Âdem ile havva'nin vücudumuzdaki yeri Âdem ile havva'nin yaradilişI Âdem ilk insan ve ilk peygamberdiR



Yüklə 2,44 Mb.
səhifə29/40
tarix30.05.2018
ölçüsü2,44 Mb.
#52080
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   40

KUR’ÂN-I KERÎM’E VARİS OLANLAR 

Kur’ân-ı Kerîm’in Fâtır Sûresi 32.âyette“Kur’ân’ı, seçtiklerimize vâris kıldık. Onlardan kimi nefislerine zulmedicidir. Kimi nefsini kısanlar, kimi de hayırda yarış yapanlardır” buyrulmaktadır. Âyette:



1 - Nefsine zulmedenler

2 - Nefsini kısanlar (muktesitler yani orta halliler)

3 - Hayırda yarış yapanlar olmak üzere üç zümre zikredilmiştir.

Nefsine zulmedenler, kendilerine nisbet ettiği, ef’al, sıfat ve vücûdlarından geçerek “Mutu kable ente mutu” “Ölmeden evvel ölünüz” sırrına vâkıf olan ve Hakk’ın Vahdâniyyet zevkiyle zevklenenlerdir. nefislerini Âhiret âleminde mutlu kılmaları için Bunlar Nefis ehli olarak, ikilikten birliğe vuslat bulmuşlardır. Fenâ-i ef’al, fenâ-i sıfat ve fenâ-i vücûd yaparak Resûlullah efendimizin, “Fakirliğimle iftihar ederim” dediği varlık fakirliğine erenlerdir.

Muktesitler, yani orta halli olanlar,Muhammedîliğini idrâk etmiş, Cenâb-ı Hakk’ın bütün tecellîlerini, Muhammedî olan mazharlarından zuhûra getirenlerdir. Bunların kendi varlıkları olmadığı için nefisleri mutmain olmuş, gerçek mü’min  Nefis sahibi kişilerdir. Bunlar hakkında Enfâl Sûresinin 2.âyetinde “Gerçek mü’minler, yalnız o kimselerdir ki; Allah anıldığı zaman, kalpleri korkarak ürperir,onlara âyetler okunduğu zaman îmânları artar ve yalnız Rablerine tevekkül ederler” buyrulmuştur. İşte gerçek mü’minler, her an ayrı ayrı mazharlardan âyetleri okumakta ve bu sıfatlardan Cenâb-ı Hakk’ın tecellîlerini tenzih  ederek îmânları artmaktadır. Hakk’ın kemâlât tecellîlerine mazhar olmaları nedeniyle Muhammedîdirler. Bu kişiler, Âdem ve âleme nazar ettiklerinde her şeyi farkı ile müşâhede ederek  Cemalullahı görürler. Cenâb-ı Hakk’ın dört yerdeki tecellîsini, rûhanîyetleri ile şuhûd ederek, onlarla her türlü muamelelerini  ona uygun olarak yaparlar. Hakk’a nevâfil ile yaklaştıkları için, onların görmesine göz, duymasına kulak,konuşmasına dil ve bütün a’zaları O olmuştur. Bu yerde Niyazî-i Mısrî Hazretleri şöyle diyor:             

Hakk yüzü insan yüzünden görünür

Zâtını Rahmân şeklini insân eylemiş.

Hayırda yarış yapanlar da kalb sahibi İnsan-ı Kâmillerdir. Kâbe kavseyn sahibidirler. Onun için gece ve gündüz hiç durmadan köy köy,kasaba kasaba gezerek insanların ebedî saadetlerini kazanmaları ve insan-ı asliyyelerini öğretmek için, ilim sadakası, hâl sadakası, iffet, hayâ, edep, ahlâk sadakalarını dağıtarak hayırda yarış yaparlar. Ömürlerini buna adamışlardır. “En hayırlınız insanlığa faydalı olanınızdır” Hadis-i Şerifini kendilerine düstur edinmişlerdir. Cenâb-ı Hakk onları ilm-i ezeliyyette  insanlığa faydalı olmaları için yaratmıştır. Onlar, Bakara Sûresi 1.2. ve 3. âyetlerde sözü edilen ‘Şüphe götürmeyen Elif, Lâm, Mim olan canlı kitap’tırlar. Kur’ân’a en çok vâris olanlar bu zümredir.

Bizler kendimize bu üç zümreden hangisinde olduğumuzu soralım. Bu üç zümreden değilsek bile henüz geç kalmış sayılmayız. Birinci zümre olan nefis terbiyesi vâdisine hemen girmemiz mümkündür.Allah bu üç zümre zevkini de bizlere nasîb etsin. Âmin.

 

                    KURBAN 



Kurban,Allah’ın rızasını kazanmak için bir vesîledir. Kişinin maddî ve manevî varlığını Allah için fedâ etmesidir. Biz buna, kurbiyet, Hakk’a  yaklaşma diyoruz. Her ne kadar Kaf Sûresinin 16.âyetindeAndolsun ki, insanı Biz yarattık, nefsinin onu ne ile vesveselendirdiğini biliriz ve Biz ona habl-i veridden (şah damarından)daha yakınız” buyrulmakta ise de biz O’na cehâlet ve gayriyet itibariyle çok uzaklardayız.

Kurban iki türlüdür:

1 - Afakî kurban

2 - Enfüsî kurban

1 - Afakî Kurban: Kur’ân-ı Kerîm’in Hac Sûresinde, büyük ve küçük baş hayvanların Allah rızası için kesilip dağıtılmasının, kişinin Hakk’a yaklaşmasına bir vesîle olduğu belirtilmektedir. Ayrıca Kur’ân okumak, namaz kılmak gibi ibâdetler de Hakk’a yaklaşmaya vesîledir. Bir yoksulu giydirmek, karnını doyurmak gibi maddî yardımlar da Hakk’a yaklaşmaya vesîledir. Elbette her yaklaşmanın bir derecesi ve birbirinden farkları vardır. Sözünü ettiğimiz kurban ve yardımlar bizlerin gönlünü Hakk’a yaklaştırıyor, teslimiyetimizi arttırıyor ve yaşantımızda kurbiyet farklılığı meydana getiriyorsa güzel, bunları sağlamıyorsa  âdetlerden ibaret olur.

2- Enfüsî kurban  iki türlüdür:

a) Koç kurbanı

b) Can kurbanı

Koç kurbanı kendi diye bildiğimiz vücûd varlığımızı, Rabbimize teslim ederek, her türlü, cehâlet ve gayriyetten kurtulmakla kurban olmaktır. Tevhîd tahsilinde buna bedenden rûha vuslat olan ‘uruc’ denmektedir. İkilikten birlik olan rûha vuslattır. Kişi bir Mürşid-i Kâmilden aldığı Tevhîd tahsiliyle, kendi varlığının olmadığını, varlık sahibinin Rabbü’l-Âlemîn olduğunu idrâk ettiğinde Cenâb-ı Allah’ın gönlünde  tecellî ettiğini rûh olarak görecektir. İşte bu kişi, âlemlerin Rabbine inandığı için, Rabbine teslim olarak, kurban olduğunu göstermek sûretiyle, cehâlet ve gayriyetlerinden kurtulup, Rûhullah olarak yaklaştığını zevk edecektir.İsrâ Sûresi 85.âyetindeBir de sana rûhtan soruyorlar. De ki: "Rûh Rabbimin emrindendir. Size ise pek az bilgi verilmiştir” buyrulduğu gibi, Rabbimin emirler âlemindeki tecellîsinden ibarettir. Tevhîd tahsilinde bulunan bütün kardeşlerim, Rablerinin kendilerine,telkîn ettiği,rûhun tecellîsi olarak mukayyed olan Âdem ve âlemdeki   ef’âl-i İlâhinin,sıfat-ı İlâhinin ve Zât-ı İlâhi olduğunu bilirler. Şu halde rûhumuzun ne olduğu da anlaşılmış olur.

Can kurbanı ise candan canana nüzûl olan,her varlıktaki Cemalullahı görme yaklaşımıdır.Hakk’ın varlığı ile varlıklanan bir kişinin, bütün sıfat ve a’zalarından kemâlâtıyla mutmain olmuş bir nefs halinde zuhûrunu göstermesine tenden cana vuslat, bir sâlikin urucu,candan canana, yani rûhun sıfatlardaki nüzûlüne de can kurban denilmektedir. Kişi bu yaklaşımıyla,ihtiyarî olarak,kendinin diye bildiği sıfat ve vücûdunun, Allah’ın lâtif olan Muhammed sıfatına tebdil olduğunu görecektir. Allah nasıl lâtif ise, Muhammed’in de lâtif olarak kendisindeki tecellîlerini görüp zevk etmekten mutluluk duyacaktır. Zira Allah’ın bütün tecellîleri, Muhammed olan kemâlât sıfatlarından zuhûr eder. Cenâb-ı Allah’ın kişinin gönül semâsından tecellî eden manevî gıdalarını, hem kendisi zevkle yer,hem de ihtiyacı olan bütün kardeşlerine  dağıtır.

Kendi varlığımızı kurban etmeye koç kurbanı diyoruz. Koç kurbanı devresinde  Fenâfillâh olasıya kadar, bizlere kemâlât ilmi,ahlâk güzelliği ve amelî menfaatler gibi bir çok manevî gıdalar lütfedilmektedir. Canımızı  Hakk’a vermeye ve Muhammed olan mazharımızdan, Hakk’ın kemâlât tecellîlerini seyretme yaklaşımına da can kurbanı diyoruz.

Bizlerin ister koç kurbanı, isterse can kurbanı olsun Hakk’a  kurban olabilmemiz için Rabbimize küllî teslimiyetle Tevhîdi zevk etmemiz gerekmektedir. Zâhirde hayvanların kesilerek fakir ve fukaraya dağıtılması elbette Hakk’a bir yaklaşma vesîlesidir. Her türlü hayır hasenât da Cenâb-ı Hakk’a yaklaşma vesîlesidir. Cenâb-ı Allah,Âl-i İmrân Sûresi 92.âyette “Sevdiğiniz şeylerden başkalarına da vermedikçe, tam bir iyilik vasfına eremezsiniz. Her ne harcarsanız şüphesiz Allah onu bilir” buyurmaktadır. Cenâb-ı Allah, İbrahim (A.S.)'dan da en sevdiğini kurban etmesini istemiştir. Bizlerin de en çok sevdiği kendi varlığımız ve canımızdır. Aslında olmayan, zannımızdaki bir varlığı,Hakk’ın varlığında yok etmek, bizlere, Allah’ı, Allah’ın sıfatlarından, Allah’ın zikrettiğini ve Allah’ın Muhammed sıfatlarından kemâlâtıyla tecellî ettiğini gösterecektir. İnşaallah Rabbim bütün inanan kardeşlerime can kurban etmeyi nasîb eder.

 

             KURBAN BAYRAMI



Kurban kurbiyet demektir. Yani kulun Allah’a yaklaşması demektir.Bir kulun Allah’a yaklaşabilmesi için enfüste ve âfâkta  ibâdetlerini lâyıkıyle yapması lâzımdır. İbâdetler mâli ve amelî ibâdetler olmak üzere iki türlüdür.

a) Mâli ibâdetler:

Kur’ân-ı Kerîm’de bahsedilen (en’âm) kurban olması gerekli hayvanların Allah için kanlarının akıtılması ve etlerinin üçe bölünerek fakirlere, eşe dosta ve kendi ailesine ziyafet çekmesidir. Dikkat edilirse bu üç sınıfın hepsi de nefsin ziyafetidir.Hac Sûresi 37.âyette “Elbette onların etleri ve kanları Allah'a ulaşmayacaktır. Ancak O'na sizin takvanız erecektir. Onları bu şekilde sizin buyruğunuza verdi ki, size yolunu gösterdiğinden dolayı, Allah'ı tekbir ile yüceltesiniz. (Ey Muhammed!) Vazifelerini güzelce yapan iyilik sevenleri müjdele”   buyruluyor. Elbette bir kişinin inancı olmasa yüzlerce lirayı Allah için bir kurbana vermezdi. Demek ki malını ve imkânlarını Hakk için harcaması onun Allah’a yaklaşmasına vesîle olmaktadır. Fakirlerin, eşin dostun bundan istifâde ederek  memnun olması da Hakk’a yaklaşmasına vesîle olmaktadır. Dolayısıyla halktaki Hakk’ın memnuniyeti Hakk’ın da o kuluna yaklaşmasına sebep olmuş olur. Onun için Resûlullah Efendimiz “Ben iki kurban atasının evladıyım” buyurdular. Onun için her sene birini kendi için birini de ümmeti için olmak üzere iki kurban kesmiştir. Ayrıca bir yoksula sadaka vermek, gıda, yakacak, giyecek, ilaç vb. gibi ihtiyaçlarını gidermek de kurban olmasa bile kişileri Hakk’a yaklaştırabilir.

b) Amelî ibâdetler:

Kur’ân okumak,namaz kılmak,oruç tutmak,hacca gitmek ve zekât vermek gibi ibâdetler amelî ibâdetlerdir.Amelî ibâdetler  de bizlerin Hakk’a yaklaşmamıza birer vesîledir.

Allah kendine  yaklaşmamız için bizlerden ne istemektedir? Kur’ân-ı Kerîm’in bir çok yerinde,Allah’a yaklaşmak için vesîle aramamız emredilmektedir. Bulduğumuz İnsan-ı Kâmillerden  Allah’a  yaklaşma iki safhada ta’lîm edilir:



1- Koç kurbanı

2- Can kurbanı

 

Bir kişinin Mürşid-i Kâmile tâbi olarak aldığı Tevhîd tahsili sonunda,halka dönük nefsinin,cehâlet,şirk ve nisbîyet günahlarından temizlenerek Hakk’a uruc ederek yaklaşmasına koç kurbanı diyoruz.Çünkü ten mezbelesinden rûh âlemine kişinin vuslatı Hakk’a koç kurbanıdır.



Can kurbanı ise,candan canana erişmektir.Allah’ın  Rûhullah olan Vahdet deryasından sıfatlarına tecellî ederek kendi cemâlini izhar etmesine de,rûhun sıfatlara  nüzûlü olan kurbiyetinin gereği can kurbanı denmiştir. Bir kişi Hakk’a kurban olmak istiyorsa, evvelâ koç kurbanı olan varlığını Hakk’a vermelidir. Hakk’ın varlığı ile varlıklanan kişinin de ister kendi vücûd sıfatlarından, isterse âfâktaki Hakk’ın bütün sıfatlarına yaklaşması, Cenâb-ı Hakk’ın zuhûru olduğunu görmektir. Yani kurban, bir sâlikin vuslatı içinde ‘uruc’ve‘nüzûl’den ibarettir.

Onun için koç kurbanı kendimize nisbet ettiğimiz varlığımızı kurban etmektir.Fenâfillâh olmaktır. Can kurbanı ise, canın birlik zevki ile zevklenen kişinin, sıfatlarından kemâlâtı ile zuhûra gelmesidir. Yunus Emre Hazretleri hakîkati şöyle ifşâ ediyor:

İsmailem Hakk yoluna canımı kurban eylerem

 Çünkü bu can kurban sana ben koç kurbanı neylerem”

 

KURBAN BAYRAMINDA GETİRİLEN TEŞRİK TEKBİRLERİNİN MÂNÂ VE MAHİYETİ

Teşrik tekbiri “Allahü ekber Allahü ekber. Lâ ilâhe illallahü vallahü ekber,Allahü ekber ve lillâhil-hamd” dir. Teşrik tekbirleri Kurban bayramı arefesi sabah namazından başlayarak dördüncü bayram günü ikindi namazı da dâhil olmak üzere yirmiüç vakit getirilir. Teşrik tekbirleri vâcibdir. Farz namazlarının  hemen arkasından getirilmelidir. Ferdî namaz kılarken unutulursa son sünnetlerden sonra da  getirilebilir. 

İbrahim (A.S.) oğlu İsmail (A.S.)'i kurban etmek için boynuna bıçağı çaldığında bıçak kesmedi.Taşı ikiye böldüğü halde bıçak İsmail’i bir türlü kesmiyordu.İşte o zaman iki melek, bir koçla birlikte iki defa “Allahü ekber,Allahü ekber” nidâsıyle zuhûr ettiler. İki defa söylemelerinin nedeni Allah’ın Hüviyet ve Eniyetinde yüceliği, ululuğu, büyüklüğünün  zâhir ve bâtında olmasındandı. Bir kez  söylenmiş olsaydı Allah’a eksiklik isnâd edilmiş olurdu. Meleklerin bu tekbirini duyan İsmail (A.S.) cevaben “Lâ ilâhe illallahü Allahü ekber” yani zannımızdaki, hayâlimizdeki Allah’ın ululuğu, büyüklüğü değil bizzât şühûd ettiğimiz, zerreden kürreye kadar Zâtını bütün sıfatlarından ilân eden ve zuhûra çıkıp Cemâlullahını gösteren “Allah büyüktür” dedi. Buna cevaben de İbrahim (A.S.) “Allahü ekber Velillahil-hamd”demekle zâhir ve bâtın bütün varlıkların Allah’a hamd ettiklerini, hepsinin varlığının Allah’ın varlığıyla var olabildiği için teşekkür ettiklerini söyledi. Böylece tenzih ve teşbihi  İbrahim (A.S.) Tevhîd yaparak, tekbiri, kâl lisaniyle ifade etmiş oldu.

Tevhîd ehli de merâtib-i İlâhi tahsilinde Tevhîd-i ef’âl, Tevhîd-i  sıfat ve Tevhîd-i  Zât idrâkine sahip olduğunda, Allah’ın Vahdâniyyetinin idrâki ile Allah’tan başka bir varlık göremediği için zâhir ve bâtın yönüyle “Allahü Ekber”yani“ Allah uludur, Allah büyüktür” diyerek O’nun yüceliğini ifade eder. Vahdâniyyetinden sıfatlarına tecellîsi ile her varlıktaki cemâlini şühûd etmesiyle de “La ilâhe illallahü Allahü ekber” demiş olur.Cenâb-ı Hakk, Vahdâniyyeti bütün sıfatlardan tecellî ettiği halde bu tecellî ettiği sıfatların hiçbirine benzemez. Çünkü İsmail (A.S.) İbrahim (A.S.)'in nefsi idi. Nefsin kesilemeyeceğini, ancak kurbiyetle yaklaşılabileceğini bizlere göstermiş oldu. Böylece Tevhîd babası İbrahim (A.S.)'in “Allahü ekber velillahil-hamd” demesiyle, tenzih ve teşbihi Tevhîd yaptığını, hem tekbirin,hem de insandaki Kur’ân’ın, kemâlâtıyla tamamlanmış olduğunu anlamaktayız. Kur’ân-ı Kerîm 23 senede tamamlandığı için bizler de bu kurban diye vasıflandırdığımız kurbiyet yani yaklaşmanın zâhir ve bâtınını, 23 vakit (Kurban bayramı arefesi sabah namazından başlayıp dördüncü bayram günü ikindi namazı dahil olmak üzere) namazların farzlarının arkasından bir defa tekbir getirmekle tamamlamış oluruz

Müslümanların üç bayramı vardır.Ramazan bayramı üç gündür. Receb, Şaban ve Ramazan irfâniyetine sahip olanlar bâtında da bu üç gün bayramı yapmaya hak kazanmışlardır. Çünkü bayram, dostla buluşmak, görüşmek ve sevişmektir. Kurban bayramı da dört gündür. Allah’ın Vahdâniyyet zevkiyle zevkiyâb olanlar evvelde, âhirde,zâhirde ve bâtındaki tecellîleri zevketmeleriyle dört gün bayram yapmış olacaklardır. Tevhîdde de tecellî mertebeleri bekâ mertebesi olarak tahsil edilmektedir. Bu bayramların, bayram namazları da vâcibdir. Üçüncü bayram ise Cuma’dır ki Ramazan ve Kurban bayramı namazlarını bünyesinde cem ederek Tevhîd yapıp farz olmuştur. Onun için Cuma günü mü’minlerin bayramıdır.

Bayram namazlarında Sübhanekeden sonra üç defa tekbir alınıp el bağlanması Fenâfillâh olan bir kimsenin nisbîyetlerini bağlamasını, ikinci rek’atta ise üç tekbirden sonra bağlamayıp dördüncü tekbirde rükû’ya eğilmenin de bekâ zevkiyle dört mertebe yönüyle Hakk’ın tecellîsini remzetmesi bizlere fenâ ve bekâ zevkiyle merâtibin ta kendisi olduğunun zevkini vermektedir. Hakîkatte vâcib “mutlaka” demektir. Nasıl bir barutla bir ateş yan yana gelince onun infilak etmesi kaçınılmaz olursa,aynen onun gibi bir sâlikin kendine nisbet ettiği varlıkları Hakk’a vermesi ile Rabbinin onda tecellî etmesi de vacîbtir. Hakk, Vahdâniyyeti ile sıfatlarına tecellî edince o sıfatlardan gören, duyan Hakk’tan başkası olamaz.Bir sâlike de böyle tecellî ederse o sâlikten duyan, gören ve konuşan Rabbi olmuş olur.

Kurban bayramında kesilen kurbanlık  hayvanlardan da bir nebze bahsedelim. Kevser Sûresindeki “Fe salli li Rabbike venhar”âyeti“Sen de Rabbin için namaz kıl ve kurban kes!” şeklinde tefsir edilmiştir. “Venhar” akıt demektir. Bu âyetten “kan akıtmak” anlamı yanında cehâlet ve  nisbîyetlerin de akıtılması anlamı çıkarabilir. Hatta bu ilim ve irfâniyetle, boş olan gönlünüze irfâniyet ve kemâlât akıtın şeklinde de zevk edebiliriz. Hac Sûresinin 37.âyetinde “Sizlerin Allah için kestiğiniz kurbanların ne kanları ne de etleri Allah’a ulaşır. Allah’a ulaşan takvanızdır.” buyrulmuştur. Kurban kesme konusunda  açıklık olmadığı için zâhirde farz değil de vâcib denmiştir.

Onun için zâhirde eti yenen hayvanlardan kurban yapıyorsak da hakîkatinde kurbanın “kurbiyet” yani Allah’a yaklaşma olduğunu bilmeli, kul olarak Allah’a yaklaşmaya gayret göstererek Rabbimizi kendimizde zuhûra getirmeliyiz. Kâmil  isek de ihvânlarda  zuhûra gelmeliyiz.

Sür çıkar gayriyi gönülden tâ tecellî ede Hakk.

 Padişah konmaz saraya hâne mâmur olmadan.”

Allah cümlemize bu zevkleri ihsân etsin. Âmin.

 

                      LÛT (A.S.) KISSASI 



Bir gün İbrahim (A.S)'a oğlan sûretinde iki melek misafir geldi. İbrahim (A.S) çok misafirperver bir kişi olduğu için, hemen bir hayvan keserek önlerine yemek olarak koydu. Misafirler yemekten yemeyince İbrahim (A.S. korkmaya ve endişelenmeye başladı. Onlar “Biz Allah tarafından gönderilen görevli iki meleğiz. Lût (A.S)'ın kavmi oğlancılık yapmak sûretiyle iyice azıttı. Onları helâk edeceğiz.” dediler. İbrahim (A.S) onların içinde Lût ve ona inananların da olduğunu söyleyerek “Onlar da mı helâk olacaklar?” deyince melekler “Hayır, onlar helâk olmayacaklar.” dediler. Lût (A.S) İbrahim (A.S)'ın kardeşinin oğludur. Yani yeğeni olur. Lût (A.S)'ın kavmi, güzel birer genç oğlan sûretindeki bu iki meleğe sahip olmak için onları takip ettiler.

Melekler, Lût (A.S)'ın kapısını çalarak kendilerinin Tanrı misafiri olduklarını söyleyerek içeri alındılar. Lût(A.S.)'ın kavmi, o gelen oğlanların kendilerine teslim edilmesini, aksi halde Lût (A.S)'a da zarar vereceklerini söylediler. Lût (A.S) her ne kadar onların Tanrı misafiri olduklarını söyleyip“Beni rezil ve mahcub etmeyiniz”diye yalvardıysa da dinlemediler. Lut iki kızının olduğunu, misafirlere dokunmamaları şartıyla onları kendilerine teslim edebileceğini söylediğinde kavmi “Ya Lût,sen de iyi biliyorsun ki bizim kızlarla hiçbir ilişiğimiz olamaz.” dediler. Melekler Lût (A.S)'a “Biz bu beldeyi helâk etmek için, Cenâb-ı Hakk’ın elçileri olarak geldik.Geceye kadar onlardan müsaade al. Gece olunca bizler arka kapıdan çıkar gideriz.Bu belde de ondan sonra helâk olur” dediler. Lût (A.S) kavminden geceye kadar müsaade etmelerini, gece olunca o misafirleri teslim edebileceğini söyledi.Kavmi Lût (A.S)'ın bu teklifini kabul etti. Lût (A.S) ve ona inananlar gece olunca arka kapıdan çıkıp gittiler. Geride kalanlar sabaha karşı gökyüzünden yağan çamurlu taşlar ve şiddetli bir gürültüyle  beldenin göçmesi sonucu helâk oldu.Bu gün bile Ürdün ile Filistin arasında bulunan Lût gölü yanındaki o beldede helâk olayının yaşandığına dâir apaçık deliller mevcûddur. Lût (A.S)'ın karısı, Lût (A.S)'a tam inanmıyordu. “Hiçbir kimse sakın geriye bakmasın, yoksa o da helâk olanlardan olur” diye tembih edildiği halde,söz dinlemeyen karısı geriye baktı ve hemen oracıkta taş kesiliverdi. Lût (A.S) ile inananlar da böylece o kötü kavimden  kurtulmuş oldular.

İşte bu vak’a günümüzde de her an olup durmaktadır. Yeter ki, olaya Tevhîd açısından bakarak bu âyetleri günümüzde de görmeye çalışalım.

Görevli olarak gönderilen iki melek “akıl” ve “idrâk” tir. Bunlar Cenâb-ı Hakk’ın insanlara elçi olarak verdiği en güzel nimetlerdir. Evvelâ Tevhîd babası  olan İbrahim (A.S)'a uğradılar. Zira Tevhîdsiz, nefs-i emmâre olan süflî emellerin helâkı mümkün değildir.Melek durumunda olan lâtif varlıkların zâhir  nimetlerdeki  gıdaya ihtiyaçları yoktur.Vücûd ülkesi olan Lût (A.S)'ın kavmi oğlancılık ibtilâsına yakalanmışlardı. Yani nefs-i emmâre olan süflî istek ve arzular içinde bulunuyorlardı. Nasıl bir erkeğin bir erkekle cim’asıyla nesli çoğalamazsa nefs-i emmâre istekleriyle bir kişinin Rabbinin rızasını kazanması da mümkün değildir.

Nefs-i emmâre emrinde olan bütün şûbeler,elçi olarak bu ülkeye gelen oğlan sûretindeki ‘akıl’ ve ‘idrak’a sahip olmak istemektedirler. Lût (A.S) olan insandaki rûh da, onların tanrı misafiri olduğunu söyleyerek teslim etmek istememektedir. Zira nefs-i emmâre insandaki akıl ve idraka sahip olursa o kişi, hakîkatte helâk olmuş demektir. Lût (A.S) kavmine,misafirlerine ilişmemeleri koşuluyla iki kızını verebileceğini söylemiştir. İnsanoğlunda iki türlü amel vardır:

1 - Nefsin amelleri

2 - Rûhun amelleri

Nefsin amelleri ‘kız’durumundadır. Lût (A.S) nefsin ameli olan kızları vermek istediğinde, onlar bunu çok iyi bildikleri için kabul etmemişlerdir. İlle de rûhun ameli olan o iki ‘oğlan’ı istemişlerdir. Çünkü çok iyi biliyorlar ki, bu iki oğlana sahip olduklarında,o vücûd ülkesi kendi istek ve arzuları doğrultusunda yönetilecektir. O iki melek durumunda olan akıl ve idrâkin, Lût (A.S)'dan geceye kadar müsaade istemeleri, gece ülkeyi terk edeceklerini, ülkenin (nefs ülkesi) helâk olacağını söylemelerindeki anlam ise gecenin Vahdeti remzetmesidir.

Çünkü bir kişi Vahdet zevkine girince,nefs-i emmârenin istek ve arzuları helâk olur. Lût ve kavminden kendisine tâbi olanlar nefs ülkesini terk etmişlerdir. Onun için arkada kalan nefslerini terk etmek sûretiyle o beldeden ayrılmışlardır. Lût (A.S)'ın karısı eski nefs bilinçlerini bırakmadığı için geriye bakmak suretiyle helâk olmuştur. Bu kıssada olduğu gibi bir sâlik de şayet Mürşid-i Kâmilin telkînlerini uygulamazsa Lût’un karısı gibi helâk olur.Lût(A.S)un kavmi nefs-i emmâreyi remzettiği için, kötü isteklerini dâima uygulamak isterler.Cenâb-ı Hakk da, gönlü Hakk’a dönmüş kişilerin vücûd kavminde nefs-i emmâreyi  helâk eder.

Lût (A.S.) olan Mürşid-i Kâmillerin etrafında toplanan sûrette inanmış görünüp sîrette inanmayan sözde sâlikler Lût kavminin helâk olanları gibidir. Bir kişinin Rabbinin bazı tâlimatlarına uyup bazılarına uymaması demek o kişinin inanmadığı mes’elelerde hakîkati idrâk etmemesi demek olup, o sıfat idraklarının taş haline dönmesi demektir. Bir sâlikin de Kâmile inanmaması aynı şeydir. Onun için hiçbir kardeşimiz vuslatında “geriye” bakmamalıdır. Hep ileriye bakmalı ve yeni tecellîlerle zevklenmelidir. Tevhîd-i ef’âl mertebesinden, Tevhîd-i  sıfat mertebesine geçen bir kardeşimizin râbıta ve şühûdlarında, ef’âl şühûdunu kullanmaya devam etmemesi, yalnız bulunduğu mertebenin şühûdunu kullanmasının gerektiği söylenmektedir. Çünkü her mertebenin şühûdunda bir önceki mertebelerin râbıta ve şühûdları vardır.O halde, sâlikin eski ilmine,eski hallerine  dönmemesi gerekmektedir.

Kur’ân, Lût (A.S) kıssasında Hakk ve hakîkata vuslatın, ancak kâidelere uymak sûretiyle mümkün olduğunu   anlatmaktadır. Allah hepimize uygulamayı nasîb etsin. Âmin.

 

                 MAİDE SOFRASI NEDİR



Maide‘sofra’demektir. Teslimiyeti olanlara indirilen Kur’ân-ı Kerîm’in ilm-i ledün diye bahsettiği manevî bir sofradır. Sır ilimlerini öğrenmek anlamına gelmektedir.

M : Muhammed

A :  Allah

İ   :  İlim

D :  Dünya  (her an tecellî eden mazharlar)

E  :  Hakk’ın emirlerini ifade eder.

Hadis-i Kudsî’de Allah “Küntü kenzen mahfiyyen feahbebtü en unefe fe halektel halka li uref” “Ben gizli bir hazine idim bilinmekliğimi murâd ettim ve bu halkı halk eyledim ki bilineyim” diyerek, Zâtından sıfatlarına,sıfatlarından esmâ alarak fiillerine zuhûr edip âsârıyla kendini ilân ettiğini buyurmaktadır.

Hz.Îsâ (A.S.)'ın hâvârileri bu tecellî sırrını bilmediği için peygamberleri olan Hz.Îsâ (A.S.)'ya Maide Sûresi 112.âyette “Ey Îsâ! Senin Rabbin gökten bir sofra indirmeye kâdir olur mu” dediler. ‘Rabbimizden iste’ demediler. Çünkü onların Rabbi buna kâdir olamazdı. Hz.Îsâ (A.S.)'da “Eğer Allah’a inanıyor ve mü’minler iseniz Allah benim dileğimi reddetmez.” dedi.

İşte bir sâlik de,z amanın Îsâ’sı olan Mürşid-i  Kâmilinden,  Ahadiyet sırlarının bu mukayyed varlıklara tecellîlerinden istifade etmek istiyorsa maide sofrasını  istemelidir. Yalnız kâmilinin resminden tecellî eden o hakîkat sırlarına inanmalı, sevgisinde, edebinde, teslimiyetinde zerre miktarı eksiklik olmamalı, tam inanmalıdır. İşte o zaman arzu edilen sofra iki bulut arasından yani kâmilin iki dudağının arasından ilm-i ledün olarak inmeye başlar. Yoksa   inanç  ve i’tikâdında eksiklik olanlar  bu sofradan yeterince faydalanamazlar. 

Hz Îsâ (A.S.) duayı yaptığında iki bulut arasından bir tepsi içinde örtülü vaziyette sofra indiriliyor. Hz.Îsâ (A.S.) Besmele ile örtüyü kaldırıyor. Bakıyor ki tepsi içinde kızartılmış bir balık, başucunda tuz,balığın kuyruk tarafında sirke, ayrıca beş yufka ve her bir yufkanın üzerinde 1-Yağ  2-Bal 3-Zeytin 4-Piyaz  5- Pastırma var. Bütün buna‘inanıyoruz’diyenleri  buyur etti.  Böylece  kırk  gün  sofra, birer  gün  aralıklarla indi. Kırk günün sonunda da  Hz.Îsâ(A.S.)ya vahiy geldi. Vahiyde Allah, “Bu sofradan fakirler yiyecek zenginler yemeyecek” demekteydi. Bu emri duyan zenginler isyan ettiler. “Bu açık bir sihirdir” demeleri yüzünden Allah da onları helâk etti.

Bu sofra inanan ihvâna her zaman inip durmaktadır.Bu sofranın kâmilin iki dudağı arasından indirilen ilm-i ledün dediğimiz Tevhîd ilmi olduğunu söylemiştik. Kızartılmış olan balık senin Hakk’a dönmüş olan sevgi ve aşkındır. Çiğ olmuş olsa idi balık yenmezdi. Balığın başındaki tuz iştahı açan kâmilin sana telkîn ettiği dâimî zikirdir.Balığın kuyruk tarafındaki sirke de Tevhîdi idrâk ettikten sonraki zevkidir. Salikin merâtib-i İlâhiye tahsilinde Âdem’de ve âlemde Hakk’ın tecellîsi olan ef’âl, sıfat ve Zâtın idrâkinden sonra kendinin diye bildiği bu varlıkların Hakk’ın olduğunun müşâhedesiyle manevî varlık tam olarak zuhûr etmiş olur. Sâlik beşi zâhir beşi bâtın on duygusu ile dördüncü rûh mertebesi olan Vahdâniyyet mertebesine kadar ikilikten âri olamayacağı için,kırk gün fakir de zengin de bu sofradan yer.Fakat Vahdâniyyet mertebesinde mürşidin telkînâtı gereği, sûretten sîrete geçildiği için kesâfette kendi varlığından geçemeyen zengin olanların,letâfetteki tecellîleri müşâhede etmeleri mümkün değildir. Kendi kuyularından sularını çıkaramadıkları için zevk edemezler.

Onun için kırk gün sonra Hz.Îsâ(A.S.)ya‘zenginler yemeyecek fakirler yiyecek’emri, hâl ve idrâk lisâniyle tecellî etmiş olur. Zenginler dediğimiz kendi varlığından geçemeyenler, diğer kardeşlerimiz bu zevklere sâhip oldular da biz neden olamadık diye âsi olurlar. İnkâra kalkıp isyan ederlerse Allah da onları bu Tevhîd  yolundan uzaklaştırmak sûretiyle helâk eder. Allah bizleri onlardan eylemesin.Âmin.

İşte fakirleşmiş olanlar da Mürşidinin himmetiyle gönül semâsından sıfatlar arzına yağ şifresiyle bildirilen ef’âl, sıfat ve Zât zevki,bal olan Cemâlullah seyri, zeytin olan fark dediğimiz tahkîk-i Şerîat zevki, piyaz denilen de celâl ve cemâl tecellîlerinin iç içe kemâlât ve Tevhîd zevki ve  pastırma da kokması, bozulması  olmayan Ahadiyet sır zevkinin zuhûr etmesinden ibarettir.

Bir sâlik kendi varlıklarından ihtiyarî olarak geçip vücûdunda Hakk’ı tecellî ettirip edep ve güzel ahlâkla ahlâklanırsa îmân-ı taklîdden îmân-ı tahkîke geçmiş olur.Şerîat idrakiyle de, taklîdden,mutmain olmuş tahkik-i  şerîata geçmiş olur.

 


Yüklə 2,44 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   25   26   27   28   29   30   31   32   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin