Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə15/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   90

Cıva tabâbetde, bazı cild hastalıklarına, ve vücûdun mahrem nahiyelerine musallat olup korkunç bir süratle çoğalan ve vücûdun her tarafına yayılan pis bir haşereye karşı merhem imâlinde; kuyumculukda da altın kaplamacılıkda kullanılır. Evliya Çelebi'nin kaydına göre cıvacılar attarlara yamak esnafından iken Onyedinci asır ortasında bir fermanla attarlardan ayrılmış, kuyumculara yamak sayılmışdı. Evliya Çelebi kendi zamanında İstanbulda 5 dükkânda işler 10 nefer civacı olduğunu söyler.

. . CIVIK — Sulanıp sıvışan, bulaşan madde; sıvık, sıvışık, bulaşık, bulaşğan. Halk ağzında mecazen, tanıdığına, konuşduğuna musallat olan; iz'âc eden, türlü münasebetsizlik ile etrafa tiksinti verdiği halde hâlâ duran adamlar hakkında kullanılır; misal: Bir rind adam anlatır:

— Ayak üstü, tezgâh başında bir kadeh
rakı içeyim dedim, adını da bilmem mende
burun, o cıvık herif yine orada idi, selâm
ver bir türlü belâ, yüz verme, başka türlü
belâ, o bir kadeh rakı zehir oldu.

-& Konuşulur :



  • Fena adam değildir ama, iki kadeh
    attı mı, cıvır.-.

  • Neresi iyi bö#le adamın... «içki gü-
    heri âdemi temyize mehekdir!..»,

ClBÂLt
— 3547 —

CIZDAM, CIZDAMI ÇEKMEK — Halk ve külhânî argosunda: «kaçmak», daha doğru «sıvışmak; bâzan «D» harfi yerine «L» ile: Cızlam, cilamı çekmek de denilir; misal:

Bir kopuk anlatır:

— Bakdım gördüm ki marizleneeeğim (dayak yiyeceğim) hemen cızlamı 'çekdim...

CİBÂLİ — İstanbulun Haliç kıyısında, halkının büyük çoğunluğunu ayak takımı teşkil etmekle tanınmış ve )kalafea!ık, kesif iskân bölgesi olagelmiş bir semti.

Semt adını, Fâtih Sultan Mehmed devri kumandanlarından Cebe Ali'ye nisbetle al-mışdır (B.: Cebe Ali; Cebeciler Ocağı); 1934 Belediye Şehir Rehberinin 8 numaralı paftasına göre Fâtih Kazasının (ilçesinin) merkez nahiyesinin Haraççı Kara Mehmed ve Küçük Mustafa Paşa mahallelerinin Haliç yalısı kısımlarını ihtiva eder; ki bu iki mahallenin hemen sınırı üstünde Cibâli adı ile Haliç vapurlarının bir iskelesi vardır.

Semt, Abdülezel Paşa Caddesi ile Hisar ardı sokağı üzerinde toplanmışdır; bu iki yol arasında Bizans surlarının kalıntısı ile «Cibâli Kapusu» diye anılır bir kale kapusu bulunmaktadır.

Zamanımızda Cibâliye hüviyetini veren, Tekel İdaresinin burada kurulmuş olan Tütün - Sigara Fabrikası ile bu büyük müessesenin müştemilâtı ve büyük fabrikanın işçileri, ameleleridir.

Abdülezel Paşa Caddesinin bu semtden geçen kısmı bir çarşı boyudur; Unkapanı tarafından gelindiğine göre, sağ kolda Tekel Tütün Fabrikasının bıçkmhanesi, garaj v bir atölyesi ile deposu, ve onun yanında da bir odun deposu görülür. Vapur iskelesine giden birkaç adımlık yol üzerinde altı tane kadar küçük ev, bir terzi dükkânı, bu iskele yolu kavşağından sonra cadde üzerinde beş göz dükkân, iki aşçı, bu aşçıların arasından geçilince deniz kenarında büyük bir odun deposu, bir amele - işçi 'kahvesi, yine cadde üzerinde sahile kadar uzanan bir kum deposu görülür.

Caddenin sol kenarında fabrikaya âid lojmanlar, bir kaçı keresteci bir sıra dükkân, bir çeşme, karakol, karakol ile çeşme arasında ve kale duvarı kalıntısı üzerinde Cibâli kapusu, sonra yine çoğu keresteci dükkânları vardır.

CÎBÂLl

_ 3548 —


istanbul

ÂNSlKLOPEDÎSl

— 3549 —

CtBÂLÎ FIRINI CİNAYETİ




Hisarardı sokağına gelince, Unkapanın-dan yüründüğüne göre, sol tarafın büyük kısmını Tekel idâresinin Kutu Fabrikası ile Tütün - Sigara Fabrikası kaplar, büyük binalarda kurulmuş büyük müesseselerdir; işbaşı ve paydos zamanlarında işçileri hemen bütün Cibâli sokaklarını doldurur; bu müessese geçildikten sonra, bir eczâhâne ve bir sıra evler görülür.

Unkapanı tarafından gelindiğine göre, Hisarardı sokağının sağ tarafında fabrika lojmanları, bir kahvehane, bir sıra dükkân, sur kalıntıları, Cibâli kapusu görülür.

Merhum Ahmed Baha Gökoğlu, ancak bir cüzünü neşredebildiği «İstanbul Etnografyası, İstanbul halkını kimler teşkil ediyor» isimli eserinin ön sözünde: «Karadeniz Ereğ-lilileri Yemiş İskelesi civarını, Bartınlılar Küçükpazarı,. Safranbolulular Tahtakaleyi, İnebolulular Azabkapusunu, Samsun, Trabzon ve Rizeliler Cibâli ve Ayakapıyı, Alanyalılar Zindankapısım toplu ve mütekâsif bir halde işgal etmişlerdir» diyor: ki, hakikatde de Cibâli kayık iskelesinden işler sandalcıların hemen hepsi Rizelidir.

1950 senesinde İstanbula gelmiş, büyük şehirde bir ay kadar kalarak ekseriya Balık-pazan Cibâli, Balat, Ayvansaray taraflarında dolaşmış, ve bu kenar semtlerin meyhanelerinde bâdenuş olarak bütün emsali gibi ka-lenderâne oyalanmış halk şâiri Âşık ÇakKr Çavuş, İstanbuldan ayrılır giderken de yanında yol arkadaşı olarak Cibâlili bir dilberi alıp götürmüşdür ki, bize bırakdığı üç parça manzum hâtırasından biri de bu vesîle ile Cibâli üzerinedir:

Cibâlinin dilberi Tütün sarar elleri Şekli beşerde peri Gör Rizeli berberi

Aşçı kayıkçı bakkal Ahu gözlü lâz çakal Virme eline sakal

Korsan olur ekseri

s

Gördün bir gül cemâli


Dirse semtim Cibâli ,

Benden gitsün vebali Al önceden tedbiri

Şöyle bil kavmi lâzı Aşkbazların haylazı

Saydetmekçün palazı Akçeden vir haberi

Nazı cilvesi kaba Sırtda çul çaput aba Bir kere dirse «Baba!.» Yoluna verir seri

Kahve iskele başı Gördüm bir samurkaşı Onbeş onaltı yaşı Sevdim ol semenderi

Dedim perçemin sünbül Davudi sesin bülbül Çatma kaşın bir gez gül Kaçma güzel gel beri

Kiseme ekdim dan Oldu gönlüm serdarı Yârimle Üsküdan Geçdim bulub rehberi

Dalımda ol güzelim Nâzik elinde elim Diyar diyar gezelim Sazda çıkar peşrevi

Tek geldim çift giderim Yanımda İskenderun Seksenlik kalenderim Geçdim Felek çenberi :

Salınmış gezer kol kol Nigân civanı bol Elveda ey İstanbol fstanbol güzelleri

İkinci Sultan Mahmud zamanında Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından az önce tanzim edmilmiş bir bostancıbaşı defterinde (B.: Bostancıbaşı Defteleri) Cibâli semti sahil boyu şöyle tesbit edilmişdir:

«... Yeniçerilerin Tomruk Meydanı . Sarraf Manoel Yahudinin hanesi - Şabcı Bohu-raçinin hanesi - Sarraf Lazar Yahudinin hanesi - Attar İsak Yahudinin hanesi - Bezirgan Turuncoğlu Yahudinin hanesi • Çuhacı Sebatay Yahudinin hanesi - Hekimoğlu Yu-de Yahudinin hanesi - İmam Ahmed Efendinin bir bab yahudihânesi - Attar Yasef Yahudinin hanesi - Benlizâdenin bir bab îrad Ya-hudhânesi - Hayim Yahudinin hanesi - Hekim Karamanoğlu Yahudinin hanesi - Soğuk-çeşmeli Ebubekir Efendi ve Ömer Ağanın îradı Yahudhâneler - Cibâli İskelesi - Kayıkçıların Lonca yeri . ve kahvehane - Mekkizâ-

denin îradı bir bab yahuddhane - ve üç aded kahvehanesi - Hacı Mehmedin îradı bir bab yahudhâne _ Üsküdarlı Ayşe Hanımın keresteci dükkânları - Efrenc hekimin hanesi -Terzi Manol zimminin hanesi - Saatcioğlu Yorgaki Zimminin hanesi - Çuhacı Yorgi oğlunun hanesi ve kayıkhanesi - Şabcı damadı Knorte Yahudinin hanesi - Şabcı Yako Yahudinin hanesi - Simkeş Yahudinin hanesi - diğer Simkeş Nesim Yahudinin hanesi - Salcı Apostol Zimminin hanesi - Kuyumcu Dimit-ri oğlunun hanesi . İpekçi Dimitri Zimminin hanesi......

1828 dan az evvel tanzim edilmiş bu kıymetli vesikada aydın olarak görülüyor ki, zamanımızdan bir buçuk asır evvel Cibâli sahil boyu, bilhassa Unkapanı - Cibâli arası tamamen mûseviler tarafından iskân edilmiş bulunuyordu; lebi deryada mûsevi milki evler arasına da Türkler tarafından gelir kaynağı olarak bir kaç yahudhâne yaptırılmış idi (Yahudhâne, içinde oda oda mûsevî ailelerin barındığı büyük evlere verilmiş isimdir, bugünkü tâbiri ile apartıman; (B.: Yahudhâne). Zamanımızda Cibâlideki mûsevî kolonisi dağılmış, yerini Karadeniz yalısı halkı, bilhassa Rizeliler almışdır. Cibâli ile Ayakapu iskelesi arasında ise, deniz kenarında mûsevî meskenleri arasında çoğunlukla rum evleri bulunmaktadır. Cibâli iskelesi yanında da kayıkçılar loncası ile bir kayıkçı kahvehanesi, az ötesinde deniz kenarında üç kahvehane daha görülmektedir.

CİBÂLİ ÇALGILI TULUMBACI KAHVEHANESİ — İkinci Abdülhamid devrinin namlı tulumbacı kahvehanelerinden biri idi; ramazanlarda çalgılı kahve olurdu (B.: Çalgılı kahveler); 1314 de (1896-1897) benim Tersane Haddehanesinde bulunduğum sıralarda, Cibâlide oturur bahriyeli arkadaşlarımızın teşriki ile burada çalgılı kahveyi ben tanzim ettim; ve ilk defa da bu vesîle ile gittim gördüm; Cibâli vapur iskelesi dibinde bir kahvehanedir, son zamanlara kadar da o dükkân yine kahvehane idi. Lâkin o yıl, mesleğim icâbı başında bulunup işletemedim: yeni açmış idim ki, ramazanın ilk günleri çok çirkin bir iftiranın kurbânı oldum; bir fitne nigâh zâlim zenâne yüzünden hapsedildim; mahbesimin penceresi Haliç üzerine idi, geceleri karşıdan çalgı sesini işitdikçe içimi

çeker ağlar idim. Ramazanın yarısı olmadan çalgı sesleri kesildi, sonra öğrendim ki, o kadar emek verip hazırladığım çalgılı kahve işletilememiş, bir uygunsuzluk yüzünden kapatılmış, ona da çok üzüldüm.

O tarihde bu kahvehanenin sahibi. Deli Harun adında bir Gürcü idi, yine kendi cinsinden güzellikde resim gibi bir bıçkını vardı, delikanlının adı da Reşid idi, Cibâli tulumbacıları ve karşı tarafdan Tersanelilerin uçarıları, ustası ile çırağının adını birleştirip bu kahvehaneye Harun Reşid adını koymuşlardı, Cibâli kahvehanesine gidelim demezler: «Harun Reşide gidelim, Harun Reşidde idim, Harun Reşidde falanı gördüm» derlerdi (B.: Harun, Deli). Bir ara İstanbuldan uzaklaşmış, Kirmastiye gitmiş, vak'a o zaman cereyan etmiş; şöyle ki, Gürcü Reşid ustasından izin alarak bir Cuma günü bir takım uygunsuz yaran ile Kâğıdhâneye gitmiş, akşamı da kahvehaneye yahud odalarına dönmemiş, bir kaç gün sonra güzel delikanlının üryan cesedini Cendere Boğazında ıssız bir yerde çalılıklar arasında dört yerinden kamalanmış olarak bulmuşlar. Uzun tahkikatdan sonra, kaatilinin Kürd İbrahim isminde bir sırık hammalı olduğu meydana çıkmış; Reşidin katli üzerine de Deli Harun hakikaten tecen-nün ederek Toptaşı Timar hanesine girmiş (B.: Reşid, Gürcü).

Lebi deryada güzel kahvehane idi. Halicin dâima hareketli manzarasını seyr ile insan saatlerce oturabilirdi. Eğer aldanmıyor isem Deli Harun müşterilerine esrar da içirirdi, onun için içeriye yabancıyı asla sokmaz, bir behâne bulur, kapudan savardı.

Vâsıf HİÇ

CİBÂLİ FIRINI CİNAYETİ — 29 aralık 1945 gecesi işlenmiş bir cinâyetdir; bir zamanlar bu fırında hamurkârlık yapmış 26 yaşında Bandırmanın Sığırdibi köyünden Ali Özdemir adında boşda gezer bir bekâr Uşağı, aynı fırında çalışır iken tanışdığı 72 yaşında Ali Ümitler adında bir ihtiyarı parasına tamah ederek başına kahve değirmeni ile vurmak suretiyle jkatletmişdir. Vak'a İstanbul gazetelerinde «Korkunç Cinayet», «Vahşiyâ-ne Cinayet» gibi serlevhalarla yayınlanmış ve büyük şehirde bilhassa fırınlarda çalışanlar arasında geniş ölçüde heyecan uyandır-mışdır.

CİBÂLİ FIRINI SOKAĞI

_ 3550 —


istanbul

ANSÎKLOPEDÎSİ

3551 —

ClBÂLÎ KIZ ORTA OKULU





Kaatil Ali Özdemir (Resim: S. Bozcalı)
Vak'anın gazetelerden derlediğimiz tafsilâtına kaatil cinayete anî bir Ikararla sürük-lenmişdir. Bandırmak genç hamur-(kâr ayrıldıkdan sonra Miralay Kâ-zımbey sokağındaki fırın kapanmış, fırında yatıp kalkan uşaklar dağılmış, yalnız ihtiyar hamurkâr Ali limitler bekçi olarak fırın odasında yatmaktadır. İhtiyar fırında çalışanlarca paralı adam olarak bilinmekte, ve paralarını da odadaki sandığında saklar sanılmaktadır. Vak'a akşamı ortalık kararmak üzere iken perişan bir halde bulunan Ali Özdemir, Ali Ümitlerden bir az para istemeye gelmişdir. 'Bu ziyaredden memnun olan Ali Ümitler: «İyi ettin de geldin, zaten fırını kapayacakdım, yemeği beraber yeriz, misafirim olursun» demiş, ve genci içeriye aldıktan sonra kepenkleri indirip fırını kapamışlar, fırın üstündeki bekâr odasına beraberce çıkmışlardır. Gene misafirine kahve pişirib ikram eden Ali Ümitler, mev-cud nevalesi ile bir yer sofrası kurmaya hazırlanırken, gözleri sandığa saplanmış olan kaatil anî bir karar ile: «Ali Baba, sen yorulma, sofrayı ben kurayım..» demiş, ve orada duran bir kahve değirmenini eline alarak: «Ne güzel değirmen..» demişdir,. ihtiyar da: «Babamdan miras kaldı..» cevabını verirken birden Ali Ümitlerin üstüne atılmış ve ihtiyarın başını kahve değirmeni ile vura vura parçalıyarak onu öldürmüşdür. Sonra hemen sandığı açmış, içinde bulunan altıyüz lira kadar bir parayı, ve ihtiyarın cebindeki altın saatini almışdır. Üstü başı kan içinde kaldığı için sırtına da Ali Ümitlerin paltosunu giymişdir. Aşağıya inerek kaçmak üzere iken, içerdeki gürültüyü işiden ve meraklanan civardaki esnaf dan bir kaç kişinin fırın kapusu önünde toplandığını anlamış, ne yapacağını şaşırarak yine yukarıya çıkıp gözüne ilişen bir hasırın içine girmiş, gizlen-mişdir. Dışardakiier de karakola haber Ver-

mişler, ve gelen polislerle beraber fırına girdiklerinde -feci şekilde katledilmiş ihtiyarın cesedi ile karşılaşmışlardır. O sırada hasırın duruşundan ve hafifçe kımıldamasından şüphelenilmiş, hasırı devirip açdıklarında da kaatilj yakalamışlardır.

İhtiyar hamurkâr - bekçiyi sırf parasına tamah ederek öldürdüğünü itiraf eden Ali Özdemir, kısa süren bir muhakemeden sonra idama mahkûm olmuş ve 1947 senesinde Sul-tanahmetde asılarak îdam edilmişdir.

İdam hükmünün verildiği gün mahkemeden çıkarken kendisi ile konuşmak isteyen Yeni Sabah gazetesi muhabirine şu sözleri kriminoloji ilmi bakımından son derecede şayanı dikkattir: «Yalvarırım bana bir şey sormayın., çünki bu vahşî hâlimi, bu kara düşüncelerimi kaybetmek istemiyorum..» demiştir.

CİBÂLİ FIRINI SOKAĞI — Haliç Fenerinin Haraççı Kara Mehmed Mahallesi so-kaklarındandır; Salihpaşa sokağı ve Mürşid sokağı dörtyol ağzı ile Üsküblü Caddesi arasıda uzanır, Cibâli Mescid sokağı ile de kavşağı vardır. Bir araba geçecek genişlikde, paket taşı döşeli, kavisli, üzerinde ikişer katlı ahgab ve kagir evler bulunan -bir yoldur; l kahvehane, 2 bakkal, l gazocağı tamircisi, l oto tamircisi, 2 lokanta, l kunduracı, l terzi, l halı-dikiş makinesi mağazası ile küçük bir çarşı boyudur; kapu numaraları 1-31 ve 2-32 dir (Mart 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

CİBÂLİ İLK OKULU — Adını taşıdığı semtde Kanısıcak sokağındadır; bağçesi ile birlikte 1900 metre kare bir arsada inşâ edilmiş iki katlı beton bir binadır; 1939 yılının 29 ekim günü 63. İlk Okul adı ile açılmışdır. İstanbul 12. İlk Okul ile müdür ve öğretmenleri ayrı olmak üzere müşterek tedrisat yapmaktadır. Okul on dershaneli ve çift tedrisat yapmaktadır; 1000 öğrencisi, 21 öğrenmeni ve 4 hademesi vardır. Yardım derneği çok faal olup kiymetli ders araçları sağlamışdır. 25 kadar yoksul öğrenci beslenme eğitimine tâbidir. 600 ciltlik bir öğretmen kitablığı, ayrıca sınıf kitablıkları vardır. 200 kişi alır bir temsil - konferans salonu bulunmaktadır. 1961-1962 ders yılı sonunda 149 mezun ver-mişdir; aynı ders yılı içinde öğretim kadrosu-

nu şu zatlar teşkil ediyordu:

Lütfi Dolk'ay (müdür), Âmil Baysal (müdür yardımcısı), Elçin Manisalıoğlu, Ekrem Manisalıoğlu, Necla Aybar, Güler Gümsoy, Halide Gülseçen, Sadık Targul, Aslan Özcan, ismail Cengizoğlu, Sabahat Cengizoğlu, Nazmiye Akman, Zahide Kocabaş, İlhan Osman-celebioğlu, Mutiye Seçkin, Sıdıka Akgül, Resmiye Yükselir, Suat Karaçelebi, Ayşe Akyel, Salih Akyel, Oğuz Güler.

Hakkı GÖKTÜRK

ClBÂLÎ KAPUSU — İstanbulun Bizans kalıntısı meşhur surlarının Haliç kıyısındaki kapularından biri, eski adı «Potci Kapusu» idi. Surların her tarafı gibi pek harab bir haldedir; 1943-1944 arasında bir jkuşbaz kapu içine kafesler asarak burasını bir dükkân gibi kullanmakda idi, kendisi 'ile görüşdüğümüz-de: «İşler kesad, kuşbazlıkda iş kalmadı, iki cins güvercinim var, onları da sattıkdan sonra boş kafesleri bile götürmiyeceğim, burada bırakacağım» demiş idi.

Bu kapu adını Cebe Ali Beyden almış, ve sonra bütün semt bu ismi taşır olmuşdur.

CİBÂLİ KAPUSU MESCİDİ — (B.: Os-manzâde Mescidi).

CİBÂLİ KAPUSU SANDIĞI, CİBÂLİ KAPULULAR — İstanbulun ikinci sınıf yangın tulumbası "sandıklarından; Osman Cemal Kaygılı merhum 1938 da bize verdiği bir not-da; «Cibâlikapuluların en parlak zamanları 1902-1903 arası, meşhur Borucu .Hasanın o sondıkda bulunduğu zamandır ki, reisleri de Arab Zîver idi; 1936 da Arab Zîver hayatda ve doksan beş yaşında ,idi. Cibâli kapulularm en yaman komşu rakibleri Fener Patrikhâ-neliler idi» diyor.

Cibâli kapulularm naraları: «Yıldızı bol Cibâlikapulu» idi. (B.: Tulumbacılar).

«CİBÂLİ KARAKOLU» ı— Memleketimizde, bilhassa İstanbulda çok meşhur olmuş bir komedi. Evvelâ Yunanlılar, Pierre We-ber'in «Düğün Gecesi» adlı komedisini, «Tatlı Eleni» ismi altında adapte etmişler; daha sonra bu eser Türkçeye tercüme edilerek Refik Kordağ ve Muammer Karaca tarafından «Cibâli Karakolu» olarak adapte edilmiştir.

Piyes oynanmaya başlandığı sırada, herkesin, haklı olarak merakına mucip olan şey,

eserin ismi olmuştu; niçin «Cibâli Karakolu» da başka bir semtin karakolu değildir. Karaca; «Bakın ismi nereden mülhem olarak koydum; enteresandır», diyerek bunu bize şöyle izah etti: Emniyetten Şehir Tiyatroları Müdürlüğüne atanmış olan Orhan Hançerli-oğlu ile Raşid Rıza arasında, bir gün, tiyatroda bir münakaşa olur ve Hançerlioğlu büyük sanatkâr Raşid Rıza ile âmirâne sertçe konuşur, bunun üzerine sinirlenen Raşid Rıza: «Bana bak, kendine gel, burası Cibâli Karakolu değil» der. Bu söz de, tiyatro sanatkârları arasında cinaslı tekerleme hâline gelir.

Aslında, İstanbulda «Cibâli Karakolu» diye bir teşkilât olmayıp Cibâli semtinin küçük bir komiserliği vardır. Fakat bu piyes halk arasında o kadar meşhur olmuştur ki, hâlâ, resmî evrak bile bu komiserliğe «Cibâli Karakolu» adresiyle ulaşmaktadır.

İlk defa 1954 senesinde, Taksimdeki eski Maksim salonunda sahneye, Muammer Karaca tarafından, 15 günlük bir ara piyes olarak konulan «Cibâli Karakolu», «prömiyer» inde bazı aksaklıklar dolayısiyle tutulmıya-cak gibi görünmüştür. Ertesi gece kulise gelen, merhum Ekrem Reşit Rey, birkaç tavsiyede bulunmuş ve «bu, en fazla oynıyaca-ğmız piyes olacaktır» demiştir. Hakikaten, 1962 senesine kadar fasılalarla ve değişikliklere uğrayarak, 2500 defadan fazla temsil edilmiştir, ki, büyük muvaffakiyettir.

Türkçeye adapte edilirken, bir emniyet âmiri üzerine teksif edilen piyes, aslında, kokot bir kadınla âşığı arasında geçen basit bir vodvildir.

Birinci perdesi, Sarıyer Halkevinde; ikinci perdesi; Cibalide bir apartımanın yatak odasında ve üçüncü perdesi de Cibâli Karakolunda geçen bu 3 perdelik komedide, komiser Cafer Sabbah rolünü Muammer Karaca emsalsiz muvaffakiyet ile oynamışdı (1962).

Halûk AKBAY

CİBÂLİ KIZ ORTA OKULU — Vefada Himmet ,sokağındadır; okul ör.ce 1936-1937 öğretim yılı başında Fatihte Haydar Caddesinde Bostan sokağında Hatice Özkaptana ait 9 numaralı binada açılmışdır; bu binanın çatı kısmında çıkan yangının tarihi olan 2 şubat 1945 e kadar orada kalmışdır.



CİBÂLİ MESCİDÎ

— 3552 —


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

— 3553 —

CİBÂLİ TEKEL FABRİKASI




Yangından sonra tedrisat kısa bir zaman için durmuş, ve bu orta okul l mart 1945 de, kapatılmış olan Hayriye Lisesinden 64. ilk okula intikal eden Horhor Caddesinde (Baba hasan alemi mahallesinde) 164 numaralı ko-nakda tedrisâta başlamışdır; l nisan 1953 de bu konak istimlâk edilmiş, Cibâli Kız Orta Okulu ikinci bir göç ile Atatürk Bulvarı üzerinde bulunan Atatürk İlk Okulu binasına ta-şınmışdır; hâlen bu binada bulunmaktadır ve yalnız öğleden sonra öğretim yapılmaktadır; binayı sabahları ilk okul işgal etmektedir.

Öğrenci sayısı 750 olup her ders yılı sonunda 60-80 arasında mezun vermektedir; öğretim kadrosu 20 maaşlı ve 7 ücretli olmak üzere 27 muallimdir. (1963).

Hakkı GÖKTÜRK

CİBÂLİ MESCİDİ — (B.: Sivrikoz Mescidi).

CİBÂLİ MESCİD SOKAĞI — Haliç Fenerinde Haraççı Kara Mehmed Mahallesi sokaklarından; isimsiz bir yol ile Cibâli Fırın sokağı arasında uzanır, başka bir isimsiz yol ile kavşağı vardır (1934, Belediye Şehir Rehberi, Pafta 8). Bir araba geçebilecek geniş-likde, kaba taş döşeli bir sokakdır; 2-3 katlı evlerinin çoğu ahşabdır (Mart 1963).

Hakkı GÖKTÜRK

CİBÂLİ MEYHANELERİ — Cibâli semti kadimdenberi bekâr uşağı pek çok olan avam yatağı ola gelmişdir, bundan ötürüdür ki semt, bilhassa yakın geçmişde meyhânele-riyle meşhurdur. Yukarda da kaydettiğimiz gibi bu meyhanelerin müşterileri tulumbacılar, beygir ve araba sürücüleri,fırın hamur-kâr ve tablakârları, kayıkçılar, gemiciler, kalafat ameleleri, bu gibilerle ülfet ve muhabbetten zevk alır efendiden beyden bıçkın meşreb ve külhânî tıynet kimselerdi. Cilâli meyhanelerine pek yakın olan Ayvansarayda-ki Loncadan saz takımları köçek oğlanlar getirtilir, pek curcunalı bir hava altında içki âlemleri yapılırdı. Bu meyhanelerin en büyüklerinden biri olan Haleblioğlu'nun Meyhanesi Cibâli Yenikapusunda, hâlen bir harabe hâlinde bulunan Cibâli Yenikapusu Hamamının hemen yanında idi, bâzı huvarda beyler gece hamamı kapatırlar, meyhanedeki sazendeleri ve köçekleri ve ayak takımın-

dan içki yaranını oraya kaldırıp, hattâ meyhanenin sakı oğlanlarını götürüp tâ besabah devam eden göbektaşı sofraları kurdurturlar-dı. Semtin azılı kabadayıları ve tehlikeli hafiyeleri de bu âlemlere katıldıkları içki kim- . se ses çıkaramazdı. Koltuk meyhaneleri pek çokdu; fakat gedikli meyhane olarak Cibâli-nin beş büyük şöhreti vardı, isimleri Halebli-oğlunun Meyhanesi, Laşkonün Meyhanesi, Kasavet, Anastaşın Meyhanesi, Yahudi Ayo-da'nm Meyhânesidir. Hepsi usta aşçıları, mahbub çırakları, türlü mezeleri, müşterilerine aşırı ikramları ile meşhurdu.

Üsküdarlı halk şâiri büyük kalender Âşık Râzinin aşağıdaki manzumeyi Cibâlideki Ha-leblioğlu Meyhanesi için yazdığını tahmin ediyoruz:

Haleblioğlu bu kebir meyhane Hîzmetde sakiler olmuş pervane Hûban ile dolu baksam ne yâne Serabı erguvan kıldı mestâne

Âşıkı sâdıklar kurar meclisi Mâşuklarsa gönül tahtı celisi Samur kaşı şahin başı tellisi La'H lebin içen olur dîvâne

Hârâbat ehliyiz bî havfü perva Kaanunu aşk üzre bizdeki dâva Gel eyle saki destinle irvâ Düşmüşüz ayağa biz yâne yâne

Getir saki bize nuklü badeyi Raksa çık rakkaas al calpâreyi Şad idin şu dili pare pareyi Aferinler olsun pîri mugaane

Puthâne mi disem meygede midir Kandiller uyansın işret demidir indir kepenkleri meydancı indir Sabahlamak gerek be mahremâne

Siyahçerde dilbaz kaddi şemşâdı Gaayet Ue bıçkın kartal kanadı Evrenşah denilen çeşmi cellâdı Sevdim bir şûhi ki kara cingâne

CİBÂLİ SET SOKAĞI — Haliç Fenerinin Abdi Subaşı Mahallesindedir; İncebel Sokağı ile Tabakyunus Sokağı arasında uzanır; İncebel Sokağı tarafından gelindiğine göre iki kişinin yanyana ancak geçebileceği kadar dar, dik yokuş ve toprak yol olarak başlar; bir yanı dik duvar, öbür yanı dik uçurum, toprak bir meydancığa kavuşur, oradan Tabak Yunus Sokağına kavuşur. (Mart 1963)

•Hakkı GÖKTÜRK

CİBÂLİ TEKEL TÜTÜN - SİGARA FABRİKASI — Osmanlı İmparatorluğunun dış borçları kangren hâlinde bir mâlî yara olunca kurulan Düyunu Umûmiye İdaresi Türk tütünlerinin işletme inhisarını «Tütün Rejisi» adı altında bir Fransız şirketine vermiş idi, bugünkü bu tekel fabrikasının esası 1883 de o şirket tarafından kurulmuşdur.


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   11   12   13   14   15   16   17   18   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin