Kedi olalı bir fare tuttu : İlk defa, neden sonra kendisinden beklenen bir iş yapabildi” Temsilcimiz, nihayet kedi olalı bir fare tuttu, yüklü bir iş yakaladı”
Kefeni yırtmak : Ağır bir hasta ölüm tehlikesini atlamak” Üzülmeyin, kefeni yırttı büyük anneniz”
Kel başa şimşir tarak : Pek çok ihtiyaç giderilmeyi beklerken gereksiz özenti ve gösterişi belirtmek için kullanılır.
Kel kahya : Bilgisi olsun olmasın her işe karışan, burnunu sokan.
Keli görünmek : Bir kabahati, kusuru ortaya çıkmak” Kelinin görünmeyeceğini sanıyordu şapşal!"
Kelle götürür gibi : Gerekli olmayan bir acelecilikle, bir şey ulaştıracakmış gibi çok hızlı koşarak.
Kelleyi koltuğuna almak : Ölümü göze alarak bir işe kalkışmak” Kelleyi koltuğuna alıp düşman karşısına çıkmak her babayiğidin harcı değil”
Kem küm etmek : Anlatmak istediğini açık seçik ifade edememek, bir soru karşısında bocalayıp cevap bulamayarak anlamsız sözler söylemek” Kem küm etme de ne söyleyeceksen söyle çabuk!"
Kemerleri sıkmak : Tutumlu davranmak, açlığa ve susuzluğa katlanmak” Kemerleri sıktıra sıktıra millette hal bırakmadılar”
Kendi göbeğini kendi kesmek : İstediği yardım gelmeyince kendi işini kendi yapmak durumunda kalmak” O her zaman kendi göbeğini kendisi kesmiş, kimseden yardım beklememiştir”
Kendi halinde : Sessiz, hiçbir şeye karışmayan, karışmak istemeyen, sakin (kimse)” Yazık olmuş, kendi halinde biriydi, kimsenin etlisine sütlüsüne karışmazdı”
Kendi kendine gelin güvey olmak : Başkalarının ne diyeceğini hesaba katmadan, bir işi sadece kendi başına tasarlayıp olmuş sayarak sevinmek” Kendi kendine gelin güvey olmayı bırak, bakalım kız ne diyecek bu işe”
Kendi kendini yemek : İstediği iş olmadı diye gizli gizli üzülmek, kaygı duymak” Kendi kendimi yedim bitirdim bu iş yüzünden”
Kendi payıma : "Bana gelince, bana kalırsa, fikrime göre, bana sorarsanız" anlamlarında kullanılır.
Kendi yağıyla kavrulmak : Elindekiyle yetinmeye, kimseye muhtaç olmadan yaşamaya çalışmak; ihtiyaçlarını kendi karşılayarak kimseden yardım istememek” Nasıl olalım, kendi yağımızla kavrulup gidiyoruz işte..”
Kendinden geçmek : 1. Kendini kaybetmek, bayılmak, bilinci işlemez olmak. 2. Sevindirici bir olay karşısında coşkuya kapılmak, duygulanmak” Dün gece bizim adam yine kendinden geçti, hastaneye zor yetiştirdik”
Kendinden pay (paha) biçmek : Bir durumu kendi durumu ile ölçüştürmek.
Kendine gelmek : 1. Sarhoşluktan, bayıldıktan sonra ayılmak. 2. Aklı başına gelmek. 3. Bozuk olan durumu düzelmek” Oh, nihayet kendine geldi bizim adam!"
Kendine yedirememek : Yapılan bir işi onur kırıcı görüp, kişiliğine dokunmuş sayarak tepki göstermek; kendisinin başkasına yapması söz konusu olan işi, kişiliği için uygun görmeyip yapmamak.
Kendine yontmak : Ortaya çıkan fırsattan yararlanıp başkalarını düşünmeyerek hep kendi çıkarını sağlayacak yönde hareket etmek” Hep kendine yontma, biraz da bizi düşün, biz de insanız!"
Kendini ağır satmak : Kendisinden yapılması istenen işi, birçok ricadan, birçok ısrardan sonra yapmayı kabul etmek” Kendini ağır satmakla adam olduğunu mu kanıtlayacak?"
Kendini alamamak : İstemeyerek bir işi yapmak durumunda kalmak, yapmamayı edememek, kendini tutamayıp yapmak” Ona bir tokat atmaktan kendimi alamadım işte!"
Kendini ateşe atmak : Bilerek zor ve tehlikeli bir işe girişmek” Kendisini ateşe atmasına izin mi vereceksiniz?"
Kendini bulmak : 1. İyi bir duruma kavuşmak. 2. Kişilik kazanıp olgunluğa erişmek. 3. Farkında olmadan bir yere ulaşmış olmak” Nihayet kendimi buldum, bundan böyle ekonomik sıkıntı çekmeyeceğim”
Kendini dev aynasında görmek : Kendisini olduğundan büyük bir adam sanmak; üstün, yetenekli, güçlü görmek” Kendini dev aynasında görmekten ne zaman vaz geçeceksin ha!.”
Kendini dinlemek : 1. Önemsiz, küçük rahatsızlıkları büyütmek; hastalık kuruntusu içinde bulunmak. 2. Yalnız, sakin kalmak” Uzun bir süre kendimi dinledim, olup biteni tekrar tekrar gözden geçirdim”
Kendini göstermek : 1. Ortaya çıkmak, belirmek. 2. Beğenilecek, takdir edilecek niteliklerini ortaya koymak; gücünü göstermek” Uzun bir aradan sonra sergi açmaya, kendini göstermeye karar verdi”
Kendini kaptırmak : Bir şeyin etkisinden kendini kurtaramamak” Bu yaştan sonra kendimi sigaraya kaptıracağım hiç aklıma gelmezdi doğrusu”
Kendini kaybetmek : 1. Düşüp bayılmak. 2. Kızgınlık, öfke yüzünden ne yaptığını bilmeyecek hale gelmek” Bir iki söz söyledikten sonra kendini kaybetti, oraya yığılıverdi”
Kendini toplamak : 1. Kötü, bozuk olan durumunu düzeltmek. 2. Bir konu üzerinde dikkatini yoğunlaştırmak. 3. Şişmanlamak” Bizim oğlan kendini iyice toparladı, şimdi ev almayı düşünüyor”
Kendini tutamamak : Bir durum karşısında sessiz ve heyecana kapılmadan durmayı başaramamak, kendine hakim olamamak” Kendimi tutamadım, ben de ağlamaya başladım”
Kendini vermek : Bir şeye bütün varlığıyla bağlanmak, başka şeylerle ilgisini kesip yalnızca onunla ilgilenmek, bir şeyi tüm gücüyle yapmaya çalışmak” İşe henüz kendini vermiş sayılmaz”
Kene gibi yapışmak : Yakasını bir türlü bırakmamak; istenmediği halde, çıkar sağladığı için birinin peşini bırakmamak” Kene gibi yapışmıştı adamın yakasına, peşini bir türlü bırakmıyordu”
Kesenin ağzını açmak : Bol para harcamaya başlamak” Babam kesenin ağzını açtı nihayet”
Keyfinin kahyası (olmamak) : Birisine karışmaya hakkı olmamak, istediği gibi yaşamasına engel olmamak” O benim keyfimin kahyası olamaz, ben dilediğim gibi yaşarım, karışamaz bana!"
Keyif çatmak : Neşeli olmak, hoş ve eğlenceli zaman geçirmek” İşi nihayet bitirmiştik, sıra şimdi keyif çatmaya gelmişti”
Keyif ehli : Rahatına düşkün kimse, zevkinden bol bol yararlanan” Oldukça rahat, keyif ehli bir insandı”
Kıl payı (kalmak) : Çok az, az bir fark (kalmak)” Araba o hızla virajı alamadı, uçuruma yuvarlanmasına kıl payı kalmıştı”
Kılı kırk yarmak : Titizlenmek, çok dikkat ederek en ince ayrıntılarına kadar incelemek, önemle üstünde durmak” Bir malı almadan önce kılı kırk yararcasına evirir çevirir ve öyle alırdı”
Kılına dokunmamak : Bir kimseye, zarar verebilecek en ufak davranıştan bile kaçınmak” İnan anne, kılına bile dokunmadım kardeşimin!"
Kılını bile kıpırdatmamak (veya oynatmamak) : Bir durum karşısında en küçük bir tepki bile göstermemek, ilgisiz kalmak, harekete geçmemek” Onca insan üstüme yürüdü ama o kılını bile kıpırdatmadı”
Kilit noktası : Bütün işlerin çözümlenmesi ona bağlı olan önemli unsur, üzerinde durulması gereken en önemli nokta, makam veya yer.
Kim vurduya gitmek : Bir kargaşa anında ve kalabalık arasında kimin tarafından vurulduğu veya dövüldüğü belli olmamak.
Kimseye eyvallah etmemek : Kimseden yardım ve iyilik beklememek, kimsenin minneti altına girmemek” Bu yaşa kadar kimseye eyvallah etmedim, bundan sonra da edecek değilim”
Kıran girmek : 1. Daha önce bulunan şey bulunmaz olmak. 2. Hayvanlar ya da insanlar arasında öldürücü bir hastalık yayılmak” Kıran girdi, bütün koyunlar telef oldu”
Kırık dökük : 1. Eski çürük, sağlam olmayan, değersiz (şey). 2. Düzgün olmayan, parça parça, dağınık (söz)” Şu kırık dökük eşyaları ortadan kaldırın hemen!"
Kırıp geçirmek : 1. Yakıp yıkarak, baskı yaparak, öldürerek büyük zarar vermek. 2. Çok sert davranarak darıltmak. 3. Garip olan söz ve davranışlarıyla herkesi güldürmekten katıltmak.
Kirişi kırmak : Kaçıp gitmek, bulunduğu yerden gizlice ve çabucak ayrılmak” Kavga başlayınca kirişi kırarım diye düşündü”
Kırk dereden su getirmek : Birini kandırmak için çok dolambaçlı gerekçeler ileri sürmek, ikna edebilmek için çok uğraşmak” Ne inatçı adammış, bir evet demek için kırk dereden su getirtti bana”
Kırk tarakta bezi bulunmak : Birbirinden farklı birçok işle uğraşmak, birçok ilişkisi bulunmak, gizli ilişkileri olmak” Ne iş yaptığı belli değil, kırk tarakta bezi var adamın”
Kırklara kırışmak : Bir kimse artık ortalıkta görünmez olmak.
Kirli çamaşırlarını ortaya dökmek : Ayıp, suç ve kusurlarını, gizli kalmış yolsuzluklarını açığa çıkarmak; açıklamak, söylemek” Kirli çamaşırları ortaya dökülünce ne yapacağını şaşırdı”
Kısmeti açılmak : 1. Kazancı artıp bolluğa erişmek. 2. Bir kızı isteyenlerin çoğalması” Bu miras kızın kısmetini de açtı hani!"
Kısmetini (nimetini) ayağıyla tepmek : Kavuşacağı iyi bir durumu, kıymetini bilmeyerek reddetmek; istememek, değerlendirememek.
Kıssadan hisse almak : Bir olaydan, anlatılan bir hikayeden ders almak.
Kıt kanaat (geçinmek) : Yoksulluk içinde, zar zor ve güçlükle (geçinmek)” Bir zamanlar biz de kıt kanaat geçiniyorduk”
Kitaba el basmak : Elini kutsal kitap olan Kuran-ı Kerim üzerine koyarak yemin etmek.
Kitabına uydurmak : Kanunî olmayan bir işi kimi boşluklardan yararlanarak kanunî imiş gibi göstermek” İşi kitabına uydurmuşlar, çok zengin olmuşlardı”
Kıvamına gelmek (bulmak) : En uygun zamanında olmak, gerekli ve istenilen şartlar yerine gelmek, istenilen duruma gelmek.
Kıyamet kopmak : 1. Kıyamet günü gelmek. 2. Bir yerde çok gürültü ve patırtı kavga, telaş olmak” Kıyamet günü gelecek ve insanlar sonunda hesaba çekilecekler”
Kızarıp bozarmak : Utanarak renkten renge girmek, kimi duyguların etkisiyle yüzünün rengi değişmek” Pot kırdığını anlayınca ne yapacağını şaşırdı, kızarıp bozaran yüzünü kapatmaya çalıştı”
Kızıl (kızılca) kıyamet kopmak : Bir meselede büyük, aşırı, gürültülü bir kavgaya yol açmak; yüksek sesli tartışma başlatmak” Sizin bostanlara su vermeyeceğim deyince kızılca kıyamet koptu”
Kof çıkmak : İşe yaramadığı, sanıldığı gibi olmadığı, boş ve değersiz bir kişi olduğu anlaşılmak.
Kokusu çıkmak : Gizli yapılmış bir iş, daha sonra herkes tarafından bilinir olmaya başlamak” Bu işin kokusu çıkar diye korkuyorum”
Kol kanat olmak : Yardım etmek, gözetmek, bir kimseyi koruyuculuğu altına almak.
Kolaçan etmek : Çevresini ya da kendisinden istenilen yeri dolaşıp ne var ne yok diye bakmak, olup biteni anlamak amacıyla dolaşmak” Bir kişi etrafı şöyle bir kolaçan etsin de gelsin”
Koltukları kabarmak : Kendisine ya da yakınlarına yapılan övgüden ötürü kıvanç duyup büyüklenmek, böbürlenmek” Oğlun oldukça becerikli dedikleri zaman koltuklarım kabardı doğrusu”
Kolu kanadı kırılmak : Çaresiz duruma düşmek, bir şey yapamaz hale gelmek” Kolu kanadı kırılmış bir vaziyette dolaşıyordu”
Korktuğu başına gelmek : Endişe duyduğu, kaygılandığı, olmasını istemediği şeyle karşı karşıya gelmek” Korktuğum başıma geldi, ne yapacağım şimdi ben!"
Koyun kaval dinler gibi : Düşünmeden, hiçbir şeyi anlamadan, ne denildiğini kavramadan dinlemek” Beni koyun dinler gibi dinleyip çekip gittiler”
Kozunu paylaşmak : Aradaki anlaşmazlığı zora başvurarak, üstün olan güce dayandırarak çözümlemek, sona erdirmek” Onunla kozunu paylaşmaya can atıyordu”
Kök salmak : 1. Bir yere iyice, ayrılmamacasına yerleşmek. 2. İyice tutunmak, köklenmek, sağlamlaşmak, yayılmak” Onun sevgisi, içine iyice kök salmıştı”
Kök söktürmek : Uğraştırmak, güçlük çıkarmak, engel olmak” O takıma kök söktürmeye yemin ettik”
Köküne kibrit suyu dökmek : Bir daha belirmeyecek, ortaya çıkmayacak biçimde yok etmek, ortadan kaldırmak.
Köprüleri atmak : Girişilen, başlanılan bir işten vazgeçmeye ya da geri dönmeye imkanı kalmayacak şekilde kesin bir davranış göstermek; ilişkileri bir daha kurulamayacak biçimde bozmak.
Kör değneğini beller gibi : Bir değişiklik, yenilik düşünmeden, hep aynı biçimde davrananların durumunu anlatmak için kullanılır.
Kör dövüşü : Sonuç alınamayacak ve birbirini engelleyecek biçimde, bir birinden habersiz düzensiz ve uyumsuz çabalama.
Kör kadı : Sözünü esirgemeyen; doğru bildiğini hatır gönül dinlemeden her yerde, herkesin yüzüne karşı söyleyen.
Körü körüne : Düşünüp taşınmadan, nasıl sonuçlanacağını hesaplamadan, dikkat etmeden” Bu işe öyle körü körüne giremem, anladın mı?"
Köstek olmak : Engel olmak” Sen köstek olma yeter”
Köşe bucak : Göze çarpmayan, önemsiz yer.
Kötüye kullanmak : Suiistimal etmek, yetkisini yanlış bir yolda kullanmak, istenilmeyen yolda yararlanmak” Benim yumuşaklığımı kötüye kullandı”
Kraldan çok kralcı olmak : Birinin davasını ondan daha çok savunur olmak.
Kucak açmak : İhtiyaç sahibi birine sığınacak yer vermek, onu korumak” Muhtaçlara kucak açmak insanlık görevidir”
Kul hakkı : İslam dinine göre, insanların birbirleri üzerindeki hakları” Öte dünyaya kul hakkıyla gitmem inşallah”
Kul köle (veya kurban) olmak : Tam bir doğruluk içinde gönülden bağlanmak, bağlılığın gerektirdiği fedakarlığı yapmaya hazır olmak.
Kulağı delik : Olup bitenleri çabuk haber alan, hemen her şeyden haberi olan” Hasan mı, ne kulağı delik adamdır o, ne öğreneceksen ona sor”
Kulağı kirişte (olmak) : Söylenecek sözü, gelecek haberi dikkatlice (beklemek)” Kulağınız kirişte olsun, ne duyarsanız iletin hemen”
Kulağına çalınmak : Bir söz, bir haber başkasına söylenirken kendisi de şöyle böyle duymak. o"Senin şehre gideceğin kulağıma çalındı, ne diyorsun?"
Kulağına kar suyu kaçmak : Rahatını bozan bir haber işitmek, sıkışık bir duruma düşmek.
Kulağına küpe olmak : Başına gelen bir işten, gördüğü olaydan ders alıp hiç unutmamak” Umarım bu iş senin kulağına küpe olur da aynı hataya bir daha düşmezsin”
Kulağını açmak : Bütün dikkatini vererek dinlemek, söylenenlere dikkat etmek” Kulağını aç da beni iyi dinle!"
Kulağını bükmek : Dikkatli olması için uyarıda bulanmak.
Kulağını çekmek : 1. Uyarmak için hafif bir ceza vermek. 2. Ceza olarak kulağını büküp çekmek” Şimdi bana kulağınızı çektireceksiniz!"
Kulak asmamak : Aldırıp önemsememek, dinlememek” Kulak asma sen onun söylediklerine”
Kulak dolgunluğu : Duya duya elde edinilen yarı buçuk bilgi.
Kulak kabartmak : Çaktırmadan, belli etmemeye çalışarak dinlemek” Dayanamayıp yanındakilerin konuşmalarına kulak kabarttı”
Kulak kesilmek : Çok iyi, bütün dikkatini vererek dinlemek; dikkatini toplayarak duymaya çalışmak” Ne konuştuklarını merak ediyordum, yanlarına yaklaşarak kulak kesildim”
Kulaklarını çınlatmak : Birini iyi duygularla anmak.
Kulp takmak : Bir kusur, bir bahane bulmak.
Kumkumav gibi : Yapayalnız, tek başına.
Kumpas kurmak : Birini aldatmak için tuzak kurmak, gizli bir iş düzenlemek.
Kundak sokmak : 1. Yangın çıkarmak için bir yere tutuşmuş yağlı bez parçası koymak. 2. Ara bozacak bir söz ya da davranışta bulunmak.
Kurban olayım : 1. Aşırı sevgi ve hayranlık anlatmak için kullanılır. 2. Yalvarmak için söylenir” Kurban olayım yavruma dokunmayın!"
Kurşuna dizmek : Ölüm cezasını askerî bir birliğin attığı kurşunlarla yerine getirmek, sıkılan kurşunlarla öldürmek” Bütün köy halkını kurşuna dizdiler!"
Kurt masalı okumak : İnandırıcı, gereksiz, asılsız sözler (söylemek).
Kurtlarını dökmek : Öteden beri yapmak istediği şeyi bol bol yapıp hevesini almak” Bu akşam biraz kurtlarımızı dökelim, ne dersin?"
Kuru iftira : Hiçbir kanıtı olmayan suçlama” Allah kuru iftiradan korusun hepimizi!"
Kuru kalabalık : 1. Yararsız kırık dökük eşya. 2. Hiçbir işe yaramayan insan topluluğu” Bu kuru kalabalığa güvenip de sakın yola çıkma”
Kuru kuruya : Boşuna, boş yere.
Kuru sıkı : 1. Korkutmak amacıyla söylenen sözler, blöf. 2. Yalnız barutla sıkılanmış tüfek veya fişek dolgusu.
Kuş beyinli : Akılsız, aptal, ahmak.
Kuş kadar canı olmak : Küçük, cılız, zayıf, çelimsiz bir vücuda sahip olmak.
Kuş sütüyle beslemek : En pahalı, değerli az bulunur besinlerle yiyip içirmek.
Kuş uçmaz, kervan geçmez : Çok ıssız, sapa, kır, insanın uğramadığı yer” Başını alıp kuş uçmaz kervan geçmez bir diyara gitti”
Kuş uçurmamak : Hiç kimsenin geçmesine, kaçmasına izin vermemek; imkan tanımamak, bunun için çok dikkatli davranmak” Sıkı gözcülerdir, kuş uçurtmazlar, merak etme!"
Kuvvetten düşmek (kesilmek) : Gücü iyice azalmak.
Kuyruğuna brsmak : airini tBhrik etmek, incitip saldırmasına yol açmak.
Kuyruk sallamak : Yaltaklanmak, birisine yaranmak için yapmacık davranışlarda bulunup şirin görünmeye çalışmak” Bütün gece boyunca şirket müdürüne kuyruk sallayıp durdu”
Kuyruklu yalan : İnsanın kanması için süslenmiş büyük yalan” İnanmayın ona, söyledikleri kuyruklu yalandan başka bir şey değil!"
Kuyusunu kazmak : Birinin kötü duruma düşmesi, felakete uğraması, zarar görmesini sağlamak için zemin hazırlamak, tuzak kurmak” Adamın kuyusunu kazıp da elinize ne geçecek”
Küçük dilini yutmak : Çok şaşmak, hayrete düşmek, donakalmak, hiçbir şey söyleyemez hale gelmek” Ne o dostum, küçük dilini mi yuttun?"
Küçük düşürmrk : Onueunu kırmak, birilerinin yanında itibarını sarsmak ve değerini düşürmek” Dikkatli ol, bir pot kırıp da kendini küçük düşürme sakın”
Küçük görmek : Önemsememek, değer vermemek” Hasmınızı sakın küçük görmeyin çocuklar!"
Kül kedisi : 1. Çok üşüyen, ateşin yanından ayrılmayan (kimse). 2. Uyuşuk, miskin, rahatına düşkün, tembel.
Kül kesilmek : Heyecan ve korkudan yüzünün rengi atmak, solmak” Katili karşısında görünce yüzü kül kesildi”
Kül olmak : 1. Bir şey bütünüyle yanmak. 2. Varını yoğunu yitirmek, elinde bulunanlar yok olmak. 3. Büyük bir felakete uğrayıp çok üzülmek.
Kül yutmamak : Oyuna gelmemek, tuzağa düşmemek, kurnazca yapılan bir hileye aldanmamak” Bana kül yntturamazsınız diyemem ama yeterince dikkatli olduğumu söyleyebilirim”
Külahıma anlat : "Söylediklerin hiç de inandırıcı değil, sana inanmıyorum" anlamında kullanılır.
Külahını ters giydirmek : Çok kurnaz olmak; oyuna getirmek, kendisine iyi davranmayanları bir hile ile yaptıklarına pişman etmek.
Külahları değişmek : "Araları bozulmak, bozuşmak" anlamında tehdit olarak kullanılır” Hareketlerini düzeltmezsen külahları değişiriz, ona göre!"
Külünü (göğe) savurmak : Bir şeyi tamamiyle bitirip yok etmek, harcayıp tüketmek, telef edip bir şey bırakmamak.
Künyesi bozuk : Eskiden kötü durumları görülmüş olan, kötü işlere girmiş bulunan” Künyesi bozuk diye, bu adama hiç kimse iş vermeyecek mi?"
Küplere binmek : Haddinden fazla öfkelenme, kızmak, sağa sola ateş saçmak” Yeni saatimi kırdığımı öğrenen annem küplere bindi”
Küpünü doldurmak : Eline geçen fırsatları değerlendirerek çok para biriktirmek” Küpünü doldurmayı becerebilenlerden olamadım hiç”
Kürek kadar (pabuç kadar) dili olmak : Hemen her söze cevap yetiştirmek, büyüklerine karşı saygısızca karşılıklar verir olmak.
Laçka olmak : 1. Herhangi bir iş gevşek ve düzensiz yürütülmek. 2. Mil ya da vida gibi makine bölümleri eskiyip aşınarak işe yaramaz hale gelmek” Bu vidalar laçka olmuş, kol tutmuyor”
Laf (söz) altında kalmamak : Bir münakaşa sırasında söylenen her dokunaklı söze karşılık vermek, söz altŬnda ezi1memek.
Laf (söz) aramızda : "Söyleyeceğim sözleri başka biri duymasın, bilmesin, konuştuklarımız aramızda kalsın" anlamında kullanılır” Laf aramızda, Ali yine öç alacağım demeye başlamış”
Laf (söz) taşımak : Aralarını açmak maksadıyla birinin bir kimse hakkında söylediği hoş olmayan sözlerini o kimseye ulaştırmak, söz getirip götürmek” O laf taşıyıcı adamdan uzak durmalısın”
Laf (söz) yetiştirmek : Bir söze karşılık vermekte gecikmemek, durmadan konuşmak.
Laf (söz) yok : "Kusursuz, eksiksiz, eleştirilecek bir yanı dahi yok" anlamında kullanılır” Arkadaşıma laf yok, o mert mi mert biridir”
Laf atmak : 1. Dokunaklı sözlerle sataşmak, uzaktan işittirmek. 2. larşılıkKı söyleşmek, konuşmak. 3. Sözle sarkıntılık etmek” Laf atarak beni tahrik etmeye çalışıyorlardı”
Laf ebesi : Söyleyecek sözü bol olan, her söze karışan, herkese söz yetiştiren, çok konuşan” Laf ebeliğini bırak da ne söyleyeceksen söyle!"
Laf etmek : 1. Konuşmak. 2. Bir şeyi dedikodu konusu yapmak” Akşam buluşalım da iki çift laf edelim”
Laf işitmek : Birisi tarafından paylanmak, azarlanmak,"Çabuk ol, senin yüzünden laf işiteceğiz öğretmenden”
Laf olsun diye : Rastgele, belli bir amaç gütmeden” Kızma canım, laf olsun diye söylemiştir o sözleri”
Lafa boğmak : Birinin söz söylemesine fırsat vermeyip meseleyi gereksiz ve boş sözlerle anlaşılmaz kılmak, gürültüye getiüip uzatmak.
Lafa tutmak : Birini konuşarak, gereksiz meseleler anlatarak işinden alıkoymak” Onu biraz lafa tutup oyalamaya başladılar”
Lafı (sözü) ağzına tıkamak : Birinin sözünü bitirmesine fırsat vermemek, onu susmak zorunda bırakmak, konuşmasını önlemek” Ağzını açar açmaz lafı ağzına tıkadılar adamcağızın”
Lafı (sözü) ağzında gevelemek : Söylemek istediğini açık olarak bir türlü söyleyememek, şundan bundan bahsetmek” Beni görünce şaşırdı, lafı ağzında gevelemeye başladı”
Lafı (sözü) çevirmek : Konuşmasının sakıncalı bir biçim aldığını fark edince söze başka bir yön vermek, başka konuya geçmek” Beni görünce birden nasıl da sözü çevirdi”
Lafı ağzında kalmak : Söyleyeceğini söylemeye zaman bulamamak, konuşmasını bitirememek.
Lafını (sözünü) bilmek : Tutarlı ve mantıklı konuşmak, sakıncalı olmayan ve birini kırmayan sözler söylemek, saygılı ve yerinde konuşmak” O daima lafını bilir bir insan olmuştur”
Lafını (sözünü) etmek : Bir şey üzerinde konuşmak” Artık lafını etmeyin şu adamın!"
Lahavle çekmek : Sıkıntıyı, öfkeyi gidermek, sabır telkin etmek için "Lahavle" ile başlayan duayıokumak. "Lahavle çekmeden başka bir şey yapamadım”
Lamı cimi yok : "Hiçbir bahane, itiraz, mazeret, duraksama, karşı gelme yok" anlamında kullanılır” Lamı cimi yok, bu akşam bize geleceksiniz, tamam mı?"
Lastikli söz : Değişik manalara gelen söz.
Leb demeden lebleeiyi anlamak : Daha sözün başında ne demek istediğini anlamak, anlayışlı ve kavrayışlı olmak.
Leke sürmek : Suç yüklemek, birinin onurunu sarsacak biçimde iftirada bulunmak” Zorla kadıncağıza kara bir leke sürdüler, Allahtan hiç korkmadılar”
Leşini çıkarmak : Çok feci dövmek” Beş kişiydiler, adamın leşini çıkardılar”
Leşini sermek : Öldürmek” Ben de onun leşini sermezsem..”
Leyleğin yuvadan attığı yavru : Yakınlarından ilgi görmeyen, çevresinin uzaklaştırdığı kimse.
Lokma ağzında büyümek : Herhangi bir sebepten, acı ya da üzüntüden dolayı lokmasını yutamamak, yiyememek” Ağzında lokmalar büyümeye başladı, gözleri dolu dolu oldu”
Lokmasını saymak : Birinin ne kadar yediğine bakmak, çok yiyeceğinden korkmak.
Lök gibi oturmak : Bir yere bütün ağırlığıyla çökmek, oturup kalmak” Sedire lök gibi oturunca gacur gucur sesler duyuldu”
Lügat paralamak : Anlaşılmaz, süslü, parlak, ağdalı, konuşma dilinde geçmeyen kelimelerle konuşmak” Lügat paralamak hoşuna gitmeye başlamıştı”
Lüpe konmak : Değerli bir şeyi bedavadan, emek sarf etmeden ele geçirmek.
-M-
Maaşa geçmek : Aylığa geçmek, çalıştığı yerden ücret almaya başlamak” Maaşa geçtiği günün ertesinde onu işten çıkardılar”
Madalyanın ters (öteki) yüzü : Olumlu bir olay, iş ya da durumun düşünülmesi, hesaba katılması gereken olumsuz yönü.
Madik atmak : Hile, düzen ve oyunla aldatmak; dolap çevirmek” Ona kolay kolay kimse madik atamaz”
Mahalle karısı : Kaba, terbiyesiz, görgüsüz, kavgacı kadın.
Mahalleyi ayağa kaldırmak : Bağırıp çağırarak, gürültü kopararak konu komşuyu rahatsız etmek, telaşlandırmak” Bağırıp durma öyle, mahalleyi ayağa kaldıracaksın”
Mahkemelik olmak : Kavga veya anlaşmazlık sonucu mahkemeye düşmek” Bu gidişle mahkemelik olacağız galiba”
Mahşer gibi : Çok kalabalık” Meydan mahşer gibiydi”
Mahşer midillisi : Kısa boylu, fitneci kimse.
Makaraları koyvermek : Kendini tutamayıp kahkahayla gülmeye başlamak, uzun uzun gülmek” Yüzükoyun çamura düşen arkadaşını görünce makaraları koy verdi”
Makas almak : Birinin yanağını orta parmakla gösterme parmağı arasında sıkmak.
Mal bulmuş mağribi gibi : Büyük bir zenginliğe kavuşmuşcasına büyük sevinç ve coşku ile.
Mal etmek : 1. Bir malı hakkı olmadığı halde kendisininmiş gibi göstermek veya saymak. 2. Bir mala, bir değer karşılığında sahip olmak” O tarlayı kendisine mal etmesine göz yummayacağım”
Malın gözü : 1. Aşağılık ve düzenci kimse. 2. İffetsiz. 3. İyi mal.
Dostları ilə paylaş: |