Di'l-mürselîn'İ (Kahire 1322) bunlara misal olarak zikredilebilir



Yüklə 1,15 Mb.
səhifə6/25
tarix08.01.2019
ölçüsü1,15 Mb.
#91960
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   25

BİBLİYOGRAFYA :

Râgıb el-İsfahânî. el-Müfredât, "hfd" md.; Li-sânü't-'Arab, "hfd" md.; VVensinck. el-Mu'cem, "bfd" md.; Müsned, II, 105; IV, 395,401,405; Buhârî. "Tefsîr" 11/2, "Tevhîd", 19, 22; Müs­lim, "îmân", 293, 295, "Zekât", 37; İbn Mâce, "Ducâ3", 10; Tîrmizî."Da'avât", 82,"Tefsîr", 5/3; Taberî, Câmi'tı'l-beyân (Bulak), XXVII, 96; Zeccâc, Tefstru esmâ'illâhi'l-hüsnâ (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk), Dımaşk 1975, s. 40; Ebû Sü­leyman el-Hattâbî. Şe'nü'd-du'â* (nşr. Ahmed Yûsuf ed-Dekkâk), Dımaşk 1984, s. 58; Halîmî. el-Minhâc, I, 206; İbn Fûrek, Mücerredü'l-ma-kâlât, s. 53; Bağdadî, el-Esmâ3 ue'ş-şıfât, vr. 105°; Beyhaki. Ştfabü'1-İmân (nşr. M. Saîd b. BesyûnîZağlûl), Beyrut 1990,1, 123; Kuşeyri, et-Tahbîr fi't-tezkîr (nşr İbrahim Besyûnî), Kahire 1968, s. 46-47; Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, el-Eme-dü'l-ak$â, Hacı Selim Ağa Ktp., nr. 498, vr. 124b-125"; Fahreddin er-Râzî, LeuâmFu'l-beyyİnât, s. 244. r—i

Bekir Topaloğlu

r „ i

HAFIDA


Kur'ân-ı Kerîm'de

kıyamete verilen isimlerden biri

(bk. KIYAMET).

L J


F HAFIZ n

(.fcâbdf)

Kur'ân-ı Kerîm'in tamamını ezberleyen kimse.

Arapça'da "korumak, ezberlemek" mâ-nasındaki hıfz kökünden türemiş bir sı­fat olan hafız (çoğulu huffâz) sözlükte "ko­ruyan, ezberleyen" anlamına gelip Kur-'an'ın tamamını ezberleyene hafız denil-

miştir. Hafız kelimesi, Kur'ân-ı Kerîm'de sözlük anlamında birçok âyette yer al­makta (bk- M. F. Abdülbâki, el-Muccem, "hfz" md.), üç âyette Allah'ın sıfatı ola­rak geçmektedir (Yûsuf 12/64; el-Hicr 15/ 9; el-Enbiyâ 21/82). Hz. Peygamber, ha­fızlan Abese sûresinde sözü edilen (80/ 15-16) "sefere-i kirârrfa benzetmiş ve hafızların cennette onlarla beraber ola­cağını müjdelemiştir (Müsned, VI, 110; Dâ-rimî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 11; Buhârî, "Tef­sir", 80/l; Tirmizî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 13). Buhârfnin ashabın kurrâsıyla ilgili bab-da kaydettiği rivayetlerden ("Fezâ'ilü'l-Kufân", 8), Kur'an'ı kısmen veya tama­men ezberleme anlamında "kıraat" keli­mesinin kullanıldığı anlaşılmakta (El2 [ İng. |, V, 129), bazı rivayetlerde ise Kur'ân-ı Ke­rîm'in tamamını ezberlememiş olsa bile ahkâmı konusunda geniş bilgi sahibi olan­lara da kurrâ denildiği görülmektedir. Resûl-i Ekrem'in çeşitli kabilelere gön­derdiği ashâb-ı suffeden olan hocalara "kurrâ" adı veriliyordu. Bu anlamda Bi'ri-maûne'de şehid edilenlere de kurrâ de­nilmiştir (Buhârî, "Vitir", 7; Müslim, "Me-sâcid", 301). Buhârî'de yer alan bir riva­yete göre ("Ptİşâm", 2) yaşlı ve genç kâ­riler Hz. Ömer'in meclisinde bulunur, ha­life onlarla istişare ederdi. Hakem Vak'a-sı'nın ardından Hz. Ali'ye karşı mücade­leye girişen Haricîler arasında 8000 kur­râ bulunduğundan söz edilirse de Ahmed b. Hanbel'in bir rivayetinden anlaşılacağı gibi bunlar genellikle okuma yazması olan, içlerinde hafızların da yer aldığı kimse­lerdi. Hz. Ali bu hafızları bir eve davet et­miş ve daha Önce Kûfe'ye gönderilen ör­nek mushaftan âyetler göstererek onları iknaya çalışmıştır {Müsned, I, 86). Daha sonra, mânasını anlamasa bile Kur'an'ı ezberleyen ve kıraat vecihlerinden bir veya birkaçı hakkında bilgi sahibi olan­lara kurrâ denilmiştir. Abdülhay el-Ket-tânî tabiîn döneminden sonra ilmin za­yıfladığını, insanların Kur'an ilimlerini bir bütün olarak öğrenmekten âciz kaldıkla­rını, böylece Kur'an ilimlerini bölümlere ayırdıklarını; bir grubun mânaları anla­maya ve bunlar üzerinde düşünmeye yö­nelmeden Kur'an'ın dil özelliklerini, harf­lerin mahreçlerini, âyet, sûre, hizb, nısf, rub' ve secde sayılarını öğrenmeye çalış­tığını, âyetleri onar onar öğretme, ez­berletme, benzer kelimeleri ve âyetleri tesbit gibi şeklî konularla ilgilendiğini ve bunlara kurrâ denildiğini ifade eder (er.-Terâtlbü'l-idâriyye, III, 3). İbn Haldun'a göre kurrâ kelimesinin yerini sonradan "fukahâ" ve "ulemâ" kelimeleri almıştır {Mukaddime, II, 1049).

Hafız karşılığında ayrıca hâmil de kul­lanılmıştır (Lisânü'l-'-Amb, "hml" md.). Hz. Peygamber'in bir hadisinde, Kur'an'ı ezberledikten sonra unutmayan hâmil-i Kur'ân'a saygının dolaylı olarak Allah'a saygı demek olduğu ifade edilir (Ebû Dâ-vûd, "Edeb", 20). Kelime çoğul olarak da (hameletü'l-Kur'ân) bazı hadislerde geç-mektedir(Dârimî, "Rü^yâ", 13, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 33). Kur'an'la meşgul olanlara ehlü'l-Kur'ân ve sâhîbü'I-Kur'ân da de­nilmiş, bir hadiste ehl-i Kur'ân, "ehlüllah ve Allah'ın has kullan" olarak nitelendiril­miştir {Müsned, III, 128, 242; Dârimî,"Fe-zâ'ilü11-Kur'ân", I). Diğer bir hadiste, sâ-hibû'l-Kur'ân'm âhiretteki derecesinin bil­diği âyetler sayısınca yüksek olacağı be­lirtilmiştir (İbn Mâce. "Edeb", 52, Ebû Dâ-vûd, "Vitir", 20; Tirmizî, "Şevâbü'l-Kur'ân", 18).

Hz. Peygamber'den gelen rivayetlerde Kur'an'ın öğrenilmesi ve başkasına öğre­tilmesi teşvik edilmiştir. Bu rivayetlerin en kapsamlısı. "Sizin en hayırlınız Kur'an'ı öğrenen ve öğreteninizdir" mealindeki ha-distir(Buhârî, "Fezâ'ilü'l-Kur'ân", 21; Ebû Dâvûd, "Vitir", 14.15.19; Tirmizî, "Şevâ-bü'I-Kufân", 15). Kur'an öğrenimiyle ilgili teşviklerin çoğu onu sadece ezberlemeyi değil mânasını anlamayı, muhtevasına vâkıf olup gereğince amel etmeyi amaç­lamaktadır. "Artık Kur'an'dan kolayınıza geleni okuyun. Allah bilmektedir ki içiniz­de hastalar bulunacak, bir kısmınız Allah'ın lutfunu (nzık) aramak üzere yeryüzünde dolaşacak, diğer bir kısmınız da Allah yo­lunda çarpışacaktır. O halde Kur'an'dan kolayınıza gelenini okuyun" (el-Müzzem-mii 73/20) mealindeki âyetten anlaşılaca­ğı üzere Kur'an'ın tamamının ezberlen­mesi farz kılınmamıştır. Ancak her müslü-manın yeterli miktarda âyet ezberlemesi namazın farzlarından olan kıraatin bir ge­reğidir. Resûl-i Ekrem bu asgari bilgiden mahrum olanları harabeye benzetir {Müs­ned, I, 223; Dârimî, "Fezâ'ilü'l-Kufân", 1; Tirmizî, "Şevâbü'I-Kur'ân", 18).

Resûlullah'ın ders halkasında bulunan sahâbîlerden kaçının Kur'an'ın tamamını ezberlediği hususunda değişik rivayetler vardır. Buhârî'nin ashabın kurrâsıyla ilgili kaydettiği bir rivayete göre Hz. Peygam­ber Kur'an'ın dört kişiden alınmasını tav­siye etmiştir. Bunlar Abdullah b. Mes'ûd, Ebû Huzeyfe'nin mevlâsı Salim, Muâz b. Cebel ve Übey b. Kâ'b'dır (Buhârî, "Fezâ'i-lü'l-Çııfân", 8). Aynı yerde geçen diğer bir rivayette Enes b. Mâlik Kur'an'] "ce-meden" sahâbîlerin sayısını dört olarak vermektedir ki bunlar Übey b. Kâ'b, Mu-

âz, Zeyd b. Sabit ve Ebû Zeyd'dir. Sonun­cu kişinin ismi üzerinde ihtilâf edilmiş ve bunun Evsten Sa'd b. Ubeyd, Hazrec'-den Kays b. Seken veya Sabit b. Zeyd ol­duğu rivayet edilmiştir (Aynî, XVI, 208). Kaynaklar adı geçen kişileri ashabın ha­fızları arasında zikreder. İbn Sa'd'ın bir rivayetinde Sa'd ve Ebû Zeyd farklı kişi­ler olarak gösterilir {et-Tabakât, II, 355). İbn Habîb ashaptan Kur'an'ı cemeden-leri altı kişi olarak sayar. Bunlar Sa'd b. Ubeyd, Ebü'd-Derdâ (Uveymir b. Kays b. Zeyd), Muâz b. Cebel, Ebû Zeyd Sabit b. Zeyd, Übey b. Kâ'b ve Zeyd b. Sâbit'tir {el-Muhabber, s. 286).

Kur'an'ı cemetmenin ne anlama geldi­ği konusunda değişik görüşler ileri sürül­müştür. Bunlar arasında Kur'an'ın deği­şik kıraatlerini bilme, onu hıfzetme ve yazılı metnini elinde bulundurma sayıla­bilir (Aynî, XV!, 209). Kastallânî. Hz. Pey­gamber dönemindeki dört hafızın ismini kaydeden Enes rivayetinde geçen "Kur-'an'ı cennetti" sözünü "hafızasına yerleş­tirdi, ezberledi" şeklinde açıklar {İrşâdü's-sârî, VI, 162) Nevevî ise buradaki "cem*" kelimesini "kıraat" olarak yorumlar (Teh-zib, 11/2,83-86). İbn Sa'd'ın Hz. Osman'ı ta­nıtırken naklettiği, onun namazda Kur­'an'ın tamamını ezbere okuduğuna dair üç ayrı rivayette ezbere okuma işi "hatm", "kıraat" ve "cem"" kavramlarıyla ifade edilmiştir {et-Tabakât, III, 75-76). Aynı mü­ellifin, "Resûlullah zamanında Kur'an'ı cemedenler" başlığı altında verdiği bilgi­lerden bu bölümde hafız olanları kastet­tiği anlaşılmaktadır {a.g.e., II, 355-358). Burada kaydedilen rivayetlere göre Mu­âz b. Cebel, Übey b. Kâ'b, Zeyd b. Sabit, Ebü'd-Derdâ, Ebû Zeyd, Sa'd b. Ubeyd. Hz. Osman, Temîm ed-Dârî, Ubâde b. Sâmit, Ebû Eyyûb el-Ensârî ashabın hâ-fızlanndandır. Bunlardan Hz. Osman gibi bazılarının Resûl-İ Ekrem'in vefatından sonra hafız olduğunu söyleyenler de var­dır {a.g.e., II, 356). Aynî ise otuza yakın hafız sahâbînin adını zikretmekte olup kadınlardan Ümmü Varaka. Hz. Âişe. Haf-sa ve Ümmü Seleme bunlar arasındadır Cümdetü'l-kârî, XVI, 209). Sahâbîler ge­nellikle Kur'an'dan on âyetlik bölümleri ezberler, bunların mânasını ve bu âyet-lerdeki emir ve yasaklan öğrenmeden diğerlerine geçmezlerdi (Kurtubî, I, 39).

Kurrâyı çeşitli tabakalara ayıran Zehe-bî, ilk tabaka olarak sahabeden yedi kişi­nin biyografisini verdikten sonra bunla­rın Kur'an'ı Hz. Peygamber zamanında ezberledikleri hakkında rivayetler bulun­duğunu ve on imamın kıraatlerinin bun-

HAFIZ


lara dayandığını belirtir. Zehebfye göre ilk tabaka şu isimlerden oluşmaktadır: 1. Osman b. Affân. Ondan Mugire b. Ebû Şihâb ders almıştır. 2. Ali b. Ebû Tâlib. Zehebî. Hz. Ali'nin Resûlullah hayatta iken Kur'an'ın çoğunu veya tamamını öğren­diğini, ancak ondan gelen bir rivayete göre Kur'an hıfzını Hz. Peygamber'in ve­fatından sonra tamamladığını belirtir. Ebû Abdurrahman es-Sülemî ve Ebü'l-Esved ed-Düe!î Hz. Ali'den kıraat öğre­nenler arasındadır. 3. Übey b. Kâ'b. Hz. Peygamber'den Kur'an'ı arz yoluyla alan­lardan ve Kur'an okuyuşuyla onun övgü­süne mazhar olanlardan biridir. Ashap­tan İbn Abbas, Ebû Hüreyre. Abdullah b. Sâib, Abdullah b. Ayyaş ve Ebû Abdur­rahman es-Sülemî kendisinden kıraat dersi almışlardır. 4. Abdullah b. Mes'ûd. Hz. Peygamber'in hayatnda Kur'an'ın ta­mamını cemettiği gibi bizzat Resûl-i Ek­rem'in ağzından yetmiş kadar sûre ez­berlemiştir. Kendisinden ders alan hafız­ların başında Alkame b. Kays. Mesrûk b. Ecda". Esved b. Yezîd. Zir b. Hubeyş. Ebû Abdurrahman es-Sülemî gelir. S. Zeyd b. Sabit. Hz. Ebû Bekir'in Kur'an'ı cemet-mek için kurduğu heyete başkanlık et­miş, Hz. Osman zamanında mushaf nüs­halarının çoğaltılması çalışmalarına ka­tılmıştır. Kendisinden Ebû Hüreyre ve İbn Abbas gibi bazı sahâbîler kıraat dersi al­mışlardır. 6. Ebû Mûsâ el-Eş'arî. Resûl-i Ekrem Ebû Musa'ya Hz. Dâvûd'unkine benzer bir ses verilmiş olduğunu söyle­yerek ona iltifatta bulunmuştur (Buhârî, "Fezâllü'l-Kur'ân". 31; Müslim, "Müsâfi-rîn", 235. 236; Tirmizî. "Menâkıb", 55). Ebû Recâ el-Utâridîve Hıtân b. Abdullah er-Rekâşî kendisinden ders almışlardır. 7. Ebü'd-Derdâ (Uveymir b. Zeyd}. Dimaşk kadılığında bulunduğundan "kâri-i Dı-maşk" olarak tanınmıştır. Ondan arz yo­luyla Kur'an öğrenenler arasında hanımı Küçük Ümmü'd-Derdâ ile Atıyye b. Kays, Hâlid b. Ma'dân ve Ba'lebek Kadısı Sü-veyd b. Abdülazîz bulunmaktadır.

Sahabeden olan hafızlar Mekke. Medi­ne, Küfe. Basra, Dımaşkve Mısır gibi mer­kezlerde ders vererek kendi kıraatlerini sonraki nesillere aktaracak talebeler ye­tiştirmişlerdir. Meselâ Hz. Osman Mugi­re b. Ebû Şihâb el-Mahzûmfyi yetiştir­miş. Mugîre de kıraat imamlarından İbn Âmir'in hocalarından olmuştur. Yedi kı­raat imamının (NâfT, İbn Kesîr, İbn Âmir, Âsim, Hamza, Ebû Amr ve Kisâî) okuyuş tarzları genellikle ashaptan Übey b. Kâ'b. Zeyd b. Sabit, Ebü'd-Derdâ. Abdullah b. Mes'ûd. Hz. Osman ve Hz. Ali'ye dayanır.

75

HAFIZ


Hicretin ilk asırlarında Kur'an hıfzı ve tâlimi çalışmaları daha çok camilerde ya­pılıyordu. Medine'de Mescid-i Nebevî'nin dışında dokuz mescidde daha Kur'an öğ­retimi devam etmiştir. Ayrıca Mahreme b. Nevfel'in evi gibi "dârülkurrâ" denilen yerlerde de Kur'an tâlimi yapılmış olması muhtemeldir. Nitekim Huzâî, Mahreme'-nin evini medreselerin menşei olarak gös­termektedir (Tahrîcü 'd-delâlâti's-semHy-ye, s. 80). Sonraki dönemlerde de bazı ho­calar evlerini mektep gibi kullanmışlar­dır. Meselâ Ebû İshak et-TaberîYıin evi ehl-i Kur'ân ve ehl-i hadîs için bir toplantı yeriydi (İbnü'l-Cezerî, Oâyetü'n-nİhâye, 1,6).

Hz. Peygamber'in vefatından sonra Kur'an hıfzına olan ilgi giderek artmıştır. Ebû Mûsâ el-Eş'arî, Basra valisi iken Ha­life Ömer'e yazdığı bir mektupta Basra'­da pek çok kimsenin Kur'an'ı ezberledi­ğini bildirmiş, halife de onlara maaş bağ­lanmasını istemişti. Ebû Mûsâ ertesi yıl hafız sayısında büyük bir artış olduğunu haber verince Hz. Ömer, "Onları kendi hallerine bırak. İnsanların Kur'an'ı ezber­lemekle meşgul olurken onun hükümle­rini öğrenmeyi İhmal etmelerinden kaygı duyuyorum" diyerek hafızlara maaş bağ­lamanın sakıncalı olacağı kanaatine var­dığını belirtmiştir (Abdülhay el-Kettânî, III. 95). Müslim'in bir rivayetine göre Ebû Mûsâ el-Eş'arî, bazı nasihatlarda bulun­mak üzere Basra'nın hafızlarını çağırt­tığında davete icabet edenlerin sayısı 300'ü bulmuştu (Müslim, "Zekât", 119). İlk mushaflar, esas itibariyle Kur'an'ın tahrife uğramasını önleme maksadına yönelik olarak hazırlanmişsa da Ebû Be­kir İbnü'l-Arabî, özellikle kıraat vecihleri-nin mushaflarda değil rivayet yoluyla ya­ni ezberden aktarılarak yaşatıldığını. an­cak kâriler arasında ihtilâf vuku bulması halinde mushaflara başvurulduğunu kay­deder {Ahkâmü'l-Kufân, II, 1040). İb-

nü'1-Cezerî de. "Daha sonra Kur'an'ın naklinde mushafların ve kitapların koru­masına değil kalplerin ve zihinlerin koru­masına (ezberlemeye) güvenilmiştir. Bu durum yüce Allah'ın bu ümmete nasip ettiği en değerli özelliktir" diyerek aynı hususa işaret etmiştir (en-Neşr, I, 6).

İbn Hallikân'ın, Ebü'l-Ferec İbnü'1-Cev-zfnin el-EIköb adlı eserine dayanarak verdiği bilgiye göre Hârûnürreşîd'in ha­nımı Zübeyde'nin 300 kadar hafız cariye­si bulunmakta ve sarayından dışarıya "an kovanı gibi" Kur'an sesleri yayılmaktaydı [Vefeyât, II, 314). Bu bilgi, daha II. (VIII.) yüzyılda hafızlığın ne kadar büyük itibar

76

gördüğünü, kadınlar arasında bile geniş ölçüde yaygınlaştığını göstermesi bakı­mından ilgi çekicidir. Bu itibarın giderek arttığında şüphe yoktur. Nitekim Bâkıl-lânî, bazı Şiî grupların Kur'an'da eksilt­me veya ona ilâveler yapılmış olabileceği yolundaki iddialarını cevaplandırırken Al­lah'ın kitabında böyle bir tahrifin müm­kün olmadığını, çünkü her yerde pek çok İnsanın Kur'an'ı ezberleyip hafızasında zaptettiğini, artık onun bir harfinde dahi değişiklik yapmanın mümkün olmadığını belirtir (İ'câzü'l-Kur>ân, s. 29-30, 41-42). İbrahim b. Mûsâ eş-Şâtibî de kendi dö­nemiyle ilgili olarak aynı şeyleri söyler [et-Muuâfak:ât, s. 59).



Endülüs'te bazı kurrâya kıraat dersi ve hafızlık çalışmaları için belli mescidler ayrılırdı. Endülüs âlimlerinden Ebû Bekir İbnü'l-Arabî ülkesinde çok başarılı bir öğ­retim metodu takip edildiğini, ilk öğreti­min yazı. hesap ve dif bilgisiyle başlatıldı­ğını, daha sonra Kur'an hocasının Öğren­cilerine şifahî olarak Allah'ın kelâmını tâ­lim ettiğini, çocuklara kabiliyetlerine gö­re Kur'an'dan bir kısım ezberlettiğini, ha­fızlığını tamamlayanlardan isteyenlerin öğrenimlerini fıkıh ve hadis dersleriyle sürdürdüklerini bildirir [Ahfcâmü'l-Kur'ân, IV, 1895).

Hafızlık çalışmaları sonraki asırlarda ca­mi ve dârülkurrâlar yanında medrese, dâ-rülhuffâz. dârülhadis, ribât ve türbeler­de de sürdürülmüştür. Dımaşktakİ el-Eş-refiyyetü'l-Cevvâniyye Dârülhadisi'nin vak­fiyesinde, sayılan onla sınırlandırılmış olan kırâat-i seb'a Öğrencilerine aylık 10 dir­hem burs verilmesi öngörülmüştü. Bazı türbeler Kur'an Öğretimine uygun tarz­da bina edilir, türbe sahibi kabrinin yanı başında Kur'an öğretilmesinden büyük bir hayır umardı. Meselâ Ebü'l-Hasan Ali b. Muhammed es-Sehâvî Ümmü's-Sâlih (Sâlihiyye) Türbesi'nde (Zehebî, III, 1246, 1250; İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye, I, 569), Müntecebüddin el-Hemedânî Zen-cîliyye Türbesi'nde (Zehebî, MI, 1265) kı­raat okutmuşlardır. Bir kısım kârilerin birkaç yerde görev yaptığı da oluyordu. Meselâ İbrahim b. Fellâh Eşrefiyye Dâ-rülhadisi, Eşrefiyye Türbesi ve Emeviy-ye Camii bünyesindeki Kubbetünnesr'de uzun müddet kıraat dersleri vermiştir (a.g.e, III, 1432). Peygamberlere ait oldu­ğuna inanılan kabirlerle ribâtlar da Kur­'an dersi verilen mekânlardı (a.g.e., III, 1250, 1406, 1424). Müstansıriyye Medre­sesi bünyesinde bir dârülkurrâ mevcut­tu. Evliya Çelebi'nin verdiği bilgilere göre dârülkurrâ veya dârülkur'ânlar İstanbul'-

da umumiyetle cami bünyesinde yer alır­dı. Aynca müstakil dârülkurrâlar ve mek­tepler de vardı.

Kıraat hocalarına "şeyhü'I-kırâa". gö­revlerine de "meşîhatü'l-kırâa, meşîha-tü'l-ikrâ, riâsetü'1-ikrâ" denilirdi. Bazı ho­caların görevleri için "meşîhatü'I-ikrâ el-kübrâ" ifadesi de kullanılmıştır (İbnü'l-Cezerî, Gâyetü'n-nihâye, I, 34). Bir bel­denin kıraat hocası genellikle o beldeye nisbet edilir ve meselâ "kâri-i ehl-i Mek­ke" veya "mukri-i Küfe" gibi unvanlarla anılırdı.

Hafız yetiştiren hocalar kendilerine has metotlar geliştirmişlerdi. Âyetler onar onar veya beşer beşer ezberletilir, bun­lar iyice öğrenilmeden yeni ders veril­mezdi. Bazı hocalar talebenin çokluğu sebebiyle birkaç öğrenciyi aynı anda din­lemek zorunda kalırdı. Yolda yürürken bile öğrencilerini dinleyen hocalar vardı. DımaşK'ın kıraat şeyhi Ali b. Muhammed es-Sehâvfnin Cebel'e giderken iki üç öğ­renciyi aynı anda dinlediği rivayet edilir. Türkiye'deki hafız yetiştiren kurslarda da rastlanan bu uygulamayı Zehebî, "Kur­'an okunduğu zaman onu dinleyin ve su­sun ki size merhamet olunsun" mealin­deki âyetin (el-A'râf 7/204) hükmüne ve sünnete aykırı bulmuştur (MaVi/erü'J-kurrâ3, III, 1247-1248).

İslâm dünyasının birçok yerinde Kur­'an hıfzına küçük yaşlarda başlanırdı. Ta-bakat kitaplarında yer alan belli sayıda­ki kurrâ dönemlerinin en meşhurlarıdır. Bunlardan biri olan İbnü'l-Cezerî'nin Bur-sa'ya gelmesinden sonra Osmanlılar'da kıraat ilminde büyük bir gelişme olmuş ve binlerce hafız yetişmiştir. Evliya Çele­bi'nin verdiği bilgiye göre Amasya'da do­kuz dârülkurrâ vardı ve bunlardan sade­ce Sultan Bayezid Dârülkurrâsf nda 300'-den fazla hafız bulunmaktaydı [Seyahat­name, II, 188). Hüseyin Hüsâmeddin'e gö­re sıbyan mekteplerinde de hafızlık yapıl­maktaydı [Amasya Tarihi, I. 265-268). Yine Evliya Çelebi'nin kaydettiğine göre İstan­bul'da "esnâf-ı hâfızân-ı Kur'ân-ı AzîrrTin sayısı 3000 kadarı kadın olmak üzere 9000'dir. Merasimlerde "hafız ve hâfize-ler. ale'1-umûm küheylân atlar üzerinde Feth-i şerif (Fetih sûresi) tilâvet ederek Alay Köşkü dibinden geçerlerdi" (Seyahatna­me, I, 524).

Türkiye'de Cumhuriyet'in kurulmasın­dan sonra zamanın Diyanet İşleri Reisi Ri-fat Börekçi'nin gayretleriyle Kur'an kurs­ları Tevhîd-i Tedrisat Kanunu'nun dışında bırakılmışsa da ilk dönemlerde bu kurs­lara fazla ilgi gösterilmemiş, 1950'li yıl-

(ara kadar özel çabalarla çok az sayıda hâfizyetiştirilebilmiştir. Nitekim Ali Rıza Sağman, bu dönemde hafızlık mesleği­nin nerede ise ölmek üzere olduğundan yakınarak bu işin bir nizama bağlanma­sını istemiştir {Din Adamları Nasıl Yetiş­tirilmeli, s, 50-58). 1923-1933 yılları ara­sında dokuz olan resmî Kur'an kursları­nın sayısı 1991 'de 5000'i aşmıştır. Kur'an kurslarında hafız olanlar için her ders yılı sonunda Diyanet İşleri Başkanlığı'nca tes-bit edilen bölgelerde imtihan açılmak­ta, başarılı olanlara hafızlık belgesi veril­mektedir. 1970ten bu yana Türkiye'de Kur'an kurslarında yetişen ve belge alan hafız sayısı 30.000'den fazladır.

Malezya. Suudi Arabistan vb. ülkeler­de olduğu gibi Türkiye'de de 1983'ten beri hafızlık yarışmaları tertiplenmekte­dir. Hafızlık belgesi için imtihan yapılan on bölgenin birinci ve ikincileri Mevlid kandili gecesinde büyük bir camide jüri ve halk önünde yarışmakta, dereceye gi­renler çeşitli hediyelerle ödüllendirilmek­tedir. Diğer taraftan, 197S yılında 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 36. maddesinde yapılan bir değişiklikle Diya­net İşleri Başkanlığı kuruluşunda görevli olan hafızlara mükteseplerinin üstünde bir derece (üç yıllık kıdem) verilerek ha­fızlık teşvik edilmiş ve bu uygulamaya devamlılık kazandırılmıştır.

Balkanlar'da Osmanlılar döneminden itibaren hafızlık müessesesi halk tarafın­dan büyük ilgi ve destek görmüş, çoğu camilerin yanında hafızlık medreseleri veya dârülkurrâ adı verilen okullar faali­yet göstermiştir. Bu kurumlarda hıfzını tamamlayan on on beş yaşlarındaki öğ­rencilerin, "hâfız-ı kavi" veya "hafsal-kâ-rT diye anılan hocalar önünde tâbi tutul­dukları hafızlık imtihanlarının günümüz­de, pazartesi başlayıp cuma günü cuma namazından sonra yapılan hatim duasıy-la son bulan bir merasime dönüştüğü gö­rülmektedir. Hafızlık imtihanının ardın-

dan hıfzını geliştirmek isteyenler üç ay­larda ve daha çok ramazan ayında mu­kabele okurlar.

1. Dünya Savaşı'ndan sonra ve Özellikle komünist iktidarları döneminden İtiba­ren Balkanlar'da bilhassa Arnavutluk, Ka­radağ, Kosova. Sancak ve Bulgaristan'da hafızlık faaliyetlerinde belirgin bir du­raklama olmuştur. Buna karşılık Üsküp ve yöresi en güç şartlarda bile Osmanlı dönemindeki hafız yetiştirme geleneğini korumuş ve diğer Balkan ülkelerinin ha­fız ihtiyacını karşılamıştır. Son dönemle­re kadar en çok hafız yetiştiren bölgeler Makedonya'da Üsküp, Kalkandelen ve Gostivar; Bosna-Hersek'te de Saraybos-na, Mostar ve Zenica olarak görülmekte­dir (Hadzi HafizSmail Fazlic, s. 9-12; Hif-zija Hasandedid, s. 92-113).

Mısır'da 1983 yılında tanınmış hafız Abdülbâsıt Muhammed Abdüssamed'in başkanlığında kurulan Nikâbetü muhaf-fizî ve kurrâi'İ-Kur'âni'l-Kerîm'in başlan­gıçta 300 olan üye sayısı 1996'da 4000'e ulaşmıştır. Dernek, hafızlık okullarının yö­netimi yanında camilerde, radyo ve tele­vizyonda, yurt içinde ve dışında düzenle­nen resmî-dinî törenlerde görev alacak kârileri de tesbit etmekte olup yapılan imtihanı kazananlara belge vermektedir. Ayrıca Evkaf Bakanlığı ve Ezher'in yöne­timindeki çeşitli resmî ve sivil kurumlar­da da hafızlık öğrenimi yapılmakta, sayısı 5000'e ulaşan Kur'an kurslarında 250.000 talebe okumakta, bunlardan 4600'ü hıf­zını tamamlamış bulunmaktadır {1995-1996).

Hint alt kıtasının İslâmlaşmasına bü­yük katkılarda bulunan tasavvuf ekolleri Kur'an öğretimine de önem vermişlerdir. Özellikle Çiştiyye tarikatının VII. (XIII.) yüz­yılda başlayan faaliyetleri sonunda o de­virde Hindistan'da hafızların sayısı başka İslâm ülkeleriyle kıyaslanamayacak de­recede artmıştı. Kur'an öğretimi bir dö-

HÂFIZ

nem yavaşlamışsa da Şah Veliyyullah ve oğulları zamanında tekrar hız kazanmış­tır. Diyûbend Dârülulümu'nun (kuruluşu 1866) kurucuları ve buradan yetişen âlim­ler de Kur'an hıfzını bir gelenek haline getirmişlerdir. Günümüzde bu ekole men­sup medreselerin Kur'an hıfzı bölümle­rinde her yıl yüzlerce hafız yetişmekte­dir. XX. yüzyılın ilk yarısında Hindistan'ın Kandehle, Diyûbend ve Panipat gibi böl­gelerinde hafızlık daha büyük bir geliş­me kaydetmiş, kadınlardan da çok sayı­da hafız ve kâri yetişmiştir.



1947*de bağımsızlığını elde eden Pa­kistan'da, sayısı günümüzde 3O00'i aşan medreselerde Kur'an öğretimi sürdürül­müştür. Bugün medreselerde öğrenciler "nisab" denen usule göre temel öğreti­me başlamadan önce hıfzını tamamla­maktadır. Hafızlık için medreselerde ayrı bölümler bulunmakta, burada yatılı ve gündüzlü öğrenciler hâfizlık yapmakta, is­teyenler hafızlık sonrasında iki yıl sürey­le tecvid ve kıraat dersleri almaktadırlar. 1992 yılında Lahor'daki Camia Eşrefiy-ye'deki 600 kadar Öğrencinin 120'si ha­fızlık bölümünde bulunuyordu. Okuma yazma oranı % 25'lerde bulunan Pakis­tan'daki toplam hafız sayısının 30.000'-den fazla olduğu tahmin edilmektedir. Pakistan Eğitim Bakanlığı'nın Mart 1988'-de hazırlattığı Pakistan key Dinî Me-dâris ki Dayrektiri [directory] adlı ki­tapta verilen bilgiye göre ülkede bulu­nan 2991 medreseden 195'i hafızlık, tec­vid ve kıraatle ilgili hizmet vermekteydi.

Ebû Bekir Muhammed b. Hüseyin el-Âcurrî'nİn Ahlâku hameleti'l-Kur'ân (Beyrut 1406, Medine 1408/1987). Neve-vî'nin et-Tibyân û âdâbi hameleti'l-Kur'ân (Dımaşk, ts., Dârü'1-fikr), Alemüd-din Ali b. Muhammed es-Sehâvî'nin Ce-mâlü'l-kurrâ* ve kemâiü'1-ikrâ1 (Mek­ke 1407/1987) ve Süyûtfnin Addbü tilû-veti'l-Kur'ân\ (Beyrut 1987) gibi bazı müstakil kitaplarda ve Kur'an ilimlerine dair çeşitli eserlerde Kur'an okutan, oku­yan ve ezberleyen kimselerin uyması ge­reken kurallara yer verilmiştir. Kur'ân-ı Kerîm'i edepli bir şekilde ve huşu ile oku­mak, tecvid, tertîl gibi tilâvet kaidelerine riayet etmek, ezberlediğini unutmamak, âyetlerin mâna ve hikmetlerini anlama­ya çalışmak, Kur'an'ın buyruklarına uyup yasaklarından kaçınmak, kalbini kibir, kıs­kançlık, kin ve riya gibi Kur'an ahlâkına uymayan kötü duygulardan arındırmak, Kur'an'ı ve hafızlığı dünya malı ve mevkii için bir istismar aracı yapmamak bu ku­rallardan bazılarıdır.



77

HAFIZ


BİBLİYOGRAFYA :

Lisânü't-'Arab, "hml" md.; M. R Abdülbâki. el-Mu'cem. "hfz" md.; Müsned, I, 7, 86, 223; III, 128, 242; VI, 110; Dârimf, "Rü'yâ", 13,"Fe-zâllü'l-Kur'ân", 1,2, 11, 33; Buhârf, "Tefsir", 80/1, 98/1-3, "Fezâ'ilü'l-Kur'âiı", 8, 21, 31, "Vitir", 7, "ftişâm", 2; Müslim. "Mcsâcid", 301, "MüsâfîrîrT, 235, 236, "Zekât", 119; fbn Mâ-ce. "Mukaddime". 11, 16, "Edeb", 52, "İka­me", 178; Ebû Dâvûd. "Edeb", 20, "Vitir", 14, 15, 19, 20; Tirmizı. "Şevâbü'l-Kur^ân", 15. 18, "Fezâıilü'l-Kur>âi"i", 13, "Menâkıb", 55; İbn Sa'd, et-Tabakât, li, 355-358; ili, 75-76; İbn Habîb, el-Muhabber, s. 286; Bâkıllânî. İ'câzü'l-Kurbân, Kahire 1370/1951, s. 29-30, 41-43; Ebû Bekir İbnü'l-Arabî. Ahkâmü'l-Kur'ân, II, 1040; IV, 1895; Ali b. Muhammed es-Sehâ-vî, Cemâlü'l-kurrâ' ve kemâiü'l-İkrâ', Mekke 1407/1987, I, 101-124; Kurtubî, e/-Câmm Nebi Bo/.kurt


Yüklə 1,15 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   25




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin