Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə12/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   90

Tanbûrî Ali Efendinin suzidil makaamm-da meşhur bir semaîsi vardır:



CEYLÂN

— 3528


İSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

— 3529

CEZAEVLERİ





EsM İstanbul Habis hanesinde 5. koğuş (1925 de çekilmiş bir fotoğraf dan)

Ceyhun arayan dîdei giryânırm görsün Seylâb arayan hüzn ile tufanımı görsün Sevdâzedelik bilmeye meyyal ise her kim Yâ zülfünü yâ hâli perişanımı görsün

Bu semaîyi pek seven Çevriye Hanım Ceyhun adını buradan önce müstear isim olarak kullanmış, sonra da soy adı olarak tescil .ettirmişdir. Yurd içinde çıkılan turnelerden, konserlerden ve radyo evlerindeki semaîsinden başkaca sahne hayatı olmamışdır.

Klâsik Türk musikisinde derin vukufu olan bu kıymetli ses sanatkârı yeni bestelere karşı da alâkalıdır, onlardan da hoşlanır. Çevriye Ceyhun'un sesindeki hususiyet, narin bir edaya sâhib oluşudur. Yakın dostları nâzik mahviyetine, ve zevki selimine hayran olduklarını söylerler.

Hikmet Şinasi ÖNOL

CEYLÂN — İkinci Sultan Mahmud devrinde yaşamış namlı bir köçek oğlan; köçeklerin Sakız Adası Kumlarından ve «Tavşan» denilen tüysüz körpe civan boyundan; hüsnü ânının en revnaklı devrinde üzerine şarkılar yazılıp bestelenerek övülmüşdür, Tahbûrî'nin şu şarkısı zamanında Beyâtî faslından bestelenmiş:

Deştü sahrada deveran itmedeyim ben de el'an Aceb var mı hiç taşyatır Bunda mıdır Tavşan Ceylân İnce meyan kaddi fidan Kaçma benden kuzum Ceylân

Kaçar mı âğuşa alsam Meyâna dolanub sarsanı Oynayarak ahenk ile Usûliyle buse alsam tnce meyan kaddi fidan Kaçma benden kuzum Ceylân

Markar Ağa'nın şu şarkısı da Evic'den bestelenmiş:

Sâkî çevir camı zer nigân a , Kaldır nikaabı dîdarı yân Raks eyledikçe ol gülizân ; Itsün temaşa dîdân yân Nâzü biramı Ceylân yân

Reftâra gelse ol nahli dilcû Pertav ider hep mânendi âhû Sinemde zahmi şemşîri ebru Itsün temaşa dîdarı yân Nâzü hirâmı Ceylân Yârı

Oynar yüzünde keysûi şebrenk Alemde yokdur dilber sana denk Sazendeler virsün saza ahenk

îtsün temaşa dîdân yân v Nâzü hirâmı Ceylân yân

Cismi lâtifi gül pirehende Berki semendir sahnı çemende Dursun muallak atsun perende İtsün temaşa dîdân yân Nâzü hirâmı Ceylân yân Bibi.: Hâşim Bey Mecmuası.

CEYLÂN (Hasköylü) — Geçen asır başlarında yaşamış, hem sazı, hemde gençliğindeki güzelliği ile zamanının şöhreti olmuş bir sazende; hangi milletden olduğu bilinmiyor, bir Ermeni genci olması kuvvetle tahmin olunabilir; hakkında o devrin piyasa sazendelerinden ve bestekârlarından Markar Ağanın bir şarkısı vardır, ve hayatı hakkında bu şarkıdan gayri bir kayde rastlamadık.

ŞARKI

Ey hüsnü zîbâ yâri peri veş Bezme gel cana olma sen serkeş Müştakın âlem eyler perestiş Hasköyîü Ceylân gaayetle dilkeş



Gel gel meclise terk eyle nâzı Hem al o nâzik destine sazı Sensin bu devrin şûhi dilbazı Hasköylü Ceylân gaayetle dilkeş

Teşrife hâzır yağlı piyade Hem cümle yaran ellerde bade Gözler yolunda düşme inâde Hasköylü Ceylân gaayetle dilkeş

Ey kamer tal'at mehtaba gel gel Dökülsün zülfün cebine tel tel Baksun hem ağyar arkadan bel bel Hasköylü Ceylân gaayetle dilkeş

Kibar meclislerine, edebî mahfillere giren Markar Ağanın türkçeyi pek düzgün, hatasız konuşmuş olacağı muhakkakdır, fakat, bu şarkının ilk kıt'asının üçüncü mısraında kaafiye bozukdur, eğer «perestiş» kelimesi Ermeni ağzı ile bozularak «peristeş» okunursa kaaf iye olur.

CEZAEVLERİ — Fetihdeıı Tanzimat denilen uyanık mutlakiyet devrine kadar mah-bushâne (hapishane) ve cezaevi karşılığı olarak «Zindan* kelimesi kullanılmışdır, ve mahkûmların zindan hayâtı çok elîm, feci olmuşdur (B.: Zindan).

Fetihden Tanzîmata kadar îstanbul,da yedi zindan görülür: l — idamdan her hangi bir sebeble kurtulmuş prangaben, kürek

mahkûmlarının, kürekli gemiler devrinde forsaların, azılı serserilerin ve suçlu tersanelilerin, bahriyelilerin atıldığı Tersane Zindanı (B.: Tersane Zindan); 2 — Mahkûm edil. mis devlet rical ve erkânının, habsedilmesi îcab etmiş ecnebilerin, bu arada hattâ elçilerin; ve avam tabakasından cerh ve katilden mahkûm olanların atıldıkları Yedikule Zindanı (B.: Yedikule Zindanı); 3 — Ayak tabakasından şerirlerin îdam edilmek üzere, ve suçlu yeniçerilerin atıldıkları Ağakapusu Zindanı (B.: Ağakapusu); 4 — Suçlu yeniçerilerin îdam edilmek üzere gönderildikleri Rumeli Hisarı (Boğazkesen Kalesi) Zindanı (B.: Boğazkesen Kalesi); 5 — Borçlular ile kadın mahkûmların atıldıkları Babacâfer Zindanı (B.: Babacâfer Zindanı); 6 — Bir siyasî tevkifhane olarak kullanılan Bâbıâlîde Tomruk denilen Zindan (B.: Tomruk; Babıâli).

İkinci Meşrûtiyet devrinde Bayazıdda Harbiye nezâretinde «Bekirağa Bölüğü» adı ile anılan koğuşlar da, İttihad ve Terâkki Fırkasının diktatörlüğü zamanında bir büyük siyasî tevkifhane olarak kullanılmış ve târihimizde çok acı hâtıra bırakmışdır (B.: Bekirağa Bölüğü); 7 — Muvakkat bir zaman için kullanılan ve muhtekir, hırsız esnaf ile uy-

gunsuz güruhunun atıldıkları İplikhane (Mîrî halat imalâthanesi) (B.: İplikhane).

1926 târihine kadar Yeniçerilik devrinde kolluk denilen şehir içinde yeniçeri kara-kolhânelerinde de, kolluğun bulunduğu semt-de tedibi îcab eden yaramazların dayak yedikleri ve içinde bir müddet yattıkları yine zindan adı ile bir yer bulunurdu.

Mahbushânelerin «Ceza Evi» adını alması Cumhuriyet devrindedir, ve mahbushânele-rin ilk ciddî ve medenî ıslahı da Cumhuriyet devrinde başlamışdır. Bu ıslahatın mâhiyeti, bu yolda muvaffakiyet derecesi bu şehir kütüğünün konu dışında kalır.

İstanbul Vilâyeti hududu içinde hâlen 7 ceza evi bulunmaktadır: l — Sultanahmed Ceza Evi; 2 — Toptaşı Ceza Evi; 3 — Paşaka-pusu Ceza Evi; 4 — İmralı Ceza Evi; 5 — Şile Ceza Evi; 6 — Çatalca Ceza Evi; 7 — Silivri Ceza Evi.

Bu şehir kütüğünde hâlen mevcud İstanbul Ceza Evleri ile Eski İstanbul Zindanlarını bu madde içinde toplamak, türlü vak'alar-la zengin tarihçesini, binaların resim ve plânlarını, ve nihayet kendi müşahede notlarımız ile toplu bir halde vermeyi düşünmüş idik. Fakat, eski zindanların bulundukları binalar ile ve müesseselerle sıkı bağları, meselâ Ter-

CEZAEVLERİ

— 3530


istanbul

ANSİKLOPEDİSÎ

— 3531 —

CEZÂYÎR KESlMÎ




sâne Zindanının Tersânei Âmire ile, Boğazkesen Zindanının Boğazkesen Kalesi ile, Ye-dikule Zindanının da Yedikule Hisarı ile bir-likde mütâlea edilmesi zarureti karşısında, yukarıda da işaret ettiğimiz gibi ayrı ayrı tesbitlerini uygun gördük; umumî olarak zindan hayâtının mütâleasını da, oralarda yazılmış hazin-hâtıralar, notlar ve şiirlerle bera. ber «Zindan» maddesine bırakdık.

Ayni zarureti Ceza Evlerinde de bulduk, meselâ İmralı Ceza Evini, her halde İmralı Adası ile beraber görmek, bu madde içinde görmekden daha uygun düşecekdi.

Burada tstanbulun hâlen mevcud 7 ceza evi hakkında muhtasar ve umumî bilgi ile yetiniyoruz. Bizi bu hususda tenvir eden ve istediğimiz malûmatı en yetkili kaynakdan verdirten Adliye Vekili sayın Ord. Prof. Kemal Yörük ile çok nâzik ve lütuf kâr, muhakkak ki bulunduğu mesuliyetti makaamın ehli Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü Kemâl Yumlu'nun isimlerini şükranla kaydederiz.

Aşağıdaki satırlar Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürlüğünden aldığımız notlardır:

«l — Sultanahmed Ceza Evi

«1917 senesinde tevkifhane olarak inşa edilmiştir. Hâlen aynı maksat için kullanılmaktadır. İstiap haddi 1.000 dir. Binada ayrıca müstakil 40 kişilik çocuk, 65 kişilik kadın kısımlariyle 50 yataklı bir hastahânesi mev-cuddur. Tamamen sistem kommün üzerine yapılmış olan bu cezaevi bugünkü infaz hukuku ve telâkkilerine göre önemini kaybetmiş durumdadır. Bunun içindir ki, 1956 yılında jnodern infaz tekniğine uygun olarak Topkapı Maltepesi Sağmalcılar Köyü mevkiinde inşaatına başlanılan bölge cezaevinin ikmâline çalışılmaktedır. Umumiyetle mevcudu, mevkufları teşkil ettiği için işyurdu faaliyeti kantin, tabldot ve kahveocağı ile Adliye Sarayındaki lokantaya inhisar etmektedir, tşyurdunuri senelik ciro miktarı 2.500.000 lira civarındadır.

«Kadrosu: l müdür, 2 tabib, l eczacı, l hesab memuru, 2 memur, 7 kâtib, l hastahâ-ne memuru, 20 baş gardiyan, 15 gardiyan, 2 şoför, 2 hastabakıcı, l hademe, 2 çamaşırcı, 2 aşçı; ceman 54 kişi.

«Bu Ceza Evinde sırası ile şu zâtler müdürlük yapmışlardır: Hüsnü Konukçu, Sadık Acar, Ali Rıza Ocakçı, Reşad Unsur, Rahmet

Kızıldağ, Reşad Unsur, Saadeddin Göre, Hüsnü Konukçu.

«2 — Toptaşı Ceza Evi

«< On altıncı asırdan kalma Mimar Sinan yapısı târihî binanın bir kısmında) 1954 yılında Tekel idaresinden birinci katı alınmak suretiyle istiap haddi 500 e çıkarılmıştır. Sultanahmed Ceza Evinde hüküm giymiş mevkuflar ekseriya bu Ceza Evine sevkedilirler. Reviri ve dershanesi mevcuddur.

Mahkûmlar; kantin, tabldot, kunduracılık, trikotaj, marangozluk, terzilik ve demircilik işlerinde çalıştırılırlar. Yılda 1.500.000 liralık iş yapılmaktadır.

«Kadrosu: l müdür, l tabib, l memur, 3 kâtib, 10 baş gardiyan, 8 gardiyan, l usta, l çamaşırcı, l aşçı; ceman 27 kişi.

«Bu Ceza Evinde sırası ile şu zâtler müdürlük yapmışlardır: Rahmet Kızıldağ, Reşad Unsur, Halil Yazıcıoğlu, Yusuf Peker, Zeki Acabay

«3 — Paşakapusu Ceza Evi

«1916 senesinde Ceza Evi olarak inşa edilmiştir. İstiap haddi 400 dür. Çocuk ve mevkuflar kısmı mahkûmlar kısmından ayrıdır. Üsküdar, Beykoz, Kadıköy ve Kartal Adliyesinden tevkif edilenler bu Ceza Evinde alıkonurlar. 15 yataklı müstakil bir reviri ve dershanesi mevcuttur. Mahkûmlar; kantin, tabldot, kahveocağı, kunduracılık, marangozluk, demircilik ve terzilik işlerinde çalıştırılırlar- Mevcud atölye ve tesislerin senelik faaliyeti 3.500.000 lira civarındadır. Sultanahmet Ceza Evinde hüküm giymiş olanlardan bir kısmı bu Ceza Evine alınırlar.

«Kadrosu: l müdür, l tabib, l hesab memuru, l anbar memuru, l memur, l kâtib, 9 baş gardiyan, 6 gardiyan, l şoför, l usta, l çamaşırcı, l aşçı; ceman: 25 kişi.

«Bu Ceza Evinde sırası ile şu zâtler müdürlük yapmışlardır: Niyazi İşbilir, Reşad Unsur, Halil Yazıcıoğlu, Fahri Aslan, Rüşdi Konukçu, Vahdet Bora.

«4 — İmralı Yeni Ceza Evi

«Adada 1935 yılında iş esası üzerine müesses Yeni Ceza Evi kurulmuştur. İstiap haddi 1.000 dir. - ;, ;*:«!*;

«Türkiye'de ceza infaz sistemine göre; şahsî hürriyeti bağlayıcı cezalar 3 nev'idir: Ağır hapis, hapis, hafif hapis.

«Türk Ceza Kanununun 13 cü ve mü-

teakip maddeleri, bu cezaların infaz şeklini tâyin ve infazda kabul edilen sistemi tespit etmiş bulunmaktadır. Türk Ceza Kanununun Ağır Hapis; Hapis ve Hafif .Hapis cezalarının infazında «Systeme progressif» i kabul etmiş ve Ağır Hapis cezasının infazını 3 devreye ayırmıştır.

«Ağır hapis cezasının 3 üncü devresinin infaz edildiği bu müessesede, mahkûm muayyen san'at veya bilgiye sahip edilmek maksadıyla çalıştırılır. Mahkûm esasen bir san'at bilgisine sahip ise meşgalesi ona göre tâyin olunur. Bu müesseselerin iş hacmine göre muayyen bir mütedâvil sermayesi mevcuttur. Bu sermayeyi işleterek hükümlü, devlet bütçesine yük olmadan kendi kazanciyle geçindirilir.

«Her hükümlü yevmiyesinin muayyen kısmiyle, kendisine yapılan masrafı müesseseye öder. Mütebakisi tasarruf hesabına kaydolunur. Bu para kanuna dayanan sebeblerle alıverildiği gün kendisine, vefatı hâlinde mirasçılarına ödenir.

«Müessesenin iş mevzuları: Kantin, sebzecilik, bağcılık, zeytincilik, arıcılık, hayvancılık, kunduracılık, marangozluk, dokumacılık, kozacılık, terzilik, demircilik ve balıkçılıktan ibarettir.

«Her yıl muhtelif kollarda yapılan iş miktarının tutarı 7.750.000 lira civarındadır. «Balıkçılık ekibi 50 kişiliktir. 4 adet balıkçı kayığı ve 5 adet de motoru mevcuttur. Büyük baş hayvan adedi 74, küçük baş hayvan adedi de 767 dir.

«Kadrosu: l müdür, 2 tabib, l hesab memuru, l ambar memuru, l tarım teknisiyeni, l öğretmen, 4 memur, 4 kâtib, l hastahâne memuru, l sürveyan, 11 baş gardiyan, 13 gardiyan, 2 usta, l çamaşırcı, l aşçı; ceman 45 kişi.

«Bu Ceza Evinde sırası ile şu zâtler müdürlük yapmışlardır; mümessil müdürler: İzzet Akçal, Saffet Omay, Lütfi Tapkaç, Hazım Çelik, Tahsin Arsan, İbrahim Hakkı Akın, Abbas Okan; Muavinleri: Kâmuran Olaçay, İsmail Kesimli, Cemâl Cezayir Batur, Tevfik Durmaz, Bedii Soykan; Müdürler: Rumî Bilgili, Cemâlettin Koçyiğit «5 — Şile Ceza Evi

«1951 yılında inşaat yeni Ceza Evi tarafından yapılmışdır. İstiap haddi 24 olup ka-

dın, çocuk, tutuklu ve hükümlü koğuşlarından ibarettir Her kısmın müstakil avlusu mevcuttur.

«Kadrosu 2 gardiyandır.

«6 — Çatalca Ceza Evi

«1324 yılında (1908 - 1909) okul olarak inşa edilmiş olup, binanın zemin katı, Ceza Evine tahsis edilmiştir. İstiap haddi 20 dir. Kadın kısmı müstakil bir binadadır.

«Kadrosu 2 gardiyandır.

«7 — Silivri Ceza Evi «(Gelen notlarda bu Ceza Evi' hakkında bir kayıd yokdur, yalnız 2 gardiyandan mürek-keb bir kadrosu olduğu yazılıdır).

«Kaza Ceza Evleri (Şile, Çatalca, Silivri) daha ziyâde bir tevkifhane karakterini tasalar. Bununla beraber 3 seneye kadar mahkûmiyet ilâmları da bu Ceza Evlerinde infaz edilmektedir» (B.: Sultanahmed Ceza Evi; Toptaşı Ceza Evi; Paşakapusu Ceza Evi; İrr ralı Yeni Ceza Evi; Şile Ceza Evi; Çatalca Ceza Evi; Silivri Ceza Evi).

Bibi: Ceza ve ^Tevkif Evleri Genel Müdürlüğü notlan.

CEZAYİR ÇIKMAZI — Beyoğlu merkez nahiyesinin Firuzağa Mahallesi aynı ismi taşıyan sokaktadır; bir araba geçebilecek ge-nişlikde, kabataş döşelidir; 3-4 katlı dört kagir evle tek katlı bir ahşab ev ve bir marangoz dükkânı vardır. Adı çıkmaz sokak ise de dar bir geçid ile Bostanbaşı Caddesine bağlanır (mart 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

CEZAYİR KESİMİ — Üçüncü Sultan Selim'in son zamanları ile Dördüncü Sultan Mustafa ve İkinci Sultan Mahmudün 'Yeniçeri Asker Ocağını kaldırdığı 1826 tarihîne kadar olan devrinde İstanbul bıçkınları ye havaî meşreb gençleri arasında moda olmuş bir kiyâfet ve tuvalete verilmiş isimdir.

Yalın ayak, baldırı çıplak, göğüs bağır açık şehbaz cundabaz gemici kalyoncu kiyâ-fetinden mülhem olduğu, ve İstanbul halkının da Cezayirlileri şehbaz ve şehlevend gemiciler olarak tanıdığı içindir ki bu kiyâfete Cezayir Kesimi adı verilmişdir. Muhakkak ki arada mühim farklar yardır, .fakat zamanımızın enzistansiyalist âsî gençliği kılık kıyafeti bir asır evvelki Cezayir kesimli delikanlıları hatırlatır

Başa sarık, bele de kuşak olarak gaayet

CEZÂYlR KESİMİ

— 3532 —


fSTANBUL

ANSİKLOPEDİSİ

3533 —

CEZÂYÎR KESÎMÎ





kıymetli bir Hind veya İran şalı sarılırdı. Mutlak fakrü zaruret içinde olan gençlerden kendisini bu havaya kapdıran şal uğrunda iffetini feda etmekden çekinmezlerdi. O devrin bir şâiri olan Enderunlu Vâsıfın bir şarkısında bu acı hakikat pek açık gösterilmiş-dir:

Zülfün düşer kaş üstüne Keh çeşmi ayyaş üstüne Neyse recân baş üstüne Tek sen beyim yâr ol bana

Yolunda ey nevres nihâi Olsun feda mecmûi mâl Bir şal nedir çift Ue al Tek sen beyim yâr ol bana
Serince ve soğuk havalarda omuza bir Cezayir bornusu atılırdı. Bel şalına bir yatağanla bir tabanca yerleştirilir, yatağının kabzası ve tabancanın kundağı şal kırvmunm dışında bırakılırdı, şalın bir ucu da yere sarkıtılır, yürürken o şal ucu, topuk ardınca yerde sürünürdü. Yine Vâsıf bu nümayişi şöyle övüyor:

O gül endam bir al şâle hürünsün yürüsün Ucu gönlüm gibi ardınca sürünsün yürüsün

Sırta bezden yâhud bürüncükden (B.: Bürüncük) bir ten gömleği giyilirdi. Bu gömleğin yakası aslaa iliklenmez, açık durur, hattâ önü öylesine açılırdı, göğüsde meme to-

Arkalarında çuhadar lalalan ile cezâyir kesimli yalın ayakh İstanbul küçükbeylert

(Resim: Sabiha Bozcalı)

murcukları bilhassa teşhir edilirdi. Bu sîne ve meme başı teşhiri nümayişi içinde bâzı aşırı bıçkınlar (B.: Bıçkın) ten gömleğini hiç giymezlerdi. Göğsü kıllı veya kıllıca olan şeh-bazlar o kılları ustura ile tıraş ederler, yalnız tam göğüs tahtasının ortasında ve iki meme tomurcuğu arasında sekiz on telden bir tutam kıl bırakırlar, bu kıllara birer küçük inci geçirip düğümlerler, kılın birine de bir mavi nazar boncuğu takarlardı; bu incili ve nazar boncuklu acâib püsküle de «Sîne Perçemi» derlerdi. Bu hayada olub da göğüsleri henüz kıllanmamış mürâhik oğlanlar sîne perçemi salacakları zamanı iştiyak ile beklerler, hattâ bir kısmı, kıl bitirme hassası olduğu söylenen bir takım yağlar, pomadlar kullanırlairdı. Bir köjrpe delikanlının sîne perçemi salması, bıçkınlık, itlik yolunda bir basamak daha yükselmesi bilinirdi.

Ten gömleği üstüne yahud çıplak ten üstüne, gencin kudretine göre som sırma işlemeli, veya sâde kaytanlı bir camedan (B.: Câ-medan), fermene (B.: Fermene), cebken (B.: Cebken) giyilirdi; altında aynı kumaşdan ve aynı işlemeleri süsleri taşıyan kısa bir diz çağsın geçirilirdi, ki çağşırın paçaları diz kapağının dört beş parmak üstünde kalırdı, öylesine ki, zamanımızdaki deniz mayolarından tek farkı, paça ağzının ağıcık daha bol, ve ağının da gaayetle bol, önden iki bacak ar? sına, arkadan da butlar üstüne kıvrım kıvrım dökülmesiydi.

Yaz ve kış âslaa çorab giymezlerdi; topuklardan diz kapaklarının üstüne kadar iki bacak tamamen çıplakdı. Yazın sokakda da çıplak ayakla, dal taban dolaşmak makbul nümâyişdi. Fakat ayaklarına bir şey geçirmek isteyenler «Kalyoncu Yemenisi» de denilen bir «Galata Yemenisi» giyerlerdi. Bu yemeninin hususiyeti, arka kısmının gaayet kısa, ön kısmının üstünün de gaayet az oluşu idi, yâni, arkadan topuğu bitimine yakın şöyle bir tutardı, kendi tâbirleri ile bir mürâhik tüysüz oğlan ise «Elma Topuk», bir şeh-baz fetâ ise «Yumru Topuk», bir çârebrû, dört kaşlı yiğit ise «Gülle To'puk» hemen hiç kapanmamış olurdu. Mâhud yemeninin üst ön kısmına gelince, orası da ayak parmaklarının ancak tırnaklarını örter, parmak aralarının görünmesi şart idi.

Bu bıçkın, it kılığı İstanbul gençlerini

öylesine sarmışdı ki, ayak takımı esâfil ve erâzilin çıkardığı bu moda, orta tabaka şöyle dursun en kibar, en asil ailelerin evlâdlarını da cezbetmiş, peşlerinde lalalar, uşaklar dolaştırılan nice beyzadeler ve paşazadeler bu Cezâyir Kesimi hayta kılığı ile İstanbul sokaklarında yalın ayak, baldırı çıplak, daltaban yıllarca kaldırım depmişler, kuşak sürümüşlerdir. Pek nazlıları da altlarında bir kü-heylân, som sırmalı eğerlerin gümüş üzengi, leri çıplak ayakları ile basarak, ellerinde sapları elmaslı ipek şemsiyeler, sırmalı Cezâyir Kesimleri ile haşarat alkışı toplamışlardır. Yukarda da kaydettiğimiz gibi bu bıçkınlık hevesi pek genci bir takım erâzilin ve bilhassa yeniçeri kabadayı ve haytalarının pis arzularına bâzîçe yapmışdır.

Son yeniçerilerden Eminönündeki Çardak İskelesindeki 56. Orta Kolluğu çorbacısı ve halk şâiri Galatalı Hüseyin Ağa Cezâyir Kesimli atlı bir beyzadeyi, kolluk yanında kendisi tarafından işletilen ve bir haşarat yatağı olan mükellef yeniçeri kahvehanesine şöyle davet etmektedir:

Medhideyim sizlere beyzademi Cezâyir kesimi libâsı şanh Ellialtı yoldaşların hemdemi Ham gümüş baldın orta nişanlı

Samur kaş altında ahular yatar Lâhurî şallı ol bıçkın şehbazın Görse ger Köroğlu pabucun atar Dam üstüne nazlı güzel Ayvazın

Bıçkın eda topuk vurur şehlevend Âyîne sinesi hiçi perçemli Dayı çalımlıdır ol kaddi bülend Kim sevmez bir böyle şehrî güzeli

Altın üzengide pâyi billuru Deste almış nar çiçeği semsiye • Buyur gel kahveme gözümün nuru Teşrifine' alkış tutar fıskiye

Kehrûbâ çubuk hem fagfurî fincan Hem pâyin bûs ider köleniz vardır Fedadır rahme olsa ger bin can Nikaabı hicabın yüzünden kaldır

Bu beyzade tasvirinin altında ayak takımından da üç delikanlıdan isnnleri kaydedilerek bahsedilmişdir:

Kayıkçı Halim:

Yalın ayak şap şap yürür merdâne Kayıkçı civanı Halim bir dâne EHidokuz nişanlıdır dilâver

CEZAYİR KESlMÎ

3534 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

3535 —

CEZAYİRLİ




Eşi varsa cıksun heman meydâne

Sahpazannın civan kopuğu Beylik bilür küt küt vurma topuğu Kaldırımı yalın ayak döver de Mercan kakmalıdır kiraz çubuğu

Kalyoncu kolluğu Çeşmeymeydanı Parmakla gösterir ol nev civanı İnce belde bin kuruşluk şalini Reşk ider görse ger Keşmir Sultanı

Yelkenci Memiş: Albenisi samur sacda dal -fesde Kâkülün sevurmuş şûhi nevreste Kaptanpaşalıdır destinde ferman Ebrûvanm çatmış çeşmânı meste

Cezayir kemisi beyazlar giymiş Şalvarın paçası topuğa değmiş Sual iderseniz ismi şerifin Yelkenci güzeli Karagöz Memiş

Ya efendim lâhuri şal kuşağı Ucun yerde sürür belden aşağı Ferâzı zirvei tûri nahvetde Beyzade sanırsın kopuk uşağı

Kalaycı Temel:

Ne disenı o şûhin sânında azdır Sol civelek taze fetâ da lâzdır Altde döşek üstde yorgan yük iken Cezayir kesimli bıçkın haylazdır

Kapkaradır yüzü hem el ayağı Bele acem şalı sarmış kuşağı Bir garib zemâne içre düşdük ki Ne mümkin kibardan tefrik uşağı

Tophane gülüdür civanı mühmel Savurur top ipek kâkülün tel tel Kimdir deyû sual iderseniz ger Soyu sopu güzel Kalaycı Temel

1808 de Alemdar Mustafa Paşa Rumeli ayanları ile gelip bir saltanat darbesi ile Dördüncü Sultan Mustafanın yerine İkinci Sultan Mahmudu tahta çıkardığı zaman İstanbul gençleri bu acaâib it kılık ve kıyafetinde bulmuş idi. Evlâd, ve bilhassa oğul terbiyesi bakımından çok kıymetli hâtıradır:

Alemdarla beraber İstanbula gelen Rumeli ayanlarından Serezli İsmail Bey, taht şehri İstanbulu görsünler diye 16 ile 18 yaş arasında bulunan iki sevgili oğlunu da alıp getirmişdi. Kendisi şehir içinde bir konak tutup oturmaya lüzum görmemiş, kısa bir zaman kalacağı için Çırpıcı Çayırında askerlerinin ordugâhında çadırda oturuyorlardı. Her gün iki küçük delikanlıyı, yanlarında akıllı

uslu birkaç adamı ile şehri gezib görmeye gönderiyordu. Cezayir kesimi bir it kılığı olmakla beraber, gençliğin güzelliği teşhir bakımından pitoreskdi. İstanbulun kibarzâdele-ri gibi Serezli İsmail Bey zadeler de onun cazibesine kapıldılar, ve İstanbulun en namlı terzilerinden birine gaayet tez dikmek ten-bihi ile birer kat Cezayir kesimi câmedan ve çağşır sipariş ettiler, namlı bir yemeniciye de birer çift Galata Yemenisi ısmarladılar. Yanlarındaki adamlar bunu beye haber verdi. Ciddî, çok sert,, ve evlâdları ile yüz göz olmamış bir baba olan İsmail Bey, iki oğluna da hak ettikleri dayağı atabilirdi, ve o apaş kılığına girmelerini şiddetle men edebilirdi, fakat oğullarının şâir bendegân nazarında küçük düşeceklerini düşündüğünden, kızgın bir baba gibi değil, işini çok iyi bilir bir mürebbî oldu. Evvelâ siparişleri alan terzi ile yemeniciye haber yolladı: «Çocukların istediklerini benden emir almadıkça vermesinler, yetişmedi desinler, yoksa kendilerini dükkânlarının kapusuna asar, dükkânı da leşlerinin üstüne yıkarım!..» diye bu- tehdid savurdu. Sonra kendi kapusunda seyis, aşçı yamağı, saka, hammal ayak takımı horanda genç ve soytarı, dalkavuk boyundan adam varsa hepsine hazır aldırttığı Cezayir kesimi esvablar giydirtti, ve askerlerine o yalın ayaklı baldırı çıplakları alaya aldırttı. Bunu gören âyanza-deler de sipariş ettikleri esvab ve yemenileri aldırtıp giyemediler.

Müverrih Şânîzâde Atâulah Efendi hicrî 1224 (milâdî 1809) vakaları arasında o apaş kıyafeti ve modası üzerine şunları yazıyor:

«Sefîhâne süslenmekden sakınmak islâmiyet şiarından iken zamanımızın halkı birbirinden görerek, cehalet, nadanlık ve bilhassa ar ve edeb noksanlığından delikanlılar kadınlar gibi süs ve alâyişe düşmüşdü. Hele avam ve ayak takımı, insanlık kadir ve itibârını kıyafet ve kılıkla sandılar âlâsından ve âdisinden türlü türlü acâib tarzda giyinip kuşandılar, meselâ bostancı baratayı (B.: Barata), serderigeçti dest.arı, iç ağası üst kaftanı ve kavuğu, yobaz softa tetimmesini terkedip kimi başına cezâyirî ve kimi lâhûrî ve keş-mîrî ve kimi de rizâî ve marpiç şal sarınarak tersane hademesi gibi bir heyet peyda ettiler, kimi burnus, diz çağsın ve tozluk giyip beline gümüş kakmalı yatağan bıçağı takarak


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   8   9   10   11   12   13   14   15   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin