FASIL
"Ölüye sevabın bağışlanması caizse, sevabın yarısının yahut dörtte birinin de bağışlanması caizdir" görüşünüze iki şekilde karşılık veririz.
Birincisi: Sevabın tamamını hediye etmek caizdir diye yarısını yahut çeyreğini de hediye etmek caizdir diye bir zorunluluk yoktur. İddia dışında ileri sürdüğünüz hiçbir delil yok.
İkincisi: Muhammed b. Yahya el-Kahhâl'den gelen bir rivayete göre Ah-med b. Hanbel bunun bağlayıcılığı konusunda söz etmiştir. Açıklaması şöyle: Sevap kişinin mülkiyetindedir. Tamamım da bir kısmım da hediye edebilir. Diğer bir açıklaması da; mesela bir kimse aldığı sevabı dört Ölüye hediye
etse, her bir ölü nasibine düşeni alır. Çeyreğini ölülere dağıtıp geri kalanını kendine bıraksa -başkasına hediye ettiğinde caiz olduğu gibi- bu da caiz olur. 572
FASIL
Şu görüşünüze gelince: "Eğer ölüye sevap hediye etmek caizse, kendisi için yaptığı amelin de sevabını göndermek caizdir." Oysa ki siz, sevabın ulaşmasında fiili yaparken ölüye hediye etmeye niyet etmesi gerektiğini; aksi takdirde sevabın ulaşmasının sözkonusu olmadığını söylemiştiniz.
Cevabımız şudur ki, böyle birşey İmam Ahmed'den nakle dil memiştir. Ayrıca ileri sürülen şart da İmam Ahmed'in mütekaddîminden olan arkadaşlarının sözünde yoktur. Bu, Kâdî ve tabilerinin sözkonusu ettiği bir meseledir.
İbni Akîl der ki: "Bir kimse sevabını müslüman kardeşine hediye etmek amacıyla namaz kılsa, oruç tutsa, Kur'ân okusa, ibadetten önce veya ibadet ederken hediye etmeye niyet şartıyla, bunların sevabı ölüye ulaşır."
Ebû Abdullah b. Hamdan, er-Riâye'sinde der ki: "Bir kimse Allah'a yaklaştıran bedenî veya malî ibadetlerinden sadaka verse, namaz kılsa, oruç tutsa, hac ya da umre yapsa, Kur'ân okusa, köle azat etse vb. aldığı sevapların tamamını veya bir kısmını müslüman bir ölüye verse bu Rasûllullah da olabilir
ona istiğfar edip dua etse yahutta şer'î bir hakkını ya da naibliği kabul eden bir vecîbeyi ona verse, bunun ölüye faydası olur, sevabı da ölüye ulaşır. Denildi ki: "Amel işlerken hediye edeceğine niyet etmişse bu ölüye ulaşır. Aksi taktirde ulaşmaz."
Konunun sırrı şuradadır: Sevabı elde etmenin ilk şartı, önce niyetin, hediye edilecek kişi adına yapılmasıdır. Ancak niyet önce amel edene yönelik olup sonra başkasına da dönebilir. Sevabın ulaşmasını, amelden önce ya da hemen amelden sonra yapılacak niyete bağlayanlar diyorlar ki: "Ölü adına niyet edilmemişse bunun sevabı yapana aittir ve de bu kişinin sevabının başkasına geçmesi de kabul edilmez. Çünkü sevap eserin müessire terettüp etmesi gibi amele terettüp etmektedir. Mesela, bir kimse kendi adına bir köle azat etse bunun velayeti kendine ait olur. Ama köleyi azat ettikten sonra velayetini başkasına devrederse, bu devredilmiş olmaz. Başkası adına köle azat ettiğinde ise velayet, adına köle azat ettiği kişi olacağından dolayı yuka-rıdakine benzemez. Aynı şekilde bir kimse borcunu ödedikten sonra bunu başkasının borcuna saysa, kendi borcu zimmetinde kalır. Yine yaptığı haccı veya tuttuğu orucu yahutta kıldığı namazı başkasına verse, bunlar üzerinde hiçbir hakkı kalmaz. Bunu teyid eden başka bir delil şudur: Rasûlullah' a bu hususta soru soranlar, işlenen amelin sevabının ölüye hediye edilmesini de sormamışlar; ölü adına yaptıkları amelleri sormuşlardır. Mesela, Sa'd: "Onun adına verdiğimiz sadaka ona faydalı olur mu?" diye sormuşken, "kendi adıma yaptığım sadakanı, sevabını ona hediye edebilir miyim?" diye sormamıştır. Bir kadın da: "Onun adına hac yapabilir miyim?" diye sormuş. Bir başka adam da: "Babam adına hac yapabilir miyim?" diye sormuştur. Rasûlullah da ölü adına amel edilmesine izin vermiştir ama, kendi adlarına yapmış oldukları amellerin sevaplarının ölülerine hediye edilmesine izin vermemiştir." Ancak bu gibi sualler Rasûlullah'a hiç sorulmuş mu bu bilinmemektedir. Yine sahabeden birinin böyle birşey yaptığı da: "Ey Allahım, yaptığım amelin sevabım ya da kendi adıma yaptığım amelin sevabını fulan-caya ver" dediği de bilinmemektedir.
Niyet şartını koşmanın sırrı işte budur. Bu, akla daha yatkındır. Şart ileri sürmeyenler ise diyorlar ki: "Gönlünden koparak amelinin sevabını başkasına vermesi, malından hediye vermesi gibidir." 573
FASIL
Şu sözünüze gelince: "Eğer ölüye sevap hediye etmek caiz olsaydı, hayatta olan kimseye vacip olan vecîbelerin sevaplarını da hediye etmek caiz olurdu." Cevabımız şudur: Sevabın ölüye ulaşması için amelde niyet etme şartı esasına göre bu zorunluluk muhaldir. Çünkü vacip, başkası adına yapılamayan şeydir. Yapan kişiye bu vacip olunca da Allah'a yaklaşmak amacıyla niyet etmesi üzerine vacip olmaktadır.
Başkası adına amel işlerken niyeti şart koşmayanlar herhangi bir farz ibadetin sevabını da ölüye bağışlamayı acaba caiz görüyorlar mı? Bu konuda iki görüş var. Ebû Abdullah b. Hamdân,der ki: "Denildi ki, namaz oruç gibi herhangi bir farz ibadetin sevabını bağışlarsa bu caizdir. İbadeti yapan kişi de mükâfatım alır."
Ben derim ki: Bir grup insandan nakledildiğine göre, onlar gerek nafile olsun gerekse farz olsun yaptıkları amellerin sevabını müslümanlara hediye ediyorlarmış, arkasından da: "Biz Allah'a fakirlik içerisinde, iflas etmiş insanlar olarak kavuşacağız. Şeriat bunu yasaklanlamaktadır. Mükâfat, ameli işleyenindir. Dilerse bunu başkasına verebilir, buna bir engel yok" demişler. Allah en iyisini bilir. 574
FASIL
Şu sözünüze gelince: "Dînî sorumluluklar, bir imtihandır, denenmedir. Bedeli kabul etmez. Sorumlulukların ana hedefi amel işleyen mükelleftir..."
Buna verilecek cevabımız şudur: Yüce Allah, müslüman bir kimsenin yaptığı amelden kardeşinin faydalandırmasını engellememektedir. Belki de bu Rabb'ı Teâlâ'nın kullarına ihsanının, rahmetinin kemâl bulması; temeli adalete, ihsan ve tanışıp yardımlaşmaya dayalı bu şeriatın yetkin özellikle-rindendir. Bu nedenle Yüce Allah, meleklerini ve arşı taşıyanları, mü'min kullarına dua edip istiğfar etmeye, onların günahlarının affedilmesi için Allah'a yalvarmaya çağırmıştır. Son peygamberine de mü'min erkek ve kadınlar için istiğfar etmesini; sünnetmej prensiplerine uyan âsî müminlere şefaat etmesi için, kıyamet günü makam-ı mahnıûdu kurmasını emretmiştir. Yine, Rasulü'ne, yaşayan ve ölmüş ashabına dua etmesini emretmiş, bu nedenle de Rasûlullah ashabının kabirleri başına varıp onlara dua etmiştir. Şeriatın koyduğu prensiplerden biri şudur: Farzı kifâye olan amelleri terketme durumunda bütün müminler sorumludur. Ama bir kişi de olsa onu yaparsa, hepsi günahtan kurtulur. Meselâ Yüce Allah, kabir ateşinden, derisi kızara-rak zayıf düşen bir kişiyi, dünyadaki borcunun biri tarafından ödenmesi halinde onu azaptan kurtarır. Borcun bilfiil mükellef bir kimsenin sınanması birşey değiştirmez. Rasûlullah, —her ne kadar ölünün sorumluluklarından olsa da— ölü adına oruç tutmaya, hacca gitmeye izin vermiştir. Yine imamın namazı sahih olması halinde, cemaattan sehiv secdesini kaldırmış; imamın okuduğu fatiha, cemaat için de geçerli sayılmıştır. Yani, imamın açıktan veya gizli olarak okuduğu Kur'ân, arkasında bulunan cemaatin de kıraati yerine geçmekte, cemaattan birinin yaptığı sehiv kalkmaktadır. Öyleyse mükellef bir kimseye bağışlanan sevap, Allah'ın ihsanının esası değil midir? Allah, ihsan da bulunanları sever.
Yaratıklar, Allah'ın iyalidir.575576 Allah'ın iyaline en faydalı olan kimse Allah'ın en çok sevdiği kimsedir. Allah'ın iyaline; bir yudum suyla, bir bardak sütle, bir parça ekmekle faydalı olanı seviyorsa, amel defterleri kapanmış, gönderilecek hediyelere oldukça muhtaç, fakirlik ve güçsüzlükle mücadele edenlere faydalı olanları sevmez mi? Demek ki Allah'ın en çok sevdiği kişiler, bu hale düşmüş iyaline yardım edenlerdir.
Seleften birinden nakledildiğine göre kim hergün yetmiş defa:
Yani "Allah'ım, beni, annemi, babamı, müslüman erkeklerle müslüman kadınları, mü'min erkeklerle mü'min kadınları bağışla" derse, müslüman, mü'min erkek ve kadınların sayısı kadar sevap alır demiştir. Bunu uzak görme. Çünkü kardeşlerine istiğfar eden kişi, onlara ihsan etmiş demektir İri Allah, asla ihsan edenlerin ecrini zâyî etmez. 577
Dostları ilə paylaş: |