Caferiyye Mezhebi:
Cafer b. Muhammed es-Sâdık (Ö. 148/766) Şiîlerin benimsediği oniki imamın altıncısı olan Şia'nın kollarından biridir. Fıkıhta Cafer-i Sadık'a bağlıdır. Bu mezhebe mensup olanlara "Caferiyye" denilir. 1
Cahiliyye :
Bilgisizlik anlamına gelen cehl kökünden cahiliyye, "cahillik devri" demektir. İslâm, aydınlık ve bilgi devri olarak telakkî edildiği için Arabistan'da İslamiyetin yayılmasından önce, daha dar bir mana ile Hz. İsa ile Peygamberimize kadar geçen süreye "cahiliye devri" adı verilir.
Cahiliyye; "Allah'ı gereği gibi tanımama, O'na kulluk etmekten uzaklaşma, O'nun hüküm ve emirlerine boyun eğmeme, heva ve hevese uyma" olarak ifade edilir.
Bu konuyla ilgili olarak Cenab-ı Hak, Maide Sûresinin 50. âyetinde şöyle buyuruyor:
"Onlar, yine de cahiliyye devrinin (o kokuşmuş) hükmünü mü arıyorlar? Oysa yakînen bilen insanlar için, Allah'tan daha güzel hüküm sahibi kim vardır?”
Cahim 2
Caiz:
“Yapılmasında dini bakımdan bir sakınca olmayan şey”dir. Fıkıh dilinde caiz denilince "yapılması sahih veya mubah olan herhangi bir fiil veya akit" anlaşılır. Bazan bir fiil veya akit sahih olduğu halde caiz olmayabilir. Mesela cuma namazı kılmak için ezan okunurken kendisine Cuma namazı farz olduğu halde namaza gitmeye bir kimsenin yapacağı alış-veriş muamelesi dünyevî hüküm itibariyle sahihtir. Fakat ahiretle ilgili hükümler itbariyle caiz değildir. Çünkü Cenab-ı Hak Kur'an-ı kerim'de şöyle buyurmuştur:
“Ey iman edenler! Cuma günü namaz için okunduğu zaman, Allah'ı anmaya koşun, alış-verişi bırakın.” 3 emrine muhalif olduğu için ahiretle ilgili sorumluluğu gerektirir.
Kelam ilminde aklın hükümleri; vacip, caiz ve mümteni olmak üzere üç kısma ayrılır. Bunlardan caiz; varlık veya yokluğu düşünülebilen, var olması da yok olması da mümkün olan şeylere denir. Ateşin sönmesi, buzun erimesi gibi. Caizin olması düşünülebilir, olmaması zorunlu değildir.
Câlut:
İsrailoğullarına saldırıp, Hz. Davud peygamberle savaşan bir kral. İri vücutlu kaba birisi olduğu için halk arasında adı irilik için kullanılan bir deyim şekline gelmiştir. Cahit, Mısır ile Filistin arasında yaşayan Amalika kavminin kralı idi. Ordusuyla İsrailoğullarına saldırdı ve onları yendi. Bunun üzerine İsrailoğullan Hz. Davud'a başvurup Calut'a karşı savaşmak istediklerini ve kendilerine bir komutan tayin edilmesini belirttiler. Bu göreve Talut atandı. Ancak sefere çıkanlardan bir kısmı Calut ile savaşmaktan korkup geri döndü. Buna rağmen yapılan savaşta Calut'un ordusu yenildi. Hz. Davud da Calut'u (Gol-yat'ı) öldürdü. İsrailoğullarının komutanı olan Talut öldükten sonra onun yerine Hz. Davud ordunun komutasını eline aldı. Bu kıssa Kur'an-ı Kerim'de Bakara suresinin 246-252. âyetlerinde anlatılmaktadır.
Cami:
Arapça bir kelimedir. İsmi fail olan bu kelimenin sözlük anlamı, "tanımlayan, buluşturan, birleştiren"dir. Diğer bir ifadeyle Cami; içerisinde minaresi, mihrabı ve minberi olan mü'minlerin ibadet maksadıyla içine toplandıkları yer" dir.
Cami, âyet ve hadislerde" MESCİD" kelimesiyle ifade edilmiştir. Mescid, "secde edilen yer" anlamına gelmektedir.
Cami ve mescidlerin dinimizde önemli bir yeri vardır. Sevgili peygamberimiz ilk mescidi hicret esnasında Küba'da yaptırmıştır. Peygamberimizin bizzat inşasına iştirak ettiği ikinci mescid ise, Medine'ye teşrif ettiklerinde yapılan Medine Mescidi'dir. Sonra bu ikijjnescid örnek alınarak yeni mescidler yapılmıştır.
Gün geçtikçe sayıları artan, kubbesiz, minaresiz ve üzeri hurma dallarıyla örtülmüş olan bu sade mescidler, Emeviler ve Abbasiler döneminde nisbeten tezyin edilmiş, mimari özellikler bakımından bir hayli geliştirilmiştir. Selçuklular ve Osmanlılar döneminde ise, mimari özellikleri itibariyle zirveye ulaşmıştır.
Çinileri, mermer nakışları, muhteşem kubbeleri, minber, kürsü ve mihrapları insan ruhunu okşayan iç ve dış tezyinatıyla "Tevhid İnancı”nın birer sembolü olarak dimdik ayakta kalmışlardır.
Cami ve mescidler, kutsal yerlerdir vekudsiyetlerini Ka'be'den alırlar.
Yüce Rabbimiz Kur'an-ı Kerimde mealen şöyle buyurmuştur:
“Doğrusu insanlara (Mabed olarak) ilk kurulan ev, Mekke'de olandır (Ka'be'dir.) Alemlere uğur, bereket ve hidâyet kaynağı olarak kurulmuştur.”4
Onda açık açık deliller, İbrahim'in makamı vardır. Onagiren güvene erer. Yoluna gücü yeten herkesin, gidip haccetmesi, insanlar üzerinde Allah'ın bir hakkıdır. Kim nankörlük ederse şüphesiz Allah, bütün âlemlerden zengindir (hiç kimseye muhtaç değildir).5
Bir zamanlar İbrahim'e Beyt'in (Ka'be'nin ) yerini açıklamıştık (ve ona şöyle emretmiştik):
"Bana hiç bir şeyi ortak koşma ve tavaf edenler, ayakta duranlar, rükû ve secde edenler için Evim'i (Ka'be'yi temizle!) 6
Cami ve mescidler, yüryüzünde kurulan huzur yuvalarıdır.
Cami ve mescidler, edep ve terbiye ocakları; ilim, irfan ve irşad kaynaklandır.
Cami ve mescidler, sevgi ve samimiyet duygularının dalga dalga yayıldığı, birlik ve beraberlik bağlarının kuvvet kazandığı, takva ve tevazu numunelerinin yaşandığı kutsal mekanlardır.
Cami ve mescidlerde insanın hem iç hem de dış dünyası temizlenir. Caminin çeşme, şadırvan ve sebillerinden akan tertemiz sularıyla insanın dış dünyası; Kur'an-ı kerim tilaveti, hutbe ve vaazlarıyla insanın iç dünyası, toplu yapılan ibadet ve zikirlerle de insanın kalbi temizlenir.
Uzun yıllar üç kıt1 aya hakim olan ecdadımız, camiden aldıkları maddi ve manevi ilimlerle, İdareleri altında bulunan ülkeleri aydınlatmış, ve milyonlarca insanı hayranlıkiçinde bırakan güzel ahlak örnekleri sunmuşlardır.
Camide yapılan ibadetle evde yapılan ibadet arasında büyük farklar olduğu için müslümanlar, cemaat sevabı alabilmek maksadıyla asırlardan beri birbirleriyle yarış etmektedirler. Kalbi mescide bağlı olan, yani bir vakit namazı cemaatle kıldıktan sonra ikinci vakti sabırsızlıkla bekleyen mü'minle-rin mahşer gününde arşın gölgesinde gölgeleneceklerini müjdelemiştir.
Dostları ilə paylaş: |