29 Eylül, sabah... Dün gece, saat ondan biraz önce, Arthur ve Quincey, Van Helsing'in odasına geldi; Van Helsing bize yapmak istediği her şeyi anlattı, ama sanki hepimizin ira-
-375-
desi onda odaklanmış gibi özellikle Arthur'a hitap ediyordu. Hepimizin onunla gideceğini umduğunu söyleyerek başladı, "Çünkü," dedi, "orada yapılması gereken ciddi bir görev bizi bekliyor. Hiç kuşkusuz, mektubuma şaşırdınız?" Bu soru doğrudan Lord Godal-ming'e yöneltilmişti.
"Evet. Daha doğrusu, beni biraz üzdü. Son zamanlarda evimde o kadar çok sorun yaşandı ki, daha fazlası olmadan da yaşayabilirdim. Ayrıca ne demek istediğinizi merak ettim. Quincey'yle bunun üzerine konuştuk; ama konuştukça daha çok kafamız karıştı, öyle ki, kendi adıma ben, hiçbir şeyden hiçbir anlam çıkaramayacak kadar çaresiz kaldım."
"Ben de," dedi Quincey Morris, kısaca.
"Ah," dedi profesör, "öyleyse, ikiniz de başlangıca, buradaki dostum John'dan daha yakınsınız; kendisi başlangıca gelmeden önce uzun bir yolu geri gitmek zorunda çünkü."
Tek kelime etmediğim halde, eski kuşkulanma döndüğümü fark etmişti anlaşılan. Sonra, diğer ikisine dönerek, büyük bir ciddiyetle şunları söyledi:
"Bu gece, doğru olduğunu düşündüğüm şeyi yapmak için sizden izin istiyorum; çok şey istediğimi biliyorum ve yapmayı düşündüğüm şeyi öğrendiğinizde, yalnızca o zaman, ne kadar çok şey istediğimi anlayacaksınız. Bu yüzden, henüz hiçbir şey bilmiyor-ken, bana söz vermenizi istiyorum; bir süre bana kızsanız da -bunun böyle olma ihtimalini kendimden gizleyemem- hiçbir şey için kendinizi suçlamayacaksınız."
-376-
1
"Her ne olursa olsun bu dürüstçe bir davranış," diye araya girdi Quincey, "ben profesöre kefil olurum. Ne yapmak istediğini pek anlamıyorum, ama dürüst olduğuna yemin ederim ve bu da benim için yeterli."
'Teşekkür ederim, bayım," dedi Van Hel-sing gururla. "Sizi bana güvenen dostlardan biri olarak görüyordum ve bu desteğiniz benim için çok değerli." Bir elini uzattı, Quincey de o eli sıktı.
Sonra Arthur konuştu:
"Dr. Van Helsing, İskoçya'da dedikleri gibi, 'boyalı domuz' olmak istemem ve bir centilmen olarak şerefimi ya da bir Hıristiyan olarak inancımı ilgilendirecek bir konuda ise, böyle bir söz veremem. Bana, niyetinizin bu ikisine aykırı bir şey olmadığı konusunda garanti verebilirseniz, size hemen izin verebilirim; ama hayatım üstüne yemin ederim, nereye varmak istediğinizi anlayamıyorum."
"Sınırlamanızı kabul ediyorum," dedi Van Helsing, "ve sizden tek istediğim herhangi bir eylemimi kınama gereği duyarsanız, önce bunu iyice tartmanız ve kendi koşullarınıza aykırı olmadığına emin olmanız."
"Kabul!" dedi Arthur; "Bu adil. Şimdi pourparlers* sona erdiğine göre, ne yapacağımızı sorabilir miyim?"
"Benimle birlikte, gizlice Kingstead'teki" kilise mezarlığına gelmenizi istiyorum."
Arthur'un yüzü asıldı ve şaşırmış bir halde
* Esas pazarlıklardan önceki, resmi olmayan tartışmalar. ** Muhtemelen "Hampstead" yerine kullanılan uydurma bir isim.
-377-
şöyle dedi: "Zavallı Lucy'nin gömüldüğü yere mi?" Profesör başını eğerek onayladı. Arthur devam etti: "Peki ya oraya gittikten sonra?"
"Mezara gireceğiz!"
Arthur ayağa kalktı. "Profesör, siz ciddi misiniz; yoksa bu adi bir şaka mı? Beni affedin, içten olduğunuzu görüyorum." Tekrar oturdu, ama onun mevkisindeki biri gibi kararlı ve gururlu bir tavırla oturduğunu görebiliyordum. Bir sessizlik oldu, sonra Arthur yine sordu:
"Peki mezara girdikten sonra?"
'Tabutu açacağız."
"Bu kadarı da çok fazla!" dedi, öfkeyle yine ayağa kalkarak. "Mantıklı olan her konuda sabırlı davranmaya hazınm; ama bu -mezara bu şekilde saygısızlık edilmesi- hem de benim.." Öfkeden boğazı düğümlendi. Profesör ona merhametle bakıyordu.
"Eğer seni, duyduğun acıların bir tek sancısından bile kurtarabilseydim, zavallı dostum," dedi, "Tanrı biliyor ki, bunu yapardım. Ama bu gece ayaklarımız dikenli yollardan geçmek zorunda; yoksa sonra ve sonsuza kadar, sevdiğinin ayaklan alevli yollarda yürümek zorunda kalır!"
Arthur, kanı çekilmiş bir yüzle ve sert bir ifadeyle başını kaldırdı ve şöyle dedi:
"Dikkat edin, bayım, dikkat edin!"
"Söylemem gerekenleri dinlemeniz daha iyi olmaz mıydı?" dedi Van Helsing. "O zaman hiç olmazsa, amacımın boyutlarını bilirdiniz. Devam edeyim mi?"
"Bu yeterince adil," diye araya girdi Morris.
-378-
Van Helsing bir an durduktan sonra devam etti, bunun için kendini zorladığı belli oluyordu:
"Bayan Lucy öldü, öyle değil mi? Evet! Öyleyse, ona kötülük yapılamaz. Ama eğer ölü değilse..."
Arthur ayağa fırladı.
"Aman Tanrım!" dedi. "Ne demek istiyorsunuz? Bir hata mı yapıldı; diri diri mi gömüldü?" Umudun bile hafifletemeyeceği bir ıstırapla inledi.
"Diri olduğunu söylemedim, çocuğum; bunu düşünmedim bile. Ölümden Dönmüş olabileceğini söylemekten öteye gidemem."
"Hem Ölümden Dönmüş! Hem de Yaşamıyor! Ne demek istiyorsunuz? Bütün bunlar bir kâbus mu, değilse ne?"
"İnsanların yalnızca tahmin edebileceği ve çağlar geçse de yalnızca kısmen çözülebilecek gizemler vardır. Bana inanın, şu anda böyle bir gizemin eşiğindeyiz. Ama bunu ben yapmadım. Ölmüş olan Bayan Lucy'nin kafasını kesebilir miyim?"
'Tanrı aşkına, hayır!" diye bağırdı Arthur, bir öfke nöbetine kapılarak. "Onun ölü bedenini bozmanıza dünyada izin vermem. Dr. Van Helsing beni çok fazla zorluyorsunuz. Size ne yaptım ki bana böyle eziyet ediyorsunuz? O zavallı, tatlı kız ne yaptı ki, onun mezarına böyle bir saygısızlık etmek istiyorsunuz? Aklınızı mı kaçırdınız da böyle şeyler söylüyorsunuz? Ya da ben mi delirdim de bunları dinliyorum? Böyle bir saygısızlığı bir daha aklınıza bile getirmeyin; hiçbir şey yap-
-379-
manıza izin vermeyeceğim. Onun mezarını, saygısızlıklara karşı korumak benim görevim ve Tanrı adına, bu görevi yerine getireceğim!"
Van Helsing, bütün bu süre boyunca oturduğu yerden kalktı, ciddi ve sert bir tavırla şu sözleri söyledi:
"Lord Godalming, benim de yapmam gereken bir görevim var; insanlara karşı bir görev, size karşı bir görev, ölüye karşı bir görev ve Tanrı adına, bu görevi yerine getireceğim! Şimdi sizden tek istediğim benimle gelmeniz, etrafı gözleyip kulak kabartmanız ve daha sonra sizden aynı şeyi rica ettiğimde bu görevin gerçekleştirilmesi için benden daha istekli olmazsanız, o zaman -o zaman, görevimi yaparım. Ve sonra, lordumun dileklerini yerine getirmek üzere, nerede ve ne zaman isterseniz, size hesap vermeye hazır olacağım." Sesi biraz boğuklaştı ve merhamet dolu bir tonla devam etti:
"Ama size yalvarıyorum, bana bu kadar öfkeyle yaklaşmayın. Yapmak zorunda olduğum, pek de hoş olmayan ve zaman zaman yüreğimi parçalayan işlerle dolu şu uzun ömrümde, şimdiye kadar hiç böyle ağır bir görevim olmamıştı. Bana inanın, bana karşı fikrinizi değiştireceğiniz bir zaman gelirse, bir bakışınız bile bu üzücü saati silmeye yetecektir; çünkü senin üzülmeni engellemek için bir insanın elinden gelebilecek her şeyi yapardım. Bir düşün. Neden kendimi bu kadar zahmete sokup bu kadar üzüleyim ki? Kendi ülkemden buraya iyilik adına, elimden geleni yapabilmek için geldim; bu ilk başta dostum John'u
-380-
mutlu etmek ve sonra da sevmeye başladığım tatlı bir genç kıza yardım etmek içindi. Onun için -bu kadar çok konuşmaktan utanıyorum ama nezaketen söylüyorum- sizin verdiğiniz gibi kan verdim; damarlanmdaki kanı verdim, ben, senin gibi onun sevgilisi değil, sadece doktoru ve dostu olan ben. Ona gecelerimi ve günlerimi verdim -ölümünden önce ve ölümünden sonra ve benim ölümümün şimdi bile- Ölümden Dönmüş bir ölü olduğu şu zamanda bile, ona bir yaran dokunacaksa, gönül rahatlığıyla canımı da veririm." Bunu çok ciddi, tatlı bir gururla söyledi ve Arthur bu sözlerden çok etkilendi. Yaşlı adamın elini tuttu ve kırgın bir sesle:
"Ah, düşünmesi zor ve bunu anlayamıyorum, ama en azından sizinle gelecek ve bekleyeceğim," dedi.
-381-
ON ALTINCI BÖLÜM
DR. SEWARD'IN GÜNLÜĞÜ
(Devam)
Alçak duvarın üzerinden atlayıp kilise mezarlığına girdiğimizde saat tam olarak on ikiye çeyrek vardı. Gece karanlıktı, gökyüzünü hızla yaran ağır bulut kümeleri arasından yer yer ay ışığı sızıyordu. Yolu gösteren Van Hel-sing biraz önümüzden gidiyordu ve nedense hepimiz birbirimize yakın duruyorduk. Mezara yaklaştığımızda dikkatle Arthur'a baktım, çünkü böyle üzüntü verici bir hatırayla dolu olan bu yere yaklaşmanın onu üzeceğinden korkuyordum; ama iyi görünüyordu. Olanların gizeminin, kederini bir şekilde etkisiz kıldığını düşündüm. Profesör kapının kilidini açtı ve aramızda, çeşitli nedenlerle doğal bir tereddüt oluştuğunu görünce içeri ilk kendisi girerek bu sorunu çözdü. Biz de arkasından girdik ve kapıyı kapattı. Sonra bir fener yaktı ve tabutu işaret etti. Arthur tereddütle bir adım attı; Van Helsing bana şöyle dedi:
"Sen dün benimle buradaydın. Bayan Lucy'nin bedeni tabutta mıydı?"
"Evet." Profesör diğerlerine dönerek şöyle dedi:
"Duydunuz; ama yine de bana inanmayan biri var." Tornavidasını aldı ve tekrar tabutun
-383-
kapağını kaldırdı. Arthur çok solgun görünüyor, ama sessizce izliyordu; kapak kalktığında öne doğru bir adım attı. Belli ki, kurşun bir tabut olduğunu bilmiyordu ya da hiç düşünmemişti. Kurşunun üzerindeki deliği gördüğünde bir an için yüzüne kan hücum etti, ama çabucak geri çekildi, bu yüzden, yüzü ölü gibi bembeyaz kesildi; hâlâ sessizdi. Van Helsing kurşun plakayı arkaya itti, hepimiz içine baktık ve irkildik.
Tabut boştu!
Birkaç dakika kimse tek kelime etmedi. Sessizliği, Quincey Morris bozdu:
"Profesör size kefil olmuştum. İhtiyacım olan tek şey sizin sözünüz. Başka zaman olsa böyle bir şey sormazdım -kuşkulandığımı ima ederek onurunuza leke sürmezdim- ama bu herhangi bir onur ya da onursuzluk meselesini aşan bir gizem. Bunu siz mi yaptınız?"
"Kutsal saydığım her şey üzerine yemin ederim ki, ona ne dokundum ne de yerini değiştirdim. Olan şu: İki gece önce dostum Se-ward'la birlikte buraya geldik, iyi niyetlerle, bana inanın. Ben o zaman mühürlü olan şu tabutu açtım ve şimdiki gibi boş olduğunu gördük. Sonra bekledik ve ağaçların arasından beyaz bir siluetin geldiğini gördük. Ertesi gün, gündüz vakti buraya geldik ve Lucy orada yatıyordu. Öyle değil mi, dostum John?"
"Evet."
"O ilk gece tam zamanında gelmiştik. Bir küçük çocuk daha kaybolmuştu ve Tann'ya şükür, biz onu, hiç zarar görmemiş bir halde mezarların arasında bulduk. Ben dün yine,
-384-
güneş batmadan önce buraya geldim, çünkü Ölümden Dönmüşler günbatımında hareket ^edebilirler. Bütün gece, güneş doğana kadar burada bekledim, ama hiçbir şey görmedim. Bu çok normaldi, çünkü kapının aralıklarına sarımsak koymuştum ve Ölümden Dönmüşler sarımsağa ve bazı başka şeylere dayanamaz. Dün gece kimse dışarı çıkmadı, ama bu gece güneş batmadan önce sarımsaklarımı ve diğer şeyleri kaldırdım. İşte bu yüzden, tabutu boş bulduk. Ama bana karşı sabırlı olun. Şu ana kadar çok fazla garip şey oldu. Kimseye görülmeden ve sesinizi duyurmadan benimle dışarıda bekleyin ve görülecek çok daha garip şeyler olacak. Dolayısıyla," -burada fenerinin kapağını indirdi- "şimdi dışarı çıkma vakti." Kapıyı açtı ve sırayla dışarı çıktık, kendisi en arkadan gelip çıktıktan sonra kapıyı kilitledi.
Ah! Mezarın dehşetinden sonra gece havası ne kadar da taze ve temiz geldi. Bulutların hızla hareket etmesini ve onlar geçerken bir an belirip kaybolan ay ışığını -insan hayatındaki mutluluklar ve acılar gibi- görmek ne tatlı bir duyguydu; ölüm ve çürümeyle lekelenmemiş taze havayı solumak ne tatlıydı; tepenin arkasındaki gökyüzünün kırmızı aydınlığını görmek, büyük şehir hayatını ifade eden boğuk gürültüyü duymak ne kadar da insanlaştıncı idi. Her birinin kendine özgü bir heybeti ve gücü vardı. Arthur sessizdi ve bu gizemin amacını ve kendi içindeki anlamını kavramaya çalıştığını görebiliyordum. Ben oldukça sabırlıydım ve bir kez daha kuşkulan-
-385-
I
mı bir kenara bırakıp Van Helsing'in vardığı sonuçları kabullenme eğilimi göstermeye başlıyordum. Quincey Morris her şeyi kabullenen ve bunları, almak zorunda olduğu bütün tehlikeleri de göz önüne alarak serinkanlılıkla benimseyen bir adam gibi sakindi. Sigara içemediği için kendisine iri bir parça tütün kesti ve çiğnemeye başladı. Van Helsing'e gelince, o belli bir işle meşguldü. İlk önce çantasından dikkatle beyaz bir peçeteye sarılmış ince, mayasız ekmeğe benzer bir bisküvi çıkardı; sonra hamur ya da macun gibi beyaz bir şeyden iki avuç dolusu aldı. Bisküviyi iyice ufaladı ve ellerindeki hamurumsu şeye yedirdi. Sonra bunu alıp ince çubuklar halinde yuvarladı ve kapıyla kasası arasındaki aralıklara yerleştirmeye başladı. Bu beni biraz şaşırtmıştı ve yakınında olduğumdan ona ne yaptığını sordum. Arthur ile Quincey de merak edip yaklaştılar. Cevap verdi:
"Ölümden Dönmüş içeri giremesin diye mezarı kapatıyorum."
"Peki oraya yerleştirdiğimiz madde mi bunu yapacak?" dedi Quincey. "Yüce İskoç adına! Bu bir oyun mu?"
"Öyle."
"Kullandığınız şey ne?" Bu sefer, soruyu Arthur sormuştu. Van Helsing cevap verirken saygıyla şapkasını kaldırdı:
"Komünyon ekmeği. Amsterdam'dan getirdim. Tövbekar oldum." Bu aramızdaki en şüphecileri bile şaşırtan bir cevaptı ve her birimiz profesörünki gibi, en kutsal şeylerin kullanıldığı, böyle içten bir amacın huzurun-
-386-
da güvensizlik duymanın olanaksız olduğunu hissettik. Saygı dolu bir sessizlik içinde me-^ann çevresindeki yerlerimizi aldık; ama yaklaşan herhangi biri bizi buradan göremezdi. Diğerlerine, özellikle de Arthur'a acıyordum. Ben daha önceki ziyaretlerimden bu nöbet dehşetine alışmıştım; yine de daha bir saat önceye kadar kanıtlan yadsıyan ben bile yüreğimin daraldığını hissediyordum. Mezarlar gözüme daha önce hiç bu kadar beyaz görünmemişti; serviler, porsukağaçlan ya da ardıçlar hiç bu kadar ölüm kasvetinin simgesi olmamıştı, ağaçlar ya da otlar hiç bu kadar uğursuz bir şekilde dalgalanmamış, hışırda-mamıştı; dallar hiç bu kadar esrarengiz bir şekilde çıtırdamamıştı: uzaktaki köpeklerin ulumaları gecenin içinden hiç bu kadar acı dolu işaretler yollamamıştı.
Uzun bir sessizlik oldu; büyük, acı veren bir boşluk ve sonra profesör keskin bir şekilde, "Şşş!" dedi. İşaret etti ve porsukağaçlan-nın çevrelediği yolun aşağılarında, beyaz bir siluetin ilerlediğini gördük -karanlık bir şeyi göğsüne bastıran, silik, beyaz bir şekil. Şekil durdu ve o anda bir demet ay ışığı sürüklenen bulut kümelerinin arasından süzülerek, irkiltici bir berraklıkla, siyah saçlı, kefene bürünmüş bir kadını gösterdi. Yüzünü göre-miyorduk, çünkü san saçlı bir çocuk olduğunu gördüğümüz şeyin üzerine eğilmişti. Bir sessizlik oldu ve sonra, bir çocuğun uykusunda attığı ya da ateşin önünde uzanıp rüyalar gören bir köpeğin çıkardığı gibi tiz küçük bir çığlık koptu. Öne atılacak olduk, ama
-387-
bir porsukağacının arkasında duran profesörün eli uyanrcasına açılarak bizi durdurdu. Ve sonra beyaz şekil yine ilerledi. Şimdi açık ve net olarak görebileceğimiz/kadar yakındaydı ve ay ışığı hâlâ parlıyordu. Lucy Westenra'nin yüz hatlarını tanıdığımızda yüreğim buz kesti ve Arthur'un kesik kesik inlediğini duydum. Lucy Westenra, ama ne kadar da değişmişti. Tatlılığı, sert, kalpsiz bir acımasızlığa ve saflığı da şehvet dolu bir ahlaksızlığa dönüşmüştü. Van Helsing bir adım öne çıktı ve ona uyarak biz de ilerledik; dördümüz de mezarın kapısının önüne dizildik. Van Helsing fenerini kaldırdı ve kapağını açtı; Lucy'nin, yüzüne düşen yoğun ışık altında, dudaklarının taze kan ile kıpkırmızı olduğunu, kanın çenesine süzüldüğünü ve ince ketenden ölüm giysisinin saflığını lekelediğini görebiliyorduk.
Dehşet içinde ürperdik. Titrek ışık altında Van Helsing'in çelikten sinirlerinin bile etkilendiğini görebiliyordum. Arthur benim yanımda duruyordu ve ben kolunu kavrayıp desteklemesem, yere yığılacaktı.
Lucy -sadece onun silueti olduğu için önümüzdeki bu şeye Lucy diyorum- bizi gördüğünde gafil avlanmış bir kedi gibi öfkeli bir hırıltıyla geri çekildi; sonra gözleri üzerimizde dolaştı. Biçim ve renk olarak Lucy'nin gözleri, ama bizim bildiğimiz, saf, narin küreler yerine pis, cehennem ateşiyle dolu gözler... O an aşkımdan geriye kalan her şey, yerini nefret ve tiksintiye bıraktı; o sırada öldürülmesi gerekseydi, bunu vahşi bir zevkle kendim ya-
-388-
pabilirdim. Bakarken, gözleri günahkâr bir ışıkla alevlendi ve yüzü şehvetli bir gülümsemeyle çarpıldı. Ah, Tanrım, bu gülümsemeyi görmek beni nasıl da ürpertti! O ana kadar sıkı sıkıya göğsüne bastırdığı çocuğu, bir şeytan gibi duygusuz, kayıtsız bir hareketle yere savurdu ve kemiğinin üzerinde hırlayan bir köpek gibi çocuğun üstünde tısladı. Çocuk tiz bir çığlık kopardı ve inleyerek uzandı kaldı. Bu harekette Arthur'un acıyla inlemesine sebep olan bir soğukkanlılık vardı. Lucy kollarını uzatıp yüzünde ahlaksız bir gülümsemeyle ona doğru ilerlediğinde Arthur geri çekildi ve elleriyle yüzünü örttü.
Ama Lucy işveli, şehvetli bir zarafetle ilerlemeye devam etti ve şöyle dedi:
"Gel bana, Arthur. Onları bırak ve bana gel. Kollarım sana aç. Gel de birlikte yatalım. Gel, kocam, gel!"
Sesinde şeytani bir tatlılık vardı -cam bir kadehin çınlaması gibi bir şey- sözlerin bir başkasına yöneltildiğini duyan bizim bile beyinlerimiz bu sesle çınladı. Arthur'a gelince, büyülenmiş gibiydi; ellerini yüzünden çekerek kollarını açtı. Lucy tam kollarına atılacakken Van Helsing öne doğru sıçradı ve küçük altın haçım ikisinin arasına tuttu. Lucy haçtan uzaklaştı ve aniden çarpılan, öfke dolu bir yüzle, mezara girecekmiş gibi hızla Van Helsing'in yanından seğirtti.
Bununla birlikte, kapıya bir iki adım kala,
önüne amansız bir güç çıkmış gibi durdu.
Sonra döndü, parlak ay ışığı ve Van Helsing'in
çelikten sinirleri sayesinde artık titremeyen
-389-
lambanın ışığı altında yüzü açıkça görülüyordu. Bir yüzde hiç bu kadar gözü dönmüş bir şaşkınlık görmemiştim ve umarım, şu ölümlü gözlerimle bir daha da görmem. Güzel rengi mora döndü, gözlerinde cehennem ateşleri yanıyordu, kaşları öyle çatılmıştı ki, derisinin kıvrımları Medusa' nın yılanlarına* benziyordu ve kan lekeli, sevimli ağzı büyüyerek Grek-Ve Japonların öfke masklanndaki gibi açilmış bir kare oluşturdu. Eğer ölüm anlamına gelen bir yüz varsa -eğer bakışlar öldürebiliyorsa-biz o an, bu yüzü gördük.
Bize sonsuzluk kadar uzun gelen bir yarım dakika boyunca, Van Helsing'in kaldırdığı haç ile giriş yolunu kapatan kutsal şeyler arasında öylece kaldı. Van Helsing, Arthur'a sorduğu soruyla sessizliği bozdu:
"Cevap ver, dostum! İşime devam edeyim mi?"
Arthur kendini dizlerinin üzerine attı ve elleriyle yüzünü örterek cevap verdi:
"İstediğiniz gibi yapın, dostum; istediğiniz gibi yapın. Artık bundan daha dehşet verici bir şey olamaz!" diye teslimiyetle inledi. Quin-cey ve ben aynı anda ona doğru gittik ve kollarından tuttuk. Van Helsing'in feneri kapattığını duyduk; mezara yaklaşarak kapının aralıklarına yerleştirdiği kutsal simgelerin bir kısmını çıkarmaya başladı. Van Helsing geri çekildiğinde o an bizimki kadar gerçek görü-
* Yunan mitolojisinde; güzel bir kadın olan Medusa, kıskanç tanrıça Althea tarafından, kendisine bakanları taşa çeviren, yılan saçlı üç dişi ifritten birine dönüştürülür. Medusa'yı öldüren Perseus, kadının kesik kafasını öbür canavarlardan korunmak için kullanır.
-390-
nen bir vücudu olan kadının, bir bıçağın ancak geçebileceği bir aralıktan içeri girdiğini dehşet dolu bir şaşkınlıkla izledik. Profesörün sakin bir şekilde macun çubuklarını tekrar kapının kenarlarına yerleştirdiğini gördüğümüzde içimiz rahatladı.
Bu iş bittikten sonra çocuğu yerden kaldırdı ve şöyle dedi:
"Şimdi gelin, dostlarım; yarına kadar başka bir şey yapamayız. Öğlen bir cenaze olacak, ondan kısa bir süre sonra hepimiz buraya geleceğiz. Cenaze töreni yapılan ölünün dostları saat ikiye kadar gitmiş olacak ve mezarcı kapıyı kilitlediğinde biz burada kalacağız. O zaman yapacak başka işlerimiz olacak; ama bu geceki gibi bir şey değil. Bu ufaklığa gelince, pek fazla zarar görmemiş, yarın akşama kadar iyileşir. Onu, geçen gece yaptığımız gibi, polisin bulabileceği bir yere bırakırız; sonra da evlerimize gideriz." Arthur'a yaklaşarak sözlerine devam etti:
"Dostum Arthur, acı bir sınavdan geçiyorsun; ama sonra geri dönüp baktığında bunun ne kadar gerekli olduğunu göreceksin. Şimdi acı sulardasın, çocuğum. Ama yarın bu vakitlerde, Tanrı izin verirse, bu sulan geçmiş ve tatlı sulardan içmeye başlamış olacaksın; bu yüzden fazla yas tutma. O zamana kadar senden beni bağışlamanı istemeyeceğim."
Arthur ve Quincey benimle birlikte eve geldiler ve yolda birbirimizi neşelendirmeye çalıştık. Çocuğu güvenli bir yere bıraktık. Yorgunduk; bu yüzden hepimiz, az çok gerçek uykuya benzeyen bir uyku uyuduk.
-391-
29 Eylül, gece - Saat on ikiden biraz önce, üçümüz -Arthur, Quincey Morris ve ben-profesöre uğradık. Anlaşmış gibi hepimizin siyah giymiş olması tuhaftı. Arthur derin bir yasta olduğu için tabii ki siyah giyiyordu, ama biz de içgüdüsel olarak böyle giyinmiştik. Mezarlığa saat bir buçukta vardık ve resmi görevlilere görünmemeye çalışarak etrafta dolaştık, böylece mezar kazıcıları işlerini bitirdiğinde ve herkesin gittiğini sanan mezarcı kapıyı kilitlediğinde bütün mezarlık bize kaldı. Van Helsing'in yanında, küçük siyah çantasının yerine, uzun, kriket çantası gibi deri bir çanta vardı ve epeyce ağır olduğu belliydi.
Yalnız kaldıktan ve yoldaki son ayak sesleri de duyulmaz olduktan sonra, sanki emir almış gibi, mezara kadar sessizce profesörü izledik. Kapının kilidini açtı, içeri girdik ve kapıyı arkamızdan kilitledi. Sonra çantasından feneri çıkarıp yaktı; ayrıca, çalışırken yeteri kadar aydınlık olması için iki mum daha çıkarıp yaktı ve uçlarını eriterek diğer tabutların üzerine dikti. Tekrar Lucy'nin tabutunun kapağını kaldırdığımızda hepimiz içine baktık -Arthur yaprak gibi titriyordu- ve cesedin orada ölüm güzelliği içinde yattığını gördük. Artık benim kalbimde aşk yoktu, Lucy'nin bedenini -içinde ruhu yoktu- alan iğrenç şeye karşı tiksintiden başka hiçbir şey hissetmiyordum. Arthur'un bile yüzünün baktıkça sertleştiğini görebiliyordum. Biraz sonra Van Helsing'e şöyle dedi:
"Bu gerçekten Lucy'nin bedeni mi, yoksa onun şeklini alan bir şeytan mı?"
-392-
"Bu hem onun bedeni, hem de değil. Ama biraz bekleyin, onun eskiden ne olduğunu, şimdiyse neye dönüştüğünü göreceksiniz."
Orada yatan, Lucy'nin kâbusu gibi bir şeydi: Sivri dişler, göreni ürperten kanlı, şehvetli bir ağız; bütün bu şehvetli ve günahkâr görüntü, Lucy'nin tatlı saflığının şeytani bir taklidi gibi görünüyordu. Van Helsing, her zamanki sistemli tavrıyla çantasından çeşitli malzemeler çıkarmaya ve bunları kullanıma hazır bir şekilde yerleştirmeye başladı. İlk önce bir havya ve biraz lehim, sonra da mezarın bir köşesinde yakıldığında mavi bir alevle şiddetle yanan, küçük bir gaz lambası çıkardı; sonra neşterlerini çıkarıp elinin altına yerleştirdi; en sonunda da, yedi sekiz santim genişliğinde ve aşağı yukarı bir metre uzunluğunda, yuvarlak, tahta bir kazık çıkardı. Kazığın bir ucu ateşte kızdırılarak sertleştirilmiş ve sivriltilmişti. Çantadan kazığın yanı sıra bir de, evlerin kömür depolarında iri topaklan kırmak için kullanılan ağır bir çekiç çıktı. Bir doktorun her tür iş için yaptığı hazırlıklar bana heyecan verici ve ilginç geliyordu, ama bu şeyler Arthur ile Quincey'nin dehşetle irkilmelerine yol açtı. Ama ikisi de cesaretlerini korudular ve sessiz kaldılar.
Her şey hazır olduğu zaman Van Helsing şu sözleri söyledi:
"Herhangi bir şey yapmadan önce size şunu söyleyeyim: Bu, kadim insanların ve Ölümden Dönmüşler'in güçleri üzerine araştırmalar yapanların bilgi ve deneyimlerinden gelmektedir. Ölümden Döndüklerinde, ölüm-
-393-
süzlükle lanetlenirler; ölemezler ve çağlar boyunca kurbanlarına yeni kurbanlar ekleyip dünyadaki kötülükleri çoğaltarak yaşamaya devam ederler; çünkü Ölümden Dönmüşler'e yem olarak ölenlerin kendileri de Ölümden Dönmüş olur ve kendi türleriyle beslenirler. Böylece, suya atılan bir taşın yarattığj dalgalar gibi bu halka sürekli genişler. Dostum Arthur, eğer zavallı Lucy ölmeden önce o öpücüğü alsaydın; ya da sonradan, dün gece ona kollarını açtığında onu öpseydin, öldüğünde, Doğu Avrupa'da dedikleri gibi nosferatu olacaktın ve içimizi böyle dehşetle dolduran Ölümden Dönmüşler'den üretmeye devam edecektin. Bu zavallı, sevgili hanımefendinin kariyeri daha yeni başladı. Kanlarını emdiği o çocuklar henüz o kadar kötü bir durumda değiller, ama o, Ölümden Dönmüş olan yaşamaya devam ederse, çocuklar gittikçe daha çok kan kaybedecek ve Lucy'nin onların üzerinde sahip olduğu güçle, ona gitmeye devam edecekler; dolayısıyla o kötü ağız ile kanlarını emmeye devam edecek. Ancak gerçekten ölürse, her şey bitecek; çocukların boğazlarındaki küçük yaralar yok olacak ve neler olup bittiğinden habersiz oyun oynamaya devam edecekler. Ama en sevindirici şey şu ki, şimdi Ölümden Dönmüş olan bu şey gerçekten öldüğünde, o zaman, sevdiğimiz o zavallı kadının ruhu tekrar özgür olacak. Geceleri kötülük yapmak ve gündüzleri de yaptığı kötülüğü benimseyerek gittikçe daha da alçal-mak yerine, öbür meleklerin arasındaki yerini alacak. Bu yüzden, dostum, onu özgür kı-
-394-
Dostları ilə paylaş: |