Birinci Bölüm Din ve Mahiyeti



Yüklə 6,05 Mb.
səhifə61/105
tarix30.10.2017
ölçüsü6,05 Mb.
#22655
1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   105

İsraf. İsraf malı boş yere harcamaktır, Kur'an'da, "Yiyiniz, içiniz, fa­
kat israf etmeyiniz" (el-A'râf 7/31) buyurulmuş, Resûl-i Ekrem de daima
mutedil, ölçülü davranmayı emretmiş, malın boşa harcanmasını yasakla­
mıştır. Sigara için yapılan harcamanın, sigara bağımlısı şahsın bu bağımlılığı
göz önünde bulundurulursa israf olmayacağı, hatta önemli bir bünyesel
ihtiyacının karşılanması sayılabileceği görüşü -harcama boşa olmanın öte­
sinde zararlı da olduğu için- tutarlı değildir. Harcama yapan kişinin zengin
olması da bu harcamanın israf olmasını önlemez,

  • Nafaka Yükümlülüğü, Aile reisi erkekler eşinin, çocuklarının ve ai­
    le fertlerinin, muhtaç yakınlarına bakan erkekler de onlann nafakalarını
    karşılamakla yükümlüdür. Böyle bir malî yükümlülük altında bulunan kim­
    selerin nafaka yükümlülüğünü aksatacak şekilde sigaraya para vermesi de
    dinî olduğu kadar insanî ve ahlâkî açıdan da kabul edilemez bir durumdur.

    Sigara içmenin fıkhî hükmü başta zarar, israf ve nafaka yükümlülüğü olmak üzere çeşitli açılardan ele alınabilir. Böyle olunca sigara içmenin hükmü hakkında kesin ve genel bir hüküm vererek "haram" demek yerine, bu konuda bu açılardan bazı ayırımlar yaparak farklı durumlarda farklı hü­kümler vermek, her bir durumu kendi şartları içerisinde değerlendirmek daha doğru görünmektedir.

    Hem içene hem de o ortamda bulunan şahıslara ve çevreye verdiği za­rarlar, israf ve hakların ihlâline yol açabileceğinin kuvvetle muhtemel olması dikkate alınarak, sigara içmenin kural olarak dinen "harama yakın mekruh" sayılması gerekir. Ancak bedene verdiği zarar ilmen ve tıbben açıklık ve kesinlik kazanmışsa, açık bir israfa ve kişinin nafaka yükümlülüğünü etki­leyip aile fertlerinin ve bakmakla yükümlü bulunduğu kimselerin nafakasını kısmasına yol açıyorsa, zorunlu harcamalardan ve aslî ihtiyaçlarından bile fedakârlık yapmaya zorluyorsa, o takdirde sigara içmenin dinen de "haram" olduğu söylenebilir.

    Nargile ve enfiye gibi alışkanlıklar da bu çerçevede değerlendirilebilir.

    HeınııeR 69



    B) Uyuşturucu Maddeler

    Esrar, afyon, eroin, kokain, morfin gibi uyuşturucu maddeler, alkollü iç­kilerin vücutta meydana getirdiği tesiri fazlasıyla taşımakta; bünyede ve toplumda yol açtığı zararlar da o ölçüde büyük olmaktadır. Bununla birlikte uyuşturucu maddelerin kullanımı, çok eski dönemlerden beri insanlığın önemli kötü alışkanlık ve problemlerinden birini teşkil etmiştir.

    Bu kötü alışkanlığın ve hastalığın sebepleri arasında, insanın zaafları, sorumluluktan kaçışı, eğitimsizlik, insanlann birbirini olumsuz yönde etki­lemeleri ve kötü çevre şartları, lüks ve gösterişe dayalı suni hayatın verdiği tatminsizlik, manevî boşluk, ideal yoksunluğu, fakirlik ve yalnızlığın verdiği çaresizlik vb, gösterilebilir, İslâm dini kişiyi içki ve uyuşturucu madde kulla­nımına iten sebeplerle ayrı ayrı mücadele ettiği, her birine mâkul bir açık­lama getirdiği gibi, sarhoşluğu ve uyuşturucu madde kullanımını da kesin bir üslûpla yasaklamıştır, Kur'an'da geçen içki yasağı (el-Mâide 5/90), sar­hoşluk veren, insanın aklî ve ruhî dengesini bozan bütün katı ve sıvı mad­deleri kapsar. Hadislerde de her sarhoşluk veren şeyin haram olduğu bildi­rilmiş (Buhârî, "Vudû"', 81, "Eşribe", 4, 10), çoğu sarhoşluk veren şeyin azı­nın da haram olduğu, her sarhoşluk veren şeyin içki (hamr) hükmünde ol­duğu belirtilmiştir (Müslim, "Eşribe", 73-75; Ebû Dâvûd, "Eşribe", 5), Şu halde haram hükmünün illeti olan sarhoş etme, uyuşturma özelliğini taşıyan mad­deleri vücuda almak haram hükmünü alır.

    Uyuşturucu maddelerden esrar çok eski dönemlerden beri dünyanın bir­çok bölgesinde özellikle de Uzakdoğu'da bilinmekle birlikte İslâm'ın geldiği bölge ve dönemin insanlarmca fazla bilinmediği için Kur'an'da ve Sünnette o dönemin yaygın içkisi olan şarap (hamr) üzerinde durulmuş ve yasak bu örnek üzerinden anlatılmıştır. Esrarın İslâm dünyasına, XII, yüzyıldaki Tatar istilâsı sırasında girdiği rivayet edilir, O dönemden sonra yazılan fıkıh kitap­larında esrarın da insan beden ve ruh sağlığını içki gibi olumsuz şekilde etkilediği, sarhoşluk ve uyuşukluk verdiği ve dinen haram olduğu hükmüne yer verilmeye başlanmış, fetvalar da bu yönde olmuştur. Yine bu literatürde afyon üzerinde de durulmuştur (beng-ü bade),

    İslâm'ın emir ve yasaklanndaki genel amaçlar dikkate alındığında İs­lâm'ın bu konudaki yasağının sadece şaraba veya belirli alkollü içkilere mahsus olmadığı, aklî ve ruhî dengeyi bozan, sinir sistemini uyuşturup bey­nin işlevlerini etkileyen, kişinin irade ve düşünme gücünü tamamen veya kısmen yok eden her türlü keyif verici uyuşturucunun da aynı yasak kap­samına girdiği görülür. Hatta bugün modern tıp, psikoloji ve toplum bilimleri esrar, afyon, eroin, kokain gibi uyuşturucu maddelerin insan sağlığı ve top-

    70 İLMIHRL

    lum düzeni için içkiden de zararlı ve tehlikeli olduğunda birleşmektedir, U-yuşturucu maddeler kişileri giderek dış dünyadan koparıp kendine bağımlı yapmakta, her türlü kötülük ve suçu işlemeye hazırlamakta ve âdeta insanı kendi öz kimliği olan insanlığından soyutlamaktadır. Bu kötü alışkanlık toplumda birçok sapıklık ve hastalığın yayılmasının da temel etkenini oluş­turmaktadır. Batı ülkelerinde sarhoşluk ve içki kısmen hoşgörülürken uyuş­turucuya karşı yasal ve bilimsel planda büyük bir mücadele verilmesi bu yüzdendir. Bu ülkelerde bu konudaki çabaların sonuçsuz kalması ise, kişileri bu tür kötü alışkanlıktan alıkoyacak iç dinamiklerin bulunmayışı, dinî ve ahlâkî bağların çözülmüş, bencil ve çıkarcı bir yaşam tarzının egemen olma­sıdır, İslâm içki ve uyuşturucu kullanımını sert cezaî müeyyidelerle önlemek yerine, fertlerin kendilerine, topluma ve yaratanına karşı sorumluluk ve saygı duymasını sağlayacak bir inanç ve ahlâk bilincine sahip olmasına öncelik vermiş ve bu oldukça etkili bir metot olmuştur, Müslüman top­lumlarda içkinin ve özellikle uyuşturucu madde kullanımının Batı toplumla -nna göre oldukça düşük olmasının temelinde İslâm'ın bu olumlu yaklaşımı yatmaktadır,

    V. GİYİNME ve SÜSLENME

    Canlılar içinde insana özgü bir davranış olan giyinmenin, örtünme ve güzel görünme şeklinde iki temel gayeye matuf olduğu görülür. Esasen tabii bir ihtiyacı ve yönelişi ifade eden örtünme ve süslenmenin dini ilgilendir­mesi, insanlann bu konuda taşıdığı zaafların, sapabilecekleri aşırılıkların ve olumsuz etkileşimlerin insanın aslî yapı ve kimliğini, cinsler ve insanlar arası münasebetlerin dengesini bozabileceği endişesidir. Bunun için de İslâm dininde, esasen serbesti ve mubah oluş temel kural olmakla birlikte, insanlann zaaf ve temayüllerinin sapma noktasına varmasını ve toplumsal bünyenin bozulmasını önlemek maksadıyla örtünme ve süslenme ile ilgili bazı temel ölçüler ve kısıtlamalar getirilmiş, bunun dışında insanların kendi zevk, im­kân ve kültürlerine göre giyinip kuşanmasına imkân verilmiştir. Bu yüzden de giyinme, örtünme ve süslenme konusunda fıkıh kültüründe yer alan bilgi ve önerilerin bir kısmı dinî metinlere dayalı hükümler iken bir diğer kısmı İslâm toplumlarının bu çerçevede oluşan ve asırlar boyu süregelen gelene­ğini, bilgi birikimini ve hayat tarzını yansıtır,



    A) Örtünme

    Genellikle, örtünmenin bütün canlılar arasında sadece insana mahsus bir meziyet olduğu söylenir ve bu doğrudur. Bazı uç ve münferit yönelişler ha-

    HeınııeR 71

    riç tutulursa çıplaklık her dönemde toplumsal vicdan ve sağduyu tarafından arsızlık ve hayasızlık olarak görülmüştür. Bununla birlikte birey ve toplum­lar örtünme konusunda öteden beri farklı din ve kültürlerin, moda, dış tesir, yabancılaşma ve toplumsal çözülme gibi değişik sebep ve tesirlerin sonucu farklı ölçü ve anlayışlara sahip olmuştur. Bunun için de kılık kıyafet ve ör­tünme konusunda, bölgeler hatta aynı din ve ülke mensupları arasında fark­lı çizgilere rastlanması şaşırtıcı olmamaktadır,

    İslâm dininin örtünme emri, ferdin ruh sağlığını, fıtrî yapı ve onurunu, toplumun genel ahlâkını koruma, cinsler ve insanlar arası münasebetlerde dengeyi gözetme, insan haysiyetine yakışır bir cinsî hayat ve aile hayatı kurma gibi çeşitli gayelere yöneliktir. Örtünmede erkekle kadının farklı hü­kümlere tâbi olması da iki ayrı cinsin yaratılış özellikleri gözetilerek yapılmış bir ayırımdır.

    Vücudun açılması, gösterilmesi ve bakılması dinen haram olan yerlerine ve organlarına dinî literatürde avret tabir edilir, Setr-i avret tabiri erkek ve kadının namaz dışındaki örtünme vecîbesini de belirtmekle birlikte daha çok namaz esnasında belli uzuvlann örtülmesini ifadede kullanılır. Namazda avret yerinin örtülmesi dinî bir görev ve namazın geçerlilik şartı olduğu gibi, namaz dışında da yine dinî bir vecîbe niteliğindedir. Ancak örtünmenin sı­nırı cinslere ve arada mahremiyetin (evlenme engeli sayılacak derecede yakın­lığın) bulunup bulunmamasına göre farklılık taşıyabilir. Bunun için de fı­kıhta örtünme; namazda örtünme, yakınlara ve yabancılara karşı örtünme şeklinde üç ayrı açıdan ele alınabilir.

    Erkeğin namazda örtülmesi gereken yeri ile namaz dışında erkeklere ve karısından başka kadınlara karşı avret yeri, göbek ile diz kapağı arasında kalan bölgedir, İslâm âlimlerinin çoğunluğunun görüşü bu olup avret yerinin sınırı ve derecelendirilmesi konusunda aralarında bazı görüş farklılıkları vardır.

    Kadınların kadınlara ve mahremlerine yani aralarında devamlı evlenme engeli bulunan erkek akrabasına karşı avret yeri, Hanefî ve Şâfİîler'e göre erkeğin erkeğe karşı avret yeri gibidir, Mâlikî ve Hanbelî mezheplerinde ağırlıklı görüş, kadının mahremi erkekler yanında el, yüz, baş, boyun, kol, ayak ve baldır hariç bütün vücudunun avret olduğu ve örtülmesinin gerek­tiği yönündedir.

    Kadının yabancı erkekler yani mahremi olmayan erkekler karşısında av­ret yeri yüzü, el ve ayaklan hariç bütün vücududur. Bu Hanefî mezhebinin

    7& İLMIHRL

    görüşü olup diğer fıkıh mezheplerine göre kadının ayaklan da avrettir, Ebû Yûsuf'tan, kadının dirseklere kadar kolunu avret saymayan bir görüş de rivayet edilir. Erkek ve kadının namazda ve namaz dışında örtünmesiyle ilgili fıkhın klasik doktrininde yerleşik görüş özetle böyledir.

    Erkeğin ve kadının örtünmesiyle ilgili Kur'an'da ve Sünnette yer alan hükümlere gelince; Kur'an'da konunun ilke bazında ve ahlâkî bir referansla ele alındığı ve özellikle kadınlar için bazı hükümler getirildiği, sünnette de ilâve bazı kurallardan söz edilip bazı ayrıntıların verildiği görülür, Kur'an konuyla ilgili olarak, erkeklerin gözlerini harama bakmaktan sakındırmaları, ırzlarını korumaları istenmekle birlikte (en-Nûr 24/30) namazda veya namaz dışında hangi uzuvlarını örtmeleri gerektiğinden söz edilmez. Aynı âyette ve devamında kadınların da namus ve iffetlerini korumalan, harama bakmak­tan gözlerini sakındırmaları istenir ve ilâve olarak, "Görünen kısımlar müs­tesna olmak üzere ziynetlerini teşhir etmesinler. Başörtülerini yakalarının üzerine örtsünler. Kocaları, babaları... hariç başkasına ziynetlerini gösterme-sinler. Gizlemekte oldukları ziynetleri anlaşılsın diye ayaklarını yere vurma­sınlar" hükmü yer alır. Bir başka âyette de (el-Ahzâb 33/59) kadınların bir ihtiyaç için dışarı çıktıkları zaman "dış örtülerini üstlerine almaları" istenir ve bunun "onların tanınması ue incinmemesi için en emin yo/"olduğu bildirilir.

    Erkeğin ve kadının namus ve iffetlerini korumaları ve kadının örtünmesi gereğinden söz eden bu âyetlerde, örtünme için belli bir şekil şartı ve model önerilmediği görülür. Bu sebeple de Kur'an'in bu anlatımından yola çıkarak kadınların ancak çarşaf ve peçe ile dışarı çıkabileceği, yabancı erkeklerin yanında ağız ve burnunu örtmesi, hatta bir gözünü kapatması gerektiğini söylemek isabetli olmaz. Dikkat edilirse konuyla ilgili Kur'an âyetleri, kadın ve erkeğin fitneye ve şüpheye sebep olmayacak, karşı cinsin arzusunu kışkırtmayacak, ağır başlılığını koruyacak tarz ve biçimde örtünmesini iste­mektedir. Bundan, vücut hatlarını gösterecek kadar dar ve ince elbiselerin giyilmesinin doğru olmadığı sonucu çıkar. Buna karşılık erkeklerin şalvar, kadınların etekleri yerlerde sürünen uzun etek ve pardösüler giymesi dinin gereği olarak değil de kişisel tercih ve zevk olarak görülmelidir,

    Hz, Peygamberin sünnetinde de örtünmenin dinî ve ahlâkî cephesi sü­rekli vurgulanmış, giyim ve kuşamda sadelik, tabiilik ve temizlik tavsiye edilmiş, elbisenin vücudun hatlarını belli etmemesi ve içini göstermemesi üzerinde durulmuş, cinsler arası farklılık ve diğer din mensuplarına benze­meme ilke olarak benimsenmiş, erkek ve kadının örtünme sınırlarıyla ilgili olarak da fıkıh doktrinindeki görüşlere kaynaklık yapacak birtakım ölçü ve

    HflRflMifiR vs HeınııeR 73

    açıklamalar yer almıştır. Meselâ bir hadiste Hz, Peygamber şöyle buyurur: "Cehennemliklerden iki sınıf vardır ki, ben onları dünyada görmedim: Birin­cisi ellerindeki öküz kuyruğu gibi kırbaçlarla halkı kırbaçlayan kimselerdir. İkincisi giyinmiş çıplak, kalçasını oynatarak, kırıtarak, salınarak yürüyen, başları deve hörgücü gibi kadınlardır. Bunlar cennete giremezler, onun ko­kusunu da alamazlar. Halbuki onun kokusu çok uzun mesafelerden alınır" (Müslim, "Libâs", 125), Bir başka hadiste de Resûl-i Ekrem ince bir elbise giymiş olan baldızı Esma'ya "Ey Esma! Bulûğa erdikten sonra kadının -yüz ve ellerine işaret ederek- şu ve şundan başka yerlerinin görülmesi doğru olmaz" buyurmuştur (Ebû Dâvûd, "Libâs", 31), Sünnette yer alan belirleme­lerde o günkü toplumun telakkilerinin, bölgesel şartların ve toplumsal ahlâ­kın belli bir payı bulunmakla birlikte, örtünme hadisesi ağırlıklı olarak insan tabiatıyla ve cinsler arası iletişim ve etkileşimle ilgili bir konu olduğundan konunun evrensel ve kalıcı boyutu da ihmal edilemez ölçektedir,

    Hz, Peygamber ve Hulefâ-yi Râşidîn döneminden itibaren de, müslü-manlar, aralarında aynntı sayılabilecek bazı farklılıklar bulunmakla birlikte Resûlullah tarafından getirilen ölçü ve açıklamaları bütün asırlarda ve böl­gelerde belli hatlarıyla korumuş ve yaşatmışlar, örtünmeyi ahlâkî ve insanî olduğu kadar dinî bir vecîbe olarak da görmüşlerdir. Örtünmenin iffet ve namusu korumak, tanınmayı ve incinmemeyi sağlamak gibi bazı hikmetleri, yani olumlu sonuç ve yararları bulunduğu doğru olsa bile örtünme vecîbesi­nin böyle bir gayeye kilitlenerek açıklanması, bu gayenin bulunmadığı veya başka yollarla elde edildiği durumlarda örtünmenin gerekmeyeceği görüşü doğru olmaz. Bunun için de, şekil ve ayrıntı yönüyle mahallî ve kültürel bazı özellikler ve farklılıklar taşıması dinen müsamaha ile karşılanmış olsa bile, esas itibariyle örtünmenin dinin emri ve gereği olduğu hususunda müs-lümanlar arasında bir görüş ayrılığı zuhur etmemiştir,



    B) İpekli Elbise ve Kumaş Kullanımı

    İslâm her alanda olduğu gibi giyim kuşamda da itidal esasını getirmiş, Kur'an'da sıklıkla ölçülü hareket etmek, aşırılığa, lüks ve gösterişe kaçma­mak tavsiye edilmiş, Hz, Peygamber de hayatı boyunca daima şık, temiz, sade ve güzel giyinmiş ve bunda da her zaman için itidali korumuştur, İs­lâm'ın giyim ve kuşama kural olarak müdahale etmediğini, bu konuda kişi­lerin zevk ve tercihlerine önem verdiğini, sadece zorunlu ve gerekli gördüğü müdahaleleri yapmakla yetindiği bilinmektedir. Bunun için de, dinin gi­yinme ile ilgili kısıtlamalan sınırlı sayıda kalmıştır, İşte bu kısıtlamalardan biri de ipeğin kullanımında erkekler için bazı yasakların getirilmiş olmasıdır.

    74 llMIHfll

    Peygamberimiz altın ve gümüşün kullanımında olduğu gibi ipeğin giyim ve kullanımında da, kadınlar için daha toleranslı davranırken erkekler için bazı sınırlamalar getirmiştir, İnsanın altın, gümüş, inci, ipek gibi kıymetli maden ve eşyaya düşkünlüğü sebebiyledir ki Kur'an'da cennet hayatının tasvirinde bu öğeler sıklıkla kullanılır (bk, el-Kehf 18/31; el-Hac 22/23; el-Fâ-tır 35/33; ed-Duhân 44/53; el-İnsân 76/12, 31), Dünyada ipeğin kullanımına gelince, Kur'an'ın lüks ve israfı, gösteriş ve böbürlenmeyi yasaklayan genel hükümleri dışında doğrudan ipeğin giyilmesini ve kullanımını konu alan özel bir ifadesi yoktur. Hadislerde ise ipekle ilgili erkeklere mahsus bazı ka­yıt ve yasaklamalar getirilmiştir. Ancak bu konudaki sınırlamaları, ipeğe ait özel bir hüküm olarak almak yerine dinin, giyim kuşamla, altın ve gümüşün kullanımıyla, yeme içme ve tüketimle alâkalı diğer ilke ve hükümleriyle bir­likte ele almak ve bunları İslâm'ın genel amaç ve prensiplerinin bir parçası veya örneklendirmesi olarak değerlendirmek daha isabetli görünmektedir.

    İpekli elbise giyme ve ipekli kumaş kullanma ile ilgili hadislerin başlıca-ları şöyle sıralanabilir:

    1, "İpeği dünyada giyen âhirette giyemeyecektir" (Buharı, "Libâs", 25;


    Müslim, "Libâs", 2; Tirmizî, "Edeb", 1),

    2, Sahabeden Huzeyfe, Medâin'de bulunduğu bir sırada içmek için su is­


    temiş, o bölgenin ileri geleni ona gümüş bir kapla su getirince de, kabı elin­
    den fırlatmış ve Hz, Peygamber, "Altın, gümüş, ipek ve dîbâc dünyada onlar
    için, âhirette sizin içindir" buyurdu demiştir (Buhârî, "Libâs", 25),

    3, "İpek ue altın ümmetimin kadınlarına helâl, erkeklerine haramdır"


    (Buhârî, "Libâs", 30),

    1. Sahabeden Berâ b, Âzib şöyle demiştir: "Hz. Peygamber bize yedi şeyi
      emretti, yedi şeyi de yasakladı. Hastaları ziyaret etmeyi, cenazenin arkasından
      gitmeyi, hapşırana iyi dilekte bulunmayı, yemini yerine getirmeyi, mazluma
      yardım etmeyi, davete icabet etmeyi ue selâmı yaymayı emretti. Altın yüzük
      kullanmayı, gümüş kaptan içmeyi, eyerlerin üzerine konan ipek örtü
      (meyâsir) kullanmayı, ipek ile nakışlanmış kumaş (kassî) kullanmayı, ipek
      (harîr), kalın ipekli kumaş (istebrak) ue erişi ue argacı (çözgüsü ue atkısı)
      ipek olan kumaş (dîbâc) giyinmeyi yasakladı" (Buhârî, "Libâs", 45; Müslim,
      "Libâs", 1),

    2. Hz, Ömer, satılmakta olan bir ipek elbise görmüş ve Hz, Peygamber'e
      "Yâ Resûlellah! Şu elbiseyi satın alsan da, hem sana gelen heyetleri kabul
      sırasında, hem de cuma günleri giysen!" demişti, Resûl-i Ekrem, "Bunu

    HeınııeR 75

    ancak nasipsizler giy er" buyurmuştur, Hz, Peygamber, bu olaydan bir müd­det sonra Ömer'e ipek bir elbise göndermiş, Ömer, "İpek elbise konusunda o söylediklerinden sonra bana ipek elbise mi gönderiyorsun" diyerek şaşkınlı­ğını ifade edince Resûlullah, "Ben bunu sana sataşın ya da birine veresin diye gönderdim" buyurmuştur (Buhârî, "Libâs", 25, 30),

    1. Ali b, Ebû Tâlib şöyle bir rivayette bulunmuştur: "Hz, Peygamber,
      bana ipek bir elbise göndermişti. Ben bunu giyerek dışarı çıktım, Hz, Pey-
      gamber'in yüzünde kızgınlık ifadesini görünce elbiseyi hanımlar arasında
      paylaştırdım" (Buhârî, "Libâs", 30),

    2. Berâ b, Âzib şöyle bir olay nakletmiştir: "Hz, Peygamber'e ipek bir el­
      bise hediye edilmişti. Biz bu elbiseye dokunuyor ve güzelliğine duyduğumuz
      hayranlığı dile getiriyorduk, Hz, Peygamber 'Siz buna çok mu güzel diyor­
      sunuz! Sa'd b. Muâz'ın cennetteki mendilleri bundan daha hayırlıdır' bu­
      yurdu" (Buhârî, "Libâs", 26),

    3. Ebû Osman en-Nehdî şöyle bir olay nakletmiştir: "Biz Utbe b, Ferkad
      ile Azerbaycan'da bulunduğumuz sırada bize Ömer'den bir mektup geldi, O
      mektupta, -işaret ve orta parmağını göstererek- şu kadarlık miktar hariç, Hz,
      Peygamber'in ipeği yasakladığı yazılıydı. Anladığımız kadarıyla şu kadarcık
      miktar sözüyle elbise üzerinde bulunan alâmeti (alem) kastediyordu"
      (Buhârî, "Libâs", 25),

    9, "Hz, Peygamber'e ipek bir ferace hediye edilmişti, Hz, Peygamber
    bunu giydi ve namaz kıldı. Sonra ondan pek hoşlanmamış bir biçimde üze­
    rinden çıkararak 'Bu müttakilere yakışmaz'buyurdu" (Buhârî, "Libâs", 12),

    10, Bir rivayette de Hz, Peygamber'in, Züheyr ve Abdurrahman'a ya-


    kalandıklan cilt hastalığı sebebiyle ipek elbise giyme hususunda ruhsat ver­
    diği haber verilir (Buhârî, "Libâs", 29),

    İslâm bilginleri, ipekli kumaş kullanımı ile ilgili görüşlerini çoğunlukla bu hadislere dayandırmışlardır. Bilginlerin çoğunluğu, söz konusu hadislerden hareketle ipek giymenin erkeklere haram olduğunu ileri sürmüşlerdir, İbnü'l-Arabî, ipek giymenin hükmü ile ilgili olarak, çeşitli durumlara göre, on kadar görüş bulunduğunu ifade etmiştir,

    Hanefî mezhebinin üç büyük imamı (Ebû Hanîfe, Ebû Yûsuf ve Muham-med) erkeklerin, savaş durumu dışında ipek giymesinin caiz olmadığı görü­şündedir, Ebû Hanîfe'ye göre bu hüküm savaş durumu için de geçerlidir, Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise, savaş durumunda ipek giyilebilir. Şu var İd bu iki imam, ipeğin savaş durumunda giyilebilmesi için, bedeni silâha

    76 llMIHfll

    karşı koruyacak sağlamlıkta olmasını şart koşmuşlardır. Yine üç Hanefî imama göre, ipeğin atkısı veya örgüsü ipek değilse, savaş durumu dışında giyilmesinde bir beis yoktur, İmam Mâlik'ten meşhur görüş, ipeğin erkeklere savaşta da caiz olmadığı yönündedir,

    ŞâfİÎ âlimlerinden Nevevî bu konuda şu açıklamayı yapar: "İpek, isteb-rak, dîbâc ve kassî giymek erkeklere haramdır. Kişinin bunu böbürlenmek amacıyla giymesiyle başka amaçla giymesi arasında fark yoktur. Fakat bir deri hastalığı sebebiyle giymişse bu takdirde haram değildir. Kadınların ipek giymesi ise mubahtır", Nevevî bu görüşü bilginlerin çoğunluğuna nisbet et­tikten sonra, ipeğin erkeklere de mubah olduğunu ileri sürenlerin bulundu­ğunu, bu arada İbnü'z-Zübeyr'in ipeğin gerek erkeklere gerekse kadınlara mubah olduğu kanaatini taşıdığını belirtmiştir. Öte yandan, çocuklara bay­ram günlerinde ipekli elbise giydirilmesinde bir beis olmadığını ifade eden Nevevî, bu yasağın sırf ipekli kumaşlar için geçerli olduğunu, ipeği daha fazla olmamak kaydıyla ipek karışımı kumaşların giy ilebileceğini kaydeder (Nevevî, Şerhu Sahihi Müslim, XIV, 32-33, 38).

    Hanbelî âlimlerden İbn Kudâme, Ahmed b, Hanbel'den gelen bir riva­yete göre, ipek giymenin iyi geldiği bir hastalığın bulunması halinde ipek elbise giymenin caiz olduğunu, Mâlik'in bu durumda bile ipek giymeye ruh­sat vermediğini belirtmiştir, İbn Kudâme ipeğin savaşta giyilmesi ile ilgili olarak da şunları söyler: "Bu konuda Ahmed'den iki rivayet vardır. Birinci ve kuvvetli olan rivayete göre, savaşta ipek giymek mubahtır. Çünkü ipeğin yasaklanış sebebi, gösteriş yapma, böbürlenme ve fakirlerin kalplerinin kırıl-maşıdır. Savaş durumunda gösteriş yapma, böbürlenme kınanmış değildir", İbn Kudâme, başka bir şey ile kanşık dokunmuş ipek konusunda ise şunu kaydeder: "Haram olan, saf ipektir. Başka bir şeyle karışık dokunmuş ku­maşta, ipeğin oranı daha fazla olmadığı sürece bu kumaştan yapılan elbise­nin giyilmesinde bir sakınca yoktur" (İbn Kudâme, el-Mugnî, I, 588-590),

    Netice itibariyle, İslâm bilginleri ilke olarak erkeklerin ipekli elbise giy­mesinin caiz olmadığında hemen hemen görüş birliğinde olup, bu ilkenin nasıl uygulanacağında ve hangi durumlarda erkeklere ruhsat tanınacağında farklı görüş ve ölçülere sahiptir. Meselâ, fakihlerin çoğunluğu savaş dışında, bir hastalığın tedavisi, soğuktan korunma, koruyucu hekimlik açısından gerekli görülme gibi bir ihtiyaç ve mazeretin bulunması halinde erkeklerin ipek giyebileceği, fakat ipek kumaştan yapılmış yorgan, döşek, minder, halı, kilim gibi eşyanın kullanımının da erkekler açısından giyinme hükmünde olduğundan caiz olmadığı görüşündedir, Ebû Hanîfe ile bazı Mâlikî fakihleri ise hadislerdeki yasağın ipekli kumaşın sadece giyilmesine mahsus bir hü-

    HflRflMifiR vs HeınııeR 77

    küm olduğu, bu sebeple de ipeğin giyim dışı kullanımının caiz olduğu görü­şündedir. Azınlıkta olsa da bazı âlimler ipekli kumaş giymenin hem kadın­lara hem erkeklere haram veya ikisine de helâl olduğunu söylemektedirler.



    İpekli Elbise İçinde Kılınan Namazın Hükmü, Hanefîler'e göre, ipek­li elbise içinde kılman namaz sahih olup iadesi gerekmez. Ancak ipekli elbi­se ile namaz kılmak mekruhtur. Ayrıca bu şahıs, giyilmesi yasak olan bir şeyi giydiği için de günah işlemiş olur, Şâfîî, Ebû Sevr ve bir rivayette Mâlik, "Bu kişi o anda ipekten başka bir elbise bulma imkânına sahip ise, namazı hemen iade etmelidir" demişlerdir,

    Hz, Peygamber'in, Ömer'e ipek bir elbise gönderip, Ömer'in şaşkınlık ifade eden sözleri üzerine, "Ben onu sana. giyesin diye değil, satıp yararlana-sın diye gönderdim" buyurmuş olmasından hareketle bilginlerin çoğunluğu, ipekli eşyanın alınıp satılmasının ve hediye edilmesinin caiz olduğu sonu­cuna varmışlardır. Aynı şekilde Hz, Peygamber, Hz, Âişe'nin satın aldığı üzerinde resimler bulunan perdeyi kaldırtmış fakat yaptığı satım sözleşme­sine ilişmemiştir. Bu iki uygulamadan hareketle kullanılması mekruh olan şeylerin ticaretinin mubah olduğu sonucu çıkarılmıştır.

    Hadislerin genel içeriği göz önüne alınınca ipeğin lüks harcama kabul edildiği, böbürlenme ve övünmeye vesile olduğu ve bu sebeple de fakirlerin kalbinin kırılmasına yol açtığı için yasaklandığı anlaşılabilir, İpekle ilgili olarak Hz, Peygamber tarafından yerleştirilmeye çalışılan anlayışın, toplu­mun zengin ve fakir üyeleri arasında çatışmanın engellenmesine yönelik ve belirtilen yasağın bu açıdan önemli bir tedbir olduğu dikkatten uzak tutul­mamalıdır. İpeğin o dönemin en şatafatlı ve lüks giysilerinden olduğu düşü­nülürse bu durum daha iyi anlaşılır.

    Konuya ilişkin hadislerin bütününden anlaşıldığına göre, Hz, Peygamber ipekli giymeyi yasaklamakla hem müslümanlan dünya nimetlerine gereğinden fazla dalıp âhireti unutmaktan korumak, hem de toplumda diğer insanların, özellikle üzerini örtecek bir parça elbiseyi bulmakta zorlanan fakir kimselerin rencide olmasını, toplumda lüks ve israfın yaygınlaşmasını önlemek iste­miştir. Bu itibarla yasağı ipeğe ait özelliklere bağlamak ve sadece onunla ilgili olarak gelmiş sert bir yasak şeklinde anlamak yerine, müslümanları sade giyinmeye özendiren, lüks ve israftan, gösterişten, başkalarını rahatsız edici boyuttaki tüketimden kaçınmaya yönlendiren bir tavsiye ve tedbir olarak yorumlamak daha isabetli gözükmektedir. Buna göre, günümüzdeki aşırı tüketim araç ve usulleri de dolaylı olarak, bu nevi dinî emir ve tavsiye­lerin kapsamına girmiş olmaktadır.

    7g İLMIHRL


    Yüklə 6,05 Mb.

    Dostları ilə paylaş:
  • 1   ...   57   58   59   60   61   62   63   64   ...   105




    Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
    rəhbərliyinə müraciət

    gir | qeydiyyatdan keç
        Ana səhifə


    yükləyin