HAKKI USTAÖMER (BİB Yüksek Fen Kurulu Başkanı) – Teşekkür ederim Sayın Başkan.
Değerli konuklar, hepinizi saygıyla selamlıyorum.
İNTES' in böyle çok önemli ve ciddî bir konuda düzenlemiş olduğu bu panelden dolayı kendilerine çok teşekkür ediyor, bu konudaki çalışmalarının devamını diliyorum. Sektörün bu gibi çalışmalara, açılımlara ihtiyacı var.
Yapı denetimi konusu, son 10 yılda ülkemizde meydana gelen depremlerden sonra çok ciddî olarak düşünülmeye başlanan bir konudur. 1992 Erzincan Depreminden sonra, ileriye dönük önlem olarak düşünülen yapı denetimi zaman zaman gündeme gelmiş, ancak ciddî bir mecraya oturtulamamıştı. Erzincan Depremini takip eden Adana-Ceyhan, Dinar gibi büyük depremler olayı biraz daha sarsmış, gündeme getirmiş olmasına rağmen, maalesef 17 Ağustos Marmara Depremini beklemek gibi bir duruma düşmüş olduk ve dolayısıyla Marmara Depremi ve Düzce Depreminden sonra bu iş çok ciddî bir şekilde masaya yatırıldı ve yapıların denetimi için ileriye dönük çok ciddî bir adım atılması gündeme geldi.
Denetime niçin ihtiyaç duyuldu? Bahsettiğim bu depremleri yakından izlemiş bir kişi olarak, gördük ki, binalar denetimsiz ve projesiz inşa edildiğinden dolayı yıkıma uğramıştır. Bu durum, kamu yapılarında ve özel yapılarda nasıldı, neydi? Kamu yapıları, belirli bir statüye tabi olarak denetime tabi tutulmuştur; geçmiş yıllarda. En azından yönetmeliklere uygun projelendirilmiş; ancak, inşası sırasında aksaklıklar yaşanmıştır, mutlaka yaşanmıştır. Nitekim, depremlerde kamu yapılarının da yıkıldığını maalesef izlemişizdir. Ancak bu oran, hep kamuoyunda çok yanlış algılanır. Gayet tabiî özel yapılardaki yıkımın, aşağı yukarı dörtte 1’i oranında bir yıkımdır. Özel yapılarda yüzde 40 civarında bir yıkım gerçekleşirken, kamu yapılarında bu en fazla yüzde 10’u bulmuştur. Gönül isterdi ki, hiç yıkılmasın. Ancak, dediğim gibi, kamu yapılarında belirli bir proje disiplini, bir kontrollük teşkilatı, sorumluluk taşıyan bir teşkilat oluşumu vardı kamu yapılarında. Onun için, biz denetimi ele aldığımız zaman, kamu yapılarını şimdilik bir yana bırakıp, bu sistemin devamına paralel olarak, özel yapıların durumuna baktığımız zaman, özel yapılarda tam bir fecaatle karşı karşıya olduğumuzu herkes görüyordu. İmar Yasasıyla birlikte tarif edilen bir fenni mesul müessesesi var. Fenni mesul, yapının fen ve sanat kaidelerine uygun yapılmasından sorumlu mühendis veya mimar. 3194 sayılı Yasada bundan ileriye giden çok fazla bir tarif, sorumluluk, yetki yok zaten. Bu fenni mesulü, yapıyı inşa edecek olan müteahhit tutuyor, maaşını veriyor ve binasının denetlenmesini istiyordu. Gördük ki, bu, hiç denecek kadar uygulanmayan bir sistem. Mutlaka bunun ayrıcalıkları vardı, bu işi ciddî olarak yürüten çok az miktarda yapı sahibi olmasına rağmen, büyük bir çoğunluk, bunu bir angarya olarak görüyordu. Ülkemizin en büyük talihsizliklerinden biri proje... Binaya bir proje yapmak ve onun denetimini gerçekleştirmek; bu, hep angarya olarak görüldü, cepten çıkan fuzuli bir para olarak görüldü yapı sahipleri tarafından. Ülkemizde maalesef bu ciddiyete insanlar bir türlü ulaşamadı.
Böyle olunca da, projesiz... Projesi var ama, yani deprem yönetmeliklerine uygun, dört dörtlük bir proje üretilmeden, yapı sahibi en kısa yoldan ve ucuz nasıl proje elde ederim’in peşinde koştu. Yapıyı denetlemeye sıra geldiği zaman da, zaten bir yap-satçı müteahhide verdi, o da “Arkadaş şuraya idareten bir imza at 30-40 milyona, binaya gelsen de olur gelmesen de olur...” Bu anlayış, bu zihniyet,ülkemizdeki yapılaşmayı bu noktalara getirdi.
Sorun nedir? Yönetmeliklere uygun bir proje elde etmek, bunu da denetime tabi tutup inşa etmek. Bunu böyle yaptığınız zaman da bina yıkılmıyor, bunu da biliyoruz. Deprem bu binayı yıkmıyor. 10 sene bu depremlerin içerisinde bizzat yaşayan bir kişi olarak gördüm ki, uygun proje, etkili bir denetimden geçen yapı depremde yıkılmıyor; bu sabit! O zaman, kamu yapılarını bir yana bırakıp, özel yapılarda çok ciddî bir denetim sisteminin getirilmesine karar verdik ve 8 ay, söylenenlerin tam aksine, sektörle ilgili bütün kurum ve kuruluşların katılımıyla 8 ay Yüksek Fen Kurulu geceli gündüzlü çalışmalarla -Buradaki birçok üstat da bu toplantılara hep katılmıştır- bir metin elde ettik. Bir yapı denetimi sistemi meydana getirdik. Eksik veya fazla. Yani, ülkemizde ilk defa özel yapılara bir disiplin getiren kanun ortaya koymaya çalıştık. Bakanlığımızın ve orada çalışan insanların deneyimine istinaden bir yasa düzenlemeye çalıştık. 595 sayılı Yasa, 10 Temmuz 2000 tarihinde böylece yürürlüğe girdi, bu Kanun Hükmünde Kararnameyle birlikte binaların denetimine başladık.
595 sayılı KHK yürürlüğe girdikten sonra, aşırı derecede bir tepki almaya başlandı. Belediyelerden bir tepki gelmeye başladı, meslek odalarından gelmeye başladı, müteahhitlerden ve yapı sahiplerinden tepki alınmaya başlandı. Nereden çıktı bu? Bu denetim de nereden çıktı şimdi?.. Anlamsız bir tepki. Hiç anlam veremediğimiz; TMMOB’un böyle bir tepkiyle ön plana çıkması bizi büsbütün şaşırttı: Bu böyle olmasaydı da şöyle olsaydı yaklaşımları hiç gerçekçi bir yaklaşım değildi. Bir ürün ortaya konulmuş; bu düzeltilir, daha mükemmel hale getirilebilir. Ki, bunu biz zaten her defasında söylüyorduk. Daha olgun, daha uygun, daha uygulanabilir, daha pratik bir sistem meydana getirmek için pilot bölge olarak ilan edildi, dedik ki: Bunu 27 ilde uygulayalım, sonuçlarına bakalım, ona göre mükemmele ulaşmaya çalışalım.
Bu kurum ve kuruluşların bütün direnmelerine rağmen, sistem kamuoyunda zaman içerisinde benimsenmeye başlandı ve gerçekten çok olumlu adımlar atıldı ve yol alındı. Sistem takip edildi, 27 ilde Fen Kurulu bu konunun üzerine çok ciddî olarak, yani bir memur zihniyetinin dışında bir anlayışla olayın üzerine gitti, konuyu insanlara anlatmaya, izah etmeye çalıştı ve çok iyi de yol alındı bu konuda.
Meslek odaları, denetime, “Bu sistemi niye Bayındırlık ve İskân Bakanlığı üstlendi, biz meslek odaları olarak bunu üstlenirdik” şeklinde bir yaklaşımla karşı durmaya çalıştı. Hiç inandırıcı bir yaklaşım değildi bu. Meslek odalarının, TMMOB’un bu sistemi yürütmesi mümkün değildi. TMMOB toplantılara inşaat mühendisi olmadan katılıyordu. Bu sistemin, bu denetim sisteminin bütün mühendislik disiplinlerini ilgilendirmesiyle birlikte, birinci derecede sorumlusu inşaat mühendisleridir denetim olgusunun. Toplantılara TMMOB inşaat mühendisleri olmadan katılıyordu, ondan bir temsilci almadan katılıyordu.
Belediyeler bu sisteme çok karşı çıktı, belediyeler inşaatı, belediyenin tabiî çeşitli harcamaları için bir harç metaı olarak görüyordu. Şimdi bunlar tabiî harç alamayınca, gelirler kesilince, aşağı yukarı bir liste getirildi bana, 50’ye yakın harç alınıyordu bu inşaatlardan. Temel vizesi, şu vizesi, bu vizesi, vize oğlu vize!.. Bir süre vize. Meğer, belediyeler bütün gelirinin büyük bir kısmını bu inşaatlardan karşılıyormuş. Tabiî bunların birçoğu da kesildi.
Ee, yap-satçı müteahhitler şimdi tabiî haliyle bunları biraz mazur görüyorum. Şimdi bir denetim geldi orta yere. Ne güzel yapıyorlardı, kendileri bildiği gibi yapıyordu. Bir sistem disipline girince tabiî onların tepkisini anlamak mümkün biraz. Ama öbürlerininkini anlamak hiç mümkün değil.
Bütün bu olumsuzluklara rağmen, sistemi Bakanlığımızın çok ciddî takibi, olayın üzerine ciddî şekilde gitmesi neticesinde, bir yıllık bir uygulama süreci yaşadık, temmuzdan itibaren. Tabiî, bu arada bu KHK Anayasa Mahkemesine iptal istemiyle verilmişti. Mayıs ayında, maalesef Anayasa Mahkemesi tarafından bu KHK iptal edildi ve yürütmesi durduruldu. Bu yürütmenin durdurulması çok şey oldu... Tabiî, mutlaka Yüce Mahkememizin haklı gerekçesiyle bu yasa durdurulmuş ama, yürütmenin durdurulması, sisteme büyük bir darbe vurmuştur. Bunu inkâr etmek mümkün değildir.
Bakanlık olarak iki ay zarfında 595 sayılı KHK’yi kanuna çevirerek, zaten gerekçe o idi, “KHK ile mülkiyet hakkına müdahale olmaz” idi. Onu kanuna çevirerek 4708 sayılı Yasayı Meclisten...
Dostları ilə paylaş: |