Ç meba ında ayaktakımından bir İsrtaııbul Delikanlısı



Yüklə 5,85 Mb.
səhifə3/90
tarix17.01.2019
ölçüsü5,85 Mb.
#97870
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   90

O zaman Blumntahl biraberler yanında genç bir memur ve stüdyo rejisörü olan Jak Beresi, Tanbûrî Cemil'le senelerce temas fırsatını bulmuş olanlardan birisidir ki hâtıralarını şöyle hülâsa ediyor:

«1908 senesinde Odeon plâk fabrikasına bu müessesenin Türkiye acentası olan Blu. mentahl biraderlerle Tanbûrî Cemil bey 100 Napolycn altını mukabilinde plâk doldurmak



CEMİL BEY (Tanbûrî)

__ 3474 —

İSTAMBÜL

ANSİKLOPEDİSİ

— 34*75 —

cemil bey




üzere (anlaştılar. Para Kredi Liyone bankasına depozit edildi. Fakat ertesi gün Cemil bey büroya gelerek, çalamıyaeağını ve paranın bankadan çekilmesini, derin hayret ve teessüfümüz karşısında kat'î bir lisanla söyledi, gitti. Ancak birkaç sene sonra, ziraat mühendisi Şevket Bey, Tanbûrî Cemil beyi plâk çalmaya ikna ettiğini bildirdi. Bir mukavele yaptık ve bu suretle bildiğiniz Orfeon plâkları 1914 harbine kaiar yavaş, yavaş meydana geldi.» i

«Zamanla Tanbûrî Cemil'in Blumentahl kardeşlere itimadı artmış, esaslı bir dostluk derecesine ulaşmıştı. Cemil'in cenazesine gelen yirmi kişi arasında Hermann ve Julius Blumentahl kardeşlerin de bulunduklarını, derin ve samimî bir teessür gösterdiklerini burada zikretmek yerindedir.

«Bu plâk çalışmalarında en canlı hâtıralarımın birisi plâklar yavaş yavaş 'meydana çıktıktan sonra, eve, o zamana kadar bu derecede güzelini hiç görmediğim bir gramofon makinesinin gelmesidir. Sonrad,an öğrendim ki, bu makine mukavelenin bir maddesi gereğince, Cemil Beyin, doldurduğu plâkların provalarını dinliyerek, gerekirse tekrar çalmayı istemesini sağlamak üzere, Blumentahl kardeşler tarafından gönderilmiştir.

Onları dikkatle dinlerken hep yanında idim. İşin bu kısmı onu da eğlendiriyordu. Bazan gülümser, bazan sinirlenir ve üst üste sigara içerek bir deftere birşeyler yazardı. Kayfcolmuş binbir hâtırası arasında o defteri bugün yeniden bulduğum zaman, Cemil'in kendi kendisini tenkidi bakımından ne kadar değerli bir ipuucu ele geçirdiğimi anladım. Bu deftere Cemil her plâğın numarasını ve adını yazmış ve hizalarına eser hakkındaki kritiğini gösteren «iyi», «daha az iyi», «fena» işaretleri ile bjazı kısa cümleler ilâve etmiştir. Buna rağmen ölümünden sonra, «daha az iyi» ve «fena» diye işaretlediklerinin hemen hepsinin, yeniden yaptıkları ile beraber, Orfeon plâklarında çıkmış olması Cemil'in ruhunu üzse bile, onun «fena» diye vasıflandır, dığını, biz «olağanüstü güzel» buluyoruz.

«Fakat son senelerinde, etrafındaki kalabalık ve hayat akışı ile arası yeniden ve gittikçe açılmaya başladı. Dönülemiyen uzak bir ana yurdun devasız hasretini çeken insan gibi idi. Sıhhati belli olur derecede bozulmuştu. ccUzletgâh» dediği, bahçenin içindeki

evde günlerce biraz kaşar peyniri, zeytin veya bu gibi mezelerden başka birşey yediğini ve yatağa uzanıp rahat bir uyku uyuduğunu görmedim. Eski bir pantalonun üstüne boz renkli abasını giyer, koltuğa gömülür, en çok kırmızı bir battaniye ile sedirin üzerinde yarı uyku halinde dinlenir, bütün .gece okur, çalar, içini dolduran büyük dalganın bir par. çasım zaman zaman derin bir «Ah!» ile boşaltır, ancak sabah olduktan, gün ilerledikten sonra şu veya bu dış olaylara alâkalı görünür, uzun gecenin içinde, gömüldüğü murakabe âleminden muvakkaten uzaklaşırdı.

«1914 harbi patladığı zaman, zaten bitkin bir halde idi ve dünya işlerine artık da-yanamıyacak kadar aşınmış olan sinir örgüsü, payitahtın lıarjap sokaklarında arka arkaya yeni sınıflan «ahzıasker şubelerine» çağıran davullu bekçilerin haykınşlariyle alt-' üst oldu.

«Tanbûrî Cemal'i başında kabalak, elin


de mavzer, belinde palaska ile görmek, o gün
gibi bugün de aynı derecede, gülünç ve fe
cidir. . .:

«Sanatkâr henüz 41 yaşında idi ve bir insan yüzü gibi manalı ellerinden tanburunu bırakmak ve üstünde Almancadan çevrilme «Allah bizimle beraberdir» yazılı süngüyü barka bir adıamın göğsüne saplamak üzere, bu ölüm bayramına davullarla çağrılıyordu.

«Bir defa bedel verdi. İkinci defası için
harp meydanındaki Ölüm, bedeli almaya biz
zat gelecekti. . .

«Njasıl başladığını kendisinin de bilmediği bir soğuk algınlığından sonraki öksürük bir türlü geçmiyordu. Ahzıasker şubesindeki hekimin şüpheli sözlerinden kuşkulanan bir dost onu doktor Musa Kâzım Beye götürdü.

«Cemil doktordan dönüşte bu toprak üstündeki alâkalarından artakalan tek değer saydığı bir çocuk için, karısına ilk evlendikleri günlerin yakınlığı ile son bir defa daha içini döktü ve ağladı.

«Saide Hanım, anne olduğu ilk mesut senenin, kendisine avucunun içi kadar yakın, saman yolu kadar uzak hâtırasına bir defa daha kavuşuyordu. Bu dünyaya ait bütün kaygıları kendi renginde eritmek için başuç-larına gelen ölümün gölgesinde karı-koca bir defa daha, birbirlerini buldular.

«Saide hanım ona saçını süpürge etti, ve eğer bu hastalık kıyamete kadar sürseydi,

dünyada ondan daha bahtiyar olan başka hiç bir kadın bulunamazdı.

((Tanbûrî Cemil'i tedavi etmiş olan hekimlerden Hâmid Hüsnü Bey onun sağlığı etrafında muhitin ilgisini bize nakledebilecek ve hastalığı hakkında bilgi verebilecek olan son canlı şahittir. Hastalık haberi onun dost çevresine bir anda yayıldı. Sadrazam Sait Pa. şadan. sonra Talât Paşanın kulağına kadar geldi. Harp humması içindeki hükümet, İttihat ve Terakki Partisi ile beraber, Şerif Ali Haydar Paşa ve büyük oğlu damat Şerif Me. cid Bey ve diğer erkân, Cemil'in hastalığını günün önemli meseleleri içine (almakta hassasiyet gösterdiler.

«Fırka merkezi umumîsinin Tanbûrî Cemil'in İsviçrede bir sanatoryuma gönderilmesi için verdiği kararı ve bulduğu imkânı Cemil reddetti.

«Babam hastalığının süresince, zaten mevcut olmayan, bir yatağa yatmak istemedi ve yatmadı. Kodein haplarını, yardımcı ilâçları hep, yastıklarla desteklenen geniş, eski koltuğunda aldı. O zamanlar vereme karşı hekimliğin şimdiki bazı faydalı tedavi usulleri de yoktu ve hastalık, eski İstanbul yangınları gibi, aman vermeden seyrediyordu

«1916 yılı temmuzunun yirmi sekizinci gününü yirmi dokuzuna bağlıyan gece yarısından sonra karısı ile helâllaştı. Hatâların, dan dolayı özür diledi; güçlükle:

«— Vakit geldi! dedi. Yirmibeş sene rin-dâne yaşadım. Öldüğüme teessüf etmiyorum, lâkin sizin için bâdîi ıztırap oldum.. Affediniz! Kendinize ve Mesud'a iyi bakınız...»

«Sabaha karşı, bir iç nefesden sonra vefat etti.

«Tanbûrî Cemil Bey, Rauf Yekta, Ali Rıfat, Musa Süreyya ve ölümünden sonra onu tanıtmaya çalışan diğerlerine göre., dâhi bir virtüöz, bir nevi «Paganini» dir. Türk musikisinde, tanbur tavrını esasından değiştirmiş kemence ve başka sazların çalmış tarzla, rina yaratıcı bir yenilik, canlılık, hşareket ve renk getirmiştir.

«Bu konu etrafında hepsi, en samimî ifadeleriyle kâfi derecede edebiyat yapmış olan tahlilciler, onun bu «yaratıcı» vasfının asıl temelini çok kere bulamadılar.

«Yalnız birisi, Musa Süreyya «Cemil Beyin ince sanatı, bilhassa taksimlerde tecelli

ederdi. Her taksim kıymetli bir eser, yüksek bir beste idi.» diyerek bir gerçeğe doğrudan doğruya yaklaşabilmiş ve «Musikinin bu nevinden nihayetsiz bir hazine-i ilhâmâta malikti. Sazım eline aldığı zaman, efkâr ve hissiyatını istediği tarz ve edada ifade ederdi. Hususî bir üslûbu vardı. Mazî ile alâkası kesilmişti. Eski musikinin ilâhî ve semavî es-, rarına fikren vâkıftı, fakat Dergâh musikisinden tamamiyle ayrılmış olarak, doğrudan doğruya ruhunun acı hasretlerini terennüm ederdi. Bütün nağmeleri bir teessürdü. Ruhunda ebedî bir matemin hicranları vardı. Taksimlerinde bir müteverim melali gizlenmişti...) gibi hükümleriyle, açıkça, romantik bir bestegâr tipinin tarifini yapmıştır.

«Hakikatte ve ilk plânda, onu. tarihî bir zaruretin yarattığı bestegâr ve ancak bundan sonra icracı olarjak anlamak mümkündür

«Bu bahiste hepimizi şaşırtan taraf, tak. sim formundaki Spontane bestelerinin, vaktiyle, yalnız kendisi tarafından, ilk ve son defa çalınabilmiş olmasıdır.

«Bu kusurlu kitabı büyük Yahya Kemal'in Cemil'e dair bir hâtırası ile bitirmek isterdim. Bu hâtırayı, şiitindeki gibi mucizeli konuşma üslûbiyle, bize birkaç defa öylesine anlatmıştı ki, her seferinde hepimiz konuşamaz, düşünemez, kımıldanamaz olmuştuk. Fakat bu anlatış da Cemil'in Taksim halindeki besteleri gibi, yalnız Yahya Kemal tarafından, bir an için, ilk ve son def a mümkündür; üstelik plâğa da alınmamıştır!

«Çok gençmiş. Jön Türkmüş Avrupadan yeni gelmiş. Fransız kültürüne hayranmış. Memleketine .ait her şeyi küçümsüyormuş. Snobmuş, züppe imiş. Kadıköyünde, Ceviz, lik'te Cemil'in pek yakın dostları, merhum Şevket Beyin ve oğlu Sabih, Beyin evinde onu tanımış... Zayıf, soluk renkli, gösterişsiz fakat garip bir adam... Tanburu bırakmış, kemençeyi almış... «Yine yol vermedi Erzincan dağları...» Bir taksim, «Yine de kaynadı coştu dağların taşı...» Bir taksim daha; «Nazlı nazlı sekip gider güzel ceylân», ve bir taksim daha.

«Yahya Kemal: — O zaman karşımda, altından bir kapı açıldı. Memleketime bu kapıdan girdim!... 'diyor.

«Şâir, çok sonra, bir defa da, Varşova'da iken, kasvetli ve uzun bir kış gecesinden kur-



CEMİL BEY (f anbûrî)

— 3476 —


İSTANBUL

ÂNSÎKLOPEDlSÎ

— 3477 —

•cemîl'bey (Tanbûrî)


tulmuş, yine o seslerin açtığı kapıdan, memleketine, İstanbula, Kanlıca koyuna dönmüştü:

Bin yıldan uzun bir gecenin bestesidir bu; Bin yıl sürecek zannedilen kar sesidir bu. Bir kuytu manastırda dualar gibi gamlı, Yüzlerce ağızdan koro halinde devamlı Bir erganun ahengi yayılmakta derinden; Duydumsa da zevk almadım îslâv kederinden. Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta, Tanbûrî Cemil bey çalıyor eski plâkta. Birdenbire mes'udum işitmek hevesiyle. Gönlüm dolu İstanbul'un en özlü sesiyle Sandım ki uzaklaştı yağan kar ve karanlık; Uykumda bütün bir gece körfezdeyim artık. •(Mesud Cemil, Tanbûrî Cemü'in Hayatı; 1947). .

Tanbûrî Ceınilin Hayatı — Büyük sanatkârın, yine büyük bir sanatkâr olan oğlu Mesud Cemil tarafından yazılmış biyografisi; bu İstanbul Ansiklopedisinde, yazılması çok güç Tanbûrî Cemil Bey maddesinde, diğer bütün kayıdlara tercih ederek tek kaynak olarak kabul ettiğimiz eser; kendi vadisinde ise eşsiz kıymetde bir kitab; rindâne zerâfetin timsâli, sohbetleri" en tatlı türkçe ile edebî ziyafet Mesud Cemil'in elhak ki sânına lâyık bir eser; 14,5 X 21 eb'adında 155 sayfa elan bu kitab 1947 senesinde Ankara-da Sakarya Matbaasında basılmış olup bu birinci baskısının geliri müellif tarafından Basın ve Yayın Umum Müdürlüğü Para Biriktirme ve Yardım Sandığı üyelerinden ö-lenlerin ailelerine yardım için terkedilmişdir. Eserin hâlen mevcudu kalmadığı halde ikinci baskısı o tarihten bu yana yapılmamış. Ressam Turgud Zaim kitabın kapak kompozisyonu ile içine metin dışı beş parça gravür çiz-mişdir; gravürlerin konulan şunlardır: Tanbûrî Gemilin evi, çocuk Tanbûrî Cemil, Maşukanın kabrinde tanbur, Bir meyhane âlemi, her akşam kocasını pencerede bekleyen cefakeş zevce Sâide Hanım. Kitap ayrıca on-üç parça fotoğraf kopyaları ile tezyin edil-mişdir ki o kıymetli vesikalar da şunlardır: Cemil Beyin son portresi, Cemil Bey 12 yaşında, Cemil Beyin amcası Refik Bey, amca oğlu Mahmud Bey, Cemil Bey 18 yaşında, Gemilin büyük kardeşi Ahmed Bey, Gemilin en yakın dost ve hamilerinden Yanyalı Mustafa Paşa, Cemil dostlarla bir kır gezintisinde, Gemilin zevcesi Saide Hanımın genç kızlığı, Sâ-de Hanım evlendikden sonra, Cemil Bey Ve konser arkadaşları, Cemil Bey bir dost

MESUD CEMiL

TANBÛRÎ CEMİL'İN HAYATİ

1947


Bu maddedeki kitabın kabı

evinde tambur çalarken. Evde fonograf çalışması.

On altı fasla ayrılmış olan kitabın ihtiva ettiği bahisler şunlardır:

I — Bu 'E.d,3im kimdir? — Kâtip Müsli-


hüddin mahallesi —• Kirpi dans. ediyor —
Kapının arkasındaki resim.

II — Bir mezar arıyoruz —Mevlâna di


yor ki.. — İçimdeki ses — Tanbûrî Cemil'in
iskeleti.

III — Çocukluk günleri — Molla Gûra-


ni — Farenin dinlediği konser — Pabuçlar
neye yar.ar?— Anbarlı çiftliği — Lenber Ağa
nın Tanburu — İki dost — En güzel hediye
— Sevgili.

  1. -— Aile — Soya hâs müşterek karak
    ter — Amcasına sığınan yetim çocuk — Pa
    dişahın eski dostu ölünce.

  2. — Küçük yeğenle arkadaşlık — Bit
    Tanzimat Efendisin, n evi — İlk musiki bil
    gileri — Cemil ikinci defa yetimdir.

VI — Mahmut Beyin yanmd,a — İlk
gençliğe doğru —; Tehlikeler — Koruyucu
bir amca oğlu — Tanbûrî Ali Efendi ile ilk
görüşme — Taşkasaha dönüş.

VII — Aile tipleri — San'at ve Tanbûrî


Cemil.

VIII — XLX. uncu asrın başında — III. üncü Selim — II. nci Mahmut ve musikide yenilik hareketleri — Abdülaziz ve II. nci Abdülhjamit neler yapabilirdi? Batı musikisi karşısında Tanbûrî Cemil — Tanzimat ikiliği içinde Tanbûrî Cemil — Faslı atık, Faslı cedîd» — H&lk musikisi ve Tanbûrî Cemil.

LX — Mustafa — Bir mektuptan öğrendiklerimiz — Kemençeci Vasilâki ve Tanbûrî Cemil — Başka dostlar.

X — Zurna — Selâtin meyhaneleri.

XI —Evlilik hayatı — Bir aşk efsanesi

— Kocasına âşık — «Desenchante» ler — Bir


çocuk doğunca — Perili evde bekliyen genç
kadın.

XII — Meşrutiyet — Cülus toplan —


İlk konserin talihsizliği — Seyahatler.

XIII — Tensikat — Geçim zorluklan —


Talebeler.

XIV — Ev içi hayatı -—Kediler — Mev


levi Dervişi mi, kunduracı mı? — Kederler

— Cemil kendisini yalnız sanıyor — Tanrı,


nih karşısında.

XV — Gramofon — Kendi kendini ten-


kid — İyimser bir anın yazdırdığı mek
tup.

XVI — Son yıllar — 1914 — Tanbûrî


Cemil asker — Hastalık —• Cerrahpaşa yoku
şundan Alp dağlarına — Ölüm — Bu adam
kimdir?

Mesud Cemil babasının hayat hikâyesine şöyle başlıyor; ağlamadan yazılmaz, ağlamadan okunmaz satırlardır:

«Babamı; evimizin geceleri ahşap kaplamalarına tırmanan sansarları, tavan aralarında koşuşan fareleri, selâmlığın bodrum penceresine açılan penceresinde görünen sarı yılanı, açık kalan boş oda kapılarının karanlığında karşıma çıkan perilerile karışık, bir hâtıralar yumağının arasında görürüm.

«Siyah redingotunun ipekli geniş yakası zayıf göğsünün üstünde ciddiyetle kapanır; nahif bünyesine ve ince boynuna göre geniş yakası, plâstron boyunbağı üstünde hafifçe yana eğik başı biraz daha büyük görünür, zaptedilmiş büyük bir şikâyetin tükenmez kederini taşıyan dargın bakışlariyle bu adam, bir esir ve bir kral gibi, tecessüsümün önünden gelir geçerdi.

«Kimin esiri ve neyin hâkimiydi? O gün gibi bugün de bilmiyorum.

«öldüğü zaman onüç yaşındaydım. Son

nefesini verirken anneme bahsettiği «yir-mibeş senelik rindâne hayatı» nın, bir çocuk idrâk ve ihsasları hududu içine girebilen ne kadarını kavrayabilirdim? Şahsiyetinin kıvrımlarını bize en iyi açabilecek olan kendisinden dah,'a yaşlı bütün akrabaları, daha evvel öldüler. Kalanlar üç beş kişiyiz.

«Ahbap, dost, meslektaş, talebe olarak hâtıra ve bilgileri olanlar da birer birer aza1 lıyorlar.

«Bu dost ve yakınlarının bir çoğunu tanıdım ve dinledim. Onun adetâ zorla tutunduğu bu dünya hayatından romantik bir ölümle çekilip gittiğinden beri geçen otuz yılın türlü değişiklikleri arasında bu dostlar, hem kendi hüviyetleriyle doğrudan doğruya, hem de muhitten gelen testlerle, pek çok değişmiş ve bir çok unutmuşlardı. Hepsi onu, hayatının muayyen bir parçasiyle tanırlar. Hepsi doğrudan doğruya intibalarla olduğu kadar, işittikleriyle de ona hayrandırlar. ,

«Onlarla karşılaştığım zaman, bugün bağlı bulundukları yaşayış ve duyuş şartlan ne olurs^. olsun hemen o zamanların havası içine dönüyorlar ve Tanbûrî Cemil'i tanımış olmakla mağrur görünüyorlardı. Elimi iki ellerinin içiııe alır, omuzumun üstünden boşluğa doğru muhabbetle bakarak:

— Büyük adamdı senin baban... derlerdi.

«— Tanbûrî Cemil'i tanıyanlar arasında yaşça en küçükleri olduğum için, hepsinden bir amca, bir ağabey sevgisinin sıcaklığına kavuştuğum bu baba dostlarının sözlerini daima dikkatle dinledim. Söylenenlerin bir çoğunda bazı hakikatleri belirten müşterek taraflar kadar tezatlar, garabetler, mübalâğaların da bulunmasına rağmen bunların hepsi benim bildiklerimle birleşince, bir gün, bu kit,abm temeli olabildiler.

«Bununla beraber Cemil'e dair, yüzde-yüz biyografik bir eser meydana getirmek için lüzumlu olan her türlü vesikaya pek az sahip bulunuyoruz. Esasen Tanbûrî Cemil, nota defterlerinden başka kendisine ait mektupları, el yazılarını derleyip toplamak için hemen hiç bir şey yapmamış, bazı perakende ve yarım notlardan başka hâtıra defteri de tutmamıştır. Makale, şiir veya musiki eseri müsveddeleri, tercümeler, başlanmış bir musiki kamusu, bir kemence metodu, gelen mektuplar, gönderilen mektuplar, bir

CEMiL BEX.(Tanbûrî)

— 3478


istanbul

ANSİKLOPEDİSİ

3479

CEMiL BEY (Tanbûri)




çok notalar, kitap, resim vesaireden mürekkep olarak bana kalan bir yığın kâğıt; sandıklar, sepetler, bohçalar, zarflar içinde yıllarca semt semt göç ettikten sonra, benim bunları saklamak hususundaki kayıtsızlığımdan başka kendi hayatıma ait sarsıntılar arasında dağıldı gitti.

«Bu vesikalardan başka, evimize gelenlerin bugün de hatırliyacakları kırk elli par. ça türlü türlü çalgıları, kitapları, masası, _ hokkaları, kalemleri, mızrapları, kadehi, ka-rafakisi, marangoz takımı kıl destereleri, bastonu, şemsiyesi, elbiseleri, ve başka bir sürü şahsî ve hususî eşyası; fakir fıkara, hâtıra meraklıları, yangınlar, ev taşımalar uğrunda, denizin ortasına bırakılmış bir avuç saman gibi, bilinmez ufuklara doğru yayılıp kayboldular.

«Rahmetli annem, onun ihtiyat olarak daima redengotunun arka cebinde taşıdığı ağzı vidalı, maroken kaplı, yassı rakı şişesini, içindeki rakı ile beraber, uzun seneler saklamıştı.

«Haşarı çağlanındı. O zamanki inhisar rakıları da hiç iyi değildi. Bir gün bu şişeyi ,a)çtım, rakısını başka bir şişeye boşalttım, içine inhisarın (ikinci nevi) rakısından doldurdum, kapadım, yerine koydum. Babamın binliklerinden .aktarılmış o nefis rakıyı — o kadar güzeldi ki — yalnız başıma, mezesiz ve susuz, yudum yudum içtim. Zavallı anneciğim, o sahte rakı ile dolu şişeyi içinde bulunduğu sandıkla beraber, benim hiçbir kıymeti sıkıca tutmasını bilmiyen hercai ellerime büsbütün bırakıp hastaneye düşünceye kadar, lavanta çiçeği, sabun ve naftalin kokan eski elbiseler arasında, kocasının yadigârı diye dikkatle saklamıştı. Sonra şişeyi de bir arkadaşa hediye ettim.



k Bugün bizi Tanbûrî Cemil'in şahsiyetinin örgüsüne doğrudan doğruya yaklaşmaya yarayacak olan bütün bu şeylerin içinde saklandığı 21 mükerrer numaralı hanenin tütün ve anason kokan odaları gelecek yangına kjadar bomboştur.

«Bu evi Almanyaya musiki tahsiline gitmek için Emniyet Sandığına rehin koymuş, sonradan borcunu ödiyemediğimiz için satmıştık. O zamandanberi geçen yirmibeş sene içinde oraya yalnız bir defa, bundan iki sene evvel gidebildim.

«Ölülerimizi sevdiğimiz kadjar onlardan kaçıyorum da galiba.

«Bana, o evin duvarları içine annemle babamın cesetleriyle beraber kendi kendimin ölmüş olan bir tarafım, hayatımın bir parçası gömülüdür gibi geliyordu. Yağmurlu bir kış haftası gibi koyu kasvetli rengine rağmen o hayatımı ve annemle babamı o kadar seviyordum ki oraya gidersem bir daha çıkamam sanıyordum. Çok kere trenle Yeni-kapıdan geçerken yahut Beyazıttan Aksara-ya, öğretmen olduğum okula inerken oraya uzaktan, eski yangın yerlerine yeni yapılmış çirkin apartmanların aralarında, merakla, istekle korku ile baktım, ahşap evlerin yosun yeşili altından kırmızısı görünen kiremitleri arasında bizimkini aradım; fakat bir türlü oraya yaklaşamadım.

«Nihayet, 1944 sonb/aharındaydı dostum Ruşen Kam'la beraber oraya gitmeğe karar verdik. Onunla; evlerimize ^ifynek için önünden geçmeğe mecbur olduğumuz türbenin kavuklu mezar taşlarının karanlık sokağa vursan gölgelerinden korktuğumuz gece-lerdenberi, bütün kalp çarpıntılarımızda, böyle beraberiz.

«Oğlanlar tekkesinin önünden ağır ağır çıktık. Teker teker bildiğimiz, kafeslerinin arkasında kımıldanan gölgelere bütün gece şiirler yazdığımız evlerin önünde dura dura, bizim sokağa saptık.

«Şimdi bütün pencereler açılacak, komşular, tanıdıklar bize seslenecekler, sevinecekler, sitem edecekler, soracaklar, 'alnımızdan öpecekler.. Çok üzülüyoruz. Bütün, bu eski dostlara o kadar vefasızlık ettik ki..

«Mescidin çeşmesi kurumuştu. Zincirle bağlı tasın yerinde yalnız bir çivi yarası kalmıştı. Bekçi Hüseyin ağa ortalıkta yoktu. Bu saatte mutlaka evine dönen Gıyasettin bey neredeydi? Mühendis Saffet bey niçin kapısının önünde sigarasını içmiyor? Nevzat niçin topaç çevirmiyor, Müfit niçin bizi karşılamıyor? Bize dargın mıdırlar, yoksa hep beraber bir yere mi gittiler?

«Halbuki sokağın basılmamış köşelerinde yirmi sene evvelki ısırgan otlan gibi duruyordu!

«Masaldaki uyuyan şelırin bir sokağından geçer gibi hayret içinde birbirimize tutunarak yürüdük.

«Kapının, çok kullanılan- sağ taraftaki si-

yah demir tokmağı hem parlaktır, hem berrak bir ses çıkarır. Soldaki tokmak tozlu ve mat renklidir, sesi de toktur. Onu yalnız pek yabancılar, tek kollu yahut kör dilenciler çalarlar. Bıazan da, ev halkını izaç için, ben çalarım.

Satılmadan evvel o eve girmiş ve bizi tanımış olan iyi insanlar, iki nazik hanım kapıyı açtılar. Asîl ve sakin sevinçleri hayretlerini perdeliyordu. Onlar başlarını örttüler, biz şapkalarımızı çıkardık.

İlerledik. Vaktiyle -ancak zıplayarak iki elimle üst pervazına tutunup sallandığım camlı kapıdan başımı eğerek girebiliyordum. At koşturduğum koca sofrayı üç adımda astımı. Birinci kata çıkan boylu boslu merdiven küçülmüş, daralmıştı. Bütün odalar, tavanlar, pencereler olduklarından daha dar «ölçülerle karşıma çıkıyordu. Bizim evde değil de sanki onun küçük bir maketi içinde dolaşıyordum. Yalnız merdivenin, gizli gizli inip çıktığım karanlık gecelerde dostum ve sırdaşım olmayı hiç bir zaman kabul etmemiş olan gıcırtısı hep o eski maaile ayaklanma sarılıyordu. Ateşli rüyalardaki gibi hep cü-celeşmiş olan bu hacimler içinde yalnız, Ayastefanostan getirtilen sekiz çam fidanından sağlam kalan bir tanesi — ki üstünden atlar dururdum — alabildiğine büyümüş, kalınlaşmış, selâmlık -kapısının açıldığı çıkmaz sokakla bahçeyi ayıran sarı aşı boyalı dıvara yorgun argın yaslanmıştı,

«İlerlemiş sonbaharın (akşam güneşi süratle çekiliyor, iki içli müslüman kadının nemli gözleri koyulaşıyor, sokakta yoğurtçu bağırıyor, çocukluğumun Hayırsız adaya sürülen köpeklerinden birinin torunu havlıyor:

— Ruşen Kardeşim! Haydi gidelim! Daha fazla duramıyacağım..

«Biliyorum; o da duramıyacak. Ama duruyor. Orta kat sofa kapısının, inerken sağ kanadının üstünde bir yazıya parmağını uzıa-tıyor. Gotik farflerle Almanca bir cümle: «Das ist die Tür.» Benim yazım! 1914 de ük Almanca derslerimizin sınıftan eve taşınmış bir parçası.

«Birden zihnimin başka bir köşesinde bir idare lâmbasının fitili açıldı. Kapıyı hızla çevirdim; dıvar tarafı karşımıza çıktı. Zihnimin aradığını bulmuştum. Ben belki beş yaşında iken, beni eğlendirmek için babamın eski usul lavabonun mermerine kurşun ka-

lemle çizdiği insan ve hayvan resimlerinden birisi de burada idi. Uzun saçlı, dik bıyıklı, yüksek yakalı, Mopasanın «Güzel dost» romanının kabındaki resmi andıran, profilden bir adam resmi; Tanbûrî Cemil Beyin eliyle çizdiği bir resim! En aşağı otuzbeş seneden-beri bu kapının arkasında durmuş, tahtanın belki yüz senelik ve ilk yapıldığı zaman sürülmüş yağlı boya cildine karışmış; lavabo satıldığı, duvarlar badana edildiği için öteki resimler kaybolduğu halde, bu, kapının arkasındaki, işte bir Mısır mumyası gibi burada kalmış. Eski bir tabloyu yeniden keşfetmiş gibi heyecanlandık. Ruşen kapıyı söküp götürmeye kalktı; ben:


Yüklə 5,85 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   90




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin