Mana çıkarmak : Yanlış bir yargıya varmak, bir söz ya da hareketten kendine göre bir anlam çıkarmak” Öyle alıngandı ki her sözümden bir mana çıkarıyordu”
Mana vermek : Kendine göre bir yargıya varmak, yorumlamak” Senin bu davranışına bir mana veremiyorum”
Maneviyatı bozulmak : Moral gücü sarsılmak, kendine güveni yitirmek, kendini güçsüz ve dirençsiz hissetmek” Düşmanlar, toplumumuzun önce maneviyatını bozdular”
Mantar gibi yerden bitmek : Birdenbire ya da kendiliğinden ortaya çıkmak” Adamlar mantar gibi yerden bitmişlerdi, bir anda etrafımızı sarıverdiler”
Maraza çıkarmak : Anlaşmazlığa yol açacak işler yapmak, kavgaya yol açmak.
Mart içeri pire dışarı : Birbirinden hoşlanmayan iki kişiden biri gelince ötekinin dışarı çıkışını anlatmak için kullanılır.
Martaval atmak : İnanılmayacak şeyler uydurmak, yalan söylemek” Amma da martaval atıyordu adam”
Masal okumak : İnandırıcı olmayan, oyalayıcı ve avutucu sözler söylemek” Bana masal okuma, olayın gerçek yüzünü anlat”
Maskara olmak : Gülünç hallere düşmek, alay konusu olmak” Kim düşmanının maskarası olmak ister?"
Maskesi düşmek : Gerçek yüzü, kimliği, niteliği ortaya çıkmak” Nihayet maskesi düştü, herkes onun ne mal olduğunu anlayacak”
Masrafa girmek : Çok para harcamak” Evi yaptılar ama çok da masrafa girdiler”
Masrafı çekmek : Bir iş için gereken parayı ödemek, gideri karşılamak” Yarınki gezide bütün masrafları Ahmet çekecekmiş”
Maşallahı var : Bir şey ya da kimsenin iyi durumda olduğunu anlatmak için kullanılır” Adamın maşallahı var, hiçbir yoksulu geri çevirmedi”
Maşası olmak : Sakıncalı bir işte, biri tarafından araç olarak kullanılmak” İşverense işveren, onun maşası olamam ben!"
Mat etmek : 1. Satranç oyununda yenmek. 2. Bir tartışmada, karşı tarafı söz söyleyemeyecek duruma getirmek” İleri sürdüğü kanıtlar ile karşısındakileri kısa zamanda mat etti”
Matrak geçmek : Alay etmek, karşısındakiyle eğlenmek, dalga geçmek” İnsanlarla matrak geçmeye bayılıyorsun”
Maval okumak : Tutarlı, inandırıcı olmayan, yalan sözler söylemek” Kes sesini, maval okumandan bıktım artık!"
Mayası bozuk : Karaktersiz, kötü yaradılışlı, aşağılık (kişi)” Şu mayası bozuk adamın çenesini kapayın, sesini duymak istemiyorum”
Maymun iştahlı : Kararsız, hevesi çabuk geçen; bugün şunu yarın ötekini beğenen” Maymun iştahlılığı yüzünden başına olmadık işler geldi”
Mekik dokumak : İki yer arasında durmadan gidip gelmek” Mağaza ile ev arasında tam elli beş yıl mekik dokumuştu rahmetli”
Mendil açmak : Dilenmek.
Merak etmek : 1. Kaygılanmak. 2. Öğrenmek, anlamak isteği taşımak” Merak etmeye başladım, bu saate kadar gelmeliydiler”
Merhabası olmak : Birisiyle selamlaşacak kadar tanışıklığı, yakınlığı bulunmak.
Merhabayı kesmek : Biriyle ilgiyi kesmek, arkadaşlığa son vermek” Onunla merhabayı keseli epey zaman olmuştu”
Mesele çıkarmak : Üzüntü verecek, içinden zor çıkılacak, bir anlaşmazlığa sebep olacak bir durum oluşturmak” Haydi, bir mesele çıkarmadan çekip gidin buradan”
Mesken tutmak : Yerleşmek” Yarim İstanbulu mesken mi tuttun!"
Meteliğe kurşun atmak : Parasız pulsuz kalmak, hiç parası olmamak” Dün meteliğe kurşun atıyordu, ya bugün..”
Metelik vermemek : Değer vermemek, umursamamak, aldırış etmemek” Onun gibilere metelik vermem mi diyorsun?"
Mevki sahibi olmak : Yüksek bir görevde, bir işte önemli bir aşamada bulunmak” Mevki sahibi olmak için yıllarca çalışıp durdu”
Meydan okumak : Kavga ya da yarışmaya çağırmak, korkmadığını ve çekinmediğini açıkça bildirmek” Bir an meydan okumayı içinden geçirdi, sonra bundan vazgeçti”
Meydan vermemek : Olumsuz bir olay ya da durumun gerçekleşmesine imkan ve zaman vermemek, engel olmak” Onların kavga etmesine sakın meydan vermeyin çocuklar”
Meydana çıkmak : 1. Görünmek. 2. Belli olmak. 3. Yetişmek, büyümek, olmak” Korkak herif meydana çık da yüzünü görelim”
Meydana gelmek : 1. Olmak, oluşmak, vücut bulmak. 2. Ortaya çıkmak” Olay akşam üzeri meydana geldi diyorlar”
Meydanı boş bulmak : Kendisine mani olacak kimse bulunmadığı için aşırı davranışlarda bulunmak, bir şeyden çekinmemek” Meydanı boş bulan eşkıyalar ortalığı kasıp kavurmaya başlamışlardı”
Mezar kaçkını : Çok zayıf, bitkin, güçsüz düşmüş kişi.
Mezhebi geniş : Namus konusunda gerekli olan titizliği göstermeyen, kadın-erkek ilişkilerinde dini kaidelere aldırış etmeyen, iffetsizliğe meydan veren, geniş davranan.
Mide bulandırmak : 1. Kusacak bir duruma getirmek. 2. Kuşkulandırmak” Çekil çabuk karşımdan, midemi bulandırıyorsun!"
Midesi bulanmak : 1. Kusacak gibi olmak. 2. İğrenmek, tiksinmek. 3. Kuşkulanmak” Yaptığınız iş, mide bulandırıcı bir işti!"
Mideye oturmak : Yenilen bir şeyin sindirim zorluğu vermesi.
Mihenk (taşı) : Birinin değerini, ahlakını anlamaya yarayan ölçüt.
Mim koymak : 1. (Bir şey) unutulmaması için işaret koymak. 2. Önemli bularak üstünde durmak, dikkate almak, önemli şeyler arasında saymak” Bu ata sözüne bir mim koy, dedi öğretmenim”
Minnet etmek : Boyun eğmek, yalvarmak” Ona buna minnet etmeden yaşamak istediğimi biliyorsun değil mi?"
Mırın kırın etmek : Bir isteği yerine getirmemek için çeşitli bahaneler ileri sürüp nazlanmak” Mırın kırın etmeyi bırak da yak şu sobayı”
Mızıkçılık etmek : Bir oyunu ya da birlikte yapılan bir işi çeşitli bahaneler ileri sürerek bozmaya çalışmak, razı olmamak.
Moda olmak : Yaygın duruma gelmek, gözde olmak, beğenilir ve arzu edilir olduğu için yapılır olmak” Saçları kısa kestirmek bu yıl moda oldu”
Modası geçmek : Yaygın olmaktan çıkmak, önemini yitirmek” Bu elbisenin modası geçti artık”
Mola vermek : Bir süre ara vermek; uzun süren yolculuğun, çalışmanın, yürüyüşün yorucu etkisini atmak için bir süre dinlenmek” Yarım saat sonra mola verecekler, onlara mola yerinde yetişebiliriz”
Muhallebi çocuğu : Nazlı, el bebek gül bebek büyütülmüş, dayanıksız, narin kimse” Senin gibi muhallebi çocuklarıyla iş yapamam ben”
Mukabelede bulunmak : Karşılık vermek.
Mum (gibi) olmak : 1. Yaramazlığı, hırçınlığı, uyumsuzluğu bırakıp yola gelmek. 2. Razı olmak” Askerde onun da mum gibi olacağına eminim”
Mumla aramak : Çok istek ve özlemle aramak” O anneyi siz mumla arayacak ama bir daha bulamayacaksınız”
Muradına ermek : Dileği gerçekleşmek, çok istediği şeye kavuşmak” İnşallah muradına erersin kızım”
Mümkün mertebe : Olabildiğince, yapabildiği kadar” Zararınızı mümkün mertebe karşılama yoluna gideceğimizden emin olun lütfen”
Mürekkebi kurumadan bozmak : Bir kararı, sözleşmeyi, anlaşmayı yazılmasından kısa bir süre sonra bozmak.
Mürekkebi kurumadan : Bir şeyin yazılmasından çok kısa bir süre sonra.
Mürekkep yalamış : Az çok öğrenim görmüş, okuyup yazmış, belli bir kültüre sahip olmuş kimse” Maval okumayı bırakın, biz de mürekkep yalamışlardan sayılırız”
Mürüvvetini görmek (anne, baba için) : 1. Özellikle evladının evlendiğini, çoluk çocuk sahibi olduğunu görmek. 2. Çocuklarının sevinçli günlerini görerek mutluluk duymak” Acaba çocuklarımın mürüvvetini görecek miyim?"
Müslüman adam : Hak yemeyen, doğruluktan ayrılmayan, İslamın emirlerine uyan kimse” Müslüman adam, başı daima dik olan adamdır”
-N-
Na (nah) kafa : "Akılsız, düşüncesiz, kavrayışsız" anlamında alay yollu söylenir” Anlaması mümkün değil, na kafa!"
Nabza göre şerbet vermek : Birinin hoşuna gidecek, eğilimlerine cevap verecek biçimde davranmak” Nabza göre şerbet vermeyi iyi biliyorsun”
Nabzını yoklamak : Eğilimini, niyetini, düşüncelerini, arzularını anlamaya çalışmak” İşçilerin nabzını yoklayın da zam konusunu öyle düşünelim”
Nalıncı keseri gibi kendine yontmak : Hemen her işte kendi çıkarını düşünerek hareket etmek.
Nam almak : Tanınmak, ünü her yerde duyulmak.
Namus belası : Namusunu, şerefini, itibarını korumak için katlanılan sıkıntılı durum, kabullenilen zarar ziyan” Namus belasına az kaldı canından oluyordu delikanlı”
Nane molla : 1. Dirençsiz, güçsüz kimse. 2. Çok sık hastalanan, sağlıksız kimse. 3. Üşengeç, bir iş yapmaktan kaçınan” Ne nane molla bir adamsın, kalk da biraz çalış”
Nara atmak : Yüksek bir sesle haykırmak, kabadayıca bağırmak” Birahaneden çıkan sarhoşlar edepsizce nara atmaya başladılar”
Nato kafa nato mermer : "Söz anlamaz, söz dinlemez taş gibi kafa" anlamında kullanılır.
Naza çekmek : Kendini ağır satmak, bir isteği yerine getirmekte yapmacıklı davranışlarla isteksiz gibi davranmak” Kendini naza çekmeye bayılır bizim kız”
Nazı geçmek : İstediklerini yaptıracak kadar hatırı sayılır olmak” Babası, kasabada oldukça nazı geçen bir insandı”
Ne akar ne kokar : Kimseye ne faydası ne de zararı dokunan pısırık, çekingen kimseler için kullanılır.
Ne çare : Çaresi yok, elden bir şey gelmez” Ne çare ki onu durduruamız müikün değml”
Ne çıkar : 1. Ne zararı var? 2. Bir sonuç vermez. 3. Ne fayda, ne zarar umulur” Biraz sert konuşmuşsam, ne çıkar bundan?"
Ne de olsa : Ne denli eksiği, kusuru olursa olsun; böyle olmakla birlikte.
Ne dese beğenirsin? : "Nasıl, beklenmeyen bir söz söyledi biliyor musun?" anlamında kullanılır.
Ne fayda : Artık neye yarar.
Ne güne duruyor? : "Şimdi yapmazsa, ne zaman yapacak" anlamında kullanılır” Gitsin istesin kızı, daha ne güne duruyor?"
Ne günlere kaldık! : "Eskiden daha iyiydi, zaman değişti, düzen ve usuller başkalaştı, çok kötü günler geçiriyoruz" anlamında kullanılır.
Ne hali varsa görsün! : Uyarılara, öğütlere kulak asmayan insanlar için "ne yapa1sa yapsŲn, beni ilgilendirmiyor" anlamında kullanılır.
Ne idiği belirsiz : Ne olduğu, niteliği, soyu sopu, nereli olduğu bilinmeyen” Ne idiği belirsiz bir yığın insan hükümette yer almış”
Ne mal olduğunu anlamak : Asıl niteliğini, işe yaramaz oluşunu, kötü niyet beslediğini anlamak” Onun ne mal olduğunu şimdi anlarız”
Ne mene : Ne türlü, nasıl, ne çeşit?
Ne od var ne ocak : Aşırı yoksulluğu, geçim darlığını anlatmak için kullanılır.
Ne oldum delisi olmak : Beklemediği bir duruma yükselip şımarmak, ölçüsüz hareketler yapmak” Dikkat et, ne oldum delisi olan insanlar gibi olma”
Ne olur ne olmaz : Her ihtimale karşı, ne olacağı belli değil” Şemsiyeni al, ne olur ne olmaz, yaŬmura yakalanabilirsin”
Ne olur : "Yalvarırım, rica ederim, lütfen" anlamında kullanılır” Ne olur beni de götürün köye!"
Ne pahasına olursa olsun : Her türlü sıkıntı ve tehlikeyi göze alarak, ne kadar büyük fedakarlık isterse istesin” Ne pahasına olursa olsun ben bu işi bitireceğim”
Ne şiş yansın ne kebap : "İki taraf da korunsun, gücendirilmesin, ikisinin de zarar görmeyeceği bir yol bulunsun" anlamında kullanılır.
Ne tadı var ne tuzu : Hoşa gidecek, zevk alınacak, beğenilecek bir şey değil” Ne tadı var ne tuzu yaptığım işin”
Ne yardan geçer ne serden : İstediği şey fedakarlığı gerektirdiği halde, fedakarlığa yanaşmayan ama istediğinden de vazgeçmeyen kimseler için kullanılır.
Ne yer ne yedirir : Kimsenin yararlanmasını istemez, kendi de yararlanmaz.
Neden sonra : Bir süre geçince, her şey olup bittikten sonra, çok zaman sonra” Neden sonra babam da geldi”
Nefes aldırmamak : Dinlenmesine fırsat vermemek, sıkıştırmak, rahat bırakmamak” Nefes aldırmadı bize, sabaha kadar çalıştırdı”
Nefes nefese gelmek : Koşarak, sık sık soluyarak, heyecanlı ve yorulmuş bir şekilde (gelmek)” Kapıdan içeri nefes nefese girdi”
Nefes tüketmek : Bir şeyi anlatmaktan çok yorulmak” Boşuna nefes tüketiyorsun, baksana anlamıyor”
Nefesi kesilmek (tıkanmak) : Güç soluk alacak duruma gelmek veya soluğu büsbütün durmak” Bir yumrukta nefesini kesti adamın”
Nefsine yedirememek : Kendine yakıştıramamak, o şeyi yapmayı kendisi için onur kırıcı, ağır bulmak” İki yüzlülüğü bir türlü nefsine yediremiyordu”
Nefsini körletmek : Birtakım yollarla iştah duygusunu dindirmek” Nefsini körletmeden iyi bir kul olamazsın”
Nefsini yenmek : Arzularının, ihtiraslarının önüne geçebilmek.
Nerede akşam orada sabah : "Gece kalacağı bir yeri yok, neresi rast gelirse orada kalıp yatar" anlamında kullanılır.
Nereden nereye : 1. Uzak, dolaylı bir ilişki ile. 2. Şaşılacak şey, olacak gibi değil!"Nereden nereye, kim derdi ki biz karşılaşacağız!"
Nevri dönmek : Çok öfkelenmek, sinirlenip kızmak ve bu sebeple rengi değişmek” Saygısızca konuşmaya başlayınca nevri döndü, öfkeyle elini kaldırdı”
Neye uğradığını bilememek : Beklenmedik bir durumla karşılaşıp hiçbir şey yapamamak, şaşırıp kalmak” Ocak birden alev alınca neye uğradığını bilemedi”
Niyet etmek : Bir şeyi yapmayı zihninde tasarlamak, düşünmek” Ona hediye almaya niyet etmişti”
Niyeti bozuk : Kötü bir davranışta bulunması beklenen, kötülük düşündüğü sezilen” Niyeti bozuk bunların, sakın ilişmeyin”
Noktası noktasına : Tastamam, eksiksiz, tamamen, birbiriyle tıpatıp aynı” Noktası noktasına hatırlıyorum o kavgayı”
Not düşmek : Yazılı metnin bulunduğu sayfanın bir köşesine, konuyla ilgili birkaç cümle yazmak.
Notunu vermek : Kıymetini tespit etmek, ne nitelikte bir kişi olduğu konusunda kanıya varmak” Hala notunu veremedin mi o adamın?"
Nuh der peygamber demez : Son derece inatçıdır, düşüncelerini bir türlü değiştirmez, söylediklerinde ve inançlarında direnir.
Nuh Nebiden kalma : Çok eski modası geçmiş, köhnemiş (eşya, bina)” Nuh Nebiden kalma bir koltukta oturuyordu”
Numara yapmak : Bir hareketi yalandan yapmak, bir şeyi gerçekmiş gibi söyleyerek karşısındakini aldatmak” Ona öyle bir numara yapacağım ki şaşkına dönecek”
Nur topu : Gürbüz, sağlıklı, çok güzel ve temiz çocuklar için söylenir.
Nutku tutulmak : Korkudan, üzüntüden, heyecandan konuşamaz olmak” Katili karşısında görünce nutku tutuldu”
O tarakta bezi olmamak : Bir şeyle, bir işle ilişiği bulunmamak, o şeyle ilgilenmemek” O tarakta bezi olacağını hiç sanmam”
Ocağı kör kalmak : Soyunu sürdürecek çocuğu bulanmamak, soyu tükenmiş olmak.
Ocağına düşmek : Birine yardım etmesi için yalvarmak, koruması için sığınmak” Ocağına düştüm ağam, beni bu işten ancak sen kurtarırsın!"
Ocağına incir dikmek : Birinin evini barkını dağıtmak, düzenini alt üst etmek, yuvasını yıkıp toparlanamaz hale getirmek” Bende senin ocağına incir dikmezsem dedi ama dediğine pişman oldu”
Ocağını söndürmek : Ailenin dağılmasına sebep olmak, çoluk çocuğunu yok etmek” Ocağımı söndürdü katiller!"
Oğul balı : 1. Evlat, evladın ana babaya yansıyan geliri. 2. Oğul arılarının yaptığı bal.
Oğul vermek : Oğul arılarının bir bölüğü kovandan ayrılıp başka bir kovana gitmek, yeni bir oğul arısı topluluğu meydana getirmek.
Ok yaydan çıkmak : Geri dönülemeyecek bir iş yapmak, söz söylemek ya da bir harekette bulunmak” Ok yaydan çıktı bir kere, çaresiz dövüşeceğiz”
Okka çekmek : Hacminden daha fazla ağır gelmek.
Okkalı kahve : Bol kahve ile yapılmış ve büyük fincana konmuş kahve” Bir okkalı kahve daha çek usta!"
Okkanın altına girmek : Haksız yere eziyet çekmek, zarar ve ceza görmek” Uyanık ol da okkanın altına gireyim deme, tamam mı?"
Ola ki... : Belki olur ya, olabilir ki..” Ola ki bir daha karşılaşırız”
Olan biten : Olup geçenler, olanların hepsi, meydana gelenler” Olan bitenden hiç haberim olmadı”
Oldu bittiye getirmek : Emrivaki yapmak, geri dönülmesi güç ve imkansız bir durum oluşturmak” Oldu bittiye getirerek tarlayı satın aldılar”
Oldu olacak kırıldı nacak : "Olanlar oldu, iş işten geçti, olanlar geri dönülemeyecek bir durum aldı, bunu kabul etmek gerek" anlamında kullanılır.
Oldum bittim (veya oldum olası) : Başından beri, öteden beri, ilk zamandan beri, kendimi bildiğimden beri” Oldum bittim kızarım bu adamlara”
Olmayacak duaya amin demek : Sonuç vermeyecek bir işle uğraşmak ya da buna destek vermek.
Olur olmaz : 1. Meydana gelmesinden hemen sonra. 2. Rast gele, sıradan. 3. Gerekli gereksiz, yerli yersiz, önemli önemsiz durumu gözetilmeden yapılan (iş) ya da söylenen (söz).
Oluruna bırakmak : Bir işin yapılabildiği, olabildiği kadarıyla yetinmek, müdahale etmeden bekleyip sonucuna ne olursa olsun razı olmak” Artık oluruna bıraktık işi”
Omuz omuza : 1. Birbirine destek vererek, dayanışarak. 2. Yan yana, çok sıkışık” Omuz omuza vererek bu zorluğun altından kalkmamız mümkün”
Omuz silkmek : Aldırmamak, önem vermemek, benimsememek” Sana bunu alacağım dedim ama o, omuz silkti”
On parmağında on kara : İnsanlara leke sürmeyi, kara çalmayı, iftira atmayı huy edinmiş (kimse).
On parmağında on marifet : Çok hünerli, becerikli, ustalığı çok, elinden her iş gelir.
Onuruna dokunmak : Onurunu, haysiyetini incitmek” Dikkatli ol, birinin onuruna dokunacak iş yapma”
Oralarda (oralı) olmamak : Anlamamış, sezmemiş gibi davranmak” O sözler ona söyleniyordu ama hiç oralı olmadı”
Orta halli : Ne zengin ne yoksul, ne iyi ne kötü, ne çirkin ne güzel” Onlar orta halli bir ailedirler”
Orta malı : 1. Herkesin yararlandığı (şey). 2. Her isteyenle ilişkide bulunan” Benim bisikletim orta malı mı ki herkes binmeye çalışıyor”
Ortada kalmak : 1. Yersiz yurtsuz kalmak, barınacak yer bulamamak. 2. İki şey arasında kalmak. 3. (Bir şeyi) kimse
Ortadan kalkmak : 1. Görünmez, bulunmaz olmak. 2. Yok olmak” Sis ortadan kalktı”
Ortadan kaybolmak : Nereye gittiği bilinmemek, sezdirmeden gitmek, görünmez hale gelmek” Ali ortadan kayboldu”
Ortalığı birbirine katmak : Kargaşa çıkarmak, herkesi birbirine düşürmek” Şimdi gelip ortalığı birbirine katacak diye korkuyorum”
Ortalık düzelmek : Tedirginlik kalmamak, toplum içindeki karışıklık yok olmak” Çok şükür ortalık düzeldi”
Ortalık karışmak : Kargaşa çıkmak, toplumda düzensizlik baş göstermek” Ortalık yine karıştı, insanlar birbirine girdi”
Ortaya dökmek : 1. Gizli olan ne varsa açıklamak. 2. Çıkarıp göstermek” Bütün sırlarını ortaya dökmek için harekete geçti”
Ot yoldurmak : Çok güçlük çıkarmak, zor bir iş gördürmek, çok uğraştırmak.
Oy birliği : Bir toplantıya katılan, bir meseleyi konuşan kimselerin aynı düşüncede olup aynı yönde oy kullanmaları” Sınıf başkanını oy birliği ile seçtik”
Oya koymak : Bir işin sonucunu belirlemek üzere oy verilmesini istemek, oylama yoluyla bir topluluğun görüşünü almak” Bu görüşü oya koymayı teklif ediyorum, kabul edenler el kaldırsınlar”
Oyun etmek : Aldatmak, kurnazlıkla birini tuzağa düşürmek” Bana kötü bir oyun ettiler”
Oyuna gelmek : Aldatılmak, tuzağa düşürülmek” Onların oyununa gelmemeye çalış, dikkatli ol”
Oyunbozanlık etmek : Mızıkçılık etmek, birlikte yapılması gereken işten tek taraflı vazgeçmek” Oyunbozanlık etme de gel birlikte eğlenelim”
-Ö-
Öbür (öteki) dünya : Ahiret, insanların öldükten sonra gidecekleri ve ebedî olarak kalacakları alem” Öteki dünyada inşallah yüzümüz güler”
Öç almak : Yapılan bir kötülüğün acısını aynı derecede bir kötülük yaparak çıkarmak” Öç alma fikrinden vazgeçirmeliyiz onu”
Ödü patlamak : Ani bir olay sebebiyle çok korkmak” Fareden ödüm kopar”
Öküz öldü, ortaklık bozuldu : Aradaki yakınlık dayanağı kalktı, yakınlık da kalmadı.
Öküzün altında buzağı aramak : Kimi sebepler, bahaneler uydurarak suç ve suçlu bulma çabasında olmak.
Ölçüyü kaçırmak : Uygun derecenin üstüne çıkmak, aşırı gitmek,"Sofraya her oturuşunda ölçüyü kaçırırdı”
Ölme eşeğim ölme (yaza yonca bitecek) : Umutsuz bir bekleyişi anlatmak için kullanılır.
Ölmek var, dönmek yok : "Neye mal olursa olsun, iş sonuna kadar götürülecektir, yapılmasından kaçınılmayacaktır" anlamında kullanılır” Özgürlük yolunda ölmek var, dönmek yok bize”
Ölü fiyatına : Yok pahasına, değerinden çok ucuza, az bir para ile” Arsaları ölü fiyatına satmak zorunda kaldık”
Ölü mevsim : İşin veya alışverişin az olduğu, durgun geçtiği zaman dilimi” Bizim iş en ölü mevsimini yaşıyor”
Ölüm Allahın emri : 1. Herkes ölecek, ölüm mukadderdir. 2. Kesin karar verme durumunda kullanılır.
Ölümü göze almak : Yaptığı iş uğruna ölmekten korkmamak, yürekli davranmak” Allah yolunda ölümü göze aldı yiğitler”
Ölümüne susamak : Yapmakta olduğu tehlikeli işte ölümü kendi üzerine çekecek davranışta bulunmak” Ölümüne mi susadın, çekil şu arabanın önünden!"
Ölüp ölüp dirilmek : 1. Çok ağır bir hastalıktan kurtulmak. 2. Ard arda gelen sıkıntılı, acı veren durumlara düşmek.
Ölür müsün, öldürür müsün? : "Öyle ters bir iş yaptı ki ona mı ceza vermeliyim kendime mi?" anlamında kullanılır.
Ömrü billah : Hiçbir zaman, ya da şimdiye kadar” Ömrü billah yalan söylememiştir o”
Ömrü vefa etmemek : Bir şeye kavuşamadan, bir sonuca ulaşamadan ölmek” Okulunu bitirip doktor olacaktı ama ömrü vefa etmedi”
Ömrüne bereket : "Var ol, sağ ol, ömrün uzun olsun" anlamında kullanılır.
Ömür adam : Beğenilen, çok hoşa giden, değişik düşünceleri olan adam.
Ömür çürütmek : Uzun süre bir şey için emek vermiş olmak, ya da boşuna zaman harcamış olmak” Bu ev için bir ömür çürüttüm ben”
Ömür sürmek : İyi ve rahat yaşamış olmak” Uzun bir ömür sürdü dedem”
Ömür törpüsü : İnsanı yıpratan, yoran, sıkıntıya sokan, uzun ve yorucu iş.
Ön ayak olmak : Bir işin yapılmasında ilk başlayan olup herkesi arkasından sürüklemek” Haydi ön ayak olda koşsunlar biraz”
Öne düşmek : 1. Önderlik ya da kılavuzluk etmek. 2. En önde yürümek.
Önüne gelen : Olur olmaz kimse, herkes, karşısına çıkan” Önüne gelene sordu ama bulamadı”
Öpüp başına koymak : Bir şeyi minnetle karşılamak, seve seve kabul etmek” Adam sana iş verecekmiş, daha ne istiyorsun, öpüp başına koy”
Örtbas etmek : Kötü bir durumu gizlemek, yayılmasını önlemek” Dairede yapılan yolsuzlukları örtbas edeceklerini sandılar”
Örümcek kafalı : Geri düşünceli, yenilikleri kolay kabul etmeyen (kimse).
Öteden beri : Oldukça uzun zamandan beri, eskiden beri” Öteden beri sevmem ben onu”
Ötesi çıkmaz sokak : "Takip edilen yol yanlıştır, bu yolla bir yere gidilemez, sonuç alınamaz, bir yere kadar gidilir ama daha fazla gidilemez" anlamında kullanılır.
Özenip bezenmek : Çok özen gösterip titizlikle, ayrıntılarına varıncaya değin ele almak.
Özrü kabahatinden büyük : Bir kabahat için özür dilerken daha büyük bir kabahat işleyen kimse için söylenir.
Özü sözü bir : Düşünceleri, söyledikleri ve yaptıkları bir olan, ne düşünüyorsa onu söyleyen, içi dışı bir olan kimse” Özü sözü bir olan insanlara rastlamak gittikçe zorlaşıyor”
Özür dilemek : 1. Yaptığı bir yanlıştan ötürü affedilmesini istemek. 2. Özrünü ileri sürerek yapılması kendinden istenen işi yapmamak, bundan bağışlanmasını istemek” Özür dilerim, ben o kovayı taşıyamayacağım”
Pabucu dama atılmak : Kendisinden üstün birinin çıkmasıyla gözden düşmek, değer ve itibarını kaybetmek” Yeni bir elektrikçi aldılar, desene Muratın pabucu dama atıldı”
Pabucunu ters giydirmek : Güç bir duruma düşürerek telaşlandırmak, bu telaşla kaçmasına sebep olmak” El oğlu bu, adama pabucunu ters giydirir, tetikte olmalı insan”
Pabuç bırakmamak : Yılmamak, korkmayıp yapacağından vazgeçmemek” Ben öyle olur olmaz insanlara pabuç bırakmam”
Pabuç pahalı : Girişilen işin tehlikeli olduğunu anlatmak için kullanılır” Baktı ki pabuç pahalı, hemen geri döndü”
Paçaları sıvamak : Bir işi yapmak için hazırlanmak” Bir an önce paçaları sıvayıp işe başlamak istiyordu”
Paçası düşük : Giyimine, kılık kıyafetine pek dikkat etmeyen, sünepe.
Paçavrasını çıkarmak : Çok hırpalamak, sağlam yerini koymamak, işe yaramaz bir duruma getirmek” Beş kişiydiler, adamın paçavrasını çıkardılar”
Paçayı kaptırmak : 1. Yakalanmak, ele geçmek. 2. Giriştiği işten vazgeçmek istediği halde kendini kurtaramamak. 3. Dilediği gibi davranamamak” Paçayı kaptırdık bir kere, yakamızı kurtaramıyoruz”
Paçayı kurtarmak : Bir ilişkiden veya önce girişip sonra pişman olduğu bir işten yakasını sıyırmak” Çok şükür şu belalı işten paçayı kurtardık”
Paha biçilmez : Çok pahalı, kıymeti ölçülemeyecek kadar yüksek” Paha biçilemez tablolar sergilenmişti”
Dostları ilə paylaş: |