Bu Muhalefet Şerhi 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Sırasında Şehit Düşen Yurttaşlarımızın Aziz Hatıralarına ve Gazilerimize Adanmıştır



Yüklə 2,4 Mb.
səhifə65/81
tarix30.07.2018
ölçüsü2,4 Mb.
#62912
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   81

İş Güvencesinin Yok Edilmesi


OHAL süresi içinde çıkartılan KHK’lar kapsamında, CHP OHAL raporuna601 göre çeşitli merkezi ve yerel yönetim birimleri ve bunlara bağlı kuruluş ve şirketlerde çalışanlar için hiçbir idari ve adli soruşturma süreci başlatılmadan, savunmaları dahi alınmadan görevden uzaklaştırma ve ihraç işlemleri gerçekleştirilmiştir.

Bu kapsamda yürütülen çalışmalar neticesinde Mayıs 2017 ayı sonuna kadar 139.356 kamu çalışanı hakkında idari işlem yapılmış, 105.386 kamu çalışanı kesin olarak ihraç edilmiştir. Resmi Gazete’de yayımlanmayan veya kurum internet sayfalarında duyurulmayan ihraçlar da olduğundan, toplam ihraç sayısı belirtilen rakamdan daha fazladır. Bu çapta gerçekleşen tasfiyeler yıllardır bilinen ve AKP Hükümetlerince de sonuna kadar desteklenen bu kadrolaşmanın ne çapta olduğuna da işaret etmektedir. Bu durum devletin kılcal noktalarına kadar yerleşmiş bu yapı ile başka mağdurlar yaratmadan mücadele etmenin titizlikle yürütülmesi gereğini de ortaya çıkartmaktadır.

KHK’larla hiçbir yasal süreç işletilmeden kamu görevlilerinin tasfiye edilmesi şeklinde hukuksuz uygulamalar dünyanın da dikkatini çekmektedir. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHMS), haliyle ‘savunma hakkının’ da askıya alındığının ilanı ile başlayan sürecin uzun vadede Türkiye aleyhinde ciddi gelişmelere gebe olduğu açıktır. Anayasanın 129’uncu maddesinin üçüncü fırkasındaki “Disiplin kararları yargı denetimi dışında bırakılamaz” hükmüne karşın bir disiplin cezası olan kamu görevlilerinin KHK’larla görevlerine son verilmesi işleminin yargı denetimi dışında tutulması, iç hukukumuz açısından da, bu süreçte Anayasal güvence ve ilkelerinin de yok sayıldığının açık örneğidir.

Gerçekleşen tasfiyelerin sayısı, yıllardır bilinen bu kadrolaşmanın ulaştığı boyut ve oluşturduğu tehlikenin büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir. Bu çapta gerçekleşen tasfiyelerin Osmanlı İmparatorluğu’nda memurların kadrodan kitlesel ihracını gerçekleştiren 1909 tarihli ‘Tenkisat Kanunu’ ile Abdülhamid’in 33 yıllık saltanat döneminde ‘istenmeyen’ tüm memurları tazminatsız, maaşsız tasfiyesi (Erkan Tural, Son Dönem Osmanlı Bürokrasisi, 2016) ve 1971 yılında çıkarılan 1402 sayılı Yasanın ikinci maddesinin 12 Eylül Darbesi'nden sonra, 1983 yılında sıkıyönetim komutanlığınca değiştirilerek, akademik personelden devlet memuruna kadar kamuda çalışan birçok kişinin görevine son verilmesi olaylarına benzerliği yanında bunların çok ötesinde ve daha hukuksuz bir uygulama olduğunun altı çizilmelidir.

Normal koşullarda mevcut yasal düzenlemelere göre, darbe girişimine katıldıkları belirlenenler dışındaki kamu görevlilerinin görevlerinden uzaklaştırılarak gerçekten suçlu olup olmadıklarının idari soruşturma ile belirlenmesi imkanı varken, savunma hakkı bile kullandırılmadan, doğrudan atılmaları, bu tasfiyelerin titizlikle yapılmış incelemeler sonucunda gerçekleşmediği, hatta aralarında husumet veya siyasi farklılık olan bazı kişi ve kamu görevlerinin durumu fırsata çevirerek birbirini ihbar ettiklerine yönelik şikayetler de şüphelerin haklılığını ortaya koymaktadır. Öyle ki kamuoyuna yansıyan vakalardan hareketle bile AKP İktidarının bu süreci gereken titizlik ve adalet içinde yürütmediği gibi durumu bir fırsata çevirdiği de açıkça görülmektedir. İktidarın kendisine muhalif gördüğü sendikalara üye kamu görevlilerini bile, hiçbir soruşturma ve yargı kararı olmadan terör örgütü üyesi diye suçlayarak, ihraç etmesinin başka bir açıklaması yoktur.

CHP’nin, bu süreçte görevden alma işlemlerinde objektif olunmadığı, siyasi davranıldığına yönelik eleştirileri AKP tarafından siyasi bir yaklaşımla görmezden gelinmesine karşın, sonradan yapılan bariz hatalardan bir kısmının düzeltilmesi amacıyla çıkarılan göreve iade KHK’ları bu eleştirilerin haklılığını ortaya koymuştur.

Bu süreçlerin titiz işletilmediğine ilişkin birçok örneğin yanı sıra, en dikkat çekici olanlardan bir tanesi, darbe araştırma komisyonuna uzman olarak görevlendirilen bir MASAK uzmanının kısa bir süre sonra, FETÖ ile ilişkisi olduğu gerekçesiyle kurumundan ihraç edilmiş olmasıdır.

        1. Ulusal Güvenlik Sorunu


Darbe sonrasında devlet kurumlarına dönük uygulamalar ulusal güvenliği üç açıdan tehdit eden sonuçlar doğurmuştur. Birincisi, darbe gecesi ordu içinde yerle bir olmuş emir-komuta zinciri gizli tanık beyanları ve ihbarlar neticesinde gerçekleşen müteakip ihraçlar, gözaltılar ve tutuklamalar ile birlikte TSK mensuplarının birbirine güvenlerini yitirmelerine neden olmuştur. İkincisi, darbe gecesi devletin güvenlik kurumları içinde ve arasında çatışmalar gerçekleşmiştir. Çok sayıda polis ve askerimiz kimin hangi tarafta olduğu bilinmeyen bir ortamda devletin üniformasını taşıyan FETÖ mensubu hainler tarafından katledilmiştir. Güvenlik kuvvetlerimiz arasında koordinasyon ve iletişim eksikliği nedeniyle Mayıs 2017’de Hatay’da polis ve jandarmanın yanlışlıkla çatışması neticesinde bir askerimiz şehit olmuştur.602 Üçüncüsü, güvenlik kurumlarının geleceğini tehdit edecek uygulamalara gidilmiştir. Yüzyılı aşan birikime sahip TSK’ne subay yetiştiren askeri okullar kapatılmış ve gerekli hazırlıklar yapılmadan müfredatı, öğrenci kabulü ve uygulamalarına ilişkin ilkeleri belirlenmeden Millî Savunma Üniversitesi kısa zamanda kurulmuş ve ordumuzun asırları aşan kurumsal belleği bir çırpıda yok edilmiştir. Böylece ileride TSK dışarıdan FETÖ tipi örgütlerin kadrolaşma çabalarına daha açık hale getirilmiştir.
        1. Barış İmzacı Akademisyenlerin Üniversiteden İhracı


Şubat 2017 ayı itibariyle 312 akademisyen Barış Bildirisine imza attıkları gerekçesiyle üniversitelerden ihraç edilmiştir.603 Bu akademisyenlerin FETÖ ile hiçbir ilişkisinin olmadığı ve sadece ülkemizde barışın sağlanması umuduyla bir imza kampanyasına imza attıkları için ihraç edildiklerini bütün kamuoyu bilmektedir. Bu durum tartışmasız bir şekilde 15 Temmuz sonrası dönemdeki uygulamaların ana amacının Gülen Cemaatini tasfiye etmek ve cezalandırmak değil bilim adamları dahil bütün toplumsal muhalefeti bastırmak olduğunu açıkça ortaya koymaktadır.

Bu akademisyenler ihraç edilmekle kalmamış, pasaportlarına el konulmuş ve yurtiçindeki üniversitelerde çalışma imkânları da ellerinden alınmıştır. Dolayısıyla, akademisyenlerin ülke içinde kendi uzmanlık alanlarına ilişkin bilimsel birikim ve tecrübelerini kullanma ve çalışma imkânları kalmamıştır. Pasaportlarına el konulması ve yurtdışı yasağı nedeniyle birikimlerini ülke dışında kullanmaları da AKP İktidarınca engellenerek bir bakıma aileleriyle birlikte açlığa mahkum edilmişlerdir. Sadece iktidarın yanlış gördükleri bir uygulamasına işaret edilen bir metne imza attıkları için ömürlerini akademiye adamış olan asistanından profesörüne yüzlerce değerli bilim adamı öğrencilerinden, kürsülerinden, laboratuvarlarından koparılmış, tüm yaşamları boyunca bilim için harcadıkları çabalar hiçe sayılarak terörist olarak damgalanmışlardır. Günlük siyasette anti-entelektüalizm temalı nefreti körükleyerek puan kazanma amacıyla gerçekleştirildiği anlaşılan bu tasfiye ile ülkemiz çok önemli bilimsel birikim ve değerlerini yitirmektedir.

Hukuksuz tasfiye sürecinin daha az görünür bir yönü de Barış Bildirisi’ne imza atsın atmasın Öğretim Üyesi Yetiştirme Programı ile ülkemizin köklü üniversitelerinden doktora unvanını alıp az gelişmiş kentlerdeki üniversitelerde görev yapan genç akademisyenlerin OHAL döneminde üniversite yöneticilerince fırsattan istifade edilerek işlerinden atılmalarıdır. Kısacası bu tasfiyeler gelecekte de yüksek kapasiteli gençlerimizi akademiden uzak tutacak ve Türkiye’nin en az on yıllık bilimsel gelişiminin önü kesilecektir. Tüm bu olanlardan sonra idealist gençlerimizin her türlü zorluklara katlanarak bilim adamı olma şevklerini koruyacaklarını düşünmek maalesef artık gerçekçi bir beklenti değildir.

Bu bağlamda en çok ihracın gerçekleştiği Ankara Üniversitesi’nde yaşananlar bilhassa çarpıcıdır. En yüksek sayıda tasfiye 1859’da kurulmuş ülkemizin en eski sosyal bilim okulu olan Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde (Mülkiye) gerçekleşmiş ve bu güzide kurumun her kıdemden öğretim elemanlarının yaklaşık üçte biri ihraç edilmiştir. SBF’ne yönelik bu saldırıda dikkat çeken bir husus sadece bu köklü kurumun tasfiye edilmek istenmesinde değil aynı zamanda tasfiyeye ilişkin süreçte sorumluluğu YÖK yönetiminin ve kişisel husumetleri için bu süreci kullandığı iddia edilen Ankara Üniversitesi Rektörü Erkan İbiş’in birbirlerinin üzerine atma çabaları olmuştur.604 Sürecin kamuoyu açısından açığa çıkardığı temel unsur akademisyenlerin ihracının talimatının Erdoğan tarafından verilmiş olmasının yanı sıra üniversite seviyesinde yöneticilerin de kendi konumlarını koruma kaygısıyla605 hareket etmeleri ülkemizde bazı akademisyenlerin bu zorlu süreçte takındıkları bencil tavır alınacak önemli bir ders olarak tarihe geçmiştir.



        1. Yüklə 2,4 Mb.

          Dostları ilə paylaş:
1   ...   61   62   63   64   65   66   67   68   ...   81




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin