İnsan haklarını konu eden ve uygulanması ile insana değer veren bir sistem yerleşmesi mümkün olduğunda insan hakları için önemli birtakım belgeler yatılmış olmaktadır. Uluslararası ilişkilerde önemli olduğu varsayılan bir kısım belgelerin gerçekte insan hakları ile ilgisinin olup olmadığını inceleyerek görebiliriz.
İnsan hakkının açıklamasında evrensel nitelik kazanmış bir hak olarak insanlar arasında din düşünce felsefi inanç, renk ırk sosyal konum farklılığı gözetilmeksizin siyasi ahlaki hukuki içeriği olduğu belirtilmektedir. Bu hak uluslararası normlar ile temellendirilmek istenmiştir. İnsan hakları konusunun toplumların gündemi işgal etmesi ve yoğunluk kazanması insan açısından yararları olmuşsa da siyasi arenada belirli siyasi amaçlara erişmek için araç haline getirilmesi ve parti politikalarına, Devlet politikalarına ve amaçlarına hizmet eder nitelik kazanması egemenlikler açısından tehlike yaratmaktadır. Bunlar arasında dengenin bulunması ayrı bir beceri bilgi ve saygıyı gerektirmektedir. 20 yüzyıl insan hakları konusunun en üst düzeyde ilgi odağı olduğu ve çalışmaların hızlandığı bir dönem olarak Anayasaların konusu ve uluslararası belgelerin yapılması gereğini doğurmuştur. İnsan haklarının Uluslararası boyutu bu konunun coğrafi sınırların öneminin olmadığı siyasi ideolojik, ekonomik kültürel farklılıkların nazara alınmaması gereğinin yerleştirildiği bir dönem olmuştur. Niyet evrensel olduğu halde ülkeler açısından konuya baktığımızda farklı dinlerde olan ve devletin dininin olduğu ülkeler bağlamında veya feodal rejimlerin olduğu, sivil askeri monarşinin oligarşinin olduğu veya cumhuriyet veya parlamenter demokrasinin olduğu devlet sistemlerinde insan haklarının ve uluslararası belgelerin algılanış ve uygulanış ve özümsenme yöntemleri farklı gelişmiştir. Tek bir standart uygulamanın olamayacağını peşinen kabul etmek gerekir. Çağdaş ve ütopyaya yakın bir insan hakları uygulaması için insanların buna hazırlanması ve her kademedeki insanın bu konuda bilgi sahibi olması amaç ve sonuçları hakkında özgürce düşünme ve karar verme yetisinin bulunması gerekir. Bu alt yapı olmadan insan hakları ile ilgili sözleşmelerin Devletler tarafından kabul edilmiş bulunması ve gerek anayasalarda ve gerekse mevzuatta insan haklarına uygun kurallara yer verilmiş bulunması yeterli değildir. İstemek uygulanmasını mümkün kılmak değildir. İstenenin özümsenmesi asıldır. Yüzümüzü Batıya çevirelim ve birtakım belgeleri gözden geçirelim.
1 ) Magna Carta Libertatum ( 1215)125
İngiltere açısından önemli olduğu kadar dünya milletleri bağlamında da önemli ve anayasaların temelini teşkil ettiği her daim yinelenen önemli bir belge de Magna Carta dır. 63 maddeden ibarettir.
Hükümlerine göz atarsak 1215 ler de İngiltere’de hüküm süren Krallık döneminde kralın yetkileri ile ilgili olarak bir kısım hükümlerin düzenlendiği belge olduğunu görürüz. Magna Carta Libertatum adıyla bilinen belge belirli insan grubu için bir anayasa metni olarak bazı vatandaşlara uygulanmasının sağlanması için anayasalara bir bağlamda ışık tutan bir belge olabilir. Ancak bu belge halkın istekleri ve yaşam şartlarının iyileştirilmesi için gerekli hak ve imkânları herkesin yararlanabileceği şekilde düzenleyen ve sağlayan bir belge değildir.
Başka deyişle İngiltere halkının tümünü ilgilendiren haklar ve hürriyetleri düzenleyen bir belge hiç değildir.
Halk bu belgenin düzenlenmesinden sonra da yine serf olarak kalmıştır. Özgür olmayan halkı esas alarak onların özgürlüğü veya hakları için, insan hakkı için tüm vatandaşlara haklar sağlamak ve onları ilgilendiren nitelikte hiçbir hak bu belgede yer almamıştır.
Halk derebeylerin toprakla birlikte alıp sattığı köledir. Halkın bu durumunu değiştiren hiçbir hak Magna Carta ile sağlanmamıştır.
Bu nedenle Magna Carta Libertatum adlı belge insan haklarını düzenleyen bir belge olarak sanki özgürlükler ile ilgiliymiş gibi açıklanması ve muhtevası bilinmediği için sürekli olarak sadece insan haklarının kurucusu belge imiş gibi Magna Carta’nın dillerden düşürülmemesi doğru değildir.
Bu belgeden önce de Avrupa’da birçok hükümdarın ülkesindeki halkı için halkın reaksiyon gösterdiği sorunları gidermeye yönelik beratlar çıkarmış olduklarını görmekteyiz.
Magna Carta Klisenin hakimiyetinin kabul edildiği ve toprak mülkiyeti ile ilgili düzenleme yapan bir belgedir. Bunun bugünkü insan hakları kavramına ve muhtevasına indirgenmesi ve yorumlanması yanlıştır. Tarihçiler bu belge ile ilgili birtakım açıklamalar nedeni ile topluma yayılmak istenen kirli bilginin karşısındadırlar.
Kısaca bu belgenin neden bahsettiğini vurgularsak:
Öncelikle belgede kiliseyi ve kilisenin yetkilerini ilgilendiren hükümler yer almıştır. İngiliz kilisesinin sahipleri lordlar ve soylular olduğundan kendilerini bu belge ile kralın karşısında güvence altına almışlardır. Ödemekle yükümlü oldukları paraları (vergi gibi) ödememek veya az ödemek için düzenleme yapılmıştır. Parasal konularda Kralın keyfiliğine bir düzen getirmek istenmiştir. Vergilerin meclisçe belirlenmesine ilişkin hüküm kabul edilmiştir. Soylular Genel Meclisi oluşturup Krala tavsiyede bulunma yetkisi almışlardır. Kilisenin mutlak özgürlüğü sağlanmıştır bu belge ile. Özgürlük ise herkese ait bir hak değildir. Özgür kişiler ve esirler tabi olanlar bakımından farklılıklar vardır. Eşitlik yoktur. Bu nedenle Magna Carta belgesinin özgürlükleri düzenlediğine dair insan hakları ile ilgili bir belge olduğunu söylemek mümkün değildir.
Magna Carta’ nın metnine baktığımızda;
İngiltere kilisesine özgürlük tanınacak, özgürlüklerine hiçbir kısıtlama getirilemeyecektir. Başka deyişle hükümdar kiliseye istediğini yapma yetkisini tanımış olmaktadır. Krallık bir kısım özgür kişi tanımlarını kabul etmiş ve bunların varisleri dâhil birçok hak ve imkânlar tanınmış ve krallık adına bağışta bulunulmuştur. Neler Krallığın vazgeçtikleridir? Krallık özgür olarak nitelendirdiklerinden topladığı bağış ve vergi gibi yardım konularındaki haklarından vazgeçmiş ve Genel Meclis tarafından kabul edilmiş vergiler dışında başkaca vergi salınmayacağını kabul etmiştir.
Ayrıca memurlar başka deyişle Devlette görevli olanların vergi toplamadaki yöntemleri açısından taşınabilir malların borçları ödemeye yeterli olduğu takdirde vergi veya Devlete olan borçlarını ödeyecekleri aksi halde taşınmaz mallarına el konulamayacağı güvencesi getirilmiştir. Bu hükümler kimler için getirilmiştir, kimler korunmak istenmektedir, asiller veya zaten özgür olanlar korunmuştur. O halde düzenleme ve krala dayatılan uygulama zaten özgür olmayanlar, işçiler, emekçiler, tabi olanlar, proletarya köylüler ile ilgili hükümler değildir. Esasen bu hizmet eden özgür olmayan grubun malları dahi yoktur. Onlar efendilerinin topraklarında hizmetkârdırlar ve efendilerinin topraklarında şatoların yanında toprak evlerde yaşamlarını sürdüren kul niteliğindeki kişilerdir.
Ayrıca Şövalyelik veya evliliklerde toplanan hediyeler vs. gibi paralardan vergi alınmayacağı esası getirilmiştir.
İnsanların Krallığa vermekle ve ödemekle yükümlü oldukları meblağlar bakımından birtakım sınırlamalar getirilerek Kralın bu konudaki yetkileri daraltılmış ve Genel Meclisin kararının olmasına bağlanmıştır.
Yargı konusunda da yargı erki kişiler arasındaki davalar bakımından krallık mahkemesinden alınmıştır. Suçların cezaları bakımından da özgür kişiler açısından belli hükümler getirilmiştir.
1215 yılında Kral John tarafından aslında korktuğu için zoraki imzalanmış bu belge sonradan anayasalara ışık tutması bakımından referans gösterilmiştir. Propagandası iyi yapılmış olup sanki tüm halk için getirilmiş hükümler gibi algılanması yanlıştır. Ancak günümüz anayasalarına başka birçok metinle birlikte ışık tuttuğu kabul olunabilir.
Aslında bu belge, Papa III. Innocent ve Kral John ve baronlar derebeyleri arasında, kralın yetkilerinin daraltılması hususunu karara bağlamak amacıyla imzalanmıştır. Kralın bazı yetkilerinden feragat etmesini, kanunlara uygun davranmasını ve hukukun kralın arzu ve isteklerinden daha üstün olduğunu kabul etmesini zorunlu kılan bir belgedir. Vatandaşların özgürlüklerini belirlemekten çok, toplumda özgür olan ve idari görevleri bulunanların güçleri arasında bir denge kurmak için yapılmış ve Krala imzalattırılmış Magna Carta, kralın sonsuz olan yetkilerini din adamları, derebeyleri baronlar ve özgürler adına sınırlayan bir belgedir.
Magna Carta’nın 39. maddesinde yer alan, “Özgür hiç kimse kendi benzerleri tarafından ülke kanunlarına göre yasal bir şekilde muhakeme edilip hüküm giymeden tutuklanmayacak veya hapsedilmeyecek veya mal ve mülkünden yoksun bırakılmayacak veya kanun dışı ilan edilmeyecek veya sürgün edilmeyecek veya hangi şekilde olursa olsun zarara uğratılmayacaktır” hükmü, özgürler adına birçok hakların Krala rağmen kabul edildiği bir belgedir. Özgürler, derebeyleri, din adamları, şövalyeler bakımından hukukun üstünlüğü ilkesinin getirilmiş olması birçok ülke açısından 19 ve 20 yüzyılda örnek olduğu şeklinde algılanmaktadır.
Manga Carta adlı belgenin oluşmasındaki tarihi vakıaya baktığımızda 1215 yılında Kralın acımasız ve haksız fiil ve davranışlarına isyan eden zenginler baronlar toprak sahipleri derebeyleri bir araya gelerek güçlerini birleştirmiş ve İngiliz kralı I. John'u zorlamışlar isteklerini kabul etmediği takdirde savaşacaklarını açıklamışlardır. Böylece bu belge hazırlanmıştır. İngiliz Krallarının ülkeyi ele geçirerek iktidarı elde etmeleri ve derebeylerini saf dışı bırakmak istemeleri üzerine Kral ve derebeyleri baronlar arasında ihtilaf çıkmış ve Kralın menfaatlerine dokunmasından hoşlanmayan derebeyleri Kralın hükümdarlığının sınırlarını çizmek istemişlerdir.
Zira Kralların yönetim biçimi topladıkları vergiler ve her vesile ile yardım toplamaları kazançlara ortak olmak istemeleri derebeylerini ve baronları zarara uğratmakta idi. Bu nedenle de Kralın fiil ve davranışlarına karşı çıkarak isyan etmişlerdir. Bu isyanların 150 yıl gibi bir süre devam etmiş olması da ayrı bir sorundur. Bardağı taşıran son damla ise, Kral John'un uygulamaları olmuştur. Derebeylerine karşı krallığın bütün gücünü kullanmış ve Derebeyleri ile ciddi sürtüşmeye girmiş olduğu için 1214'te Fransızlarla yaptığı savaşta yenilince, baronlar, derebeyleri topraklarını, şatolarını, imtiyazlarını ve diğer haklarını geri almak istemişler ve bir araya gelerek Kraldan nasıl bir yönetim istediklerini ve haklarını bir taslak halinde hazırlayarak krala vermişler ve kral bu istekleri kabul etmediği takdirde onunla savaşacaklarını belirtmişlerdir.
Kral teklifi ciddiye almadığı için. Bunun üzerine baronlar
ayaklanarak bir çok şehri ele geçirmiş ve kral da çaresiz kalmıştır. En nihayetinde kral tahtından olmamak için Magna Carta Libertatum olarak adlandırılan belgeyi imzalamak zorunda kalmıştır.
Kral I.John, 1215 Haziran'ında imzalanan Magna Carta Libertatum (Büyük Özgürlük Fermanı) ile, egemenliğinin "baron" diye adlandırılan büyük toprak sahipleri adına kısıtlanmasını kabul etmiştir. Kralın kayıtsız otoritesini baronlar lehine sarsmaya yönelik bu ferman, kral ile bu feodal beylerin karşılıklı görev ve yetkilerini belirtmek üzere düzenlenmiş bir antlaşmadan başka bir şey değildir. Asıl amaç kralın yürürlükte bulunan kanunlara uymasını sağlamak, derebeylerine bazı haklar tanımak ve bu hakları korumaktı. Kısacası bu ferman ile büyük malikâne sahipleri, geniş imtiyazlar elde ediyorlar, derebeyliklerini ya da vasallık126 temelini sağlam bir zemine oturtuyorlardı.
Bir burjuva ayaklanması sonucunda ortaya çıkan Magna Carta, 63 maddelik bir fermandan ibarettir. Bu fermanın en önemli üç maddesi şunlardır:
1- Hiçbir hür insan, yürürlükteki kanunlara başvurulmaksızın tutuklanamaz, hapsedilemez, mülkü elinden alınamaz, sürülemez veya herhangi bir şekilde yok edilemez. (Burada sözü edilen hür insanlar sadece senyörler, kilise adamları, vasatlar ve vasatların vasatları ile hür köylüler, denen topluluklardı.)
2- Adalet satılamaz, geciktirilemez, hiçbir hür yurttaş ondan
yoksun bırakılamaz.
3- Kanunlar dışında hiçbir vergi, yüksek rütbeli kilise adamları ile baronlardan meydana gelen bir kurula danışılmadan, haciz yoluyla veya zor kullanılarak toplanılamaz.
Derebeyleri tarafından boyun eğmeye razı edildiğinin belgesi olan Magna Carta, daha sonraki yıllarda da kralları yola getirmek için pek çok kez ortaya çıkarılmıştır.
1400'lü yıllarda, İngiliz parlamentosunun krala karşı elinde tuttuğu bir silah haline gelmiştir. Magna Carta, pek çok Avrupa ülkesinde olduğu gibi, özellikle ilk yıllarında ABD' nin Avrupa'ya karşı çıkan siyasi düşüncelere de yön verdiği bir vakıadır.
2 ) İngiltere Haklar Bildirgesi (1689) Bill Of Rights (Ferman) 127
Bu belge de İnsan Hakları yorumlayıcıları tarafından tarihçe açısından ele alınıp incelenen belgelerden biridir. Bu belge nedir? 1688-89 döneminde Parlamento tarafından haklar ile ilgili bir bildirge çıkarılmış olup bu bildirinin kabulü II Mary ve III William’ın taç giymesinden sonra onaylanmış olup, muhtevasında Kralın yetkileri bakımından hükümler yer almaktadır. Kralın yasalar konusundaki mutlak yetkisini ortadan kaldıran ve Parlamentonun onayı ve kararı olmadıkça kral ve kraliçenin yasaları yürürlükten kaldıramayacağı ve toplum ile ilgili daha ziyade seçkinler açısından aristokratlar bakımından vergi konusunda kralın yetkilerinin kaldırıldığı belirtilmiştir. Ayrıca barış zamanında ordu beslenmesi konusunda da parlamentoya yetki verilmiştir. Adil yargılanmaya yönelik fermanda hüküm getirilmiş ve olağan olmayan cezalara kimsenin mahkûm edilmeyeceği kabul edilmiştir. Seçim konusunda da serbest seçim sistemi esası getirilmiş ve Parlamento görüşmelerinin halka açık olarak yapılmasının gereği açıklanmıştır. Bill of Rights ile Kral ve Kraliçenin varlığı sembolik hale getirilmiştir. Haklar ile ilgili olarak John Locke un doğal haklar teorisi Bill of Rights üzerinde etkili olmuştur.
3) İnsan ve Yurttaş HaklarıBildirgesi (17 Ağustos 1789 Fransa)
Fransa düşünce çağının ve demokrasinin halk iktidarı konularının yeşerdiği bir ülke olarak, bir sıçrama ile 1789 da İnsan Hakları ve Vatandaş Hakları Bildirgesi yayınlamıştır.
Fransa Avrupa’nın ortasında din baskısı, krallık soyluların keyfiliği, monarşik yönetim halkın köylü, burjuva, rahip soylular olarak sınıflara ayrılmış olması ve bazı sınıflara geniş ayrıcalıkların verilmiş olması filozofların gerçekleri görerek XVIII. yüzyılda yazılarıyla ve konuşmalarıyla eşitliği, adaleti ve özgürlüğü savunarak halkı bilinçlendirmeleri bu konuda yeni düzen ve haklar konusunda fikir üretmeleri düşünce ve düşünme özgürlüğünün gelişmesi ve aydınlanma çağının başlaması ile, en önemlisi , diğer ülkeler ile ticaret ilişkileri değişik yöreleri görenlerin zenginleşerek ülkedeki ağır şartları sonlandırmak gerektiği bilincini yerleştirmiştir. Halkın siyasi hakları bu dönemlerde yoktur.
Fransa'da ihtilal sürecinde 28 Ağustos 1789'da "İnsan ve Vatandaşlık Hakları Bildirgesi" ilan edilmiştir. Bu bildiride şu esaslar yer almaktadır:
Bu bildirge insanların hür ve eşit doğduklarını ve öyle yaşama haklarının olduğunu devletin görevinin insan haklarının korumak olduğunu, insan haklarının özgürlük, güvenlik ve milliyet hakkı olduğunu baskıya karşı dirinme hakkı bulunduğunu, hakimiyetin milletin olduğunu hiç kimsenin milletin verdiğinin dışında bir hakimiyeti kullanamayacağını, özgürlüğün bir başkasına zarar vermeden her istenenin yapılabilmesi olduğunu, özgürlüklerin sınırının yasa ile belirlenebileceğinin belirtildiği bildirge Avrupa’nın sosyal siyasal yapısını değiştiren ve köklü değişiklikleri getiren bir belge olmuştur. Osmanlı imparatorluğu dönemin de de bu bildirge etkisini göstermiştir.
-
Virginia İnsan Hakları Bildirgesi
Virginia Haklar Bildirgesi Haziran 1776' da Virginia Devleti Temsilciler Meclisinde kabul edilmiştir.İnsanların eşit olduğu, gücün halkta olduğu, Yönetimin halkın ulusun ve ülkenin ortak yararı için var olduğu, aksi halde gerekli önlemlerin alınacağı, seçim sistemi ie yöneticilerin belirleneceği, özgürlüğün en güçlü kalelerinden birisinin basın özgürlüğü olduğu,bunun hiçbir şekilde sınırlandırılamayacağı, hakların kullanılmasının sınırlanmayacağı, düzenli milis gücü oluşurulacağı, ordunun sivil gücün emrinde olacağı, özgür biryönetimin gereği, din ve vicdan özgürlüğü olduğu yasama yürütme gücünün yargı gücünden ayrı ve bağımsız olacağı, gibi çok önemli ve temel insan hakları ile ilgili konular 16 maddelik bildirgenin konusu olmuştur.
2) 1900 DAN SONRAKİ DÖNEM KURUMLARI VE BELGELER
1932 ve 1945 Dönemindeki Avrupa ya baktığımızda Almanya 1. Dünya savaşından mağlup çıkmış ve zorla Versay Anlaşmasını imzalamıştır. Müttefikler Wilson un ilan ettiği birtakım prensipler nedeni ile Almanya’yı aşağılamışlardır. Anlaşma metninin uygulamak yerine Ruhr bölgesi işgal edilmiş Alman topraklarında askeri güç ve süngü altında halkın yaşaması gibi eşitsizliğin ve Alman halkının aşağılandığı bir döneme girilmiştir.
Versay anlaşması ile Avrupa da önemli değişiklikler olmuş ve ekonomik çöküntü ve baskılar yeni birtakım ideolojilerin doğmasına neden olmuştur. 1933 te Hitler iktidara geçerek, hezimet ile sonlanan yeni bir dönemi başlatmıştır. Nasyonal sosyalizm dünyayı etkisi altına almış ve Almanya’nın Brezilya ile ilgili hayalleri gerçekleşememiş ve Güney Amerika’daki kolonilerinde savaş çıkmış ve Brezilya Almanya’ya karşı savaş ilan etmiştir. Ancak bu dönemde Almanya’nın çok ileri teknoloji ile savaş için hazırlıklarının olduğu ve dünyayı ele geçirme idealinin bulunduğu ve Almanlara yapılan muamelenin karşılığının verilmesinin istenmesi de ayrı bir konudur.
Bu dönem hırs kin nefret insanlık dışı plan ve projenin hâkim olduğu insan hakkı gibi bir fantezinin asla yerinin olmadığı bir dönem olarak tarihteki yerini almıştır.
İşte Avrupa’nın bu karışık hali ve insanların içinde bulunduğu inanılmaz feci durum ve aynı zamanda Dünyadaki müstemlekelerdeki özgürlük hareketleri Avrupa’nın yeni bir yüze ihtiyacı olduğunu göstermiştir. Bu dönem belgeleri insan haklarına ışık tutan belgeler olarak ortaya çıkmıştır.
-
)Milletler Cemiyeti
10 Ocak 1920 de 1 Dünya Savaşının ardından savaşmış milletlerin arasındaki sorunların giderilmesi için kurulmuş bir kuruluş olan Millekler Cemiyeti daha sonra Birleşmiş Milletler Kurumu haline gelmiştir. Milletler Cemiyeti, Cemiyeti Akvam olarak anılan anlaşma Amerika, Fransa Hollanda İsviçre Devletlerinin oluşturduğu düşünce sonucunda oluşturulmuştur. 18.Ocak.1919 tarihinde Paris’te toplanan Paris Barış Konferansı sonucu kurulmuştur.128 1. Dünya savaşından sonra Paris’te barış için toplanan Konferansta Milletlerarası barış ve güvenliği korumak için bir Milletler Cemiyeti kurulması kararı verilmiştir. Milletler Cemiyeti Misakı hazırlanmış ve 26 maddelik bir belgede başlıca amaç savaşı önlemek ve uyuşmazlıkların barışçı yollar ile çözümlenmesini mümkün kılmak için Devletlerin savaş yetkisinin sınırlanmasına yönelik hükmün varlığı idi. Böylece haksız bir savaşa giren devlete karşı askeri ve ekonomik müeyyide uygulanması söz konusu olacaktı.
Bu MİSAK ın hazırlanmasında 1. Dünya Savaşının galipleri kurucu olmuşlardır. Ancak bu anlaşma bağımsız bir belge olarak yorumlanamaz. Çünkü, 1. Dünya savaşı sonrası yapılan Almanya ile yapılmış VERSAY, Avusturya ile yapılmış SEN JERMEN, Macaristan ile yapılmış TRİANON ve Bulgaristan ile yapılmış NÖYİ anlaşmaları hükümlerine dayanan bir belge olarak örneğin Amerika’ nın katılmadığı, zira Amerikan Senatosu bu anlaşmanın imzalanmasını Wilson istemesine rağmen geçirememiştir. Böylece Milletler Cemiyetinin dışında kalmıştır. Sonradan bu cemiyete, savaş sırasında tarafsız kalmış olan devletler de katılmıştır. Türkiye bunlardan biridir. Diğer devletler İngiltere, Fransa, İtalya Belçika, Brezilya Yunanistan, İspanya’dır. Fakat amacı savaşı önlemek olan Milletler Cemiyeti maalesef 2. Dünya savaşını engelleyememiştir. 2. dünya savaşının başlaması ile fiili varlığını kaybetmiştir. 1946 da da tamamen varlığı sona ermiştir.
2) Birleşmiş Milletler Antlaşması (26.06.1945-24.Ekim.1945 tarihinde yürürlüğe girmiştir.)129
Birleşmiş Milletler Antlaşması 111 madde olup 14. bölüm 92.ci madde ile Uluslararası Adalet Divanı Statüsünün bu antlaşmanın ayrılmaz bir parçasını teşkil ettiği belirtilmiştir. Türkiye Cumhuriyeti Devleti Birleşmiş Milletler Antlaşmasına, insana ve insanın temel haklarına insan onur ve haysiyetine değerlerine insanlar arasında olarak eşitlik ilkesini özümsemiş bir zihniyet ile kuruluşta üye olmuştur.
İnsana değer verme olgusu ne yazık ki Avrupa da özellikle 2. Dünya savaşının yıkıntılarının arasından doğmak durumunda kalmıştır. Savaşın hiçbir şeye değer vermeksizin her şeyi yıkıp yakma yok etme, insanları öldürme yakma korku dehşet ve dehşet salması ve bunu yapanların da insan olması bir yerde insanların kendilerine gelmesinin gerektiği bilincini oluşturmaya başlamıştır. Böylece 1945’te Birleşmiş Milletler Anlaşması imzalanmıştır. Ancak belirtelim ki. Birleşmiş Milletler ilk defa 1945 te kurulmuş değildir.
1941 14. Ağustos ta Roosvelt USA başkanı ve Churchill İngiltere başbakanı bir Atlantik bildirisi yayınlamışlar ve savaş ertesi bir güvenlik sistemi kurmak istediklerini dünyaya ilan etmişlerdir.
1 Ocak 1942 de Washinton da Birleşmiş Milletler Bildirisi ile Rooswelt ve Churchill in bildirisinin esasları kabul edilmiştir. İşte bu iki bildiri BİRLEŞMİŞ MİLLETLER TEŞKİLATININ KURULMASININI MÜMKÜN KILMIŞTIR.
1 Kasım 1943 te kesin karar açıklanmış Moskova bildirisi ile, bildiride uluslar arası barış ve güvenliğin korunması ve sağlanması için tüm barışsever devletlerin egemen eşitliğine dayanan bütün büyük küçük devletlere açık bir uluslararası örgüt kurma zorunluluğu dile getirilmiştir.
Birleşmiş Milletler kurucu belgesi ABD de hazırlanmıştır. San Francisco da çalışmalar yapılmış ve 111 madde, olan anlaşmaya bir de Milletlerarası Adalet Divanı Statüsü 70 madde ayrılmaz eki olarak konmuştur.130
Birleşmiş Milletler Antlaşması (BM Şartı), aralarında Türkiye'nin de bulunduğu 51 ülke tarafından 26 Haziran 1945'de imzalanmış ve 24 Ekim 1945'de yürürlüğe girmiştir. Birleşmiş Milletler örgütü 1991 yılında Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliğinde meydana gelen ayrılmalar nedeni ile bağımsız hale gelen ülkelerin de katılımı ile genişlemiştir. Birleşmiş Milletler örgütünün temel amacı Dünya Barış ve Güvenliğinin korunması olarak iş birliği ve insan hakları ve temel özgürlüklerin korunması ve sağlanması için çalışmalar olarak betimlenebilir. Birleşmiş Milletlerin üyesi olan ve sözleşme hükümlerine uymayı kabul etmiş ülkelerin bu hükümleri yerine getirme mükellefiyeti bulunmaktadır. Üye ülkeler uluslararası anlaşmazlıkları barışçı yollar ile çözümlemeyi kabul etmişlerdir. Üye ülkeler hiçbir zaman herhangi bir Devletin toprak bütünlüğüne veya siyasi özgürlüğüne müdehale edemeyeceğini ve tehdit edemeyeceğini ve kuvvete başvuramayacağını özümsemiştir. Birleşmiş Milletler örgütünün herhangi bir müdehalesi halinde de onu desteklemekle yükümlüdürler.
Birleşmiş Milletlerin Genel Kurul, Güvenlik Konseyi, Ekonomik ve Sosyal Konsey, Uluslararası Adalet divanı (Lahey Uluslararası Adalet divanı) Vesayet Konseyi131 ve Sekreterlik olmak üzere, altı organı bulunmaktadır.
Dostları ilə paylaş: |