KIRIKKALE DOLMUŞLARI
ARAŞTIRMALARIN DEĞERLENDİRİLMESİ
Görüşme yaptığımız dolmuşçuların hepsi erkekti. Bu durum Türkiye genelinde de böyledir. Ama istisna durumlar da yaşanmaktadır. 1998 yılında Adana’da iki kadının belediye otobüslerinde şoförlüğe başlamasıyla diğer kadınların bu konudaki önyargıları kırılmıştır. Yaklaşık 50 yıl önce ''Şoför Nebahat'' adıyla sadece Yeşilçam filmlerinde görülebilen kadın şoförlerin gerçek hayattaki temsilcileri her geçen gün artmaktadır.
Kadınların bu meslekte arka planda kalmalarının nedeni sosyal olgularla sınırlandırılmalarıdır. Kadın-erkek arasındaki sosyal eşitsizlik bu alanda da kendini göstermektedir. Kadınlar erkekler kadar her ortamda rahatça kendini gösteremez bu durum sadece kadının karakterinden kaynaklanmamaktadır ayrıca toplumun kadına bakış açısı da bu duruma neden olmaktadır. Kadının erkek karakterine bürünmesi, erkek işi olarak görülen işleri yapması hoş görülmemektedir. Günümüzde böyle bir tablo mevcuttur ancak son zamanlarda bu durum kırılmaya başlanmıştır.
Yaptığımız görüşmeler sonucunda bu işte genelde yaş aralığının 25-50 olduğunu saptadık. 17 yaşında mesleğe başlayan bir dolmuş şoförünün söyledikleri oldukça ilgimizi çekti. O yaşta ehliyetinin olup olmadığını sorduğumuzda ‘’Yoktu. Arabayı sürerken eğer karşımda polis görürsem okula götürdüğüm üniversite öğrencilerinden birini direksiyona geçiriyordum kendim de yan koltuğa oturuyordum.’’ cevabını aldık.
Bu kadar erken yaşta işe başlamasının ve risk almasının nedenini sorunca ise ‘’Üniversite okumadık. Baba mesleğini sürdürdük.’’ dedi.
Bu kişiler genelde bu mesleği uzun yıllardır sürdürüyor. Örneğin 17 yıldan beri bu mesleği yapan dolmuşçularla karşılaştık.
İlköğretim mezunu, lise mezunu, lise terk, ikinci bir üniversite okuyan kişilerle görüşme yaptık. İlköğretim mezunu olan kişi işinden gayet memnun olduğunu, aldığı paraya kanaat ettiğini belirtti. Lise mezunu olanlar iş şartlarının ağır ve aldıkları kazancın yetersiz olduğunu söylerken; ikinci bir üniversitesini okuyan kişi ise işini severek değil mecburiyetten yaptığını söylemiştir.
Sonuç olarak eğitimle birlikte artan bilinçlilik beklenti düzeyini artırmıştır. Öğrenim seviyesi yükseldikçe memnuniyet azalır. Kültür düzeyi artması bazı arayışları da beraberinde getirmiştir. En basitinden sinema, tiyatro, sosyal aktiviteler gibi. Bu nedenle kazançları onlara yetersiz gelmekte ve kendileri için bir şeyler yapamadıklarından yakınmaktadırlar.
-
Dinledikleri müzik türleri
Dolmuşlarda çalan müzikler dolmuşçuların müzik zevklerini yansıtmaktadır. Genelde dinledikleri müzik türleri: İç Anadolu bozlak havaları, fantezi pop, arabesk, Orhan Gencebay, Cansever, Neşet Ertaş ve nadiren de olsa klasik rock. Bu ilgilerin şekillenmesinde etkili olan faktör genelde çevre ve kültürdür. Sadece yaşadıkları yerlerin müziklerini dinleyenler, sevenler genelde o yörenin insanlarıdır. Çünkü içinde yaşadıkları kültür gereği kulakları buna alışmıştır. Kişi eğitimde olsun kültürel anlamda olsun kendini geliştirmişse farklı müzik tarzlarını da dinlemiş ve kendi tarzını seçmiştir. Ama hayata tek pencereden bakanlar genelde yerel müziklerden başka bir tarza yönelmemişlerdir. Örneğin; ikinci üniversitesini okuyan dolmuş şoförü Ankaralı olmasına rağmen Ankara havaları hoşuna gitmemektedir, bunun yerine kendi tarzı olan klasik rock dinlemektedir.
Genelde tercih edilen arabesk tarzı müzikleri dinlemelerinin nedeni kader inancı, isyan, başkaldırı hayattan bezmişlik ve tükenmişliktir.
Mesai saatleri kampüs dolmuşçuları için 07:30 ile 23:00 arası, şehir içi dolmuşlarında ise 06:30 ile 21:30 arasındadır. Kampüs dolmuşçuları hafta sonları çalışmazken şehir içi dolmuşlarında bir gün çalışma bir gün tatil sistemi uygulanmaktadır. Yoğun çalışma temposu içerisinde olan dolmuşçular kendilerine ve ailelerine vakit ayıramamaktan yakınmaktadırlar. Ortalama 15 saat çalışan dolmuşçular hem fiziksel hem de gün içinde meydana gelen olaylardan dolayı ruhsal açıdan bitap düşmektedirler. ‘ Arkadan gelen taksiye, minibüse, yayalara, para alıp verme konusuna, yolcuların güvenliğine aynı anda dikkat etmek zorundayım. Özel konuları mesai saatlerimin dışında tutmalıyım.’ diye konuşan bir dolmuşçu durumunu ifade etti.
Tatil günlerinde vakitlerini nasıl değerlendirdiklerini sorduğumuzda evli olanlar: ‘ Genelde çocuklarıma ve eşime vakit ayırıyorum. Zaten evle sürekli eşim ilgileniyor. Ben de boş kaldıkça onun yükünü hafifletmeye çalışıyorum.’derken bekâr olanlar ise ‘ Mangal, av, balık tutma vb. toplantılar düzenliyoruz’ demişlerdir. Çoğunlukla dolmuşçuların bulunduğu bir kahve bile var.
Kısıtlı vakitlerin olması yemek kültürlerine de yansımıştır. Onları hazır gıdaları tüketmeye mecbur kılmıştır. Lokanta yemekleri, çorba, döner, lahmacun, pide, sulu yemekler, çiğköfte gibi. Zaman yetersizliğinden dolayı ayaküstü bir şeyler tüketmeye hatta mesai saatlerinde dolmuş içinde yemeye bile sürüklemektedir.
-
Kılık kıyafet yönetmelikleri
Hem şehir içi hem kampus dolmuşçuları için belediye tarafından denetlenen bir kılık kıyafet yönetmeliği bulunmaktadır. Bu yönetmeliğe göre siyah pantolon giyme ve kravat takma zorunluluğu vardır. Bu yönetmelikten dolmuşçuların bazıları memnun değil ve bunu ihmal etmekte iken bazıları ise bu kurala uymayı uygun buluyor. Yönetmelik hakkında görüşlerini sorduğumuzda şu gibi cevaplar aldık:
‘ Yönetmelik saçma. Uymuyorum. Ben memur muyum da kravat takıcam? ‘
‘Kravat takmayı sevmiyorum’
‘ Kravat takınca rahatsız oluyorum illa boynum açık olacak.’
‘ Uymak zorundayız ama uymuyoruz.’
‘ Memnunum bir şikâyetim yok. Kravat takıyoruz siyah pantolon giyiyoruz. Belli bir kıyafetimiz var’
‘ Yönetmelikten şikâyetçi değilim.’
Bu sonuçlara göre uyanlar varsa da çoğu dolmuşçu kıyafet yönetmeliğini gereksiz buluyor ve uygulamıyor. Bütün günlerini geçirdikleri dolmuşlarında rahat olmak istiyorlar. Uyanlar da yaptıkları işin ciddi bir şekle büründüğünü düşünüyorlar. Genelde yolcular da kılık kıyafet, temizlik, bakımlılık gibi şeylere dikkat ediyorlar.
‘Çok iyiyiz sorun yok.’
‘Hitabımız kibar. Ben Avrupa’da çalıştım. Dolmuşçular kaba diyorlar ama yalan.’
‘Arkadaşlarımdan memnunum hepsi çok iyi.’
‘Nerdesin la? diye hitap ederiz mesela. Samimiyiz.’
‘Naber lan? deriz.’
‘İsimlerimizle hitap ederiz’
‘Telsiz konuşmalarında plaka ile anlaşırız’
Birbirleriyle aralarındaki konuşmalarını sorduğumuzda verdikleri cevaplar bunlardı. Bizim yaptığımız gözlemlerde de karşılaştığımız değişik hitaplar vardı. Kendilerinden büyük bir dolmuşçu ağabeylerine ‘dayı’ diye sesleniyorlardı. Bir de birbirlerine taktıkları lakaplar vardı. ‘ Alamancı’ bunlardan birisi. Bizim gözlemlediğimize göre argo kelime dolmuşlarda kullanılmıyor.
Telsiz aracılığıyla birbirini bilgilendiriyorlar.Telsiz konuşmalarında geçen konular genellikle ‘ Nerde kaç öğrenci var?, Polis var mı?, Varsa nerdeler?’. Bazen telsizlerde kendi muhabbetlerini yapıp güldükleri de oluyor. Bizim karşılaştığımız bir olayda ise kırmızı ışıkta duran iki dolmuşçudan biri diğerine eczaneden aldığı ilacı uzatıyordu. Anladığımıza göre birinin vakti yoktu ve öteki onun için ilaç aldı. Ya da birinde bozuk para yoksa diğerine veriyor. Bir başka örnekte ise bir dolmuşçu kırmızı ışıkta durdu ve arkasına bakarak telsizi alıp ‘ Sakin ol Hüseyin arabaya çarpacaksın şimdi’ dedi. Ya da bir dolmuşun plakasını söyleyip‘ben bu otuz sekizle hiç anlaşamıyorum bana hiç bilgi vermiyor.’ diye kızıyordu. Birbirlerinin yolcu sayılarını bile kontrol ediyorlar. Örneğin çok yolcu alan bir dolmuşçuya diğeri kızıyordu: ‘ Hani sen boştun ben seni bekliyordum bana yolcu göndereceksin diye.’ söylendi.
Yani sürekli birbirleriyle iletişim içerisindeler. Genelde onları polis korkusu birbirine yaklaştırıyor. Ceza yememek için, ya da ihtiyaçları için birbirlerine yardım ediyorlar. Yardımlaşma dayanışma var ama bazıları bunu çıkar ilişkisi şeklinde düşünüyor. Ben ona yardım edersem o da bana yardım eder şeklinde düşünenler var. Ama bunların sayısı pek fazla değil genelde birbirleriyle samimiler ve iyi anlaşıyorlar. Hatta tatil günlerinde bile görüştüklerini, beraber eğlendiklerini söylüyorlar. Kırıkkale küçük bir yer. İnsanlar birbirlerini tanıyorlar ve gerçekten içtenler. Aralarındaki iletişim hiç bitmiyor. Beraber kendilerine ait apayrı bir dünyada yaşıyorlar gibiler. Ama Ankara gibi büyük şehirlerde bu böyle değil. Onlar bunu sadece bir iş olarak görüyor. Dolmuşçular sadece önemli günlerde birbirleriyle ilişki içerisindeler. Örneğin; düğün ya da cenaze gibi.
Aylık maaş almaktadırlar. Biz aldıkları maaşı sorduğumuzda 1000-1500 TL arasında değiştiğini söylediler. Sosyal güvenceleri ise Bağ-kurdur. Çoğu maaşların azlığından yetiremediklerinden şikâyet etmektedir. Dolmuşçunun biri aldığı maaşın ev geçindirmeye yetmediğini ve çocuklarının ihtiyaçlarına yetişemediğini söyledi. Bu durum bir baba olarak kendisini ne kadar rahatsız ettiğini üzülerek belirtti. Bazıları ise bu soruyu cevaplamak istemedi.
Araç bakım masraflarını kendi ceplerinden karşılamaktadırlar. Haftada bir araç bakımı, tamir, yağ kontrolü yaptırmaktadırlar. Temizlik ise günlüktür. Bu da nerdeyse maaşlarının 1/3üne mal olabilmektedir.
Kırıkkale polisi dolmuşçular için korkulu bir rüya gibidir. Birçok şehre nazaran Kırıkkale’de denetimler daha fazla. Bu hal dolmuşçuları bezdirmiş durumda. En büyük korkuları fazla yolcu taşımaktan dolayı yedikleri cezalar. Telsiz konuşmalarında da birbirlerini polislerden haberdar ediyorlar. Ceza konusunu sorunca ise:
‘ 154 lira ceza yedim bir keresinde. Ufacık bir çocuk bile olsa ayakta ceza yazıyorlar.’
Bir diğer dolmuşçu ise:
‘ Yıldırdılar ya. Eve ekmek götüremiyoruz’ diyerek şikayetini belirtti. Bir dolmuş yolcuğunda bir dolmuşçunun sitemi ise şu şekildeydi:
‘Bir saat uygulamanı yap git kardeşim. Bu ne bu kadar neredeyse evimize kadar girecekler.’ Böyle söyleyenlerin aksine polislerin uygulamasından memnun olan dolmuşçular da vardır. Polislerin trafiği düzene koyduklarını, Kırıkkale’deki araç kullanıcıları dikkatsiz ve kurallara uymuyorlar. Polislerin bunu engellemeye çalıştığını ve kazaları en aza indirgemek için uğraştıklarını düşünüyorlar.
Ceza yedikleri konular genellikle fazla yolcu alma, dur ikazına uymama, kırmızı ışıkta geçme gibi konulardır.
-
Öğrenciler hakkındaki düşünceleri
Öğrencilerle en çok ring parası konusunda anlaşmazlık yaşıyorlar. Öğrencilerin parayı vermemesinden çok şikâyetçiler. Bu konu hakkında düşüncelerini merak ettiğimizde:
‘Biz öğrencinin parayı gerçekten verip veremeyecek durumda olduğunu anlıyoruz. Ayağında 400 liralık ayakkabı var ama ring parasını vermeye tenezzül etmiyor ayıp denen bir şey var.’
‘Biz öğrencinin halinden anlıyoruz abi param yok veremeyeceğim dese anlayış gösteririz ama onlar bizi saf yerine koyuyorlar inerken bir de sırıtıyorlar.’ ‘Hırsızlığın büyüğü küçüğü olmaz’.
‘Bir keresinde öğrencinin biri ring ücretini vermeyince indirmedim merkeze kadar götürdüm, gıcıklık değil mi? ‘
‘Ring parasını vermeyenler sınıfını geçemesin’
‘ 1.50 tl nin üstü 10 kuruşu almadan tepemden gitmiyorlar, ama ring parasını vermiyorlar.’ şeklinde konuşmalar yaşanıyor.
Öğrenciler de 10 kuruşların geri gelmemesinden şikayetçi. Şahit olduğumuz öğrenci dolmuşçu konuşması çok ilginçti. Dolmuşçu:
‘Gençler burslara zam gelmiş artık ring parasını tam verirsiniz’ demişti. Öğrenci cevabı ise ‘Siz önce 10 kuruşları verin.’ oldu.
Ücret konusu dışında dolmuşçu-öğrenci ilişkileri gayet iyidir. Öğrenci müzik istediğinde açıyor oynamalarına bile bir şey demiyor. Hatta onlara eşlik ettiği bile oluyor. Öğrenciler arasında en popüler telsiz konuşması içinde Ramazan’ın olduğu konuşmalardır.
Projenin Adı:
Projenin Süresi: 30 gün
Projede Kullanılan Araştırma Teknikleri: Katılımcı Gözlem, Görüşme, Saha İncelemesi
Sosyolojik Kavramlar : Kültür, alt kültürler, Toplumsal Davranış, ritüeller
Hazırlayanlar: Mustafa Aksu, Abdullah Özler, Üzeyir Kahraman
Danışman Doç.Dr.Levent Eraslan
Giriş
Dilencilik Nedir?
Bu konuda kabul görmüş yaygın bir tanımın bulunmadığını belirtmekte yarar var; konuya ilişkin çok farklı tanımlar yapılabilir: Dilenci, toplumda genel kabul gören ölçütler dâhilinde yaşamını sürdürebilmek için sahip olması gereken ekonomik imkânlara, kendisinden veya toplumsal şartlardan kaynaklanan olumsuzluklar nedeniyle sahip olamadığı için veya aslında yoksul olmadığı halde kendisini yoksul göstererek ihtiyaç hissettiklerini elde edebilmek için, imkân sahibi olanlardan söz, yazı veya davranışlarla para veya eşya isteyen kimsedir. Dilenci, isteğinin gerçekleşmesi için, istekte bulunduğu kişinin vicdanına, duygularına hitap eden sözler kullanır veya tavırlar sergiler (Munzer, 1999).
Dilencilik insanlık tarihinin içine düştüğü istenmedik durumlardan birisidir. Başlangıç tarihi tam olarak tespit edilemeyen dilencilik sosyal hayat içerisinde alt grupların en alt tarafında yer alan ve toplum katmanları arasında en sevilmeyen grubunu oluşturmaktadır. Toplum içinde sosyal adaletin bozulmasına paralel olarak artan fukaralık kavramı içerisinde artış gösteren dilencilik, o toplumun bir diğer açıdan gelişmemişlik ya da az gelişmişliğinin fotoğrafını vermektedir. (Tekin, 2008: 347).
Dilencilik, çalışmadan, emek sarf etmeden maddi kazanç elde etme davranışıdır. Bu davranış, hem insan gücünün değerlenmemesine, hem insan onuru denilen duygunun köreltilmesi ve insani ve dini bazı temel duyguların istismar edilerek, beşeri ve sosyal yapının doku zedelenmesine uğramasına imkân tanımaktadır. Dilenciliğe, özellikle dini duyguların yoğunlaştığı zaman ve mekânlarda daha sık rastlanılmaktadır. Zaman olarak daha çok Ramazan ayları, Cuma günleri, Kandil gün ve geceleri; mekân olarak da mezarlar, türbeler, cami avluları v.b bu iş için daha çok tercih edilmektedir. İnsanlardan para alabilmek için her fırsat değerlendirilmektedir. Yani dilencilik, doğası gereği oportünist bir karakter arz etmektedir.
1. Dilenciliğin Arka Planı ve Faktörler
Dilenme davranışı, yaygın bir şekilde ve tarihin hemen her döneminde var olmuştur. Ancak, düz bir mantıkla, yoksulluğun da her zaman var olduğu ve buna bağlı olarak dilenciliğin her dönem var olmasının olağan olduğu gibi bir nedenselliğe dayalı bir izah, olayın belki de en masum boyutunu görmemizi sağlar. Oysa gözden kaçırılmaması gereken dilencilik olgusunun en temel yönlerinden biri, onun bir istismar aracı oluşudur. Hatta gerek bizzat yaptığımız araştırma ve gözlemler, gerekse bu konuda ilgili kurumlar aracılığı ile yapılmış çeşitli durum tespit raporları ve dosyalar ile az sayıdaki akademik çalışmalar, olgunun, daha çok bu eksende var olduğunu bize düşündürmektedir. Buradan hareketle, dilencilerin, belki iki faktörün etkisiyle dilendiklerini söyleyebiliriz. Ancak, birinci faktör yani yoksulluk nedeniyle dilenmede, dillenen kişiler bu işi yapmakta zorlanmakta ve imkân ve fırsat bulduklarında kendi emekleri ile veya buna imkân yoksa çeşitli resmi ve sivil kurum ve kuruluşların ekonomik desteği ile zaten zorlanmadıkça başvurmadıkları dilenciliği terk edebilmektedirler. Diyebiliriz ki, bu şekildeki dilencilik, yok denecek kadar azdır. Çünkü dilenciliği meslek edinmemiş olan bu insanların dilenmeleri, kendilerine de rahatsızlık verici olduğundan, çoğunlukla ne olursa olsun dilenciliği tercih etmemektedirler. Aslında bu grup insanlar, belki de salt yoksul kategorisinde olup, dilenci olarak bile değerlendirilemezler. İkinci faktör, dilencilik olgusunun, asıl üzerinde durulması gereken kaynağı olarak gözükmektedir. Bu dilencilik türü, mücadele edilmesi ve çözümü için uğraşılması gereken bir psiko-sosyal problem olarak önümüzde durmaktadır. Çünkü insanlar eğer dilenciliği meslek edinmemişlerse artık insan onuru denilen duyguyu köreltmişlerdir. Bu duygu, insanın her halükârda dilenme ve isteme davranışına engel olan bir benlik duygusudur. Her birey, kendi manevi varlığını koruma içgüdüsüne sahiptir. Diğer adıyla “izzet-i nefs” duygusu dediğimiz bu duygu, insanın kendini sevmesi ile bağlantılıdır. Bu duyguyu kaybetmek, insanlar için pek çok olumsuz davranışı yapabilmeyi doğal hale getirecektir. Nitekim bu duyguyu yitirmiş olan dilenciliği meslek edinmiş kimi bireyler için tek önemli şey, muhataptan maddi bir şeyler koparmak olup, yerine göre her yöntemi kullanmak söz konusu olabilmektedir. Bunların başında da, kadınların ve çocukların istismarı gelmektedir. Onları sokaklara salarak istismar etmekte hiçbir sakınca görülmemektedir. Onlar da, zamanla öğrenilmiş davranış ve ifadeleri içselleştirerek, bu tür meslek olarak algıladıkları dilenciliğin çeşitli rol davranışlarını uygulamakta zorlanmamakta ve herhangi bir rahatsızlık duymamaktadırlar. Zamanla sokak hayatının çeşitli risk ve problemlerine, yeri geldiğinde geçici olarak cezaevi hayatının şartlarına alışan ve bu konularda duyarlılığını yitirme düzeyine ulaşan çok sayıdaki dilenci bireyler, sosyal bir yara olarak iyileşmesi imkânsız bir noktaya doğru ilerlemektedir. Hatta sosyo-ekonomik refah düzeyinin artması bile, bu işi bırakmayı sağlayamamaktadır. Yapılan araştırmalarda, bu türden çok sayıda vakaya bizzat rastlamış olmamın yanı sıra, televizyon ve gazetelerde de sık sık bu tür haberlere şahit olunmaktadır. Hiç Şüphesiz onların kangren olmuş yaralarını tedavi etmek kolay değildir. Bunun için sistemli ve tüm toplum bireyleri, resmi ve sivil kurum ve kuruluşların organize bir şekilde çalışmalarıyla mücadele etmek gerekir. Ancak, en azından toplum bireylerine bu konuda duyarlılık kazandırmadan, salt polisiye yöntemlerle bu işi başarmanın imkânsız olduğu da kaçınılmaz bir gerçek olarak önümüzde durmaktadır. (Karacoşkun, 2008: 216).
Hukuk disiplini, dilencilik olgusunu bireysel yaşamı ve toplumsal düzeni rahatsız edici eylem kategorisi içinde normatif bir çerçevede ele almaktadır. Dilenciliğin içinde işlem gördüğü kabahatler kanunu toplum düzenini, genel ahlakı, kamu sağlığını, sosyal çevreyi ve ekonomik düzeni korumayı esas alan bir yetkiyle, dilenciliği yaptırımları olan kriminolojik bir eylem olarak değerlendirmektedir. Bu yaklaşımın detayları, dilenciliğin sözlük anlamını da referans aldığımızda, dilenciliğin geçim sağlama pratiğinin meşru olmayan bir eylem tipi olduğu gerçeğini ortaya koymaktadır. Dilenciliğin kelime anlamı ve hukuk terminolojisindeki kullanımı, bir olgunun ya da eylemin sınırlarını, biçimini ve meşruluğunu ön plana çıkaran bir konsept oluşturmaktadır. Suç unsuru taşıyan ekonomik bir aktivite olarak dilencilik, gündelik yaşamda bütün hukuki güvenlik ve beledi tedbirlere rağmen kendini devam ettirmektedir. Başka bir ifadeyle, dilencilik olgusunun söz konusu konsept dışında, toplumsal yaşamda hayatiyet bulan etkin bir veçhesi olduğunu vurgulamak gerekir (Parin, 2008a: 3).
Dilenciliğin arka planında muhtaç insanların toplumsal dayanışmayla ihtiyaçlarının giderilmesi gibi makul bir gerekçe de bulunmaktadır. Bu haliyle gerçekten çalışamayacak ve muhtaç durumda olanların, yaşamlarını devam ettirmek için toplumsal dayanışmanın yerine getirilmesine itiraz edilmeyebilir. Ancak, bu iyi niyetli yaklaşımla bile, yanılma payı hiç de azımsanmayacak derecededir. Çünkü dilenenlerin büyük çoğunluğu için dilenmek, muhtaç olmak ile, bunu meslek haline getirip kolay yoldan hayatı devam ettirmek arasında ince bir çizgiyi ifade eder hale gelmiştir.
Dilencilik olgusu ve dilenci kişi ya da grupları yapı itibariyle çetrefilli bir konu özelliği göstermektedir. Dilenciliğin devamını sağlayan toplumsal, kültürel, dinsel tutum ve anlayışlar, dilenen kişi ya da grupların sosyo-ekonomik nitelikleri, dilenciliğin yaygın olduğu toplumsal alanlar, dilencilikle mücadelede yetersiz kalan bireysel, toplumsal ve kurumsal politikalar, dilenciliği meşrulaştırıcı işleve sahip yoksulluk, yaşlılık, özürlülük gibi unsurlar bir bütün olarak söz konusu problemin ana bileşenlerini oluşturmaktadır. Bu bağlamda çok bileşenli ve kökenleri çok eskilere dayanan dilencilik sorunuyla mücadelede ilk aşama dilenciliğin tarihsel soy kütüğünü, dilenme eyleminin anatomisini, dilencilik olgusunun bileşenlerini, dilenci grupların özelliklerini ve dilenciliğin devamına imkân sağlayan toplumsal dokunun karakteristik yapısını içeren bir çerçevenin ortaya konulmasıdır (Parin-Tuna, 2008b: 8).
2.Dilenmenin Gerekçeleri
Dilenciler, çok farklı gerekçeleri dilenmelerinin nedeni olarak ifade etmektedirler. Bunlar içerisinde en yaygın şekilde dile getirdikleri nedenler şunlardır:
2.1- İşsizlik/yoksulluk: İş bulamadığı, aç olduğu için dilenmek zorunda kaldığı gerekçesi dilenciler tarafından ifade edilen en yaygın gerekçedir. Dilencilerin birçoğu “niçin dileniyorsun?” sorusuna, iş bulamadığı için dilendiği cevabını vermekte ve “hırsızlık veya fuhuş mu yapayım, bunları yapmıyor dileniyorum” diyerek durumunu meşrulaştırmakta ve böylelikle dilenciliği “ehven-i şer” olarak algıladığını/göstermeye çalıştığı anlaşılmaktadır. Ancak, küçük bir iş karşılığında (araba yıkamak, ev veya dükkân temizlemek gibi) ihtiyacını karşılayacak para teklifinde bulunulduğunda, bu teklifi kabul eden dilenci yok denecek kadar az çıkmaktadır; çoğu hasta olduğu gerekçesiyle bu teklifi geri çevirmektedir.
2.2- Hastalık/sakatlık: Yoksulluğu nedeniyle hastalığını tedavi ettiremediğini ve tedavi olmak için dilenmek zorunda kaldığını veya hastalığı/sakatlığı nedeniyle çalışamadığından yaşamını sürdürmek için dilenmek zorunda kaldığını söyleyenler bu gruba dahildir. Bazı dilenciler sahte hasta raporlarını veya röntgen filmlerini hasta olduklarına ilişkin inandırıcılıklarını artırmak için kullanmaktadırlar.
2.3- Yolda kalma: Daha çok otogar veya tren istasyonlarında dilenenlerin başvurdukları bir yöntemdir. Genellikle temiz giysili ve düzenli görünümlü bu kimseler, parasını kaybettiği veya çaldırdığı için memleketine gidemediğini, bilet almak için paraya ihtiyacı olduğunu belirterek, kendisine bilet parası verilmesini rica etmektedirler. İnandırıcılığı artırmak için parayı borç olarak istediğini ve daha sonra ödeyeceğini ifade eden ve yardım almayı başarmak için istekte bulunduğu kişinin adresini alanlar da olmaktadır. Fakat kendilerine para verilmeyip de biletini almak istendiğinde, bunu kabul etmeyerek parayı almaya çalışmaktadırlar.
3.Dilenme Biçimleri
Dilenciler genellikle hangi yöntemlerle dileniyorlar? Bu soruya yanıt olabilecek araştırma bulguları şunlardır: Araştırma bulgularına göre dilenme işi başlıca iki farklı şekilde yürütülmektedir:
3.1- Doğrudan para veya eşya isteyerek dilenme: Dilencilerin tamamı kendisine verilen paraya “hayır” demiyor. Fakat bazıları bir yiyecek maddesi, giyecek veya ev eşyası da isteyebilmektedir. Bunlar daha çok evlerde veya işyerlerinde dilenenlerdir. Bazıları her ne kadar istediği eşyayı doğrudan söylüyorsa da, ne verilirse almakta da tereddüt etmiyorlar. Bu ise, asıl ihtiyacının o eşya olmadığının en önemli göstergesidir. Alınan her şey “kısa günün kârı” olarak değerlendirilmektedir.
Dostları ilə paylaş: |