Birinci Bölüm Din ve Mahiyeti


C) Süslenme ve Estetik Müdahaleler



Yüklə 6,05 Mb.
səhifə62/105
tarix30.10.2017
ölçüsü6,05 Mb.
#22655
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   105

C) Süslenme ve Estetik Müdahaleler

Allah, insanı ve insanı çevreleyen varlıkları hayranlıkla seyredilmeye değer bir ahenk ve güzellik içinde yaratmış, insanı da estetik duygusuyla donatarak onu güzel görünmeye, güzele ve güzelliğe meftun kılmıştır, Kur'an'da Allah'ın dünyayı ve gökyüzünü çeşitli güzelliklerle süslediği, in­sanoğlu için dünyada birçok güzelliğin yaratıldığı, cennetin de hayal ötesi güzelliklerle dolu olduğu sıklıkla hatırlatılır (bk, Âl-i İmrân 3/14; el-Hicr 15/16; en-Nahl 16/8; el-Kehf 18/7; el-İnsân 76/11-22). Ancak Kur'an bütün bu nimet ve güzelliklerin geçici olup Allah'ı tanımaya, O'na şükredip kulluk etmeye vesile olduğu takdirde bir anlam kazanacağını, insanın dünya haya­tının güzellik ve nimetlerine dalıp Allah'ı unutmasının, O'na nankörlük et­mesinin de affedilmez bir yanlışlık olduğunu önemle vurgular (el-Kehf 18/46; el-Hadîd 57/20), İslâm bu çerçevede güzelliği, estetik değerleri, süsü ve süslenmeyi, insanın bu konudaki temayülünü tabii karşılamakla birlikte, gerek fert gerekse toplum açısından bazı kayıtlar getirmiş, bazan da yuka-nda sözü edilen bilincin ve dengenin korunmasını istemiştir,

Kur'an'da "Allah'ın kulları için yarattığı süsü ue güzel rızıkları kim ha­ram kıldı? De ki; onlar dünya hayatında, özellikle kıyamet gününde mümin­lerindir" (el-A'râf 7/32) buyurulmuş, insanın temiz ve güzel olması istenmiş, iyi ve güzel şeylerin helâl, kötü ve çirkin şeylerin ise haram kılındığı ifade edilmiştir (el-Mâide 5/4-5; el-A'râf 7/31, 160), Hz, Peygamber de, güzel gi­yinme hakkında vârid olan bir soruya "Allah güzeldir, güzelliği sever" (Müs­lim, "îmân", 147) buyurarak cevap vermiş, kendisi de şahsi hayatında daima temiz ve düzenli olmuş, sade ve güzel giyinmeyi, güzel koku sürünmeyi teşvik etmiştir. Buna karşılık, Kur'an'da kadınların yabancı erkeklere ziy­netlerini ve güzelliklerini göstermeleri, yolda bunu teşhir edecek hatta his­settirecek şekilde yürümeleri kınanarak (en-Nûr 24/31), süslenme ve güzelliğin yabancılara karşı cinsel çekicilik ve uyarı aracı olarak kullanılması yasak­lanmıştır, Hz, Peygamber de kadınları ev içinde kocalarına karşı güzel ol­maya, süslenmeye teşvik etmiş, fakat süslenmede ve ziynet eşyası kullanı­mında aşırılığa, lüks ve israfa kaçmayı yasaklamıştır. Erkeklerin ipek ve altını giyim, takı ve süs aracı olarak kullanmasını yasaklaması da benzeri bir anlam taşır.

İnsanın fıtrat ve doğuştan taşıdığı tabiî güzellik ve yapıyı çeşitli duygu ve akımların sonucu olarak değiştirmeye yönelmesinin ve bu amaçla yapa­cağı her türlü estetik ve tıbbî müdahalenin, giyim kuşam ve süslenmenin de

HflRflMifiR vs HeınııeR 79

İslâm'da hoş karşılanmayışı, temelde insanların beden ve ruh sağlığını, or­tak tabii ve ahlâkî değerlerini korumayı amaçlar,

İslâm insana özel bir önem vermiş, ilk yaratılış amacından başlamak ü-zere, dünya hayatından ölüm ve ölüm ötesine, bireysel yaşantısından sos­yal etkinliklerine, ruh ve duygu âleminden beden ve şekline kadar hayatının her aşaması ve yönü ile ilgilenmiş, onu saygın ve şerefli mevkide görmek istemiştir. Nitekim Kur'an'da insanın yeryüzünde halife olmak üzere yaratıl­dığı (el-Bakara 2/30), çeşitli nimetler, imkânlar ve güzelliklerle donatıldığı, en güzel suret ve sîrette, ölçülü ve dengeli bir biçimde yaratıldığı (el-Beled 9/3-9; el-Mülk 65/23; el-İnfitâr 82/6-8; et-Tîn 95/4) bildirilmekte, çeşitli telkin ve tedbirlerle insan hayatı, insanın aklî, ruhî ve bedenî güzellikleri korun­mak istenmektedir,

Allah insanları en güzel şekilde, dengeli, ahenkli bir surette yaratmakla kalmamış, insanlara mâkul ve mutedil ölçüler içerisinde süslenmelerine, güzelliklerini korumalarına, güzel görünmelerine de izin vermiş, hatta bunu teşvik etmiştir, Kur'an'daki "Ey Âdem oğulları, her mescide gidişinizde ziy­netlerinizi takınız, yiyin için fakat israf etmeyin..." hitabı (el-A'râf 7/31), Hz, Peygamberin de "Allah güzeldir, güzelliği sever" buyurması bu anlamdadır. Buna karşılık, insanın yaratılıştan gelen özellik ve şeklini değiştirmeyi, fıtratı bozmayı hedef alan tasarruf ve müdahaleleri yasaklamış, yaratılışı değiştir­menin şeytanın emrine uyma olacağı bildirilmiştir (en-Nisa 4/119),

Burada vücudun fıtrî yapısına müdahale ve onda bazı tasarruflarda bu­lunma şeklinde tezahür eden davranışlar birkaç alt başlık altında incelen­dikten sonra konuya ilişkin ortak ölçü ve kurallara işaret edilecektir,

a) Saçla İlgili Tasarruflar

Sahih hadis kitaplarının hepsi, Hz, Peygamber'in dökülen saçın yerine saç eklemeyi ve ekletmeyi yasakladığını rivayet ederler. Nitekim Buhârî ve Müslim'in rivayetine göre, ensardan bir câriye evlendikten sonra hastalan­mış ve saçı dökülmüştü. Ailesi ona talana saç bağlamak istediler ve bunu Resûlullah'tan sordular, Hz, Peygamber bunun üzerine, "Allah, saç ekle­yene ve eklettirene lanet etsin" buyurarak bunu yasakladı (Buhârî, "Libâs", 83; Müslim, "Libâs", 117), Aynı şekilde, ensardan bir kadın oğlunun evlen­mek üzere olduğunu, saçının da bir hastalık sebebiyle döküldüğünü, düğün öncesi başına saç ekletmek istediğini açıklayarak durumu Hz, Peygamber'e arzetti, O da, "Allah (başına) saç ekleyene ue eklettirene lanet etsin" bu­yurdu (Müslim, "Libâs", 115),

■âO llMIHfll

Hadis kitaplarında sahabe arasında benzeri olayların ve taleplerin ol­duğu, fakat hepsinde de Resûlullah'ın, saça saç eklemeyi, dökülmüş saçın yerine başkasının saçını takmayı yasakladığı rivayetleri vardır. Hadislerde geçen lanetin, kuvvetli bir yasaklama üslûbu olduğunu belirten İslâm hu­kukçuları da, erkek veya kadının ister hastalık ve saç dökülmesi sebebiyle, isterse güzellik kastıyla saçma saç eklemesini, başına başkasının saçını (pe­ruk) takmasını caiz görmemişlerdir. Çünkü bunda hem tabii ve fıtrî şekli değiştirme hem de karşısındaki insanlara genç ve farklı görünerek onları yanıltma vardır. Bu sebeple insan saçı haricinde ipek, iplik, yün vb,den pe­ruk takmayı da, aynı şekilde fıtratı değiştirme ve insanları aldatma bulun­duğu için, caiz görmeyenler vardır. Çoğunluk ise bunu caiz görür. Ancak dinen necis sayılan kıl ve tüylerden yapılan peruğun kullanılmasının ise caiz olmadığı belirtilmiştir,

Hadislerdeki yasağı, insanın herhangi bir cüzünü kullanmanın insanoğ­luna hürmeten caiz olmayışı illetiyle açıklayanların görüşünden ziyade, bu yasağı, Allah'ın yarattığı şekli değiştirme ve insanlan aldatma illetine da­yandıranların görüşü daha isabetli gözükmektedir. Böyle olunca kullanılan malzeme ne olursa olsun, bir erkeğin veya kadının başına saçtan veya gö­rünüş olarak saça benzeyen bir maddeden peruk takmasının Hz, Peygamber tarafından hoş karşılanmadığı; ancak, saçı dökülen kimsenin tedavi ile bunu önlemesinin veya yeniden saç bitmesini sağlamasının caiz görüldüğü söyle­nebilir,

İslâm öncesi dönemde kadınlar, kocalarının ölümü ve savaş gibi du­rumlarda bir elem ve musibet ifadesi olarak saçlarını kazıtırlardı, İslâm bu âdeti yasaklamış, Hz, Peygamber de kadınların saçlarını kısaltabileceklerini fakat tıraş edip kazıtmalarının doğru olmadığını belirtmiştir.

Yine hadislerde, o dönemde daha çok hıristiyanlar arasında yaygın olan bazı saç tıraşı şekilleri, muhtemelen İslâm ümmetinin kişilik zaafına uğra­maması, onur ve izzetini koruması gibi amaçlarla tasvip edilmemiştir (bk, Müslim, "Libâs", 113; Ebû Dâvûd, "Tereccül", 14),

Saçta ağaran kılları yolmaya gelince, Hz, Peygamber bu konuda "Ak saçlarınızı yolmayın, saç ue sakalını müslüman olarak ağartan kimse için o saç ue sakal kıyamet gününde nur olacaktır" buyurmuşlardır (Ebû Dâvûd, "Tereccül", 17), Bu sebeple de İslâm bilginleri, bir kimsenin saçmdaki ağaran kılları yolmasını genelde mekruh saymışlar, evlenmek üzere olan bir kimse­nin ise bu şekilde daha genç görünmesinin haram derecesinde mekruh ol­duğu belirtilmiştir.

HeınııeR 81

Saç boyamaya gelince, Hz, Peygamber saçları bembeyaz olmuş bir sahâbîyi görünce, "Şu beyaz saçların rengini bir şey ile (boyayıp) değiştiriniz. Fakat siyaha boyamaktan kaçınınız" buyurmuştur (Müslim, "libâs", 79), O dönemde yaşlı yahudi ve hıristiyanlar saç ve sakallannı boyamazlardı. Bunun için de Hz, Peygamber, "Yahudi ve hıristiyanlar (saç ve sakallarını) boyamaz. Onlara muhalefet ediniz (de boyatınız)" buyurmuştur (Müslim, "libâs", 80), Ancak burada bir emirden ziyade ruhsat ve müsaade söz konusudur.

Konuyla ilgili hadisleri değerlendiren İslâm bilginleri saçın siyah dışın­daki renklerle boyanmasını, kına ile boyanmasını kural olarak caiz görmekle birlikte, üçüncü şahısların yanlış anlamasına ve aldanmasına yol açacağı için saçların siyahla boyanmasının cevazında mütereddit davranmışlardır. Kadınların saçlarını siyaha boyatması ise umumiyetle caiz görülür,

b) Kaş Alma-Kıl Yolma

Kadına nisbetle yüz, güzelliğin aynası ve odak noktasıdır. Yaratılışın gü­zelliği de onda tezahür eder, Allah her şeyi olduğu gibi yüzü de cemalinin bir tecellisi olarak ahenkli, dengeli ve mükemmel yaratmıştır. Gerek bu an­layışın esas alınması, gerekse Hz, Peygamber'den rivayet edilen bazı hadis­ler sebebiyle, yüzdeki kılları yolmanın, kaşları inceltme (aldırma) ve kirpik­leri uzatmanın şer'î hükmü İslâm âlimlerini bir hayli meşgul etmiştir,

Hz, Peygamber bir hadislerinde, "Allah yüz tüylerini yolan ve yolduran ka­dına lanet etsin..." buyurmuş olup (Buharı, "libâs", 84; Müslim, "Libâs", 120), bu yasağın hangi nevi fiilleri kapsadığı İslâm hukukçuları arasında tartışma konusu olmuştur.

Çoğunluğa göre kadının, kocası için ve onun izniyle yüzünde biten kıl­ları alması, makyaj yapması, hatta kaşını düzeltmesi/inceltmesi caiz olup hadisteki yasak, kadının dışarı çıkmak için yüz kıllarını yolması ve kaş al­dırması ile ilgilidir, Mâlikîler de dahil bir grup âlim ise, bunu yaratılışı değiş­tirme olarak değerlendirdiğinden her ne surette olursa olsun caiz görme­mekte veya mekruh görmektedir. Hadiste yasaklanan kıl koparmayı, yüzde sonradan biten ve yüzü çirkinleştiren yüz kıllarını koparma değil de, kaşları inceltmek veya yukarı kaldırmak için kaş kıllarını yolma olarak anlamak daha doğru görünmektedir.

Hadiste gerek saç ekleme ve boyama, gerekse yüz kıllarını yolma hak­kında varit olan yasak, yaratılışı değiştirme, insanları aldatma, farklı gö­rünme gibi gayelerle yapılan sunî müdahalelerle ilgilidir. Yoksa saçları bit­meyen veya anormal bir şekilde dökülen kimsenin, erken yaşta saçı ağaran,

-$£ İLMIHRL

yüzü/vücudu anormal bir şekilde kıllanan çocuğun tıbbî müdahale ile, ilâçla veya ameliyatla tedavi olup normal bir yapıya kavuşturulmasında bir sakın­canın olmadığı açıktır. Günümüzde yanlış ve bilinçsiz bir şekilde kullanılan ilâçların, tabiat dengesindeki bozukluklann vücudun hormonal dengesini de bozduğu ve bazan bu tür tedavi ve müdahaleleri kaçınılmaz kıldığı aşikârdır,

c) Vücutta Kalıcı İz Bırakan Tasarruflar

Dövme (veşm) yaptırma, Hz, Peygamberin hadislerinde şiddetle yasak­lanıp lanetlenmiş (Buhârî, "Libâs", 85-87; Müslim, "Libâs", 119), İslâm bil­ginleri de bunu, Allah'ın yarattığı şekil ve surette kalıcı değişiklik meydana getirdiği için caiz görmemişlerdir. Hatta başta Şâfİîler olmak üzere bir grup âlim, dövme yapılan yerde biriken kanın necis, pis olduğunu, dövmeyi yok etmenin vacip olduğunu da ilâve ederler.

Dişlerin güzellik için törpülenerek seyrekleştirilmesi de (teflîc) hadiste yasaklanmıştır (Buhârî, "Libâs", 86; Müslim, "Libâs", 119), Bu sebeple İslâm âlimleri tedavi kastı olmaksızın sırf güzellik için dişlerin seyrekleştirilmesini Allah'ın yaratışını değiştirme olarak tanımlayıp caiz görmezler. Çünkü döv­me, dağlama, dişleri seyrekleştirme gibi tasarruflarda tedaviden çok estetik görünüm, yaratıldığı şekil ve sureti düzeltme/değiştirme maksadı hâkimdir. Buna karşılık fakihler, dişlerin gümüşle, hatta altınla bağlanarak sağlamlaş-ünlmasını tedavi ve ihtiyaç noktasından değerlendirdiği için caiz görmüşler­dir. Ağız ve diş sağlığının korunması için yapılan tedaviler, diş dolgu ve kaplamaları da böyledir.

Kızların kulaklarının küpe için delinmesi de, süslenme hakkının kapsa­mında mütalaa edilerek caiz görülmüştür,

d) Estetik Ameliyat

Teknoloji ve cerrahî tıptaki gelişmelere paralel olarak günümüzde gide­rek yaygınlık kazanan ve tedaviden ziyade vücudun dış görünüşünü güzel­leştirmeyi amaçlayan estetik ameliyatlar hakkında, klasik fıkıh literatüründe Özel bir açıklamanın bulunmayışı gayet doğaldır. Ancak vücuda yapılan estetik veya tıbbî müdahalelerle ilgili yukandaki hadislere ilâve olarak sün­nette ve fıkıh kültüründe yer alan bazı açıklamalar bu konuya ışık tutacak niteliktedir,

Hz, Peygamber döneminde Urfece adlı sahâbînin savaşta burnu kop­muş, yerine gümüşten sunî bir burun yaptırmıştı. Ancak bu gümüş burnun koku yapması üzerine Hz, Peygamber bu sahâbînin altından burun yaptır-

HeınııeR 83

masına müsaade etti (Tirmizî, "Libâs", 31), Burada Allah'ın yarattığı şekli değiştirme değil ihtiyacın bulunması ve tedavi amacı söz konusudur.

Klasik dönem fakihlerinin muhtemel ve farazî olaylar üzerine yaptığı a-çıklamalar dikkate alınırsa, onların vücut üzerinde yapılacak tasarruflarda tedavi kastının, ihtiyaç veya zaruretin bulunmasını esas aldıkları görülür. Nitekim doğuştan fazla bir uzvu, meselâ parmağı, dişi kestirmeyi, yaratıldığı hal ve şekli (hilkat) değiştirme değil, hilkate, normale dönüş ve bir zararın izâlesi olarak değerlendirdiklerinden caiz görürler. Bu nevi müsaadelerden anlaşıldığına göre, bir kimsenin kendini toplum içerisinde aşağılık komplek­sine iten, manen eziyet görmesine ve aşağılanmasına yol açan fazlalıkların ve şekil bozulduklarının, yanıkların, şaşılığın vb.nin giderilmesi tedavi ma­hiyetinde olup caizdir. Çünkü buna ihtiyaç vardır ve hilkati değiştirme yasa­ğının kapsamına girmemektedir.

Halbuki günümüzde oldukça yaygın olan estetik cerrahî müdahalelerin önemli bir kısmi; burun, çene, kulak, göğüs, bacak gibi uzuvlann daha gü­zel görünüp, sahibini daha genç göstermeyi sağlama gayesine matuftur. Yaşlanma ile ciltte meydana gelen kırışıklıkların giderilmesi, yüz cildinin gerilmesi; hareketsizliğin, aşm beslenmenin, hormonal dengesizliğin, ırsiyetin yol açtığı aşm şişmanlığın giderilip vücut yağlarının ameliyatla alınması gibi estetik ameliyatlarda, tedaviden ziyade estetik duygusu, in­sanlar arasında daha genç, dinç ve güzel görünme gayesi hâkimdir. Bu da, hadislerde belli örnekler üzerinde dile getirilen hilkati değiştirme, Allah'ın yarattığı şekil ve sureti bozma ve değiştirme (tebdil ve tağyir), insanları al­datma yasağı çerçevesine girmektedir.

Vücut üzerindeki tasarruflar, özellikle estetik cerrahî müdahalelerle ilgili olarak şu kural ve ölçüler zikredilerek genel bir değerlendirme yapılabilir:



  1. Vücut üzerinde tasarrufa, estetik cerrahî ve müdahaleye ancak bir tür
    tedavi olarak tıbbî ihtiyaç ve zaruret halinde başvurulmalı, bu ölçünün dı­
    şına çıkılmamalıdır,

  2. Daha kolay ve basit başka bir yol ve usulün bulunmaması gerekir,

  3. Gaye aslî hilkati değiştirmek olmamalı, doğuştan (genetik olarak) taşı­
    dığı özellik ve şekli, yaşın ve tabiatın icabı vâki olan gelişmeleri değiştirme
    kastı taşımamalıdır,

  4. Hile, aldatma ve yanlış anlamaya yol açmamalı, böyle bir amaç taşı­
    mamalıdır.

■&4 llMIHfll

  1. Karşı cinse benzeme kastının da bulunmaması gerekir,

  1. Müdahalenin yapılmasının galip zanna dayanan bir yararı, yapılma­
    masının da fiilî ve halen mevcut bir zararı bulunmalıdır,

D) Altın ve Gümüş Kullanımı

Çok sade bir hayatın hâkim olduğu toplumlardan en karmaşık ve geliş­miş toplumlara kadar, insanlar her devirde sanata, güzele ve estetiğe eğilim göstermişler, güzel giyinmek ve güzel görünmek istemişlerdir. Bu Allah'ın insana yaratılıştan gelen bediî zevkler ve güzellik duygusu bahşetmiş olma­sının tabii bir sonucudur, İslâm da insanın ruhunda saldı bu fıtrî temayül ve duyguyu tabii karşılamış, ancak her şeyde olduğu gibi bunda da mâkul ve mutedil ölçüler getirmiştir, İslâm'ın bu olumlu yaklaşımı, tabii ve fıtrî bir din olmasının, bazı sınırlama ve ölçüler getirmesi de toplumda denge kurmayı ve bu dengeye uygun sosyal yapıyı ve beşerî ilişkileri korumayı hedefleyen sosyal bir din olmasının icabıdır,

Kur'an'da sıklıkla Allah'ın yeryüzünü insanlara tahsis ettiğinden, in­sanlar için birçok güzellik yarattığından söz edilir; Allah'ın yaratıp insanoğlu için hazırladığı bu güzelliklerin bilinip takdir edilmesi, kullanılıp şükredilmesi istenir. Dünya hayatının güzellikleri, cennet nimetleri olarak da sıklıkla altın ve gümüşten söz edilir (Âl-i İmrân 3/14; el-Kehf 18/31; ez-Zuhruf 43/71), Hz, Peygamber de daima temiz ve düzenli olmayı, güzel görünmeyi öğütlemiştir. Ancak her devrin yaygın ziynet eşyası olan altın, gümüş ve ipekli elbise giyme ile ilgili bazı sınırlamalar da getirmiştir. Kadınların yaratılışı gereği süslenmeye olan ihtiyaç ve eğilimlerinin fazla olması sebebiyle onlara bu konuda daha toleranslı davranılmış, israf ve gösterişe kaçmamaları, gayri meşru tarz ve zeminde cinsî tahrik aracı yapmamalan kaydıyla, onların altın ve gümüşü ziynet eşyası olarak kullanabileceği, ipek elbise giyebileceği be­lirtilmiştir. Bu üç maddenin erkekler tarafından ziynet amacıyla kullanılması ise kural olarak yasaklanmıştır.

Altın ve gümüşün ziynet eşyası olarak değil de, gösteriş ve israf ağırlıklı ev ve el eşyası olarak kullanılması ise daha farklı bir durum arzetmekte olup bu konudaki yasak cinsiyet ayınmı gözetmeksizin herkesi kapsar niteliktedir. Öte yandan altın ve gümüşün zekâta tâbi bir zenginlik olması ve faizli işlem­lerle sıkı ilişkisi sebebiyle fıkhın diğer alanlarını da ilgilendirmektedir. Ancak burada önce altın ve gümüşün ev eşyası olarak kullanımı ele alınacak, sonra da altın yüzük kullanımı ve altınla yapılan süslemelere temas edilecektir.

HeınııeR 8S

a) Altın ve Gümüş Kullanımıyla İlgili Hadisler

Altın ve gümüş kullanımıyla ilgili yaygın olarak bilinen hadislerden başlıcalan şöyle sıralanabilir:



  1. İslâm âlimleri tarafından birçok fikhî hükme mesnet olarak kullanılan
    bir hadiste Hz, Peygamber, "Altın ue ipek ümmetimin erkeklerine haram,
    kadınlarına helâldir" buyurmuştur (Ebû Dâvûd, "Hâtem", 3; Tirmizî, "Libâs", 1),

  2. "Altın ue gümüş kaplardan bir şey içmeyiniz ue bu ikisinden yapılan
    tabaklarda bir şey yemeyiniz. Çünkü bu tabaklar (sıhâf) dünyada müşrikler
    için, âhirette ise sizin içindir." (Müslim, "Libâs", 2)

Başka bir hadislerinde ise Hz, Peygamber, "Gümüş kaptan içen, karnına cehennem ateşini akıtmaktadır" (Müslim, "Libâs", 1) buyurmuştur,

3, "Hz. Peygamber, altın ue gümüş kaplardan yiyip içmemizi, ipek ue


dîbâcgiymemezi ue ipek üzerine oturmamızı yasakladı" (Buharı, "Libâs", 27),

"Hz. Peygamber altın yüzük kullanmayı yasakladı" (Buharı, "Libâs", 45),

  1. Buhârî'nin rivayetine göre, Resûlullah altından bir yüzük takıyordu.
    İnsanların da altın yüzük edindiklerini görünce altın yüzüğü atmış ve bunu
    artık hiç takmayacağını söylemişti, İnsanlar da bunun üzerine yüzüklerini
    çıkarıp atmışlardır (Buhârî, "Libâs", 46),

  2. Yine Buhârî'de yer alan bir hadise göre, Hz, Peygamber altından bir
    yüzük edinmiş ve kaşını da avuç içine getirmişti, İnsanların bu şekilde yü­
    zük edindiklerini görünce, bu yüzüğü atmış ve gümüş bir yüzük edinmiştir
    (Buhârî, "Libâs", 45),

  3. Enes b. Mâlik diyor ki: "Hz, Peygamber bir gün gümüş bir yüzük
    takmıştı, İnsanlar da gümüş yüzük yapıp taktılar, Resûlullah yüzüğü çıkarıp
    atınca insanlar da çıkarıp attılar" (Buhârî, "Libâs", 47),

b) Altın ve Gümüş Ziynetin Kullanımı

Altın ve gümüşün ziynet eşyası olarak kullanımı yalnızca kadınlar için caizdir. Yukarıdaki hadislerin açık hükümlerinden birisi bu olduğu gibi, bu husus İslâm âlimleri arasında da tartışmasızdır. Altın ve gümüş ziynetin kadınlar için caiz görülmesi onların yaratılışlarına uygunlukla, fıtraten gü­zelliğe ve süslenmeye düşkün oluşlarıyla açıklanır. Ancak bu konuda onlar da lüks ve israfa kaçmama, bu ziynetleri yabancılara karşı gösteriş ve cinsî cazibe aracı olarak kullanmama gibi bazı kısıtlamalara tâbidir.

-&& İLMIHRL

Altın ve gümüş ziynetin erkeklere yasaklanması, hem erkeğin fıtrat ve karakteriyle hem de toplumda sosyal adaletin ve barışın tesisi, âtıl sermaye­nin ekonomiye kazandmlması gibi birçok önemli amaçla alâkalı bir husus­tur,



c) Altın ve Gümüş Ev Eşyasının Kullanımı

İslâm bilginleri, altın ve gümüş kaplardan yemek yemenin ve bir şey iç­menin haram olduğunda görüş birliğindedir. Sadece Muâviye b, Kurre'nin altın ve gümüş kaplardan yiyip içmeyi haram saymadığı, yine Zahirî mez­hebinin kurucusu Dâvûd b, Ali'nin, altın ve gümüş kaplardan bir şey içme­nin haramlığı konusunda çoğunluğu teşkil eden bilginlerle aynı görüşte ol­makla birlikte, bu kaplardan yemek yemeyi haram saymayarak cumhurdan ayrıldığı bilinmektedir.

Yeme içme dışındaki diğer kullanımlar konusunda çoğunluğun görüşü aynıdır. Yani cumhur, altın ve gümüşün (abdest alma gibi) yeme içme dışın­daki kullanımlarını da yeme içmeye kıyas ederek bunun da haram olduğunu ileri sürmüşlerdir. Buna göre, altın ve gümüşün kap, yazı gereci, ev eşyası vb, şekillerde kullanımı, mezhep imamlarınca erkek ve kadınlara haram görülmüştür. Ancak, son dönem âlimlerinden Şevkânî yasağın sadece altın ve gümüş kaplardan yeme içmeye ait olduğunu, diğer kullanımların buna kıyas edilemeyeceği görüşündedir,

d) Altın ve Gümüş Eşya Bulundurma

Hadislerde altın ve gümüş kap kaçağın kullanımının yasaklanması, dar bir yorumla sadece yeme içme amaçlı kullanımının yasaklandığı, orta bir yorumla ev eşyası olarak kullanımının yasaklandığı şeklinde anlaşılabilir. Bu yasağın geniş bir yorumla, altın ve gümüşün ev eşyası olarak bulundu­rulmasını da içerdiği ileri sürülebilir mi? İmam Muhammed, üzerinde otur-mamak ve uyumamak şartıyla süs eşyası olarak evde altın ve gümüşten yapılmış ve üzerine de ipek örtü serilmiş sandalye, koltuk bulundurulma­sında beis görmezken Ebû Hanîfe, üzerine oturulmasında ve yatılmasında da bir sakınca görmez, Hanefî hukukçular bu görüşün delili olarak, bazı sahâbî ve tabiîlerin bu yöndeki uygulamaları ile, "De ki: Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti haram kılan kimdir..." (el-A'râf 7/32) âyetini zikretmişlerdir. Bu müsamahalı yaklaşımın sebebi, bu tür işlemlerin dar anlamda "kul-lanma"dan çok "ziynet" kavramına girdiği yönündeki görüşleridir.

HeınııeR 87

Mâlikîler, Şâfîîler ve Hanbelîler, Hanefîler'den farklı olarak altın ve gü­müş kapların ve diğer eşyanın evde bulundurulmasını, sonuçta bunların kullanılmasına yol açacağı düşüncesiyle altın ve gümüş ev eşyasının edi­nilmesini de (evde bulundurulmasını) haram kabul etmişlerdir. Hatta Şâfîîler, hadisin zahirinden hareketle ticaret maksadıyla dahi olsa altın ve gümüş ev eşyasının edinilmesinin haram olduğunu belirtmişlerdir. Çünkü ipekten farklı olarak, altın ve gümüş kabın kullanımı kadın erkek ayırımı olmaksızın her­kes açısından yasaktır. Ancak altın ve gümüşü kadınların süslenme eşyası (ziynet) olarak kullanmaları helâl görülmüştür.

Gerek zaruret gerekse ihtiyaç gerekçesiyle bazı durumlarda altın ve gü­müşün kullanılması caiz görülmüştür. Bu hükümler şöylece özetlenebilir: Düşen bir dişin yerine veya herhangi bir suretle dişlerin arasında mevcut olan açıklığı kapamak için altın veya gümüşten diş yapılması, yine kesilen burnun yerine altın veya gümüşten burun yapılması, kısaca altın ve gümü­şün tedavi amacıyla kullanılması fakihlerin çoğunluğu tarafından caiz gö­rülmüştür, Ebû Hanîfe, gümüş kaplamalı kaptan içmeyi ve abdest almayı, gümüş kaplamalı eyer kullanmayı ve gümüş sırmalı sedire oturmayı caiz görmüştür, Mâlikîler, kılıç ve mushafta altın ve gümüş kullanılmasını caiz görmüşler, kılıç ve mushaf dışında ise altın veya gümüşle süslenmiş eşyanın kullanılmasını haram saymışlardır. Yine Ebû Hanîfe, maddesinde altın veya gümüş karışımı bulunan kaplann kullanımını da caiz görmektedir.

Altın ve gümüşün yaygın kullanım maddeleri haline getirilmesine fa­kihlerin karşı çıkmalannm temelinde israf ve lüks kullanıma engel olma düşüncesinin yattığı bilginlerin çoğunluğunca ifade edilmektedir. Bu gerek­çelendirme (ta'lîl) doğru kabul edildiği takdirde, günümüzde, özellikle gümü­şün bu açıdan fazla bir değeri kalmadığı noktasından hareketle, gümüş kap­ların kullanılmasının artık caiz olduğu fakat çok daha değerli maddelerden yapılmış kapların kullanılmasının, israf ve lüks gerekçesiyle, doğru olmadığı şeklinde bir sonuca gitmek mümkün olabilir. Ne var İd bu gerekçelendirme üzerinde tam bir fikir birliği sağlanamamıştır. Nitekim Şevkânî, bu gerekçe­lendirmenin doğru olmadığını, şayet doğru olsaydı, altın ve gümüşten daha değerli olan şeylerden yapılan kapları kullanmanın da haram olması gereke­ceğini, halbuki bunu söyleyen hiçbir âlim bulunmadığını ifade etmektedir, Şevkânî yasağın illeti olarak "cennet ehline benzeme"yi göstermekte ise de, bu kabul edilemez. Çünkü cennet ehline benzeme durumu, bir işin yasak olması sonucuna götürseydi, müslümanlann asırlardır meşru sayarak yapageldikleri birçok şeyi de terketmeleri gerekirdi.

-$g İLMIHRL

Şurası unutulmamalıdır ki İslâm, toplumun her kademesindeki fertlerin zenginlik, fakirlik gibi sosyal statüleri açısından bir tatmin ölçüsü getirmiş, meselâ kazanma hususunda çaba göstermesine rağmen fakir durumda olan­lara, sabrettikleri takdirde mükâfat ve kurtuluşa ereceklerini müjdelemiş, diğer taraftan zengin olup toplumun gelir seviyesi düşük kesimlerine zekât ve sadaka yoluyla değer aktarımı yapan ve yardım eden kişilere de mükâfat ve kurtuluş vaad etmiştir. Ancak zenginin, zenginliğini fakiri rahatsız ede­cek şekilde ve onu içinde bulunduğu tatmin ortamından uzaklaşmaya sevkedecek derecede kullanarak lüks ve israfa dalmasını da hoş görmemiş­tir. Elbette daha çok kazanan daha iyi şartlarda yaşayacaktır. Ancak toplum kesimleri arasında hiç değilse ortalama hayat standardı açısından bir denge ve uyum sağlanamamışken, meselâ, bir toplumda çoluk çocuğunun asgari gıda ihtiyacını karşılayacak geliri teminde zorluk çeken, tahsil yapmak iste­yen çocuğuna bu imkânı sağlayamayan kişiler varken, şatafatlı ve görkemli bir hayat sürmenin, İslâm'ın ilke ve öğretileriyle bağdaşmayacağı söylenebi­lir, Hadislerdeki yasaklama ve İslâm âlimlerinin bu konuda gösterdiği tavır da bu gayeye yönelik bir hassasiyet ve tedbir olarak görülmelidir,



Yüklə 6,05 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   105




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin