Dedesinin adının Mustafa olduğu belir­tildiğinden, kaynaklarda Abdülbâki Arif b. Mehmed b. Mustafa seklinde anıl­maktadır. Şiirlerinde Arif mahlasını kul­landığından Arif Abdülbâki olarak da tanınmıştır



Yüklə 1,08 Mb.
səhifə2/25
tarix12.01.2019
ölçüsü1,08 Mb.
#94858
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   25

Bibliyografya



1- Şeyhî, Vekayiu'l-fuzalâ (nşr. Abdülkadır Özcan), İstanbul 1988, s. 358-360;

2- Râşid. Târih, istanbul 1282, IV, 10-11;

3- Salim. Tezkire, İstanbul 1315. s. 441-446;

4- Esad Efendi, At-rabü'l-âsâr, İstanbul 1311, s. 450;

5- Müstakim­zâde. Tuhfe-i Hattâtîn (nşr. İbnülemin Mah-mud Kemâl), İstanbul 1928, s. 669-670, 690;

6- Sicill-i Osmânî, M, 297-298;

7- Osmanlı Müellif­leri, I, 362-363;

8- İzâhul-meknûn, I, 515; II, 562;

9- Hediyyetü'l-'arifin, I, 496; Pakalın. II, 539-541;

10- Brockelmann. GAL Suppi, \l, 571, 630;

11- S. Nüzhet Ergun, Türk Şairleri, İstanbul 1936-45, !, 57-60;

12- a.mlf.. Antoloji, I. 125;

13- TCYK-Siyerler, s. 362-365;

14- TYDK, III, 611-613;

15- Vasfı Mahir Kocatürk, Büyük Türk Edebiyatı Tarihi, Ankara 1970, s. 503-504;

16- Şevket Ra-do, Türk Hattatları, İstanbul, ts, (Yayın Mat­baacılık), s. 121;

17- Mehdi Beyânî, Ahvâl ü Âşâr-ı Hoşnüufsân, Tahran 1363 hş.. [■[[, 364;

18- Rama­zan Şeşen v.dğr., Catatogue of Manuscripts İn the Köprülü Library, İstanbul 1986, İli, 122;

19- Metin Akar. Türk Edebiyatında Manzum Mi'rac-Nâmeler, Ankara 1987, s. 184-189;

20- İs­mail Hakkı Uzunçarşıİ!, "Değerli Türk Alimi ve Güzelsanatlar Üstadı Abdülbâki Arif Efendi", TTK Belleten, XXII/85 (1958), s. 115;

21- TA, 1,309; TDEA,\, 155.[Âl

Mustafa Uzun,

198

abdülbAki baykara



~1

(bk. BAYKARA, Abdülbâki).

abdülbAki b. kani'

(bk. İBN KANİ').

L J

abdülbAki nAsır dede



(1765-1821)

Mevlevî şeyhi, musikişinas ve şair.

İstanbul'da Yenikapt semtinde doğdu. Babası. Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhle­rinden Ebûbekir Dede. annesi Galata Mevlevîhanesi şeyhlerinden Kutbünnâyî Osman Dede'nin kızı Saîde Hanım'dır. Üç erkek kardeşin ortancası idi.

İlk öğrenimini babasından yaptı; onun 1775'te vefatından sonra Arapça. Farsça ve dinî ilimleri Mİlasmüftüsüzâ-de Halil Efendiden tahsil etti. Bir yıl sonra dergâhta semâ meşkedip âyine girmeye başladı. Mûsiki bilgisini de dergâhtaki musikişinaslardan edinerek kendisini yetiştirdi. Ağabeyi Ali Nutkî Dede'nin şeyhliği sırasında mevlevîha-nenin neyzenbaşılığı görevinde bulun­du. Onun 1801'de ölümü üzerine Hacı Mehmed Çelebi tarafından şeyhlik des-târ*ı ile adı geçen mevlevîhaneye tayin edildi. Bu arada, 1814'te Kazasker Mekkîzâde Mustafa Âsim Efendi tara­fından dergâhın vakıf işlerine bakmak­la da görevlendirildi. Ölümüne kadar bu vazifelerini sürdürdü. 20 Cemâziyelev-vel 1236 (23 Şubat 1821) Cuma günü vefat etti. Yenikapı Mevlevîhanesi ha-zîresine defnedildi. Yerine oğlu Receb Hüseyin Hüsnü Dede şeyh olarak tayin edildi.

Abdülbâki Nasır Dede'nin Mevleviyye tarikatı şeyhleri arasında önemli bir ye­ri vardır. Bilhassa III. Selim ve II. Mah-mud devirlerinde şöhret buldu ve her iki padişahtan da yakın ilgi gördü. Ye­tiştirdiği talebeler, telif ettiği ve beste­lediği eserler, onun tasavvuf, edebiyat ve mûsiki alanlarında büyük bir otori­te olduğunu göstermektedir. Hammâ-mîzâde İsmail Dede'nin ney hocalığını yapmış olması, onun bu alandaki bilgi­sini ortaya koymaktadır. Ayrıca, II. Mah-mud zamanında padişahın huzurunda icra olunan küme fasıllarında bulundu. Acem-bûselik ve ısfahan makamlarında iki Mevlevî âyini bestelemiş, ancak bun-

lardan İkincisi zamanla unutulduğun­dan günümüze ulaşamamıştır. Mehmed Ziya ve Mehmed Tâhir, onun eserleri arasında bir de şevkutarab âyininden bahsediyorlarsa da notası zamanımıza ulaşan bu eserin Şeyh Ali Nutkî Dede tarafından bestelendiği artık bilinmek­tedir. Ayrıca bir nota sistemi ile dilâviz, dildar, gülruh, hisar-kürdî ve rûhefzâ adlarında beş makam ve "şîrîn" ismin­de yirmi iki vuruşlu bir usul icat etmiş­tir. Fatin, TezAire'sinde eviç. hicaz. ısfa­han ve nihâvend makamlarının da onun tarafından icat edildiğini kaydediyorsa da bu bilgi yanlıştır.

Eserleri. 1. Divan. Nasır mahlasını kullanarak yazdığı takriben 3000 beyit-lik bu eserin müellif hattı ile olan tek nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde-dir (Nafiz Paşa, nr. 941). Z. Terceme-i Menâkıbü'l-âriiîn (Terceme-i Eflâkî). Ahmed Eflâkfnin Menâkıbü'l-arifin adlı eserinin, amcasının oğlu Sahih Ah­med Dede'nin teşvikiyle ve bazı ilâveler­le 1793-1797 tarihleri arasında yaptığı tercümesinden ibarettir. Müellif nüsha­sı Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Na­fiz Paşa, nr. 1126] bulunan eser, III. Se-lim'e ithaf edilmiştir. Bir diğer nüsha­sı da Topkapı Sarayı Müzesi Kütüpha-nesi'ndedir (Emanet Hazinesi, nr. 1205). 3. Şerh-i Ta'rîb-i Şâhidî. Tuhfe-i Şâ­hidî adlı manzum Farsça-Türkçe lüga­tin, Yenikapı Mevlevîhanesi şeyhlerin­den Safiyyullah Mûsâ Dede tarafından Arapça'ya tercümesi olan Ta'rîb-i Şâ-hidıye 1799 tarihinde yazdığı şerhtir. Eserin bir nüshası Süleymaniye Kütüp-hanesi'ndedir (Nafiz Paşa, nr. 1483). 4. Defter-i Dervîşân . Şeyh Ali Nutkî De­de tarafından başlanan ve onun ölümü üzerine Abdütbâki Nasır Dede'nin yaz­maya devam ettiği eserin, müelliflerin

ABDÜLBÂKİ NASIR DEDE

hattı ile olan tek nüshası Süleymani­ye Kütüphanesi'ndedir (Nafiz Paşa, nr 1194). S. Tedkîk u Tahkik*. 136 makam ve yirmi bir usulün kısaca açıklandığı mûsiki nazariyatına dair bir eserdir. Eserin müellif hattı ile olan bir nüshası Süleymaniye Kütü pha nesi'ndedir (Nafiz Paşa, nr. 1242/1). 6. Tahrîhyye*. Kendisi tarafından icat edilen nota sistemini açıklayan ve bu nota ile yazılmış dört besteyi ihtiva eden bir eserdir. Müel­lif hattı ile olan bir nüshası Süleyma­niye Kütüphanesi'ndedir (Nafiz Paşa, nr. 1242/2).

BİBLİYOGRAFYA:

Esrar Dede, Tezkire, Millet Ktp., Mi Emin T. 756, s. 381-383; Abdülbâki Nasır Dede. Ted­kîk u Tahkik, Süleymaniye Ktp., Nafiz Paşa, nr. 1242/1, vr. 2" b, 37" b, 40b, 43b, 44a, 45b; a.mlf., Şerh-i Ta'rîb-i Şâhidî, Süleymaniye Ktp., Nafiz Paşa, nr. 1483, vr. lB-2a; a.mlf,, Terce­me-i Menâktbü'l-ârifîn, Süleymaniye Ktp., Nafiz Paşa, nr. 1126, vr. lb-4a; Ali Nutkî Dede-Ab-dülbâki Nasır Dede. Defteri Deruîşân, Süley­maniye Ktp,, Nafiz Paşa, nr. 1194, vr, 7b, 16"; Fatin. Tezkire, İstanbul 1271, s. 389; Ayvansa-râyî. Hadtkatü'L-ceuâmr, İstanbul 1281, s. 230; Tayyârzâde, Târih, İstanbul 1293, III, 193; Si-cill-i Osmânî, I, 330; Hüseyin Vassâf. Sefine, V, 207; Ali Enver. Semâhâne-i Edeb, İstanbul 1309, s. 236-237; N. Ali-M. Sîret. Ceuâhiruz-Zeuâhir, İstanbul 1310, II. 95; Mehmed Ziya. Yenikapt Meuieuîhânesi, İstanbul 1329, s. 148-153; Osmanlı Müellifleri, I, 330; Mehmed Şükrî. Silsilename, Hacı Selim Ağa Ktp., Hüdâyî, nr. 1098, vr. 32b, 33a; MeuteuîAyinle­ri, İstanbul Konservatuvarı Neşriyatı, İstanbul 1935, X, 517-530, 535; Helmuth Ritter, "Mev-lânâ Celâleddin Rûmi ve Etrafındakiler", TM, Vll-Vlll (1942), 1, s. 279; S. Nüzhet Ergim. Antoloji, İstanbul 1943, II, 415-420; S. Ezgi, Türk Musikisi, İstanbul 1953, V, 429, 528-530; İbnülemin. Hoş Sadâ, İstanbul 1958, s. 24-26; 5adettin Heper. Mevlevi Ayinleri, Konya 1974, s. 187-194; T. Yılmaz öztuna. "Abdülbâkî Nasır", İTA, II, 375-379.

Mİ Nuri Özcan

199

ABDULBÂKI-I TEBRIZI



ABDÜLBÂKİ-İ TEBRİZÎ

(ö. 1039/1629-30) Safevîler devri hattat ve şairi.

J

Nisbesinden de anlaşılacağı üzere Tebrizlidir. Doğum tarihi belli değildir. Öğrenim hayatının ilk dönemi Tebriz'de geçti. Dinî ilimlerle beraber felsefe ve matematik tahsil ettiği gibi hatla da meşgul oldu. Sülüs ve nesihte ilk hocası Alâ Beg Tebrîzfdir. Daha sonra tahsilini ilerletmek için Bağdat'a gitti. Tasavvu­fa meyli olduğundan Bağdat Mevlevîha-nesi'nde Mustafa Dede'ye bağlandı. On­dan sülüs ve nesih yazılarını meşkede-rek çok iyi bir hattat oldu; aynı zaman­da tasavvufa da intisap ettiği için Sû-fî lakabıyla anıldı. Kaynaklarda Dede Mustafa ismiyle anılan hocası hakkında bilgi yoktur. Dede Mustafa'nın. 1518-de vefat eden Şeyh Hamdullah'ın oğlu Mustafa Dede ile aynı kişi olması da mümkün değildir. Ancak AbdütbâkT'nin eserlerinde Türk hat üslûbu hâkim ol­duğuna göre. hocasının Türk olması kuvvetle muhtemeldir. Bağdat'a yerle­şen hattat orada çeşitli ilimlerde ken­dini çok iyi yetiştirdi. Ancak hattaki kudreti hepsinin üstünde olduğundan, daha çok hattat olarak tanınmıştır. Tez-kire-i Naşrâhâdî müellifi Muhammed Tâhir, bu bilgileri verdikten sonra ken­disinin de bu büyük üstattan meşketti-ğini, fakat kabiliyeti olmadığı için iler-leyemediğini söyler.



Ahmed-i Râzî ve M. Ali Terbiyet, Teb-rîzrnin Hân-ı Hânân olarak tanınan Abdülemin Han'ın daveti üzerine Hin­distan'a gittiğini ve 1596'ya kadar onun hizmetinde kaldığını belirtirler. Abdülalî Kâreng ise bu seyahatin Bağ­dat'tan önce gerçekleştiğini ve onun sanat hayatının hicrî XI. yüzyıldaki ilk on yılını Tebriz'de, ikinci on yılını Hindis­tan'da, üçüncü on yıllık devresini de Bağdat'ta geçirdiğini kaydeder. Abdül-bâki'nin sanattaki şöhreti yayılınca. I. Şah Abbas o sıralarda İsfahan'da yap­tırmakta olduğu Mescid-i Sâh'ın tezyinî hatlarını yazması için onu davet etti. Hattat bu daveti kabul etmedi; fakat Bağdat'ın bir müddet sonra Şah tara­fından ele geçirilmesi üzerine (1033/ 16231 İsfahan'a götürüldü. Sanatkâr bu­rada Mescid-i Şâh'ın kuzey eyvanı ile kubbe yazılarını yazdı. Bugün de mev­cut olan bu yazılar 1035 ve 1036 tarih­lerini taşımaktadır.

AbdülbâkM Tebrîzî, Şah Abbas'tan bir yıl sonra öldüğüne göre, muhteme­len İsfahan'da 1039 (1629-30) tarihin­de vefat etmiştir. Kaynaklarda çok İyi bir hattat olması yanında fazilet ve hik­met sahibi bir âlim, şair. iyi huylu ve merhametli bir sûfî olarak tanıtılmak­tadır. Bakî mahlasını kullanarak yazdı­ğı Farsça şiirleri bu alandaki kudretini göstermeye yeterlidir. Çeşitli tezkireler­de örnekleri bulunan şiirleri bir divan halinde toplanmamıştır. Kendisine izafe edilen bazı eserler varsa da bu eserle­rin ona ait olduğu şüphelidir. Hz. Ali'­nin Nehcü'l-belâğa'sma tasavvufî bir

görüşle yazdığı söylenen Minhâcü'i-velâye adlı şerh bunlardan biridir. Ayrı­ca. Riyâzü'î-(ulemâ1 da belirtildiğine göre, tasavvufî açıklamalarla yapılmış bir Kur'an tefsiri ite Şerhu'ş-Şahifeti'l-kâmile adlı bir başka eseri daha vardır.

BİBLİYOGRAFYA:

Muhammed Tâhir Nasrâbâdî. Tezkire-i NaşrSbâdt Inşr Vahld Destgerdî). Tahran 1317 hş. — Tahran 1361 hş., s. 206-207; Mir­za Abdullah Efendi el-lsfahânî, Riyâzü't-'ule­mâ' oe hiuâzü'i-füzalâ' Inşr. Ahmed el-Husey-nî), Kum 1401, III, 59-64; M. Ali Terbiyet. Dânişmendân-1 Azerbaycan. Tahran 1314 h$., s. 144-146; A. Hayyâmpûr, Ferheng-i Sühanue-rân, Tebriz 1340 hş., s. 77; Abdülmuhammed îrânî, Peydâyiş-i Hatt u HattStân, Kahire 1345, s. 187-190; Mehdî Beyânî, Ahvâl ü Aşâr-ı Hoşnüuîsân. Tahran 1346 hş., II, 364; Ha-bîbullah Fezâilî, Atlası Hal, İsfahan 1362 hş.. s. 348; Ali Ekber Dihhüdâ, Luğatnâme, Tahran 1970, s. 509; 'Abd-al'A!! Kârang. "cAbd-al Bâqi Tabrizi", Elr., I, 105.

lifti Ali Ai.parst.an

abdülbArI,

Kiyâmüddin Muhammed

(1878-1926)

XX. yüzyıl başlarında

Hindistan'ın siyasî

hayatında önemli rol oynayan

Hintli müslüman âtim.

Leknev'de doğdu ve burada yetişti. Başta Abdülbâkl b. Ali el-Leknevî ve Aynülkudât el-Haydarâbâdî olmak üze­re birçok hocadan ders okudu. 1891. 1903 ve 1912 yıllarında hacca gitti-, bu arada Osmanlı İmparatorluğunun çe­şitli bölgelerini gezdi. Şerif Hüseyin'i zi­yaret için gittiği Medine'de Seyyid Ali el-Vitrî. Seyyid Emîn Rıdvan ve Seyyid Ahmed el-Berzencfden, Bağdat'ta da Nakîbüleşraf Seyyid Abdurrahman el-Keylânfden hadis tahsil etti. 1913'te Müşir Hüseyin Kedvaî ile birlikte Encü-men-i Huddâm-ı Kâ'be'yi kurdu. Bu arada Osmanlı idaresine 31 Ağustos 1914'te gönderdiği bir telgrafta, Os­manlı Devleti'nin I. Dünya Savaşı'na gir­memesini, girerse İngilizler tarafında yer almasının uygun olacağını belirtti. Osrnanlılar'a yardım edilmesini isteme­yenlere karşı mücaddele verdi ve Os­manlı hilâfetini bütün gücüyle savundu.

1. Dünya Savaşı'ndan sonra Hindistan Hilâfet Hareketi'nin başlatılmasına ön ayak oldu-, 1918'de Hint-Müslüman Bir-liği'nin kurulmasına öncülük etti. Ardın­dan Mahatma Gandi ile bir ittifak te-

200


ABDÜLBASn" el-MALATÎ

meli oluşturdu. 1919'da Merkezî Hilâ­fet Komitesi'nin teşkilâtlanmasına yar­dımcı oldu. Hilâfet hareketi 1920'ye ka­dar. Hindistan Millî Kongresi'nin yaptığı gibi, İngiliz hükümetiyle ilişki kurmama politikası takip etti. Bu yıllarda Hintli müslüman âlimler arasında büyük bir itibar ve nüfuza sahip oldu. 1919'da, kurulmasına ön ayak olduğu Cem'iy-yet-i Ulemâ-yı Hind'in ilk başkanı seçil­di. 1921-1922 yıllarında hilâfetin ko­runması hususunda politikacılarla gö­rüş ayrılığına düştü. 1923'te eyaletlerin bağımsızlığı fikrinin yeniden gündeme gelmesi, onu Hint-Müslüman Birliği'-nin bozulması pahasına, İslâm'ı müda­faaya şevketti. 1925'te İbn Suûd hare­ketine karşı Huddâmü'l-Haremeyn adıy­la bir cemiyet kurarak Hindistan'da bü­yük bir protestoya öncülük etti ve bu kampanya sırasında Ocak 1926'da öldü.

Devrinin büyük âlimlerinden biri olan Abdülbârî, Hint cemiyetinin modernleş­mesinin getireceği problemlere çözüm bulmaya çalışmış, ulemâ ve pîrlerin ço­cuklarının geleneksel eğitimin yanı sı­ra modern bilgilerle de donatılması için 1905'te Firengî Mahal'de el-Medre-setü'n-Nizâmiyye'yi kurmuştur. Ayrıca sûfîlerin cehaletinin tasavvufu gölge­lediğini ve onların şeriata bağlı olma­ları gerektiğini ileri sürerek İslâm ta­savvufunun sistemli bir şekilde öğre­tileceği bir medrese kurulmasını zaruri görmüştür. Onun bu düşüncesi, 1916 yılında Ecmir'de kurulan Bezm-i Sûfiy-ye-i Hind tarafından da hedef olarak seçilmiştir.

İslâm'ın müdafaası ve güçlenmesi yo­lunda siyasî ve kültürel faaliyetlerle do­lu hareketli bir ömür geçiren Abdülbârî, Kâdiriyye-Rezzâkıyye ve CiŞtiyye-Nizâ-miyye tarikatlarına intisap etmiş, aynı zamanda Firengf Mahal ailesinin nüfuz­lu bir pîri olmuştur. Aralarında Muham-med Ali ve Şevket Ali'nin de bulunduğu tanınmış birçok politikacı onun mürid-leri arasında yer almıştır. Eğitim ve öğ­retimle meşgul olmuş, birçok talebe ye­tiştirmiş, bu arada yüzden fazla kitap ve makale yazmıştır. Belli başlı eserleri şunlardır: Âşârü'l-evvel min 'ulemâ'i Firengî Mahal, Hasretü'l-müsterşid bi-vişâli'1-mürşid, et-Ta 'lîku'l-muhtâr calö Kitâbi'1-Âşâr, Ta'lîköt'ale's-Sirâ-ciyye, Mecmû^u ietâvâ, Mülhemü'l-melekût şerhu Müsellemü'ş-şübût, el-Âsârü'l-Muhammediyye ve'1-ösârü'l-muttasile, el-Mezhebü'1-mü'eyyed bi-mâ zehebe ileyhi Ahmed.

BİBLİYOGRAFYA:

M. İnâyetullah, Tezkire-yi 'Ulemâ-yı Firengî Mahal, Leknev 1930, s. 106-118; Abdülhay el-Hasenı. Nüzhetü'i-hauâttr, Haydarâbâd 1390/ 1970, VIII, 214-216; Afta! İkbal. The Life and Times of Muhammad Ali, Lahor 1974, s. 336-340; G. R. Thursby. Hindu-Muslim Relations in British India, Leiden 1975, s. 129-132; S. Abul Hasan Ali Nadwi, Muslims in India (trc. Mohammad Asıf Kidwail, Lucknow, ts. lAca-demy of [slamic Research and Puplications), s. 116; Annemarie Schimmel. İslam in the In-dian Subcontinent, Leiden-Köln 1980, s. 220; Yûnus İbrahim es-Sâmerrâî. 'Ulemâ* ü'l-cArab fi şibhi'l-Kârreti'l-Hİndiyye, Bağdad 1986, s. 773-774; Gopal Krıshna. "The Khilafat Mo-vement in India: The First Phase", JRAS, sy. 1-2 (i968), s. 37-53; Francis Robinson. Se-paratism among Indian Muslims: The Politics of the United Prooinces' Muslims, 18601923, Cambridge 1974, böl. VII, IX; a.mlf., "cAbd-al-Bâri", Elr.,\, 106-107.

Iffll Ahmet Özhl

ABDÜLBASIT el-MAlATİ

Zeynüddîn Abdülbâsıt b. Halil

b. Şahin el-Malatf

(ö. 920/1514)

Tarihçi, Hanefî fakihi ve müfessir.

844 (1440) yılında Malatya'da doğdu. Babası Halil Mısır'da vezirlik. Hama, Kudüs, Safed, İskenderiye ve diğer ba­zı yerlerde nâiblik görevlerinde bulun­muştu. Abdülbâsıt gençlik yıllarında tahsilini tamamlamak amacıyla Halep, Dımaşk ve Mağrib'i dolaştıktan sonra Kahire'ye yerleşti. Dımaşk'ta Kazasker Alâ er-Rûmî, Kıvâmüddin ve Hamîdüd-din en-Nu'mânî gibi Hanefî âlimlerin­den, Trablus'ta da Burhan el-Bağdâdf-den ders aldı. Kahire'de ise Necm el-Kı-rîmrden Arapça, meânî ve beyan, Şe­ref Yûnus er-Rûmfden mantık, felsefe ve kelâm, KâfiyecF'den muhtelif ilimleri okudu; Şümünnî ve İbnü'd-Deyrî gibi fakihlerden icazet aldı. Tıp ve diğer ba­zı ilim dallarında da geniş bilgisi vardı. Bir müddet medreselerde ders verdik­ten sonra müderrislik görevinden ay­rılıp kitap yazmaya başladı. Büyük bir kısmı risale hacminde olan başlıca eser­leri şunlardır:

1. er-Ravzü'l-bösim fî havadisi'!-cumr ve't-terâcim (Vatikan, Ar. 728) 2. Neylü'1-emel fî zeyli'd-Düvel. Zehe-bî'nin Düvelü'l-İslâm adlı eserine yaz­dığı zeyil olup 744-896 (1343-1491) yıl­ları arasında meydana gelen olayları ih­tiva eder. 3. ed-Dürerü'1-vesîm. Kut-büddin Muhammed b. Ahmed el-Kas-

tallânfnin Teknmü'i-macîşe fî tahri-mi'1-haşîşe adlı eserine yazdığı şerhtir. 4. el-Mecma c u'1-müfennen bi'l-muc-cemi'1-mu 'anven (biyografi), s. el-Kav-lü'l-me^nûs fî şerhi'l-Kâmûs (Süleyma-niye Ktp., Hamidiye, nr. 1417, 223 varak). Hacimleri üç ile elli iki varak arasında değişen şu on dört risalesi Süleymaniye Kütüphanesi'nde (Ayasofya, nr. 4793) bir mecmua içinde yer almaktadır: ĞÖye-tü's-sûl fî sîreü'r-Resûl (İstanbul 1328); el-Menfa ca fî sirri kevni'1-vuzû3 mah-şûşan bi'1-a'zâ'i'1-erba'a; el-Kavlü'l-cezm fî târihi'I-enbiyâ* üîi'l- cazm-, er-Ravzatü'l-murabba ca fî sîreti'l-hule-fâ3i'I-erba ca; Nüzhetü'l-esâtîn fî men veliye Mısr mine's-selâtîn; Mecmû'u'l-bustâni'n-nûrî Ji-hazreti Mevlâna's-Sultâni'1-Ğurî; ez-Zehrü'1-maktûf fî mahârici'l-hurûf; el-Ezkârü'1-mühim-mât fî mevâzı 'a ve evköt; el-Kavlü'l-höş fî tefsîri sureti'I-İhlâş; el-Kavlü'l-meşhûd fî tercihi îeşehhüdi Benî Mes-cûd; en-Nefehâtü'1-fâ'iha fî tefsîri'l-Fatiha; el-Vuşîe fî mes*eieti'i-kıble; Nüzhetü'l-elbâb muhtaşaru A'cebi'I-cucâb; es-Sırru ve'1-hikme fî kevni'l-hamse şalovât mahşûsan bi-hâzihi'l-evkât. Bunların dışında Hanefî fıkhına dair bazı eserlere de şerh yazmıştır.

201


ABDÜLBÂSIT el-MALATÎ

BİBLİYOGRAFYA:

Sehâvî. ed-Daü'ü'i-lâmi', Kahire 1353-55 — Beyrut, ts. IDâru Mektebeti'l-Hayât), IV, 27; İbn İyâs. Bedâ'i * uz-zühûr fî oaka1i'i'd-dühûr Inşr. Muhammed Mustafa), Kahire 1402-1404/1982-84, IV, 374; Keşfü'z-zunûn, 1, 298, 470; II, 1604; Hediyyetü't-'arifin. I, 494; Broc-kelmann, GAL, II, 66; SuppL, II, 52-53; Keh-hâle. Mu 'cemü l-mü* elüfîn, Dımaşk 1376-80/1957-61 — Beyrut, ts. iDaru ihyâi't-türâ-sil-Arabı). V, 68-69; Ahmed Atıyyetullah. el-Kâmûsül-İstâmt, Kahire 1399/1979, V, 93; Zi-riklî, el-A'tâm (nşr. Züheyr Fethullah), Beyrut 1984,111,270. ı—ı

Iffil Abdiilkerim Özavdın

ABDÜLCEBBÂR b. AHMED

(bk. KADİ ABDÜLCEBBÂR).

ABDÜLCEBBÂR el-EZDİ

Abdülcebbâr b. Abdirrahmân el-Ezdî (ö. 142/759}

Abbâs! halifesi Ebû Ca'fer el-Mansûr un Horasan valisi.

J

Abbâsîler'in Emevî aleyhtarı faaliyet­leri sırasında kendini gösterdi ve ilk Abbasî Halifesi Seffâh tarafından sâhi-bü'ş-şurta* tayin edildi. Halife Mansûr zamanında da aynı görevde kaldı ve da­ha sonra Horasan valiliğine getirildi. Bölgeye gittikten (Temmuz 758) kısa bir süre sonra Abbasî aleyhtarlarının bura­daki faaliyetleri hakkında bir rapor ha­zırlayarak durumu halifeye bildirdi ve bu meseleyi halletmek için ondan bir miktar para aldı. Bu tarihten itibaren şiddetli bir takibata girişti. "Ali evlâdı" adına davette bulunmak ve propagan­da yapmakla itham ettiği pek çok kişi­nin mallarına el koyup onları hapsetti veya öldürttü. Bunlar arasında Buha­ra âmili Mücâşi' b. Hureys el-Ensârî, Kûhistan âmili Ebü'l-Mugîre Hâlid b. Kesîr ve Harîş b. Muhammed gibi önde gelen kişilerle bazı Abbasî taraftarları da vardı. Şikâyetler üzerine konuyu ya­kın adamlarıyla görüşen hatife, bu se­fer Abdülcebbâr'ı oradan uzaklaştırma­nın yollarını aramaya başladı.



Halife, güçlü Horasan ordusuyla doğ­rudan mücadeleye girmekten çekindiği için, kâtibi Ebû Eyyûb'un tavsiyesine uyarak, Horasan ordusunu Rumlar'a karşı cihada sevketmeyi ve bu fırsattan faydalanıp Abdülcebbâr'ı oradan uzak-

laştırmayı planladı. Bu maksatla yazdır­dığı bir mektupta ondan, sınır boyların­daki müslümantarı Rum tehdidinden kurtarmak için büyük bir ordu gönder­mesini istedi. Halifenin niyetini sezen Abdülcebbâr, bölgedeki Türkler'in sık sık karışıklıklar çıkardığını, Horasan as­kerlerinin bölgeden ayrılması halinde durumun çok tehlikeli olacağını ve ken­disinin zor durumda kalacağını söyleye­rek bu teklifi kabule yanaşmadı. Birkaç mektuba rağmen emirlerinin dinlenme­diğini gören ve bunu bir isyan kabul eden halife, oğlu Mehdî kumandasında­ki bir orduyu Horasan'a gönderdi. Meh­dî Rey'de bekleyip Hâzim b. Huzeyme'yi (başka bir rivayete göre Üseyd b. Abdul­lah el-Huzâîyi) Abdülcebbâr'ın üzerine gönderdi. Abbasî kuvvetlerinin yaklaş­makta olduğunu duyan Merverrûz halkı da valiye karşı ayaklandı. Merv'de mey­dana gelen savaşta mağlûp olan Abdül­cebbâr savaş meydanını terkedip kaç-tıysa da yakalanarak Abbasî kumanda­nına teslim edildi. Abdülcebbâr gerek Merv'de gerekse Bağdat'a götürülür­ken yolda pek çok hakarete uğradı. Bağdat'ta halifenin huzuruna çıkarılın­ca, işkence edilmeden öldürülmesi için yalvarmasına rağmen, elleri ve ayakları kesildikten sonra idam edildi ve bütün mallarına el kondu. Cesedi idam sehpa­sında birkaç gün kaldıktan sonra kar­deşi Ubeydullah tarafından geceleyin gizlice indirilerek defnedildi.

Abdülcebbâr cesur fakat çok gaddar ve zalim bir vali idi. Aile fertleriyle diğer yakınları da Kızıldeniz'deki Dehlek ada­sına sürülerek cezalandırıldılar.

BİBLİYOGRAFYA:

İbn Habît), el-Muhabber (nşr. İlse Lichten-stadter), Haydarâbâd 1361/1942 — Beyrut, ts. (Dârü'l-Âfâkil-cedîde), s. 374, 486; Ya'kübı. Târih (nşr. M. Th. Houtsma), Leiden 1883 — Beyrut, ts. IDâru Sâdır), II, 361, 371, 389; Ta-berî, Târih (nşr. Muhammed Ebü'l-Fazl), Kahi­re 1960-70 — Beyrut, ts. (Dâru Süveydân), VII, 390-391, 455, 462. 480, 498, 503, 508-510; VIII. 88, 98, 115, 137; İbnul-Esîr. et-Kâmîl (nşr. C. I. Tornberg), Leiden 1851-76 — Beyrut 1379/1979, V, 485, 498, 505. 506; İbn Halli-kân, Vefeyât (nşr. İhsan Abbas), Beyrut 1968-72, III, 230; İbn Kesîr. el-Bidâye, Kahire 1351-58/1932-39 — Beyrut 1401/1981, X, 75-77; İbn Haldun. ei-cİber, Bulak 1284 — Beyrut 1399/1979, ili, 186; Ziriklî. ei-Aclâm, Kahire 1373-78/1954-59, !V, 48; K. V. Zettersteen, "Abdülcebbâr", İA, I, 65-66; S. Moscati, "'Abd al-Djabbâr b. cAbd al-Rahmân", El2 (İng.), I, 59; D. M. Dunlop. "'Abd al-Jabbâr", Eh., I, 118-119.

İi Abdülkerim Özaydın

ABDÜLCELİL el-BİLGRAMt

r-ı İmi


Seyyid Mîr Abdülcelîl b. Seyyid Mîr Ahmed el-Hüseynî el-Vâsıtf

el-Bilgrâmî (ö. 1138/1725)

Hindistanlı edip ve şair.

1071de (1661) Hindistan'ın Kannûc şehrinin yakınlarındaki Bilgrâm kasaba­sında doğdu. İlk öğrenimini orada yap­tı. Daha sonra Agra'da Sultan Evreng-zîb'in kâtiplerinden Fezâil Han'dan ders aldı. Leknev divan riyasetine tayin edi­len Şah Hüseyin Han ile birlikte Lek-nev'e giderek orada beş yıl kaldı. Lek-nev'de Şeyh Gulâm Nakşibend'den dil ve edebiyat, Delhi'de Seyyid Bilgrâmf-den hadis okudu ve icazet aldı. Başta İslâm felsefesi ve Arap edebiyatı olmak üzere çeşitli ilimlerde büyük başarı gös­terdi. Daha sonra Sultan Evrengzîb'in ordusuna katıldı. 1700'de Gucerât eya­leti vak'anüvisliğine tayin edilerek Dek-ken'e gitti ve dört yıl bu görevde kaldı. Beker ve Sivîstan'da da aynı görevlerde bulundu. İki defa kısa sürelerle uzak­laştırıldığı bu görevlerinden 1714'te ay­rılarak Şahcihanâbâd'a gitti. Ancak bir süre sonra tekrar memuriyet hayatına döndü. Yerine oğlu Seyyid Muham-med'in tayin edilmesi için istifa ettiği 1718 yılına kadar. Sultan Ferruhsiyer'in yanındaki vak'anüvislik görevinde kaldı. Bu istifasından sonra doğum yeri Bilg-râm'a gitti. Bir yıl sonra Delhi'ye geri döndü. 7 Aralık 1725'te öldü. Naaşı Bilgrâm'a götürülerek orada defnedildi.

Eserleri. 1. İnşâ-yı Celîl. Sultan Ev­rengzîb'in savaşlarını ve Dekken'in fet­hini anlatan Farsça otuz yedi sayfalık küçük bir eserdir (Leknev 1854). 2. Mün-şe^ât-ı Celîl. Mektupları, çeşitli yazıları ve hâtıralarını ihtiva eder (Kalküta. ts). Mensur eserlerinin yanı sıra Arapça, Farsça, Türkçe ve Hintçe şiirleri olan Abdülcelîl, tarih düşürmesiyle de ün yapmıştır. Farsça bir mesnevisinde Hint müziğinden de bahsetmektedir. Ayrı­ca el-Hükmü'l- ciriâniyye ve er-Risâ-le fî cüz'in lâ yetecezze3 adlı Arap­ça İki eseri olduğu kaydedilmektedir. Abdülcelîl'in geniş bir biyografisi ile bir­likte eserlerinin önemli bir bölümü. Makbul Ahmed Samdânî tarafından Ur­duca kaleme alınan Hayât-ı Celîl (Al-lahâbâd 1929I adlı eserde yer almak­tadır.


Yüklə 1,08 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin