı coşkuyla karşılayıp uğurladığı İmam Humeyni niçin bu kadar önemlidir?

Bu soruya birkaç açıdan cevap verilebilir. Ancak hemen söylenebilecek şudur: Humeyni geçen yüzyıldan bu yana, Batı'nın ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel saldırılarına karşı Geleneğin içinden çıkıp karşı koyan ve dünya sistemine cepheden saldırmayı göze alabilen tek örnektir.

Gerçek şu ki, sömürgeciliğin başlangıcından sözgelimi Napolyon'un Mısır'a çıkışı olan 1799'dan bu yana İslam dünyasında sayısız anti-sömürgeci mücadele verildi. Cezayir'de Şeyh Abdülkadir, Fas'ta Abdülkerim El Mağribi, Sudan'ın Mehdisi (Muhammed Abdullah), Libya'da Senusiler, Nijerya'da Şeyh Osman ve Ahmed Bello, Mısır'da Ahmed Urabi, Filistin'de Şeyh İzzeddin El Kasım, Hind'li Arafan Eş-şehit, Muhammed Ali Cevher, Somali'de Muhammed bin Abdullah Hasan, Eritre'de Muhtel Tahir ve daha birçok küçüklü büyüklü hareketler. Bunlar da kuşkusuz Gelenek'ten yola çıkıyorlardı. Ama iki önemli ayrımları vardı: Biri, bu direnişler yöresel ve spesifik kalıyorlardı; diğeri, buna bağlı olarak geleneksel sistemin siyasal, entelektüel ve toplumsal alternatif modelini geliştiremiyorlardı. Bu da onları kaçınılmaz bir biçimde monarşilere zemin hazırlayan kabilevi yapılarla bütünleştirmeye sürüklüyordu. Nitekim Afganistan'da da büyük bir as


Yüklə 3,6 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   4   5   6   7   8   9   10   11   ...   74




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin