Birinci Bölüm / allah'i tanimak



Yüklə 1,3 Mb.
səhifə61/80
tarix21.08.2018
ölçüsü1,3 Mb.
#73543
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   80

Kur'ânî Deliller


Kur'ân-ı Kerim açısından insan ruhunun varlığından şüphe yoktur ve bu ruh, bizzat Yüce Allah'a nispet edilecek kadar şeref ve değere sahiptir.[1] Nitekim Kur'ân-ı Kerim, insanın nasıl yaratıldığını açıklarken şöyle buyurmaktadır:

(İnsanın bedenini yarattıktan sonra) ona kendi ruhundan üfledi… [2]

(Buradaki anlam, haşâ, Yüce Allah'ın zâtından bir şeyin ayrılması ve insana intikal etmiş olması değildir).

Hz. Âdem’in (a.s) yaratılışı konusunda da şöyle buyurmaktadır:

Ona bir biçim verdiğimde ve ona ruhumdan üfürdüğümde… [3]

Aynı şekilde, Kur'ân ayetlerinde ruhun bedenden ve onun özellik ve arazlarından başka bir şey olduğu ve beden olmaksızın da varlığını sürdürebildiği vurgulanmaktadır. Mesela "Ölüp gittiğimizde, yok olduğumuzda ve vücudumuz tamamen toprak olduğunda yeni bir hayatımız mı olacak?!" diyen kâfirlere[4] Kur'ân şu cevabı vermektedir:

De ki: "Siz (öldüğünüzde) yok olup gitmezsiniz; sizin için atanmış (size vekil kılınmış) olan ölüm meleği gelip sizi alır ve sonra Rabbinize döndürülürsünüz." [5]

Demek ki insanın kimliğinin kıstası ölüm meleği tarafından teslim alınan ve varlığını sürdürüp kalıcı olan ruhudur; toprağa karışıp giden vücudu değil…

Bir başka ayette şöyle buyruluyor:

Allah, ölecekleri zaman (insanların) canlarını alır, ölmeyeni de, uykusunda (bir tür ölüme sokar). Böylece kendisi hakkında ölüm kararı verilmiş olanın ruhunu tutar, öbürünü ise belli bir vakte (eceli gelinceye) kadar salıverir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. [6]

Zalimlerin nasıl car verdiği anlatılırken, şöyle buyruluyor:

…Bu zalimleri ölümün şiddetli sarsıntıları sırasında (can çekişirken) meleklerin ellerini uzatarak onlara, "Canlarınızı çıkarın (teslim edin), bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden, kibirlenerek yüz çevirmeniz dolaysıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz." dediklerinde bir görsen… [7]

Bütün bu ayetler ve konumuzun dağılmaması için burada aktarmayarak bu kadarıyla yetinmeyi tercih ettiğimiz daha nice ayetlerde şu gerçek vurgulanmaktadır: Her insanın gerçek kimliği ve "ben"i; Allah, ölüm meleği ve bizzat o şahsın ruhunu kabzetmekle görevlendirilmiş olan diğer ölüm melekleri tarafından alınan şeydir ve ölen birinin vücudunun toprağa karışıp yok olması ruhun kalıcılığına ve o insanın kişiliğinin bütünlüğüne hiçbir zarar vermemektedir.

Sonuç olarak: 1- İnsanda ruh denilen bir şey vardır. 2- İnsan ruhu vücuttan bağımsız ve kalıcıdır, bedenin organları gibi ona ait veya ondan bir parça değildir ve bedenle birlikte yok olup gitmemektedir. 3- Her insanın kimliği, ruhuna bağlıdır, başka bir deyişle her insanın hakikati onun ruhudur ve vücut, ruh için bir gereç rolünü oynamaktadır.


Sorular:


1- Huzurî ve husulî ilmi tarif edip aralarındaki farkı açıklayınız.

2- Ruhun soyutluğunu ispatlayan aklî deliller nelerdir?

3- Ruhun soyutluğu, başkaca hangi yollarla ispatlanabilir?

4- Bu konuyla ilgili ayetleri belirtiniz.

5- Bu ayetlerden çıkarılan sonuçlar nelerdir?

 

[1]- Usul-i Kâfi, 1/134.



[2]- Secde, 9.

[3]- Hicr, 29; Sad 72.

[4]- Secde, 10.

[5]- Secde, 11.

[6]- Zümer, 42.

[7]- En'âm, 93.


44- AHİRETİN İSPATI

Giriş


Elinizdeki kitabın başlarında da belirttiğimiz gibi her insanın ahiret dünyasında dirileceği (mead) inancı, bütün semavî dinlerin en temel inançlarından biridir ve peygamberler bunu önemle vurgulamış, insanların kalbine bu inancı yerleştirebilmek için olmadık eziyetlere katlanmışlardır. Kur'ân-ı Kerim'de mead ve adalet inancı, Yüce Allah'a inanmakla eşdeğer görülüp buna denk sayılmış ve yirmiden fazla ayette "Allah" kelimesiyle "ahiret günü" kelimesi bir arada kullanılmıştır (ayrıca, ahiretle ilgili konulardan bahseden iki bini aşkın ayet bulunmaktadır).

Bu bölüme başlarken insanın sonunun ve akıbetinin ne olacağını bilmesi demek olan "ahiretbilim"le ilgili araştırmalarda bulunmanın önemini belirttik ve meadı doğru şekilde kavrayabilmenin ancak ruha inanmakla mümkün olabileceğinin altını çizerek ruhun, her insanın kişilik ve kimliğinin ölçüsü olduğunu, ölümden sonra da bu ruhun varlığı ve "ölümden sonra da kalıcılığı sayesinde" ölümden sonra ahi-rette dirilen insanın, ölmeden önceki insanın tamamen kendisi olduğu"nun söylenebileceğini hatırlattık. Ardından, insanın ebedî yaşamıyla ilgili asıl konulara giriş zemini hazırlayabilmek için akıl ve vahye dayalı belge ve delillerle bu ruhun varlığını ispatladık. Bütün bunlardan sonra sıra, bu önemli temel inancın ispatlanmasına geldi.

Ruh konusu gibi bu konu da iki yolla (akıl ve vahiy) ispatlanabilir. Biz bu derste ahiretin zaruretini ispatlayan iki aklî delilden söz edecek, sonra da ahiretin imkân ve zaruretiyle ilgili olarak Kur'ân'dan bazı alıntılarda bulunacağız.

Hikmet Delili


Allah'ı tanıma bölümünde ilâhî yaratılışın boşuna ve amaçsız olmadığını, bilakis ilâhî zatın bizatihi kendisi olan "hayrı ve kemali sevme"nin öz itibarıyla zâtın kendisine, doğal olarak da nice hayır ve kemal mertebelerine sahip bulunan etki ve eserlerine taalluk ettiğini; bu nedenle de kâinatı, mümkün olan en azamî hayra ve kemale ulaşabilecek şekilde yarattığını belirtmiştik. Söz konusu bahiste "hikmet" sıfatını ispatladık ve bu hikmetin gereğinin "her yaratığı, layık olduğu kemal ve olgunluğa ulaştırmak" olduğunu hatırlattık. Ne var ki maddî dünya, çıkarların çatıştığı bir dünya olduğundan ve maddî varlıkların hayır ve kemalleri yekdiğeriyle çatıştığından ilâhî hikmetin tedbiri; bunların tamamına azami hayır ve kemalin ulaşmasını sağlayacak bir programlamayı gerektirmektedir. Başka bir ifadeyle kâinata en güzel sistem egemen olmalıdır. Bu nedenledir ki varlık âlemindeki türlü unsurların nicelik ve niteliği, aksiyon ve reaksiyonları; bitkilerle hayvanların ve nihayet kâinatın en üstün ve en kâmil yaratığı olan insanın yaratılışına uygun ortamı hazırlayacak şekilde programlanmıştır. Madde dünyası canlı varlıkların oluşup gelişmesine elverişli olmayacak bir şekilde yaratılmış olsaydı, hikmete aykırı düşmüş olurdu.

O hâlde şunun altını tekrar çiziyoruz: İnsanoğlu kalıcı bir ruha sahip olduğu, ebedî ve ölümsüz kemallere ulaşabilme kabiliyeti taşıdığı, üstelik bu kemallerin değer ve konum açısından maddî kemallerle kıyası mümkün bulunmadığı için onun hayatı sırf şu dünya yaşamıyla sınırlandırılacak olursa ilâhî hikmetle bağdaşmayan bir durum ortaya çıkacaktır. Dahası, dünya hayatı türlü zorluklar, sıkıntılar ve meşakkatlerle doludur ve bir lezzeti tadabilmek için genellikle türlü acı ve sıkıntılara katlanmak gerekmektedir. Bu da hesap-kitap ehli olanların, böylesine geçici ve sınırlı bir zevk için bunca acı ve meşakkate katlanmayı abes görmesine yol açmaktadır. Hiçbir şeye inanmama, Nihilizm vb. eğilimlerin kaynağı bu tür hesap ve değerlendirmelerdir aslında; hatta bu nedenli nice insanlar, yaradılış ve fıtratlarında yaşama karşı güçlü bir ilgi duydukları hâlde intihara kalkışmaktadırlar.

Sahi, insanoğlunun yaşamı sabahtan akşama sürekli zahmetler çekip doğal ve sosyal sorunlarla boğuşmaktan, bu süreçte çok kısa birkaç lahzalık bir eğlence ve lezzetin akabinde bitkinlikten uykuya dalmaktan ve ertesi gün aynı kısır döngüyü tekrarlamaktan ibaret olsaydı; bir lokma ekmek uğruna gece-gündüz didinip bu lokmanın zevkinden başka şey elde edemeyecek olsaydı bu yaşam ona çok sıkıcı ve neticesi zarardan başka şey olmayan boşuna bir uğraş gibi gelmeyecek miydi? Böyle bir yaşamı akıl ve mantığın kabul etmesi elbette beklenemez. Böyle bir yaşamı en ideal hâliyle, tek işi sürmek olan bir şoförün hayatına benzetebiliriz. Bu şoförün tek gayesi bir benzin istasyonuna ulaşmak ve benzin alabilmektir. Bu amaçla bütün gününü direksiyonda geçirmekte, benzin aldıktan sonra, bir başka istasyona kadar aynı tempoyu sürdürmekte ve arabası kullanılamaz hâle gelinceye, hurdaya dönünceye veya bir kazaya uğrayıp yok oluncaya kadar bu kısır döngü böylece sürüp gitmektedir!

İnsanın hayatını böyle bir açıdan değerlendirmenin inançsızlık ve "hiç"çilikten başka bir sonuç doğurmayacağı apaçık ortadadır.

Diğer taraftan insanın çok değerli içgüdülerinden biri de ölümsüzlük ve kalıcılığa ilgi duyması ve ebedî olmayı pek sevmesidir. Bu duygu Yüce Allah tarafından insanoğlunun fıtratına işlenmiştir ve insanı sürekli ebediyete doğru hareket ettiren ve hızını gitgide artıran bir motor işlevi görmektedir. Şimdi, böyle bir motorun, azami hıza ulaştığı bir sırada bir kayaya çarpıp paramparça olacağının önceden bilindiği farz edilecek olursa; söz konusu "hız artırıcı motor" olan içgüdünün böyle bir akıbet ve böyle bir nihai gaye için verilmiş olduğu düşünülebilir mi? Binaenaleyh böylesine bir fıtrî eğilimin varlığı, ancak ölüme ve yokluğa mahkûm bu dünya hayatı dışında bir yaşam kapısının insana açık olması hâlinde ilâhî hikmete uygun düşebilir.

Kısacası: Bu iki girişten sonra, yani ilâhî hikmet ve insan için ebedî bir hayatın mümkün olduğu meselesi iyice anlaşıldıktan sonra şu sonuca ulaşmaktayız: İlâhî hikmete ters düşmemesi için bu sınırlı dünyevî hayatın ötesinde bir yaşamı olabilmelidir insanoğlunun…

İnsanın ölümsüzlüğe duyduğu fıtrî eğilim bir başka delil olarak da değerlendirilebilir ve ilâhî hikmetin yanı sıra buna da delil statüsü verilebilir.

Bu arada insanın ebedî yaşamının, dünya yaşamı gibi olmadık dertlerle acılara katlanmayı gerektiren düzenden farklı bir programı olması gerektiği de açıklık kazanmış oluyor. Aksi takdirde bu dünya hayatı, ebediyen sürebilseydi bile ilâhi hikmetle bağdaşmayacaktı.



Yüklə 1,3 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   80




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin