Bu Muhalefet Şerhi 15 Temmuz Hain Darbe Girişimi Sırasında Şehit Düşen Yurttaşlarımızın Aziz Hatıralarına ve Gazilerimize Adanmıştır



Yüklə 2,4 Mb.
səhifə62/81
tarix30.07.2018
ölçüsü2,4 Mb.
#62912
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   81

Toplu Görevden Almalar


OHAL süresi içinde çıkartılan KHK’lar kapsamında, CHP OHAL raporuna586 göre aralarında Başbakanlık, Avrupa Birliği Bakanlığı, Sağlık Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Kalkınma Bakanlığı, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Ekonomi Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı’nın da bulunduğu birçok kamu kurum ve kuruluşunda görevden uzaklaştırma ve ihraç işlemleri gerçekleştirildi.

Bu kapsamda yürütülen çalışmalar neticesinde 139 bin 356 kamu çalışanı hakkında idari işlem yapıldı, 105 bin 386 kamu çalışanı kesin olarak ihraç edildi. Resmi Gazete’de yayımlanmayan veya kurum internet sayfalarında duyurulmayan ihraçlar da olduğundan, toplam ihraç sayısı belirtilen rakamdan daha fazladır. 15 Temmuz darbe girişimi sonrası hükümetin gerçekleştirdiği resmi açıklamalar ve açık kaynaklarda yer alan bilgiler ışığında en az 115 bin kişi gözaltına alınırken en az 48 bin kişi darbe soruşturmaları kapsamında tutuklandı. 41 bin 499 kişi ise adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.

Bu çapta gerçekleşen tasfiyeler ise, bir ölçüde yıllardır bilinen bu kadrolaşman ne çapta olduğuna da işaret etmiştir. Bunun yanı sıra kılcal noktalara kadar yerleşmiş bir yapı ile mücadelede, başka mağdurlar yaratmamak ve başarılı bir mücadele gerçekleştirmemek için yüksek titizlik gereğini de ortaya çıkartmıştır.

Tasfiye uygulamalarının kaynağını yasalardan alan uygulamalar olmanın çok uzağında, hukuksuz uygulamalar olması da dikkat çekmiştir. Örneğin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin (AİHMS), haliyle ‘savunma hakkının’ da askıya alındığının ilanı ile başlayan sürecin uzun vadede Türkiye aleyhinde ciddi gelişmelere gebe olduğu açıktır.

Bu çapta gerçekleşen tasfiyelerin Osmanlı İmparatorluğu’nda memurların kadrodan kitlesel ihracını gerçekleştiren 1909 tarihli ‘Tenkisat Kanunu’ ile Abdülhamid’in 33 yıllık saltanat döneminde ‘istenmeyen’ tüm memurları tazminatsız, maaşsız tasfiyesi (Erkan Tural, Son Dönem Osmanlı Bürokrasisi, 2016) ve 1971 yılında çıkarılan 1402 sayılı yasanın ikinci maddesinin 12 Eylül Darbesi'nden sonra, 1983 yılında sıkıyönetim komutanlığınca değiştirilerek, akademik personelden devlet memuruna kadar kamuda çalışan birçok kişinin görevine son verilmesi olayı ile çok büyük oranda benzediğinin altı çizilmelidir.

Normal koşullarda bu kitlesel tasfiyelerin, dava süreçleri, soruşturma ve tahkikatların doğal işleyişleri nedeniyle yıllara varabileceği argümanı ile gerekçelendirilen OHAL dönemi içinde derhal gerçekleştirilmesine ilişkin bir ‘acelenin’ söz konusu olup olmadığı tartışması bir yana, bu tasfiyelerin titizlikle yapılmış incelemeler sonucunda gerçekleştiğine duyulan güven ise oldukça zayıftır. Öyle ki kamuoyuna yansıyan vakalardan hareketle bile yürütmenin bu süreci gereken titizlik ve adalet içinde yürütmediği gibi durumu bir fırsata çevirdiği de açıkça görülmektedir. CHP’nin, görevden alma süreçlerinde titiz olunmadığına dönük eleştirileri ise başta her ne kadar siyasi bir tutumla ele alınmış olsa da, göreve iade KHK’ları bu özensizliği ortaya sermiştir.

Bu süreçlerin titiz işletilmediğine ilişkin birçok vakıanın yanı sıra, en dikkat çekici olanlardan bir tanesi, darbe araştırma komisyonuna uzman olarak atanan MASAK uzmanının bir müddet sonra, FETÖ ilişkileri iddiaları nedeniyle kurumundan ihraç edilmiş olmasıdır.

Durumun fırsata çevrildiği vakıalara örnek olarak ise Boğaziçi Üniversitesi rektör ataması gösterilebilir. 12 Temmuz 2016’da Boğaziçi Üniversitesi’nde gerçekleşen rektör seçimleri ile mevcut rektör Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu kullanılan 403 oydan 348'ini alarak rektör olma hakkını bir kez daha elde etmiştir. 447 öğretim üyesinden 403’ünün katılımı ile son dönemin en yüksek katılımlı seçiminde oyların dağılımı şöyle olmuştur: Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu 348, Prof. Dr. Vedat Akgiray 40, Prof. Dr. Cem Say 7, Prof. Dr. Levent Kurnaz 2, Prof. Dr. Esra Battaloğlu 1 ve Prof. Dr. Betül Tanbay 1 oy.



Ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan, diğer atamaların aksine rektör Barbarosoğlu’nun atamasını ertelemiştir. Ardından, daha önce 8 Ağustos 2016 tarihinde TBMM Genel Kurulu'nda torba tasarı olarak bilinen "Yatırımların Proje Bazında Desteklenmesi, İki İl Merkezinin Değiştirilmesi ve Bazı Kanun ve KHK'larda Değişiklik Yapan Kanun Tasarısı"nın maddelerinin görüşmeleri sırasında sunulan ve tepkiler üzerine geri çekilen, Cumhurbaşkanına doğrudan rektör atama yetkisi veren düzenlemenin, 29 Ekim 2016 tarihli 676 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 85 inci maddesi olarak yeniden tanzim edilmesiyle, rektörlük seçimleri kaldırılmıştır.
Bunu takip eden süreçte ise Boğaziçi Üniversitesi rektörlüğüne seçimlerinde aday olmayan Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmed Özkan, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından 11 Kasım 2016 tarihinde Boğaziçi Üniversitesi rektörü olarak atanmıştır. Böylece mevcut seçim, rektörlük seçimleri henüz geçerli sistem iken yok sayılmış, rektörlük seçimleri ilga edilmiş ve yeni rektör, geçmişi OHAL döneminden de eskiye dayanan uygulamalarından biri olan ‘kayyum ataması’ benzeri bir usul ile atanmıştır. Bunun ötesinde, atanan rektörün AKP Eskişehir Milletvekili ve darbe araştırma komisyonu üyelerinden Emine Nur Günay’ın kardeşi olması da tartışmaları, şaibeleri ve soru işaretlerini de beraberinde getirmiştir.
        1. Rejim Tartışmaları


Parlamenter sisteme ilişkin tartışmaların tarihi her ne kadar AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından daha eskilere dayansa da, sistem tartışmalarının kademeli olarak yükseltilmesi tüm AKP iktidarlarının ortak paydası ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın temel şiarı olmuştur. Buna ilişkin ilk işaret fişeği 21 Nisan 2003 tarihinde o dönem Başbakan olan Erdoğan tarafından atılmıştı. Başbakan Erdoğan "Siyasetteki arzum başkanlık sistemi, benim için en ideali Amerikan modeli" ifadesi ile aslında en genel bir hazırlık içinde olduğunu böylece dile getirmiştir.
Ancak durumdan vazife çıkartılması sadece 15 Temmuz’un şok edici ortamından istifade edilmesi ile değil, yine son yıllara yayılan bir ‘fiili durum’ söylemi ile de ilgilidir. 15 Temmuz’un Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından “Allah’ın bir lütfu” olarak değerlendirilmesinin karşılığı da böyle açıklanabilir.
Sonuç olarak Erdoğan 14 Ağustos 2015 tarihinde Rize’de yaptığı bir konuşmasında kullandığı  ''Artık ülkede sembolik değil, fiili gücü olan bir Cumhurbaşkanı var. Cumhurbaşkanı elbette yetkiler çerçevesinde, ama doğrudan millete karşı sorumlu olarak görevini yürütmek durumundadır, ister kabul edilsin ister edilmesin. Türkiye'nin yönetim sistemi bu anlamda değişilmiştir. Şimdi yapılması gereken, bu fiili durumun Anayasal olarak kesinleştirilmesidir"  ifadeleri ile defacto (fiili) başkanlığını ilan etmiş ve izleyen süreçlerde de buna uygun davranmış, kurumları ve kişileri buna iten söylemler içinde olmuştur. ve en nihayet, Cumhurbaşkanı’nın fiili durumunu muhafaza edip ona yasal bir ceket işlevi görecek ‘yeni anayasa’ ihtiyacına dair söylemler muhtelif mecralarda yükseltilmiştir.
Gelinen noktada 15 Temmuz darbe girişiminin bir ‘lütuf’ olarak değerlendirilip Başkanlık sistemi için kaldıraç işlevi görmesi, kullanışlı hale getirilmesi AKP iktidarlarının yıllardan bu yana her ortamda tartıştırmaktan ve savunmaktan geri durmadığı Başkanlık sistemi için gerekli ortamın yaratılmasında altın fırsat olarak kullanılmıştır.

        1. Yüklə 2,4 Mb.

          Dostları ilə paylaş:
1   ...   58   59   60   61   62   63   64   65   ...   81




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin