Bir kaşık suda boğmak : Bir kişiye çok fazla kızmak, elinden gelse öldürecek ölçüde sinirlenmek” Şu yalancı herifi her söz söyleyişinde bir kaşık suda boğasım geliyor!"
Bir kıyamettir gitmek (kopmak) : Çok fazla gürültü, patırtı, telaş olmak” Alevler bacayı sarınca bir kıyamettir koptu sokakta”
Bir Köroğlu bir Ayvaz : Bir karı kocanın çocuğunun olmaması yahut yakınlarının yanlarında bulunmaması” Bir Köroğlu bir Ayvaz olmasak bu maaşın bize yeteceği yok”
Bir kulağından girip öbür kulağından çıkmak : Söylenen söze önem vermemek, kulak asmamak, umursamamak” Söylediğim söz bir kulağından girip öbür kulağından çıkarsa anlamazsın elbet!"
Bir pula satmak : Bir kimseyi bir çıkar uğruna harcamak” Parayı görünce adam bizi bir pula satıverdi”
Bir sözünü iki etmemek : Birinin her istediğini hemen yerine getirmek” Ah benim tatlı çocuğum, bir sözümü iki etmez, hemen yapıverir”
Bir şeye benzememek : İşe yarar durumda olmamak, istenilen biçimde bulunmamak” Bu kadar emekten sonra bari bir şeye benzemiş olsaydı şu kapı”
Bir taşla iki kuş vurmak : Bir davranışla iki veya birden çok yararlı sonuç elde etmek, bir girişimle iki iş yapmak” Anladım amacını, bir taşla iki kuş vurmak”
Bir tutmak : Eşit görmek, eşit saymak, farklı muamelede bulunmamak” Öğretmen, sınıftaki öğrencilerin hepsini bir tutmalıdır”
Bir yastığa baş koymak : Evli bulunmak, acı ve tatlı günlerde birbirini desteklemiş olmak” Biz kırk yıl bir yastığa baş koyduk, nasıl unuturum onu?"
Bir yastıkta kocamak : Karı ve koca birlikte uzun bir ömür sürmek” Bir yastıkta kocarsınız inşaallah”
Bir yaşına daha girmek : Şaşılacak bir durumla, yeni bir şeyle karşılaşmak” Aman yarabbim, onu o kılıkta görünce bir yaşıma daha girdim”
Birbirine düşmek : Aralarında anlaşmazlık çıkıp birbirlerine kötü bakmaya başlamak” Çocukların kavgası yüzünden birbirlerine düştüler”
Birbirine girmek : 1. Aralarında çıkan anlaşmazlık kavgaya dönüşmek, çarpışmak, saldırmak. 2. Bir kaza sonucu araçların birbirine çarpması” Su yüzünden sokak sakinleri birbirine girdi”
Bire bin katmak : Olduğundan çok göstermek, abartmak” Bire bin katarak anlatmaya bayılır”
Bire bir gelmek : Etkisini hemen ve kesin olarak göstermek” Verdiğin ilaç diş ağrıma bire bir geldi”
Bit yeniği : Kuşkulu bir nokta, işin gizli kalmış, kötü ve aksak yönü” Bir bit yeniği var gibime geliyor bu işte, haydi hayırlısı”
Bıyığı terlemek : Bıyığı yeni yeni çıkmaya başlamak” Bıyığı terlemiş gençlerin eline bakamam gayri”
Bıyık altından gülmek : Birinin içine düştüğü duruma belli etmeden gülmek, sevindiğini belli etmeyerek onunla eğlenmek, içinden onunla alay etmek” Ayşenin kırdığı pot karşısında bıyık altından gülmeye başladı”
Bize de mi lolo! : "Senin ne mal olduğunu biliyoruz, bize yutturamazsın ya; seni yeterince tanıyoruz, herkesi aldatabilirsin ama bizi asla" anlamında kullanılır.
Boğaz boğaza gelmek : Zorlu bir kavgaya tutuşmak, ya da kavga edecek hale gelmek” Senin o dilin yüzünden adamla boğaz boğaza geldik”
Boğaz derdi : 1. Yemek pişirme, hazırlama sıkıntıları. 2. Geçim için uğraşma, kazanç sağlama kaygısı” Boğaz derdi, bence dertlerin en büyüğüdür”
Boğaz kavgası : Yaşamak için, geçinebilmek için yapılan didinme, uğraş” Hemen bütün insanlar boğaz kavgasının içinde kaybolmuş durumdalar”
Boğazı kurumak : Çok susamak, çok konuşmaktan ve bağırmaktan ötürü sesi çıkmaz olmak” Boğazım kurudu, bir şeyler içelim de öyle gidelim”
Boğazına dizilmek : Bir üzüntüden dolayı iştahı kesilmek, isteksiz ve zorla yemek” Annemin o hasta hali gözümün önüne geldikçe lokmalar boğazıma diziliyor”
Boğuntuya getirmek : Birini bunaltıp şaşırtma yolu ile kendisinden bir iş veya mal karşılığı olarak çok miktarda para çekmek.
Bohçasını koltuğuna vermek : İşine son vermek, kovmak, başından defetmek” Hiç sebepsiz yere bohçasını koltuğuna verip fabrikadan uzaklaştırdılar onu”
Bol keseden : Ölçüsüz, çok fazla, bol bol” Bol keseden atıp tutmaya bayılır bizim çocuk”
Borç harç : Borç alarak ya da benzer yollara başvurarak (bir şeyi sağlamak)” Borç harç nihayet yaptırdık evin çatısını”
Borusu ötmek : Sözü geçer olmak, dinlenilir olmak” Bizim sokakta Hasan amcanın borusu öter”
Borusunu çalmak : Çıkar sağladığı kimsenin davasını gütmek” O, yıllardan beri Tophane kabadayılarının borusunu çalar”
Bostan korkuluğu : 1. Kuşları ve diğer yabani hayvanları ürkütmek için tarlalara dikilen kukla, insan benzeri nesne. 2. Kendisinden beklenileni yapmayan, ya da kendisinden çekinilmeyen, göstermelik kimse” Müdür tam bir bostan korkuluğu, memurlar ne iş yapıyor ne güç”
Boş atıp dolu tutmak : Umutsuz olarak girişilen bir iş, iyi sonuç vermek; doğruluğuna inanmadan söylediği söz gerçek çıkmak” Hayatımızın boş atıp dolu tutmak diye bir ilkesi olamaz”
Boş bulunmak : 1. Dalgın ve dikkatsiz bulunmak. 2. Söylenmemesi gereken, sakıncalı bir sözü, işin sonunu düşünmeden söyleyivermek” Boş bulunup da sakın söz verme, biliyorsun onlara gitmemiz mümkün değil”
Boş gezenin boş kalfası : İşsiz güçsüz, aylak, boş gezip dolaşan kimse” Adam boş gezenin boş kalfası, bir de işsizlikten yakınıyor”
Boş vermek : Önem vermemek, aldırmamak, ilgisiz davranmak” Boş ver, bu hayat böyle gelmiş, böyle gider”
Boşa çıkmak : Umulan gerçekleşmemek, sonuç vermemek, elde edilememek” Bütün emeklerimiz boşa çıktı desenize”
Boy atmak : Boyu uzamak, gelişmek, boylanmak” Çok çabuk boy attı sizin çocuk; maşallah, delikanlı gibi olmuş”
Boy göstermek : 1. Görünmek, belirmek. 2. Gösteriş yapmak” Onun gelip gitmesinin ardından olaylar boy gösterdi”
Boy ölçüşmek : Yarışmak, değer yarışına girmek” Benimle boy ölçüşecek adam daha anasından doğmadı”
Boynu bükük : Yardım bekleyen; acınacak, kimsesiz, güçsüz, öksüz durumda olan” Nerede bir boynu bükük görsem içim yanar”
Boynu eğri : Herhangi bir nedenle, kendisini bir kimsenin dediklerini yapmaya borçlu sayan” O adamdan borç para aldığı için boynu eğri, bu yüzden yaptığı kötülüklere ses çıkaramıyor”
Boynu kıldan ince olmak : Adaletli yargı karşısında verilecek her cezaya razı olmak” Gerçek adaletin karşısında boynum kıldan incedir”
Boynunu vurmak : Başını keserek öldürmek” Boynunun vurulmasına ramak kala hakkındaki hükmün kaldırıldığını öğrendi ve yer gök onun oldu sanki"
Boynunun borcu : Yapılması gerekli olan ödev” Seni sevindirmek boynumun borcu oldu artık”
Boyunduruk altına girmek : Başkasının egemenliği altına girmek, tutsak olmak, emir ve baskı altında yaşamak” Türk milleti için boyunduruk altına girmek, ölüm demektir”
Boyunun ölçüsünü almak : 1. İddia üzerine giriştiği bir işi başaramayıp yetersizliğini anlamak. 2. Biri tarafından haddi bildirilmek. 3. Beklediği yakınlığı görememek” Boynunun ölçüsünü aldı, böyle bir işe bir daha giremez”
Bozuk çalmak : Bir şey yüzünden canı sıkılmış, yüzü asılmış olmak, sinirli davranışlarda bulunmak” Biraz hasta oldu diye sağa sola bozuk çalıp duruyor”
Bozuk düzen : 1. Düzensiz, düzeni bozuk olan. 2. Toplumun yönetiminde uygulanan yanlış kurallar dizgesi” Bu bozuk düzenden hangi görüş ve anlayış biçimi kurtaracak milleti, onu öğrenmeye çalışıyorum”
Bozum etmek : Bir kimseyi bekmediği bir davranış karşısında bırakarak utandırmak, mahçup etmek” Adamı bozum etmeye bayılır bu ihtiyar, ona karşı dikkatli ol”
Bozum olmak : Bir sözü ya da davranışı iyi karşılanmadığı için utanmak, utanacak duruma düşmek” Onun düşüncesinin hiç de doğru olmadığını söylediğim zaman amma da bozum oldu kadın”
Bozuntuya vermemek : Hataya düştüğünü anladığında veya hoşlanmadığı bir durumla karşılaştığında farketmemiş gibi davranmak, oralı olmamak” Hiç bozuntuya vermeden misafirlere hoş geldin demeye devam etti”
Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu : Bir ilke benimsediği halde, benimsediği bu ilkenin tersine davranışlarda bulunanlar için söylenir.
Bulanık suda balık avlamak : Karışık durumlardan yararlanarak kendi çıkarını sağlamak” Bulanık suda balık avlamayı kural haline getirmiş”
Buldukça bunamak : Bulduğundan daha çoğunu isteyip şükretmemek, daha iyisini istemek” Buldukça bunuyorsun, milletin aç sefil gezdiğini görmez misin sen?"
Buluttan nem kapmak : Çok alıngan olmak, en küçük şeylerden bile alınmak” Seninle konuşmak imkansız, buluttan nem kapıyorsun çünkü”
Bunda bir iş var : "Bir olayın şimdilik bilinmeyen bir yönünün bulunması, anlaşılamayan bir sebebin aranması" durumunu anlatmak için kullanılır” Polis, bunda bir iş var diyerek olayın üzerine tekrar gitti”
Bundan iyisi can sağlığı : "Bundan daha iyisi, en iyisi olamaz" anlamında kullanılır” Bundan iyisi can sağlığı, haydi oturun bakalım sofraya”
Burnu bile kanamamak : Tehlikeli bir durumdan yara bere almadan kurtulmak” On takla atan arabadan, burnu bile kanamadan çıktı, şaşılacak şey doğrusu”
Burnu büyümek : Kibirlenmek, böbürlenmek, büyüklenmek” Adam milletvekili seçilir seçilmez bizimle konuşmaz oldu, burnu büyüdü birden”
Burnu havada (olmak) : Kendini çok beğenmiş, kibirli (olmak)” Burnu havada gezenlerden hiç hoşlanmam”
Burnu Kaf dağında (olmak) : Çok fazla kibirli, herkese yukarıdan bakar (olmak)” İyi ki bir araba aldı, burnu Kaf dağında bir adam olup çıktı”
Burnu sürtülmek : Ilımlı bir yol seçip gururundan vazgeçmek, sıkıntı çektikten sonra daha önce beğenmediği bir durumu kabul etmek” Onun da burnunun sürtülmesine az kaldı, kısa zamanda dikbaşlılığı bırakacak”
Burnundan (fitil fitil) gelmek : Hoş bir durum, elde ettiği güzel bir şey, sonra gelen üzüntüler üzerine kendisine zehir olmak” Yediğimiz yemeği burnumuzdan getirmek mi istiyorsun? Sus artık!"
Burnundan düşen bin parça (olmak) : Suratı çok asık (olmak)” Ne olmuş bir cam kırılmışsa, iki gündür burnundan düşen bin parça”
Burnundan kıl aldırmamak : Oldukça huysuz olmak, kendisine hiç söz söyletmemek, kendisinin eleştirilmesine fırsat tanımamak, en küçük yergiye tahammül göstermemek” Amma da burnundan kıl aldırmaz bir adammışsın; söylesene, nasıl konuşacağız seninle?"
Burnundan solumak : İşi başından aşkın olduğu için gözü hiçbir şey görmemek, çok öfkelenmiş olmak” Adam burnundan soluyor, sakın üstüne gitme, yoksa konuştuğuna pişman olursun”
Burnunu çekmek : 1. Nefesini kullanarak sümüğünü burnunun yukarısına, geri çekmek. 2. Yoksun kalmak, umduğunu bulamamak, istediğini elde edememek, gayesine ulaşamamak” Müdürün yanına alınmayınca burnunu çekip gitti”
Burnunu sokmak : Üzerine vazife olmadığı, gerekmediği halde her işe karışmak” Sen de her işe burnunu sokmaktan geri durmazsın!"
Burnunun dikine gitmek : Kendisine verilen öğütlere kulak asmayıp kendi bildiği gibi davranmak, istediğini yapmak” Burnunun dikine gidersen, işte böyle eline yüzüne bulaştırırsın işi”
Burnunun direği sızlamak : 1. Çok acı duymak (maddî). 2. Çok üzülmek” Soğuktan burnumun direği sızladı”
Burnunun ucunu görmemek : 1. İleriyi görememek, meydana geleceği açık olanı görememek. 2. Çok sarhoş olmak. 3. Çok dikkatsiz ve dalgın olmak” Sen ki burnunun ucunu göremeyen bir adamsın, seninle nasıl iş yapabilirim ben”
Burun buruna gelmek : 1. Ansızın karşılaşmak, karşı karşıya gelmek. 2. Birbirine çok yaklaşmak, birine çok sokulmak” Kapıdan çıkar çıkmaz öğretmenimle burun buruna geldim”
Burun kıvırmak : Önem ve değer vermemek, küçümsemek, beğenmemek” Önüne konan yemeklere burun kıvırıp sofradan kalktı”
Buyur etmek : Misafiri karşılayarak içeri almak, "buyurun" diyerek saygı ile yer göstermek ya da sofraya çağırmak” Misafirleri büyük bir şevkle buyur etti”
Buyurun cenaze namazına : Hiç beklemedik kötü bir durum karşısında şaka yollu üzüntü belirtmek için "ne yazık ki" anlamında kullanılır” Şunun yaptığına bakın, buyurun cenaze namazına!"
Buz kesilmek : 1. Çok üşümek, donmak. 2. Buz gibi soğumak, buz durumuna gelmek. 3. Endişe, korku ve üzüntü veren bir durum karşısında donakalmak” Öldürdüğünü sandığı adamı karşısında görünce buz kesildi”
Buz tutmak : Üstünde buz meydana gelmek, buzla kaplanmak” Göl buz tuttu”
Buz üstüne yazı yazmak : 1. Birine etkisi olmayan sözler söylemek. 2. Etkisi ve süresi çok kısa olan bir iş yapmak” Evet çocuklar, beni buz üstüne yazı yazan bir adam konumuna getirmeyin!"
Buzlar çözülmek : 1. Buzların erimeye ve kırılmaya, su haline gelmeye başlaması. 2. Kişiler arasındaki dargınlığın, soğukluğun, kırgınlığın ve gerginliğin ortadan kalkmaya başlaması” İki kardeşin arasındaki buzlar çözülmeye başlayınca aileye neşe geldi”
Büyük (söz) söylemek : Başkasının düştüğü kötü duruma düşmeyeceğini söyleyerek övünmek” Ne demiş atalarımız, büyük lokma ye, büyük söz söyleme”
Büyük oynamak : 1. Büyük bir tehlikeyi göze alarak bir işe girişmek. 2. Çok fazla para koyarak kumar oynamak” Büyük oynadım, ya kaybedeceğim, ya da kazanacağım”
Büyük sözüme tövbe! : Bir konuda kesin konuşulduğunda ya da bir başkasının düştüğü kötü dur ama düşmeme iddiasında bulunulduğunda Cenab-ı Allahtan böyle bir duruma düşürmemesini dileme” Ne ettim de o sözü söyledim, büyük sözüme tövbe!"
Büyüklük göstermek : Elinde her imkan varken kötülük yapmamak, affetmek, iyi davranmak” İstese büyüklük göstermeyip onu buraya bir daha sokmazdı, erkek adammış”
Büyümüş de küçülmüş : Davranışları, konuşması yaşının üstünde olan, büyükler gibi hareketler yapan çocuk” Aman yarabbim, şunun söylediği sözlere bakın hele, büyümüş de küçülmüş sanki!"
Cadı kazanı : Fesadın ve dedikodunun çok olduğu, herkesin birbirine düştüğü, türlü düşmanlıkların kaynaştığı, hile ve düzenlerin kurulduğu yer” Mahalle bir anda cadı kazanı gibi kaynamaya başladı”
Caka satmak : Çalım satmak, gösteriş yapmak” Caka satmayı bırak da işine bak”
Cambul cumbul : Pek sulu, suyu bol (yemek için)” Yemek cambul cumbuldu ama lezzetli olmuştu”
Can alacak yer (nokta) : Bir şeyin en önemli yeri, en temelli noktası” Meselenin can alıcı noktasına bir türlü ulaşamadık”
Can atmak : Herhangi bir şeye sahip olmayı, ya da herhangi bir şeye erişmeyi çok istemek” Top oynamaya can atıyordu”
Can baş üstüne : İstenilen, arzu edilen şeyin büyük bir memnunlukla yapılacağını anlatır” Can baş üstüne efendim, kasabaya varınca onu hemen göreceğim”
Can borcunu ödemek : Ölmek” Beni korkutamazsın, bir can borcum var, onu da öder kurtulurum”
Can çekişmek : Ölmek üzere bulunmak” Yanına vardığımızda hayvan can çekişiyordu”
Can damarı : Bir şeyin en önemli noktası, en mühim unsuru; bir şeyin yaşaması için en önemli araç” Babam evin can damarıdır”
Can damarına basmak : Bir işin en önemli noktası üzerinde durmak, ya da bir şeyin en duyarlı noktasını açığa çıkarmak” Adamın en sonunda can damarına bastılar, zararı da kendileri gördüler”
Can dayanmamak : Bir acı, üzüntü, sıkıntı ve istek karşısında direnme gücü kalmamak; dayanıklılığı yitirmek” Yıllarca uğraşıp didinip yaptığı ev bir anda kül oldu, buna can mı dayanırdı?"
Can düşmanı : Öldürmeyi bile düşünen, aşırı kin ve düşmanlık besleyen, dost olmayan” Can düşmanları etrafında cirit atıyorlardı”
Can evi : 1. Yürek. 2. En duyarlı bölge” Onları can evlerinden vurmaya yemin etti”
Can evinden vurmak : En etkileyici, en can alıcı yönden saldırmak; bir daha yaşama imkanı kalmayacak şekilde vurmak” Onları can evinden vurmalıyız ki bir daha bellerini doğrultamasınlar”
Can havli ile : Ölüm korkusundan kaynaklanan güçlü bir tepkiyle (bir eylem yapmak)” Silah sesini duyunca can havli ile yerinden fırladı”
Can kalmamak : Gücü, kuvveti kesilmek; bitkin bir duruma düşmek” Daha fazla yürüyemeyeceğim, can kalmadı bende, siz gidedurun”
Can kaygısına düşmek : Her şeyi bırakıp, içine düştüğü tehlikeden varlığını kurtarma ve koruma çabasında olmak” Ortalık birbirine girip silahlar patlamaya başlayınca can kaygısına düştü zavallı kadın”
Can kulağıyla dinlemek : Kendini vererek, büyük bir dikkatle dinlemek” Babasının söylediklerini can kulağıyla dinlemeye başladı”
Can pazarı : Herkesin kendi canının kaygusuna düştüğü ve kendi canını kurtarmaya çalıştığı tehlikeli bir durum, yer” Ortalık toz dumandı; haykırışlar, inlemeler ortalığı çınlatıyordu; insanlar can pazarının tam ortasındaydılar”
Can sağlığı : Esenlik, kişinin sağlıklı olması” Ne demeli canım kardeşim, inan bundan ötesi can sağlığı”
Can sıkıntısı : Yapılacak iş ve bir şeyle oyalanma imkanı bulamamaktan duyulan tedirginlik, içine düşülen bunalım” Bütün gün evde oturuyor, can sıkıntısından ne yapacağımı bilemiyordum”
Can vermek : 1. Ölmek. 2. Ruha güç vermek, yaşar duruma getirmek. 3. Bir şeyi çok ister olmak” Adam bir kurşunda can verdi”
Can yakmak : 1. Üzmek, acı vermek. 2. Zulmetmek, eziyet etmek. 3. Bir kimseyi büyük zarar ve ziyana sokmak” Şu hareketlerinle canımı yakıyorsun”
Can yoldaşı : Yalnızlıktan kurtulmak için birlikte yaşanılan kimse” Her insanın bir can yoldaşına ihtiyacı vardır”
Cana can katmak : İnsanda yaşama sevincini artırmak; insana neşe, heves ve iç gücü vermek” Ah o cana can katan yaylaya bir daha çıkabilsem”
Cana minnet (bilmek) : İhtiyacı olduğu halde arayıp da bulamadığı şeylerden saymak” Yalnızca su mu? Canıma minnet, çabuk ver”
Cana yakın : Sevimli, sokulgan, insana pek sıcak davranan” Ne cana yakın bir insanmış meğer”
Canı (gönlü) çekmek : Bir şeyi istemek, istek duymak, çok arzulamak” Şimdi o yeşil eriklerden olsa da yesek, öyle de canım çekti ki”
Canı burnuna gelmek : Bir şey yaparken çok zorluk çekmek, bunalmak” Kömürü taşıdım ama canım da burnuma geldi”
Canı çıkmak : 1. Ölmek. 2. Çok yorulmak. 3. Çok yıpranmak” Onu razı edinceye kadar canım çıktı”
Canı gitmek : Önem ve değer verdiği, beğendiği bir şeye zarar gelecek diye çok korkmak, kaygılanmak” Araba çizilecek diye canı gidiyor”
Canı tatlı : Acıya, üzüntüye ve sıkıntıya katlanmayan” Öyle de canı tatlı ki ne zaman bir şey taşınacak olsa bir bahane bulup ortadan kayboluyor”
Canı tez : Sabırsız, beklemeye tahammülü olmayan, ivecen” Bekle de gör, ne canı tez adamsın sen öyle!"
Canı yanmak : 1. Fizikî bir acı duymak. 2. Bir işte zarar görmek, manevî bir üzüntü duymak” Canını yakmadan ver o elindekini bana!"
Canına değmek : 1. Çok hoşlanmak, yararına yapılan işten ötürü çok sevinmek. 2. Ruhu şad olmak” Büyükannenin canına değsin, ikramın bizi oldukça sevindirdi"
Canına kıymak : 1. İntihar etmek, kendini öldürmek. 2. Acımadan öldürmek. 3. Kendini yoracak, yıpratacak kadar iş görmek” Komşunun kızı canına kıymış”
Canına okumak : 1. Bir kimseye büyük bir zarar vermek, kötülük etmek. 2. İyi bir şeyi kötü hale getirmek, heder etmek, harcamak” Yeni aldığım oyuncağın canına okudu bir günde”
Canına tak demek : Sabrı kalmamak, bir sıkıntıya dayanamaz duruma gelmek” Canıma tak dedi artık, ya yaptıklarına son verirsin ya da burayı terkedersin!"
Canına yandığım (yandığımın) : Kimi zaman sevgi ve hayranlık, kimi zaman da kızgınlık ve öfke gibi duyguları anlatmak için kullanılır” Canına yandığımın adamı, bizi saatlerce bekletti bu soğukta”
Canına yetmek : Bezmek, bıkmak, bir zorluğa dayanamayacak duruma gelmek” Canıma yetti artık bu işi yapmayacağım”
Canından bezmek : Çektiği sıkıntılar yüzünden içinde olduğu hayatı artık istemeyecek bir duruma gelmek” Ne yapayım böyle hayatı, beni canımdan bezdirdi!"
Canını almak : Öldürmek” Allah canını alsın da kurtulalım senden!"
Canını bağışlamak : Öldürebileceği bir kişiyi öldürmekten vazgeçmek” Ona kıyamadı ve canını bağışladı”
Canını dişine takmak : Büyük sıkıntıları, tehlikeleri göze alarak bir işi başarmaya çalışmak” Canını dişine takıp koca kayayı parçalamaya devam etti”
Canını sokakta bulmak : Sağlığını koruması, kendini yıpratmaması ve tedbir alması gerektiğini anlatmak için kullanılır” Biraz soluk almama izin ver. Ben canımı sokakta bulmadım”
Canını vermek : 1. Hiçbir şey esirgememek. 2. Bir şey uğrunda en değerli varlığını feda etmeye, hatta ölmeye hazır olmak. 3. Bir şeye aşırı ölçüde düşkün olmak” Vatan uğruna kim can vermez ki?"
Canını yakmak : 1. Fizikî acı vermek. 2. Bir kimseyi zarara ya da sıkıntıya sokmak; üzmek, kaygılandırmak” Lütfen canını yakma çocuğun”
Canının içine sokacağı gelmek : Birine karşı büyük ölçüde sevgi duymak, birinden çok hoşlanmak” Öyle ki o yavrucağı canımın içine sokacağım geliyor!"
Canla başla : Seve seve, her türlü zorluğa göğüs gererek, var gücüyle, hiçbir fedakarlıktan kaçınmayarak” Hepsi canla başla çalıştı”
Canlı cenaze : Çok zayıf, güçsüz, zayıflıktan kemikleri çıkmış kimse” Adam canlı cenaze gibiydi”
Canlı yayın : Kişilerin ses ve davranışlarını o anda ve doğrudan doğruya veren radyo ve televizyon yayını” Parti temsilcileri bu akşam televizyonda canlı yayında tartışacaklar”
Cart curt etmek : Göz dağı vermek ya da övünmek amacıyla abartılı konuşmak” Karşımda cart curt edip durma”
Cart kaba kağıt : Yüksekten atan, yapamayacağı şeyleri yapar gibi konuşan, çalım satan kimselere karşı söylenen küçümseme ünlemi.
Cebi delik : Parasız, cebinde para tutmasını bilmeyen” Daha ne kadar cebi delik dolaşacaksın”
Cebini doldurmak : Karşılaştığı fırsatları değerlendirerek bol para kazanmak” Cebini doldurmaktan başka bir düşüncesi yok adamın”
Cehennem azabı : 1. Çok büyük sıkıntı, eziyet. 2. İman etmeyenlerin, kafirlerin, günahkarların cehennemde çekecekleri ceza” Allah bizi cehennem azabından korusun”
Cehennem olmak : Defolup gitmek” Çabuk cehennem ol yanımdan”
Cemaziyülevvelini bilmek : Bir kimsenin herkesçe bilinmeyen, geçmişteki kötü bir yönünü veya kötü durumunu bilmek” Sakın güvenme ona, ben onun cemaziyülevvelini bilirim”
Cendereye sokmak : Çok sıkıştırmak, manevî baskı altına almak” Adamı cendereye almayı iyi beceriyorsun”
Cevabı yapıştırmak : Karşısındakinin, beklemediği, ters, güç duruma düşürücü bir cevap vermek” Öyle bir cevap yapıştırdı ki hasmı donakaldı”
Ciğeri beş para etmemek : Değersiz, kendisine güvenilmez, korkak, aşağılık (bir kimse olmak)” Bırak, ondan söz etme bana, ciğeri beş para etmez adamlarla işim yok”
Ciğerimin köşesi : 1. Çok sevdiğim. 2. Sevgili evladım” O, hala benim ciğerimin köşesidir”
Ciğerini okumak : Karşısındakinin gizli düşüncelerini bilmek, aklından geçenleri anlamak” Bizimi düşünüyormuş? Ben onun ciğerini okurum; o kendinden başkasını düşünmez”
Ciğerini sökmek : Bir kimseyi büyük ölçüde zarar ve ziyana uğratmak” Söyle ona, beni oraya getirtmesin, gelirsem ciğerini sökerim onun”
Cin çarpmışa dönmek : Neye uğradığını anlayamayacak kadar kötü duruma düşmek” Bir tokatta cin çarpmışa döndürdü adamı”
Cin fikirli : Zeki, çok kurnaz, her zaman kendi çıkarını kollayan, çok anlayışlı” Endişelenmeyin; o cin fikirli, o işin de üstesinden gelecektir”
Cinler cirit (top) oynamak : Bir yerin ıssız, ürküntü verir olduğunu anlatmak için kullanılır.
Cinleri başına toplamak : Öfkelenmek, kızmak, çok sinirlenmek” Zorla cinleri başıma topladınız”
Curcunaya çevirmek (veya döndürmek) : Bir yeri kargaşa, şamata, gürültü patırtı ile doldurup kimsenin ne dediğini anlamayacak hale getirmek” Çocuklar bir dakikada ortalığı curcunaya çevirdiler”
Cümbür cemaat : Topluca, hep birden” Halamlara cümbür cemaat gitmeye karar verdik”
Cümle kapısı : Konak, saray gibi büyük binaların ana giriş kapısı” Devletin ileri gelenleri konağın cümle kapısı önünde toplandılar”
Cüret etmek : Ataklık etmek, yüreklilikle davranmak” O, hemen herkesin yanında söz söylemeye cüret eden bir yapıya sahipti”
Cürmü meşhut halinde yakalamak : Bir kimseyi suçu işlerken şahitlerle birlikte yakalamak.
-Ç-
Çaba göstermek : Bir işi başarmak için uğraşmak, kuvvet harcamak” Çaba göstermeden amacına ulaşamazsın”
Çabalama kaptan ben gidemem : "Zorlamanın hiç faydası yok, ben bu işi yapacak güçte değilim; boşuna uğraşıyorsun, yapamam, gitmem," anlamında kullanılır.
Çağ açmak : Yeni bir gidişin, tutumun öncüsü olmak; evrensel bir gidişe yol açmak” İstanbul un fethiyle yeni bir çağ açıldı”
Çakar almaz : İşe yarar gibi görünse de aslında yararsız, bozuk olan” Çakar almaz bir tabancayla bizi korkutacağını sanmıştı”
Çakı gibi : Canlı ve atik, çevik” Çakı gibi delikanlı olmuş”
Dostları ilə paylaş: |