katılarak Kûfe'ye geri döndüler. Ancak 39Tde (1006-1007) Karvâş ile Hafâcî reisi Sümâl arasında şiddetli çarpışmalar meydana geldi ve Kûfe'yi önce Ukaylîler, ardından Hafâcîler ele geçirdiler. Sü-mâl'in, Fatımî halifesi Hâkim-Biemrillâh tarafından Rahbe'ye vali tayin edildiği sırada (399/1008) bir suikast neticesinde öldürüldüğü rivayet edilir.
Hafâcîler üzerinde daha sonra Sümâl'in oğullarından Sultan, Ulvân, Receb ve Ali etkili oldular. 402 (1011-12) yılında Sultan Küfe civarında bulunan hac güzergâ-hındaki kuyulara el koydu ve su almak için buraya uğrayan hacı kafilelerine saldırarak çoğunu öldürüp mallarını yağmaladı. Fakat arkasından Ukaylîler'in de desteklediği Abbasî ordusu tarafından bozguna uğratılarak esir alındı, daha sonra da salıverildi. 404'te (1013) Kûfe'ye baskın yapan Hafâcîler. Ebü'l-Hasan b. Mezyed el-Esedî'nin de yardımı ile geri püskürtüldü ve yaklaşık5000'i öldürülüp esir alınanları da Bağdat'ta teşhir edildi. 417 (1026) yılında Mezyedîler'le iş birliği yapan Hafâcî reisi Ebü'l-Fityân Menî b. Hassan, Ukaylî Emîri Karvâş üzerine yürüyerek Enbâr'ı istilâ edip yağmaladı. Daha sonra da Mezyedîler'e ait Câmiayn'a saldırdı; ancak Dübeys b. Ali tarafından takip edilince oradan uzaklaşmak zorunda kaldı. Hafâcîler bir ara Enbâr'ı tekrar yağmaladılarsa da Karvâş onları bölgeden uzaklaştırıp şehri surlarla çevirdi. Bölgede takip ettiği saldırgan siyaset yüzünden yalnız kalan Hafâce reisi Men? sonunda Büveyhîler'den Ebû Kâlicâr'ı met-bû tanımak zorunda kaldı; ancak böylece kuvvet de kazanmış oldu. Buna karşılık Dübeys 420'de (1029) Ebû Kâlicâr'a bağlılık akdini feshetti. Hafâce kabilesi içinde çıkan reislik kavgaları sonunda Ali b. Sümâl öldürüldü, yerine yeğeni Hasan b. Ebü'l-Berekât geçti (425/1034).
Bağdat'ta vuku bulan isyanların bastırılmasında Hafâcîler'den destek istenildiği de olurdu; nitekim 428'de (1036-37) Barstogan Bağdat'ta isyan ettiğinde halifenin emîri Arslan Besâsiri bu isyanı onların desteğiyle bastırmıştı. Fatımî Veziri Bedr el-Cemâlî'nin Nâsırüddin el-Cüyûşî kumandasında Suriye'ye gönderdiği orduda (472/1079) Aşağı Mısır'a yerleşen Hafâcîler de vardı. Hafâcîler, 485 (1092) yılında Bağdat-Kûfe yoluyla memleketlerine dönmekte olan hacı kafilelerine saldırdılar ve çok sayıda hacıyı öldürüp mallarını yağmaladılar. Bunun üzerine Bağdat yönetimi meseleye ciddiyetle eğildi
ve bölgeye sevkettiği askerlerle bu kabileyi çökertti: bundan sonra Hafâcîler siyasî güçlerini giderek kaybettiler. 499'da {1105) Ubâde kabilesiyle kavgaya tutuşup başlangıçta Sadaka b. Mansûr'un yardımıyla üstünlük sağladılarsa da daha sonra Suriye'ye doğru sürüldüler. 507*-de (1113) i. Baudouin'i "föberiye'de kuşatan Selçuklu ordusunda onlar da vardı. XII. yüzyılın ortalarına doğru Irak'a tekrar döndüklerinde çok zayıf ve yoksul bir durumda idiler. S56 (1161) yılında Hille ve Küfe civarında toplanıp bu şehirlerden yiyecek talebinde bulundular. 588'de (1192) Benî Âmir kabilesi Basra'yı tehdit edince yardıma koştular. XV. yüzyıl müelliflerinden Kalkaşendî, Hafâcî reislerine yazılan mektuplarda kendilerine "ile'l-mec-lisi's-sâmî el-emîr" şeklinde hitap edildiğini kaydeder (Şubhu'l-a'şâ, Vll, 280).
Osmanlı hâkimiyeti sırasında Türkler'-le uzun süre mücadele eden Hafâcîler günümüze kadar İrak'ın idarî, siyasî, içtimaî ve kültürel hayatında önemli rol oynamışlardır. Bugün başta Bağdat olmak üzere Musul, Necef, Basra gibi şehirlerde yaşayan ve önemli makamlar işgal eden çok sayıda Hafâcî vardır. 1965'te Hafâce'nin Iraktaki reisi Şeyh Sakbân Ali el-Hafâcî Şatra şehrinde oturmakta ve Meclisü'n-nüvvâb'da aşiretini temsil etmekteydi. Aynı tarihte Irakta, büyük bir bölümü Kûfe'ye 200 km. uzaklıktaki Şatra ile Nâsıriye'de ve Hille ile Şenâfiye'de mukim olup tarım ve hayvancılıkla uğraşan Hafâcîler'İn sayısı 30.000 civarındaydı (M. Abdülmün'im el-Hafâcî: s. 91). Aynca sayıları tesbit edilememekle beraber halen Mısır, Suriye ve İran'da yaşayan Hafâcîler de bulunmaktadır.
Hafâcîler arasından birçok şair ve edip yetişmiştir. Bunlardan, sevgilisi Leylâ el-Ahyeliyye'ye yazdığı şiirle meşhur olan Tevbe b. Humeyyir, Ebû Muhammed Abdullah b. Muhammed el-Hafâcî ile İbn Sinan el-Hafâcî başta gelir. Meşhur dil ve edebiyat âlimi Şehâbeddin el-Hafâcî, Sicilya Emîri Hafâce b. Süfyân, İbnü'l-Kattâ es-Sıkıllî, Ebü'1-İyâl el-Hafâcî, Muhammed b. Muârik el-Hafâcî ve Ebû İshak İbrahim el-Hafâcî gibi kişiler de diğer meşhur simalardır. Son dönem Irak şairleri arasında seçkin bir yeri olan Abdül-fıâdî Muhyî ve Arap edebiyatına dair neşrettiği çeşitli klasik kaynaklarla Arap edebiyatı tarihi üzerine kaleme aldığı birçok eser yanında ailenin tarihi ve tanınmış şahsiyetleriyle ilgili bir kitap ya-
zan (bk. bibi.) Mısırlı çağdaş âlim ve yazar Muhammed Abdülmün'im Hafâcî de Hafâce kabilesine mensuptur.
BİBLİYOGRAFYA :
Tâcü'l-'arûs, "bfc" md.; İbnü'l-Kelbî, Cem-/lere(Nâcî), s. 336; İbn Düreyd, el-lştikâk, s. 299; İbn Hazm. Cemhere, s. 469; Sem'ânî, el Ensâb, V, 155; Yâkût. Mıfcemü'l-büldân (Cün-dî), 1, 330; II!, 54; İbnü'l-Esîr. el-Kâmİl, IX, 170, 174, 192, 197,223, 224, 245, 321, 352; X, 217, 399; Nüveyrî, Mhâyetû'1-ereb, II, 340; İbn Haldun. et-cİber, III, 523, 530; IV, 254, 255, 277, 278, 491; Kalkaşendî. Şubhu't-a'şâ, I, 343; VII. 280; amtf.. Nihâyetü'l-ereb, Beyrut 1405/ 1984, s. 230; Râgıbet-Tabbâh. I'lâmü'n-nübe-lâ' bi-târihi Halebi'ş-şehbâ'. Halep 1343/1925, IV, 201; Ziriklî, el-A'lâm, II, 217; M. Abdülmün'im el-Hafâcî, el-Hafâciyyûn fi't-târih |baskı yeri yok|, 1965; Bosvvorth. İslâm Devletleri Tarihi, s. 71; Kehhâle. Mu'cemu kabâ'ili'l-'Arab, Beyrut 1402/1982, I, 350 vd.; Ali Sevim, Suriye ve Filistin Selçukluları, Ankara 1983, s. 82-83; Abbâs Azzâvî. 'Aşâ'irü'l-'lrâk, Kum 1411. IV, 32, 47, 52-53, 86-89, 92-93, 104, 150, 194; Abdül-kerim özaydın. Sultan Muhammed Tapar Deo-ri Selçuklu Tarihi (498-511/1105-1118), Ankara 1990, s. 50, 122;Bustânî. DM, VII, 417-419; Kâmûsü't-a'iâm, III, 2052; F. Krenkovv, "Hafâ-ce", İA, V/l, s. 61-63; a.mlf. - [A. A. A. Dixon], ja", EF(\n%.). IV, 910-912.
1*1
EAI Hüseyin Algül
r ... n
HAFACl- ibn Sinan
Ebû Muhammed Abdullah
b. Muhammed b. Saîd
el-Hafâcî el-Halebî
(ö. 466/1073)
Arap edip ve şairi.
422 (1031) yılında Halep'in kuzeyindeki Kal'atü Azâz'da doğdu. Medine'nin güneyinden Suriye'ye göç ederek Halep civarında yerleşen Hafâce kabilesine mensuptur. Hafâcî Halep'te Kur'an, hadis, dil ve edebiyat tahsil etti. İyi bir Kur'an okuyucusu olarak yetişti ve Maarretünnu"-mân'da Ebü'l-Alâ el-Maarrfden, Meyyâ-fârikin'de Ebû Nasr Ahmed b. Yûsuf el-Menâzî'den edebiyat öğrenimi görerek bu sahanın önde gelen âlimleri arasında yer aldı.
İmâmiyye Şîası'na mensup olan İbn Sinan el-Hafâcî, Suriye ve Hicaz bölgelerinde bulunan Benî Münkız, Benî Mülhem ve Mirdâsîler gibi Şiî kökenli ailelere mensup emîrlerle yakın ilişkiler kurdu, bunlara methiye ve mersiyeler yazdı. Bu emirliklerin vezir ve kâtipleriyle iyi münasebetler tesis edip siyasetle de yakından ilgilendi ve Mirdâsîler'den Mahmüd b. Nasr adına 453'te (1061) elçi olarak Bizans'a
HAFÂCÎ, İbn Sinan
(İstanbul) gönderildi. Bir ara Mısır'a gidip Emîr Ebû Ali Nâsırüddevle'ye kasideler yazdı. Oradan hacca gitti ve 463'te (1071) Halep'e döndü.
Mirdâsî Emîri Mahmûd b. Nasr, Halep civarındaki kalelere Halep ileri gelenlerini tayin etmek istediğinden onu da doğum yeri olan Kal'atü Azâz'a idareci olarak gönderdi. Ancak hür fikirli olan Ha-fâcî'nin emirle arası açıldı. Emîr, kendisini dinlemeyen Hafâcî'yi cezalandırmak için çeşitli bahanelerle yanına çağırdıysa da Hafâcî onun huzuruna çıkmadı. Bunun üzerine, Hafâcî'nin bu makama getirilmesinde desteği olan dostu ve hâmisi kâtip Ebû Nasr İbnü'n-Nehhâs'm Hafâcî'yi zehirleterek ortadan kaldırmasını istedi. Ebû Nasr da Kal'atü Azâz'a gidip bu emri yerine getirdi. Zehirlendikten bir gün sonra ölen Hafâcî'nin cenazesi Kal'a-tü Azâz'dan Halep'e nakledilerek orada defnedildi.
Genç yaşta şiir söylemeye başlayan İbn Sinan el-Hafâcî'nin. 435'te (1043) Benî Münkız Emîri Muslihuddevle'nin ve 446'-da (1054) annesinin vefatı üzerine yazdığı mersiyelerle ünü yayılmıştır. Şiirlerinde sevgi, aşk, ayrılık, zamanın ve dünyanın kötülüğü gibi temalar ile ahlâkî konuları işlemiştir. Medih, mersiye, fahriye, hamâse türünde şiirler yazmış, hocası Ebü'l-Alâ el-Maarrrden ve bazı şiirlerini kendisine nazire yazdığı Şerif er-Ra-dî'den etkilenmiştir.
Eserleri. Şiirde olduğu kadar nesirde de üstat olan Hafâcfnin başlıca eserleri şunlardır: i. Dîvân. 1316'da(l898) Beyrut'ta basılan eser, daha sonra Abdürrez-zak Hüseyin tarafından hazırlanarak Dî-vânü İbn Sinan el-Hafâcî adıyla neşredilmiştir (Beyrut 1409/1988). 2. Sırrü'1-fe-şâha. Belagata dair olan bu tür eserlerde edebiyat ve edebî tenkit hakkında bilgi verilmesi yanında Kur'ân-ı Kerîm'in i'câzı-nın anlaşılması amacı da gözetildiği İçin Hafâcî bu iki gayeyi gerçekleştirmek maksadıyla önce sesler, harfler ve bunların sıfat ve mahreçleriyle kelimelerin fesahatine etkileri üzerinde durmuş, ardından dili ve fesahati ele almış, fesahatle belagat arasındaki farkı belirttikten sonra fasih kelime ile kelâmın şartlarını etraflıca incelemiştir. Girişte Kur'an'ın i'câ-zına temas eden Hafâcî'nin, bu konuda Mu'tezile âlimi Nazzâm'ın ortaya attığı sarfe* nazariyesini benimsediği anlaşılmaktadır. Nesirle nazmın farkını, nesir ve nazım türlerinde eser verecek kimse-
71
HAFÂCÎ, Ibn Sinan
lerin bilmesi gerekli olan hususları anlatarak kitabını bitiren Hafâcî eseri 454 (1062) yılında tamamladığını kaydetmektedir. Belagat ve özellikle fesahat konusunda önemli kaynaklardan olan eser Kendi sahasında çok itibar görmüştür. Nitekim İbnü'1-Esîr, daha önce yazılmış belagata dair eserleri beğenmediği halde Sirrü'./-/eşdha'dan övgüyle söz eder (el-Meşelü'S'Sâ% I, 35). Sırrü'l-feşâha'yı ilk defa Ali Fevde (Kahire 1350/ 1932}, daha sonra Abdülmüteâl es-Saîdî (Kahire 1372/1953} ve Abdürrezzâk Ebû Zeyd Zâyid (Kahire 1976) tahkik ederek yayımlamışlardır. Naşir adı zikredilmeden Saîdî neşrinden ofset baskılar da yapılmıştır (Beyrut 1402/1982}. Eserin sesler ve mehâric-i hurûfa dair olan giriş kısmı Fuâd Hannâ Tevzî tarafından eİ-Eş-vât ve mehâricü'l-hurûfi'l-'Arabiyye adıyla tahkik edilerek ayrıca yayımlanmıştır (Beyrut 1382/1962).
Hafâcî'nin bunlardan başka Küâbü'l-Hükm beyne'n-nazm ve'n-nesr, Kitö-bü Hikem menşûre, Kitâbü'ş-Şarfe, Kitâbü 'İbareti'l-mütekellimîn fî uşû-ii'd-dîn, Kitûbü'l-'Arûz, Fî Rtfyeü'l-hi-lûl (Safedî, XVII, 505) gibi günümüze gelmemiş kitapları da vardır.
BİBLİYOGRAFYA :
Hafâd. Sırru't-feşâha, Beyrut 1402/1982; a.mlf., Divânü İbn Sinan el-Hafâcî (nşr. Abdıir-rezzâk Hüseyin), Beyrut 1409/1988, naşirin mukaddimesi, s. 3-21; Bâharzî, Dümyetü'l-kaşr (nşr. Abdüliettâh M. el-Hulv), Kahire 1971, 1, 142; İbnü'1-Esîr. e/-Meşe(û's-sâl'r (nşr. Ahmed el-HÛfı - BedevîTabâne). Kahire 1973,1, 35-36; İb-nü'1-Adîm, Zübdetü'l-haleb, II, 36-40; Kütübî. Feuâtü'l-Vefeyât, II, 220-224; Safedî, ef-Vâft XVII, 503-508; İbn T^ğrîberdî, en-Nücûmüz-zahire, V, 96; Abdülvehhâb es-Sâbûnî. 'Uyûnü'l-müteltefât (nşr Mahmûd Fâhûrî), Dımaşk 1413/ 1992,1, 346; Keşfüz-zunün, 11, 988; Sertfs, Mu'-cem. I, 829-830; Brockelmann. GAL, I, 256; SuppL, 1, 454-455; Hediyyetü'l-'ârifin, I, 452; C. Zeydân, AdâbjDayf), IH, 19; Kehhâle, Mu'ce-mü'l-mtfellifîn, VI, 120; Şevki Dayf, et-Betâğa te-tauuur ue târih. Kahire 1965, s. 152-159; a.mlf.. Tâdhu'l-edeb, VI, 731-733; BedevîTabâne. el-BeyânüVArabî, Kahire 1396/1976, s. 189-214; Abdürrezzâk Ebû Zeyd Zâyid, 'İ!mü'l-bedic, Kahire 1977, s. 339-368; Mazin el-Mübârek, el-Mû-cez p târihi't-belâğa, Dımaşk 1401/1981, s. 87-88; G. J. H. Van Gelder, Beyond The üne, Brill 1982, s. 127-130; Abdülazîz Atik, R Târihi't-be-lâğattVArabiyye, Beyrut, ts. (Dârii'n-Nehdati'l-Arabiyye), s. 236-244; A'yânü'ş-Şfa, VIII, 71-82; Ömer Ferruh, Tarihu'l-edeb, III, 168-170; Zirik-lî. eM'/âmlFethullah), IV, 122; Besyûnî Abdül-fettâh Besyûnî. Himû'l-bedf, Kahire 1408/1987, I, 87-93; Ali M. Hasan el-Ammâri "tbn. Sinan el-yafacîve mezhebü'ş-şarfe", M£, XXII (1950), s. 345-350; Gulâmrrzâ Cemşîd Nejâd, "İbn Si-nân-ı tfafâcî", DMBİ, III, 716-718.
mi Recep Dikici 72
HAFÂCÎ, Şehâbeddin
Şihâbüddîn Ahmed b. Muhammed
b. Ömer el-Hafâcî
(ö. 1069/1659)
Mısırlı dil ve edebiyat âlimi, fakih ve müfessir.
977 (1569-70) yılında Kahire yakınında küçük bir kasaba olan Seryâkûs'ta doğdu. Soyu Hafâce kabilesine kadar uzandığı için Hafâcî nisbesiyle anılır. İlk bilgilerini devrinin Sîbeveyhi'si dediği dayısı Ebû Bekir eş-Şenevânî'den aldı. Ardından dinî ve edebî ilimleri öğrendi. Şemseddin er-Remlî, Zekeriyyâ el-Ensârî, hadis hafızı İbrahim el-Alkamî, Ali b. Ganim el-Mak-disî, Nüreddin ez-Zeyyâdî gibi hocalardan hadis ve fıkıh dersleri okuyarak icazet aldı. Ahmed el-Alkamî ile Muhammed es-Sâlihî'den edebiyat, Dâvûd el-Basîr'den tıp tahsil etti. Daha sonra babasıyla hacca giden Hafâcî Mekke ve Medine'deki edip, şair ve hocalarla tanıştı; İbn Cârullah el-İsâm gibi âlimlerle görüşüp kendilerinden istifade ettikten sonra İstanbul'a gitti. İstanbul'da Ganîzâde Mehmed Nâdiri ve Azmîzâde Mustafa Hâletî'den faydalandı, haham Dâvud'dan geometri ve cebir dersleri aldı ve Hoca Sâdeddin Efendi'den tefsir okudu. Kendisi de aralarında Ahmed b. Yahya b. Ömer el-HamevT el-Askerî ile Hizâne-tü '1-edeb sahibi Abdülkâdir el-Bağdâdî"-nin de bulunduğu birçok talebeye hocalık etmiştir.
İstanbul'da bilgisi ve şahsiyetiyle kendini kabul ettiren Şehâbeddin el-Hafâcî önce Rumeli kadılığına tayin edildi; IV. Murad devrinde (1623-1640) daha çok itibar kazanarak Üsküp ve Selanik kadılıkları ile görevlendirildi. Bu görevleri sırasında servet sahibi olan Hafâcî, daha sonra kazasker olarak Mısır'a gönderildiyse de İstanbul'da aleyhinde yapılan dedikodu ve şikâyetler üzerine vazifesinden azledilerek geri çağırıldı. İstanbul'a dönerken uğradığı Şam ve Halep'te tanıştığı âlimler kendisine yakın ilgi gösterip hakkında kasideler yazdılar ve ilmî sohbetlerinde bulundular. İstanbul'a geldiğinde beklediği ilgiyi göremeyen Hafâcî, bazı idarecilerin baskılan ve haksızlıkları yüzünden ilmî seviyenin düştüğünü, zulüm ve husumetin yaygınlaştığını, dinin istismar edildiğini ileri sürerek üzüntülerini dile getirdiği el-Makümâtü'r-Rûmiyye adlı risalesini kaleme aldı. Ayrıca Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahya
Efendi hakkında, "Bahri olup suyu bulunmayan aruz gibi, adı olan, fakat kendisi bulunmayan bir vezir" anlamında Arapça bir beyit söyleyince araları iyice açıldı. Bunun üzerine kendisine Kahire'-de bir kadılık maaşı bağlanarak İstanbul'dan uzaklaştırıldı. Bundan sonraki ömrünü eser yazmakla geçiren Hafâcî 12 Ramazan 1069 (3 Haziran 1659) tarihinde Kahire'de vefat etti.
Şehâbeddin el-Hafâcî dil. edebiyat, belagat ve dinî İlimlerdeki dirayetiyle kendini kabul ettirmiş, önemli mevkiler olan Rumeli ve Mısır kadılıklarına tayin edilerek kâdılkudât unvanını almıştır. Aynı zamanda şair olan Hafâcî manzum ve mensur eserlerinde sunîlikten uzak, başarılı bir üslûp ortaya koymuştur. Onun 10.000 ciltlik bir kütüphaneye sahip olduğu rivayet edilir. Vefatından sonra kitaplarının büyük bir kısmı talebesi Abdülkâdir el-Bağdâdfye kalmıştır. Hafâcî hakkında Abdullah İbrahim Yûsuf ez-Zehrânî tarafından bir yüksek lisans çalışması yapılmıştır (Şihâbüddîn el-Hafâcî hayâtühû ue edebûhû, Câmiatti Ümmi'1-kurâ, Külliyye-tü'l-lugati'l-Arabiyye, Mekke 1406/1986).
Eserleri. 1. Habâya'z-zevâyâ fîmâ fi'r-ricâl mine'l-bekâyâ. Bir genel kültür (edeb) kitabı olup aralarında kendisinin ve oğlunun hocalarının da bulunduğu yetmişten fazla çağdaş âlimin hayatına dair bilgi ihtiva eder. Şeyhülislâm Zekeriyyâzâde Yahya Efendi adına yazılan eser müellifin Reyhânetü'l-elibbâ'smın esasını teşkil eder. Muhammed Emîn el-Muhib-bî (ö. III1/1699). babası Fazlullah el-Mu-hibbfnin Hafâcî Mısır'a giderken Şam'da onunla karşılaştığını ve bu eserini o sırada istinsah ettiğini söylemektedir (Hu/â-şaîüV-eşer; I, 334). Kitabın çeşitli kütüphanelerde yazma nüshaları bulunmaktadır (Brockelmann, GAL, II, 368; SuppL, II, 396; Şehâbeddin el-Hafâcî, Reyhânetü'l-elibbâ1, naşirin mukaddimesi, I, 13-14). 2. Reyhânetü'l-elibbâ3* ve zehretü'1-ha-yâti'd-dünyâ. Hafâcî bu eseriyle Hab'â-ya'z-zevâyâ adlı kitabını, Ebû Mansûr es-Seâlibî'nin Yetîmetü'd-dehr'i ile İmâ-düddîn el-İsfahânî'nin Harîdetü'l-kaşr'ı tarzında kaleme almıştır. Çağdaşı olan veya kendisinden bir müddet önce yaşayan âlim, edip ve şairlerin hayatını konu alan bu kitapta onların eserlerinden bazı örnekler de nakleder. Muhammed Emîn el-MuhibbFnin Nefhatü'r-Rey hâne adıyla bir zeyil yazdığı eser, İbrahim b. Ab-dülgaffâr ed-Desûki'nin tashihiyle birkaç defa basılmış (Bulak 1273; Kahire 1294,
1306), ilmî neşri ise Abdüllatîf Muham-med el-Hulv tarafından yapılmıştır (I-H, Kahire 1386/1967). 3. Tırâzü'l-mecâlis (el-Emâtî) (Kahire 1284; Tanta, ts.). Dil ve edebiyata dair olan bu eser emâlî* tarzında elli meclisten meydana gelmekte, ayrıca tefsir, hadis ve tarihle ilgili bazı konulara da yer verilmektedir. Çeşitli edebî kaynaklarla birçoğu günümüze ulaşmamış nâdir eserlerden alınan bilgileri ihtiva etmesi eserin önemini daha da arttırmaktadır. 4. Şifâ'ü'l-ğalîl fîmâ fî kelâ-mi'I-'Arab mine'd-dahîî. Arapça'daki yabancı asıllı kelimeleri alfabetik olarak sıralayan bir sözlüktür. Çeşitli baskıları yapılan eserin(Kahire 1282, 1325'te iki baskı) ilmî neşri Muhammed Abdülmün'im el-Hafâcî tarafından gerçekleştirilmiştir (Kahire 1952 |?|). 5. Şerhu Dürreti'1-ğav-vâş fî evhâmi'l-havâş. Harîrfnin, halkın yaptığı dil yanlışlarına ilişkin Dürretü'l-ğavvâş adlı eserine yazdığı bol örnekle zenginleştirilmiş tenkitli bir şerhtir. IV. Murad'a ithafen yazılan eser İstanbul'da (1299) basılmıştır. 6. Nesîmü'r-riyûz fî şerhi Şifâ'i'1-Kâdî cjyâz. 1058'de (1648) tamamlanan eser, Kâdî İyâz'ın eş-Şifâ* bi-tcfrîfi hukuki'1-Muştafâ adlı kitabının şerhi olup Bulak (1257), İstanbul (1267), Kahire (1312-1317, 1325, 1327) ve Beyrut'ta (1326/1908, ofset)dört cilt halinde neşredilmiştir (daha geniş bilgi için bk. eş-ŞİFÂ'). 7. <İnâyetü'l-Kâdî ve kiiâyetü'r-Râzî (Haşiye calâ Tefsîri'l-Bey-zâuî) (I-VIII, İstanbul 1271; Bulak 1283). Beyzâvfnin£nvârü'MejıziJ ve esrârü 't-feVîJ adlı tefsirine yazdığı bu haşiye müellifin en hacimli eseridir. Kitapta her kelime ayrı ayrı açıklanmış ve Nesîmü 'i-riyâz'da olduğu gibi aynı konuda daha önce yazılan eserlerdeki bilgiler nakledilmekle yetinilmiştir. 8. Dîvânü'1-edeb fî zikri [mehâsini) şucarâ3î'l-tArab (Beyrut 1316/1898-99). 9. Dîvân. Bir mukaddime ile başlayıp kafiye ve konu gözetilmeden -belki de müsvedde olarak- tertip edilen divanın çeşitli kütüphanelerde nüshaları bulunmaktadır (Brockelmann, GAL, II, 368; SuppL, II. 396; Muhammed Abdülmün'im Hafâcî, s. 148).
Hafâcî'nin diğer bazı eserleri de şunlardır: el-Kaşaid, Makümetü'I-ğurbe, el-Makâmetü'l-Mağribiyye, eî-Makâ-metü's-Sâsâniyye (Reşîdüddin Vatvât'ın Mafcâme'sine nazire), ei-Maifâme(ü'r-Rûmiyye (İstanbul'daki âlimler hakkında yazılmış bir nevi şikâyetname), Hadî-katü's-sihr, eş-Şühübü's-seyyâre, Hâşi-yetü Şerhi'l-Ferfâi, Zâtü'l-emşâî (Rey-
hânetü'n-ned), er-Rİhle, er-Resfâlü'l-erbacûn, Risale fî mütehllaki'l-bes-mele, es-Sevânih, Havâşi'r-Razî ve'l-Câmî (Reyhânetü'l-elibbâ', naşirin mukaddimesi, I, 12-29). BİBLİYOGRAFYA :
Şehâbeddin el-Hafâcî, Reyhıânetü 't-elibbâ' (nşr. Abdülfettâh M. el-Hulv], Kahire 1386/1967, naşirin mukaddimesi, 1, 3-39; Muhibbi. Hutâşa-tû'ieşer, 1, 331-343; a.mlf.. Nefhatü'r-Reyhâ-ne (nşr. Abdüifettâh M. el-Hulv), Kahire 1389/ 1969, IV, 395-477; İbnü'l-Gazzî, Dîoânü't-lslâm (nşr. Seyyid Kesrevî Hasan), Beyrut 1411/1990, II, 228-229; M. AbdülmürTim el-Hafâct, el-Hafâ-ciyyûn fi't-tânfı |baskı yeri yok), 1965, s. 141-157; a.mlf.. el-Ezher R elft câm, Beyrut 1988, i, 135-149; Serkîs, Mu'cem, I. 830. 832; İtâhu'l-meknûn, I, 397, 488, 550, 571; II, 30, 646; He-diyyetü'l-'ârifîn, I, 160-161; Brockelmann. GAL, II, 368-369; Suppl., II, 396; C. Zeydân, Âdâb (Dayf), III, 308-309; Kehhâle. Mu'cemü'l-mü'el-lifın, II, 138-139; Nüveyhtz, Mu'cemü.'l-müfes-sirîn, I, 75; Ziriklî. el-AHâm (Fethullah), I, 238; Ömer Ferruh, Me'âlimü'l-edebi'l-'Arabî, Beyrut 1406/1986, II, 629-639; Sâlihiyye. et-Mu'ce-mü'ş-şâmil, II, 289-291; Abdülvehhâb Hammû-de, "Neş'etü kütübi'I-emâlî ve başâ'işuhâ", ME, XXV (1953). s. 292-297; F. Krenkovv. "Hafâcî". İA, V/l, s. 63-64; a.mlf., "al-KüafadÜ", ), IV. 912-913. j—.
HU Ali Şakir Ergin
HAFÂRE
Antlaşma veya para karşılığında tüccar, seyyah ve hacılarla
çeşitli sosyal grup
ve kişileri tecavüzden
koruma anlamında bir tabir
(bk. HİMAYE). L J
HAFID HAFAZA ^
İnsanların yaptıktan iyilik
ve kötülükleri yazan
ve bu amaçla onlan takip etmekle
görevli bulunan melekler
(bk. MELEK).
L J
r n
HAFD
(bk. SÜNNET).
r ~ı
HAFFAF
(bk. EBÜ AMR el-HAFFÂF).
HAFID
Allah'ın isimlerinden
(esmâ-i hüsnâ) biri.
Sözlükte "aşağıya indirmek, alçaltmak. değerini azaltmak" anlamına gelen hafd masdarından sıfat olup "aşağıya indiren, alçaltan, değerini azaltan" demektir. Hafd kavramı Kur'ân-ı Kerîm'de dört yerde geçmektedir. Bunların ikisinde Hz. Pey-gamber'e hitaben müminlere merhamet kanatlarını indirmesi (el-Hicr 15/88; eş-Şuarâ 26/215), birinde de mümin kişiye hitaben anne ve babaya alçak gönüllülükle merhamet kanatlarını germesi (el-İsrâ 17/24) emredilmektedir. Kıyametin kopuşunu tasvir eden diğer bir âyette
HÂHD
(el-Vâkıa 56/3) kıyametin hem alçaltıcı hem de yükseltici olduğu (fıâfıda. râfia) ifade edilmektedir. Müfessir Taberi, buradaki alçaltma ve yükseltme kavramlarının, "dünyada böbürlenerek gerçeği kabul etmeyenleri cehenneme düşürme, hakkı benimseyenleri de Allah'ın rahmetine ve cennetine yüceltme" mânasına geldiğini söyledikten sonra Katâde, İkrime ve İbn Abbas gibi sahâbîlerden başka bir yorum nakleder. Ayetin yer aldığı kompozisyon içinde daha uygun görünen bu yoruma göre söz konusu alçaltma ve yükseltme kıyametin kopuşunu haber veren sesle ilgilidir. Kur'an'da "sayha" kelimesiyle ifade edilen bu ses (Yâsîn 36/29. 53) işitme sınırlarını aşmayarak hem yakında hem de uzakta olanlara kendini duyuracaktır (Taberî, XXVII, 96). Bununla birlikte müellifler genellikle, Vakıa süresindeki "hâfıda-râfia" kavramlarını kıyametin bazı insanları alçal-tacağı, bazılarını da yücelteceği mânasına almışlardır. Bu açıdan bakıldığı takdirde, Abdülkâhir el-Bağdâdî"nin de söylediği gibi [el-Esmâ1 ue'ş-şıfât, vr. 105a) bir mekândan ibaret olan kıyametin inkarcıları cehenneme, inananları cennete koymakla sonuçlanacak alçaltma ve yükseltme fiilini işlemesi mümkün değildir. Şu halde hafd ve ref fiillerinin gerçek faili AHahtır.
Hâfıd ismi Tlrmizî ("Da'avât", 82) ve îbn Mâce'nin ("Du'â3", 10) esmâ-i hüsnâ listelerinde geçtiği gibi hafd kavramı çeşitli hadislerde Allah'a nisbet edilmiştir (bk. Wensinck, "hfçTmd.). Bir hadiste rı-zık terazisinin Allah'ın elinde bulunduğu, dilediğine az (hafd) dilediğine çok (ref) rı-zık verdiği anlatılır (Buhârî, "Tefsîr", 11/ 2, "Tevhîd", 19; Müslim, "Zekât", 37).
Esmâ-i hüsnâ sarihleri hâfıd ismine genellikle "zorbaları ve zalimleri alçaltan, Allah dostlarını yücelten" mânası vermişlerdir. Ebû Bekir İbnü'l-Arabî, yüceltme ve alçaltmaya konu olacak şeyleri maddî ve manevî olmak üzere iki gruba ayırarak maddî yüceltmeye suya mukabil arşı ("O'nun arşı suyun üzerinde İdi" mealindeki hadise işaret, bk. Buhârî, "Tefsîr", 11/2), arza mukabil semayı ve semalar arasındaki alt-üst farkını; mânevi yüceltmeye de Âdemoğulları'nın diğer yaratıklara karşı üstünlüğünü, peygamberlerin, meleklerin, âlimlerin, müminlerin aralarındaki konum farklılıklarını ve hakkın bâtıla üstünlüğünü örnek verir (et-Eme-dü'l-akşâ, vr. 124b-125a).
Allah'ın doksan dokuz ismi içinde kâ-bız-bâsıt, muiz-müzil gibi karşıt kavram-
74
lan ifade eden hâfıd ile râfi'in dua, niyaz ve övgü cümlelerinde beraberce kullanılması ve belirttikleri dengeye dikkat edilmesi gerekmektedir.
Hâfıd isminin Allah'ın fiilî sıfatları ve kevnî isimlerinden, Kur'an ve hadisteki kullanılışına bakılırsa daha çok insanı muhatap alan isimlerinden olduğu şüphesizdir. Ebü'l-Hasan el-Eş'ari, karşıt anlamlı bu tür isimlerden rahmet İfade edenlerin lütuf, diğerlerinin ise adi sıfatına râci olduğunu söyler (bk. İbn Fûrek, s. 53). Fahreddin er-Râzî, Allah'a izafe edilen hafd ve ref kavramlarını zem ve me-dihle yorumlayanlar bulunduğunu, dolayısıyla bunların zatî sıfatlar grubuna girdiğini söylüyorsa da {LeuâmCu'l-beyyi-nât, s. 244) bunu başka kaynaklarla desteklemek mümkün olmamıştır. Hâfıd ismi dâr (zarar veren), kabız (rızkı tutan) ve müzil (alçaltan, zillet veren) isimlerine muhteva bakımından yakındır.
Dostları ilə paylaş: |