FASIL
"Kişinin kazandığı iyilik, kendi yararına kazandığı kötülük de kendi za-rannadır"558 ile "ancak yaptıklarınızın karşılığını göreceksiniz" 559 âyetleri, siyakından da anlaşılacağı gibi kişinin başkasının yaptığı suçtan dolayı cezalandırılmasını ve onun günahını yüklenmesini reddetmektedir. Çünkü Yüce Allah: "Bugün kimseye hiçbir şekilde zulmedilmez. Siz de ancak yaptıklarınızın karşılığım göreceksiniz"560âyetinde, kişinin günahları artırılmak, yahut sevapları azaltılmak, yahutta başkalarının yaptıklarından dolayı ceza çektirilmek suretiyle zulüm yapılmayacağını belirtirken, karşılık olarak değil de başkalarının yaptığı amelden fayda görmeyi nefyetmemiştir. Çünkü, kendisine karşı yapılan hediyeler, amelinin karşılığı değildir. Allah için kenlerdir.di adına verilmiş, lütfedilmiş bir sadakadır ki bunda hiçbir katkısı yoktur. Belki bu, bâzı kullarının elinden, amellerine karşılık olmaksızın Allah'ın verdiği bir hediyedir. 561
FASIL
Rasûlullah'ın: "Kul ölünce ameli kesilir" sözüyle ileri sürdüğünüz delile gelince, böyle bir istidlal sakattır. Çünkü Rasûlullah, amelin faydasının kesileceğini söylememiştir. Bildirdiği şey amelinin kesilmesidir. Başkalarının ameli ise kendilerine aittir. Eğer bunlar, amellerini sevabını ölüye hediye ederlerse, ölüye ulaşan sevap kendi amelinin sevabı değil de hediye eden kimsenin amel sevabıdır. Demek ki ölen kişinin amelinin kesilmesi ile ona sevabın ulaşması ayrı ayrı şeylerdir. Aynı şekilde: "Ölüye ulaşan iyilikleri ve ameli..." hadisi de, başkalarının yaptığı iyiliklerin ve amellerin, ona ulaşacağını nefyetmemektedir. 562
FASIL
"Sevap, hediye etmek, havale etmektir. Havale ise ancak zorunlu bir hak olur" görüşünüz, mahlûkun mahlûka yaptığı havaledir.
Mahlûkun, Halika havalesi ayrı bir şeydir, kullar arasında yapılan havalelere kıyaslanamaz. Böyle bir kıyas yapılıyorsa bu kıyasları en kötüsü, en bozuğu değil midir? İcmâ ile reddedilen şey, ölünün başkasının dini vecibelerinden faydalanmasıdır. Sahibi olduğu haklar, ölünün zimmetinde bulunan borçların ibrası, onun adına sadaka vermek ve hacca gitmek gibi amellerin, ölüye ulaşacağı nassla belirtildiği için reddetmenin, kabul etmemenin bir amacı yoktur. Oruç da bu amellerden sayılabilir. O halde bozuk bu kıyaslar şeriatın nass ve kurallarına asla muarız olmaz. 563
FASIL
Sevabı başkasına tercih etmek mekruhtur. Bu, yakınlaşma amacıyla yapılan tercihtir. Bu durumda bizzat amaç olan sevabın başkası adına tercihi nasıl mümkün olabilir? Çeşitli cevaplar verilmiştir.
Birinci Cevap: Hayatta olan kişinin irtidat etmesi mümkün olduğu nedeniyle, hayatın bizzat hayırla son bulacağına güvenilemez. Dolayısıyla ameli başkasına tercih etmek, kişinin yapacağı bir iş değildir. En azından ölü, bu dünyadan ayrılmakla emin bir sonu yakalamıştır. Denirse ki, haddizatında ölünün de İslâm üzere ölmemiş olması mümkündür. Bu nedenle de kendisine bağışlanan sevaplardan faydalanamaz. Bu sual, son derece sakattır. Çünkü ölüye bağışlananlar, salat getirmek, istiğfar ve dua etmek cinsinden ibadetlerdir. Eğer sevaba ehil biri ise bu sevabı alır. Yoksa, sevaptan dua eden kişi faydalanır.
İkinci Cevap: Allah'a yakınlık için amelde başkasını tercih etmek ibadete olan rağbetin azalmasına, amelin gecikmesine neden olur. Amelde başkasını tercih etmek caiz olsaydı bu, kişiyi tembelliğe, yavaştan almaya ve ibadete kalkmamaya sevkederdi. Sevabı kendine saklamak bundan farklıdır. Çünkü amel eden kişi, kendisinin yada mü'min kardeşinin sevabından faydalanması için yaptığı amelde daha hırslı olur ki, yukarıdaki ile bunun arasındaki fark açıktır.
Üçüncü Cevap: Yüce Allah, kendisine ibadette insanların birbirleriyle yarışmasını arzu etmiştir. Kullukta aranan da budur. Aynı şekilde sultanlar da halkının kendisine itaatte yarışmalarını arzulamaktadırlar. Bu açıdan başkaları adına ameli tercih etmek kulluğa aykırıdır. Çünkü Allahû Teâlâ, kuluna vaciplerle ya da müstehaplarla kendisine yaklaşılmasını emretmiştir. İşte başkası adına ameli tercih edince, Allah'ın emrini terketmiş olup işini başkasına vermiş olur. Ancak bu, emredilen itaati, yakınlığı sağlayan sevabını da müslüman kardeşine gönderen kişiden farklıdır. Âyeti celîlelerde şöyle buyurulmaktadır: "Rabbinizin mağfiretine, eni yer ve göğün eni kadar olan cennete girmek için birbirinizle yarışınız"564 ve "hayırda birbirinizle yarışın." 565 Âyetlerden anlaşıldığı gibi başkası adına amel etmek, yarışı ve yarıştaki aceleciliğe aykırıdır.
Ashab-ı Kiram Allah'a yaklaşmak için birbirleriyle yarışırken hiçbir zaman başkası adına amel etmemiştir. Hz. Ömer der ki: "Allah'a yemin olsun ki Ebû Bekir'le yaptığım her yarışta o beni geçti..." ve: "Ey Ebû Bekir, Allah'a yemin olsun ki bir daha seninle hayırda yarışmayacağım." 566
Âyette: "Bu konuda yarışmacılar, birbirleriyle müsabaka etsinler" 567 ifadeleri geçmektedir. Mesela yarışarak bir şeye ulaşmak istendiğinde "şu şeyi elde etmek için başkalarıyla yarıştım (nâfese fiili ile) denir." Nefis şey sözüde böyledir. Yani aranan, onu ulaşmak için yarışılan şey demektir. Bu en nefis mailindir demek, en sevimlisi demektir. "Fülanca beni şu konuda ileri sürdü" (enfese fiili ile) demek, "onu benim almamı istedi" demektir. Bütün bunlar, başkaları adına amel etmenin, sevap işlemenin zıddına olan şeylerdir. 568
FASIL
«Ölüye sevap hediye etmek caiz ise, hayatta olan kimseye hediye etmek de caiz olmalıdır" iddianız iki şekilde cevaplandırılır.
Birinci Cevap: Ahmed b. Hanbel'in arkadaşlarından bir kısım fakihler de bu görüşe temayül etmişlerdir. Kadı der ki: "Ahmed b. Hanbel'in sözü bunun sadece ölüye mahsus olduğunu gerektirmez. Çünkü Ahmed b. Hanbel diyor ki: "Hayrı işler. Sevabının yarısını kendine, diğer yarısını ise fark gözetmeksizin anne ve babasına gönderir." Ebû'1-Vefâ b. Akîl bu görüşe itiraz ederek der ki: "Bundan sonrası ne olacaktır? Bu, şeriatla alay etmektir. Allah'ın emanetinde tasarruf yaparak birinin yaptığı sevabı başkasına vermektir. Ölümden sonra ise, ölüye istiğfar ve dua gibi amellerin ulaşması için Yüce Allah bir yol göstermiştir.
Sonra Ebû'1-Vefâ kendi kendine şöyle bir soru yöneltir: "Borcun kazası olur mu, borcun tamamı ölümden sonra ödendiği gibi hayatta da ödenir mi? Hayatta ödemekle ölümden sonra ödemek arasında müsâvîlik olduğu nedeniyle, borcu hangisinin bitireceği bilinmemektedir. Gerek ölümden sonra, gerekse hayatta ödenen borçlar sahiplerini buluyorsa bağışlanan sevapların da hem hayatta hem de ölümden sonra, kişiye ulaşacağını kabul edin.
Ebû'1-Vefâ bunu şöyle cevaplar: Eğer bu doğru ise hayatta olan kişinin tevbesiyle günahların silinmesi de sözkonusudur. Başkalarının yaptığı amelle, istiğfarla ahiret günahları böylece silinmelidir.
Ben derim ki, bu iş böyle değildir. Tam aksine bu, başkasının yaptığı duadan istiğfardan, adına yapılan tasadduktan ve borçlarının ödenmesinden hayatta olan kişinin faydalanacağını ifade etmektedir. Bu manada aciz ve hareketten düşmüş kişi adına, hac farizasının edâ edebilmesi konusunda Rasûlullah izin vermiştir. 569
Şöyle de cevaplandırılmıştır: Yaptığı amelin sevabını bağışlayan kimse, ömrünün sonunda irtidat etme korkusu olduğundan dolayı bağışladığı sevap ölüye fayda vermez.
İbnî AMİ der ki: "Hayatta olan kimsenin hediyesiyle ilgili bu görüşte ileri sürülen neden batıldır. Şüphesiz kişi, irtidat etmekten emin olmadan ölür. Zaten irtidat etmesi halinde, ölüye bağışladığı bütün sevaplar da boşa çıkacaktır.
Ben derim ki: Nasslar ve icmâ bu anlayışa karşıdır. Çünkü Rasûlullah ölü adına oruç tutmaya, hac yapmaya izin vermiştir. 570 Sözkonusu irtidat ihtimali olmakla birlikte, hayatta olan kişinin ölmüş kişiden olan alacağından
vazgeçmesi halinde, borcun zimmetten düşeceği konusu, icmâ edilen bir konudur.
Doğru cevap şudur: Kişinin, ölüye bağışladığı güzel amelleri, ölünün mülkiyetine geçmekte böylece de mülkiyetten çıkan bu amellerin, kişinin ir-tidadı ile boşa çıkması sözkonusu değildir. Nitekim irtidattan önce köle azadı ve verdiği keffaret gibi tasarrufları da irtidattan sonra da geçerli sayılmaktadır. Yine bir kimse hasta biri adına hac farizasını ifa ettikten sonra ir-tidat etse, bu Özürlü kimsenin hac farizasını yeniden yaptırmak için başka birine müracaat etmesi gerekmez. Çünkü hac için göndereceği ikinci ve üçüncü şahsın da irtidat etmesinden emin olmaz.
Diri ile ölü arasındaki fark açıktır. Hayatta olan kimsenin ihtiyacı, Öİününki gibi değildir. Yaptığı amelin aynısını ve benzerini bir daha yapabilir. Öyleyse Ölünün aksine kendi için sevap kazanmaya gayret göstermelidir.
İleri sürülen iddianın bir sakatlığı da o, hayatta olanları vekâlet yoluyla insanları kiralamaya sevkeder ki bu çok yanlış bir iştir. Mal varlığı yerinde olanlar bunu anlayıp öğrenirlerse, üzerlerine düşen farzları yaptırmak için adamlar kiralarlar böylece ibadetler bedel karşılığında yapılmaya başlar. Bunun yanında ibadet ve nafilelerin düşmesi, Allah'a yaklaştıran şeylerin artık insanlara yaklaştıran şeyler olması gibi bir takım neticeler doğurur ki ilılas kalkacağından ibadeti yapan da yaptıran da ibadetin sevabını alamaz.
Allah'a yaklaştıran ibadetler karşılığında ücret almayı asla kabul etmiyoruz. Kaza, fetva, ilim öğretmek, namaz kıldırmak, Kur'ân okutmak gibi ibadetler karşılığında ücret almanın, bunları boşa çıkaracağını ifade ediyoruz. Allah'ın rızası için ihlasla yapılanlar dışında Allah bunlara sevap vermez. Ücret amacıyla ibadet yaparsa, yapanda yaptıran da mükâfatını alamaz. Ayrıca sırf Allah rızası için yapılan şeriatın güzelliklerinden olan ibadetler, böylece o dünyevî kazançların sağlandığı, ahş-veriş haline dönüşecektir. O halde borçları ödemek, sahibine vermek bunlardan farklıdır. Borç, insanların birbirlerine naib olabildiği kul haklarındandır. Bu nedenle, yaşayan kişinin de ölmüş kişinin de borcunu ödemek caizdir. 571
Dostları ilə paylaş: |