85
HAFIZ AHMED PASA CAMİİ ve KÜLLİYESİ
müezzin sokakları ite sınırlanan yapı adası içinde. Malta çarşısının devamı olan Fatih caddesi üzerinde kalmıştır.
Vaktiyle caminin cümle kapısı üzerinde yer alan harap haldeki kitabe son tamiratta yapının içinde kapı kemerinin üzerine alınmıştır. AyvansarayTnin Mec-mûa-i 7evdrîh'inde altı ve yedinci satırları yanlış okunan kitabe Hadîkatü'1-ce-vâmfde doğru tesbit edilmiştir. Kitabede, külliyenin 1004 (1595-96) yılında Vezir Hafız Ahmed Paşa (ö. 1613) tarafından yaptırıldığı açık şekilde ifade edilmekte olup ayrıca külliyeyi oluşturan yapılar tek tek belirtilmiştir. Ahmed Paşa Mısır, Yemen, Bosna ve Budin beylerbeyilikle-rinde bulunan, kubbe veziri ve sadâret kaymakamı Hadım Ahmed Paşa'dır. Bazı araştırmacılar ise külliyenin kurucusunun. IV. Murad döneminde 163Z'de öldürülen Sadrazam Filibeli Hafız Ahmed Paşa olduğunu sanmışlardır. Bu durum, caminin kurucusu hakkında Evliya Çelebi tarafından nakledilen bir rivayetten kaynaklanmış olabilir. Buna göre külliyenin inşası sırasında Hafız Ahmed Paşa'nın rüyasına giren Fâtih Sultan Mehmed, onu kendi külliyesinin hemen yanında bir cami yaptırmak suretiyle cemaatini aldığından dolayı şiddetle azarlamış ve gazaba gelerek boynunu vurdurmuştur. Ahmed Paşa bir süre sonra eceliyle öldüğünde kabre konulurken mezarın kenarından düşen bir yanı keskin kaya parçası cenazenin tam boynuna isabet etmiş, böylece rüya gerçekleşmiştir.
Kitabede caminin 1004 (1595-96) yılında yaptırıldığı açıkça belirtildiği gibi, Ahmed Refik Altınay tarafından yayımlanan 13 Muharrem 1018 (18 Nisan 1609) tarihli bir hükümde de Karaman mahallesinde Hacı Hafız Ahmed Paşa'nın bina ettiği cami ve medreseye gerekli olan suyun verilmesi ilgililere emredilmiştir. Bundan başka çeşitli vakıf kütüphanelerinden alınarak Süleymaniye Kütüphane-si'nde toplanan el yazması kitaplar arasında Hafız Ahmed Paşa Camii dolaplarından taşınan kitaplarda 1012 (1603-1604) tarihli vakıf mührüne rastlanmıştır. Böylece Hafız Ahmed Paşa Camii ile külliyesinin yapımı ve tamamlanması 1609 yılına kadar sürmüş olmalıdır. Mimarının, bu yıllarda Hassa başmimari olan Dâvud Ağa olabileceği ise sadece bir tahminden ibarettir.
Cami ve külliyenin bu bölgeyi harap eden yangınlarda ne ölçüde zarar gördüğü bilinmemekte, ancak 1763 zelzelesinde en azından minaresinin yıkıldığı barok
86
üslûpta yenilenen şerefesinin biçiminden anlaşılmaktadır. Külliye için en bü-yükfelâket ise I918yılındaki Cibali-Fatih yangını olmuştur. Bu sırada etrafı saran alevlerin yalayıp geçtiği külliye fazla zarar görmemekle beraber gerekli tamirat yapılamamış ve yapılar kendi haline terkedilmiştir. Bu devirde çeşitli kısımlar tahrip ve yok edilirken bir yandan da arazisine tecavüzler olmuştur. Bunları kolaylaştıran önemli bir sebep de yangın alanlarının yeniden planlanmasında cami ve külliyenin varlığının hiç hesaba katılmayışıdır. Nitekim külliyenin esas girişi ve buradaki cephesi, medresenin bir kısmı ile caminin bir köşesi, yeniden çizilen Fatih caddesinin üstünde bir çıkıntı şeklinde bırakılmak suretiyle âdeta ortadan kalkmaya mahkûm edilmiştir. Bu tahribat gerçekleşmemekle beraber yapı bu işlek cadde üzerinde yola taşan bir çıkıntı halinde günümüze ulaşmıştır.
Hafız Ahmed Paşa Külliyesi, vakıf eserlerin yok edilmesi yolundaki davranışlardan biriyle 196O'lı yılların başlarında karşılaşmıştır. İstanbul'da bir öğrenci yurdu inşa etmek isteyen Sakarya Yüksek Tahsil Gençliği Yurt Yapma Derneği, belediye tarafından "arsa" olarak ifraz edilen medreseyi satın alıp yapıma geçmek üzere girişimde bulunmuştu. Bu sırada külliye yirmi İki yıldan beri bir yıkıcının malzeme deposu olarak kullanılıyordu. Yapılan başvuru üzerine Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü konuyu Rölöve Bürosu'na havale etti. Burada Zarif Orgun, 22 Mayıs 1963 tarihli raporunda külliyenin tarihçesiyle birlikte mevcut parsellerin durumunu da belirterek bu arsaya inşaat yapılamayacağı gibi iki yanından külliye duvarlarına yapıştırılmış binaların da kaldırılması gerektiğini açıkladı. Konu Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu'na intikal ettiğinde dernek ver-
diği dilekçesinde, "arsa civarında Hafız Ahmed Paşa Camii duvarları kalıntısı olduğundan" kurulun muvafakatinin gerektiğini bildiriyor ve bu hayırlı teşebbüsün bir an önce sonuçlandırılmasını istiyordu. Ancak Anıtlar Yüksek Kurulu toplantısında Semavi Eyice bu teklife karşı çıkarak külliyenin "birkaç duvar kalıntısı" halinde olmayıp bütünüyle ayakta durduğunu söyledi ve teklifin kabul edilemeyeceğini belirtti. Bunun üzerine kurulun bazı üyeleri durumu yerinde inceledikten sonra Gayri Menkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu, 4 Ağustos 1963 tarihli kararı ile Hafız Ahmed Paşa Külli-yesi'nin cami, medrese, türbe ve sebiliy-le restore ve ihyasının gerekli olduğunu Vakıflar Genel Müdürlüğü'ne bildirdi.
Bu karardan sonra Vakıflar İdaresi medreseyi bir dereceye kadar tamir ettirdi. Caminin ihyasına da 1976'da başlanmış, ancak onarım bitirilmeden bırakılmıştır. 1990'da Selâm Vakfı tarafından aslına fazla uygun olmayan bir tarzda tamir ettirilen cami 1991'de yeniden İbadete açılmıştır.
Bütün bölümleriyle kesme taştan yapılmış olan Hafız Ahmed Paşa Camii ve Külliyesi, avlusu medrese odaları ile çevrili camilerin çok değişik bir örneğidir. Avlunun güneydoğu tarafında yer alan cami dikdörtgen bir plana sahiptir. Kıble duvarı çıkıntı halinde olup bunun kuzeyine türbe, onun da yan köşesine sebil eklenmiştir. Dışarıdan avluya geçişi sağlayan ve tonozlu bir dehlizi olan kapının yanında aslında dârülkurrâ olduğu ileri sürülen iki katlı bir bina bulunur.
Cami. ortada büyük kubbeli bir ana mekânla iki yanındaki daha küçük ölçülerde yine kare mekânlardan oluşmuştur. Bunlardan her üçü aslında kubbeli iken bilinmeyen bir tarihte, belki de 1763 zelzelesinde yıkıldıklarından üstlerinin 1918 yangınında yok olan ahşap bir çatı ile örtüldüğü anlaşılmıştır. Cami bu şekliyle, erken Osmanlı devrinde çok yaygın olmakla beraber XVI. yüzyılın İlk yarısından itibaren artık uygulanmayan tabhâ-neli (zâviyeli) camiler tipinin son temsilcisi gibi görünmektedir. Fakat XVI. yüzyıl sonlannda ana mekânının iki yanında tab-hâne odaları bulunan camiler artık yapılmadığına göre böyle bir ihtimal inandırıcı değildir. Bu duruma göre cami aslında ortada bir büyük kubbeli, yanlarda ise daha küçük kubbeli mekânlardan meydana gelen bir tipte olup Edirne'deki Üç Şerefeli Cami'nin ufak çapta yapılmış bir çeşitlemesi olmalıydı. Ancak caminin İh-
yasında bu hususta ciddi bir araştırma yapılmadan restorasyon gerçekleştirildiği için gerçeği tesbit zorlaşmıştır.
Minare orta mekânın sağında bulunmaktadır. Eski bir fotoğrafında görüldüğü gibi şerefe çıkmasının barok profilli oluşu ve şerefe korkuluğunda kabartma girlandların bulunuşu, minarenin 1763 zelzelesinden sonra yeniden yapıldığını gösterir. Bu barok üslûptaki şerefeli minare son restorasyonda bütünüyle yenilenmiş ve mukarnaslı çıkmalı şerefesi olan taştan yeni bir minare yapılmıştır. Cami bölümünün avluya komşu tarafında bir son cemaat yeri yoktur. Son cemaat yeri aslında da yok muydu veya Vakıflar İdaresi'nin çizdirdiği bir planda işaretlendiği gibi, dârülkurrânın alt katı son cemaat yeri görevini mi görüyordu; bunu kesin olarak tesbit imkânı yoktur. Caminin giriş cephesi orijinal duvarı yıkıldığından bugün görülen kapısı ve üç bölümlü, kubbeli son cemaat yeri bütünüyle yenidir. Mihrapla minber klasik benzeri olarak yapılmakla beraber yenidir. Mihrap mukarnaslı bir yaşmağa sahiptir ve mermerdendir. Minber ise büyük emek harcanarak yine mermerden XVI. yüzyıl şebekeli minberlerinin aynen benzeri olarak yapılmıştır.
Dârülkurrâ olan yapı, cami kitlesine bitişik olup avlu girişinin üstünden itibaren Fatih caddesi boyunca sebile doğru uzanır. İki sıra pencere ile aydınlanan ve kapı dehlizinin yanındaki bir merdivenle üst kata ulaşılan bu kısmın cadde üzerindeki cephesinin taş işçiliği, külliyenin diğer bölümlerinden malzeme bakımından daha kalitesiz ve itinasızdır. Dolayısıyla bu kat ya sonradan eklenmiş veya büyük ölçüde harap olduğundan yeniden yapılmış olmalıdır.
Medrese üç taraftan avluyu sarmaktadır. Son yıllarda yeniden yapılan sivri kemerli ve kubbeli revakın gerisinde her biri dolap nişli ve ocaklı on dört hücre vardır. Batı köşesindeki boşluğun niçin bırakıldığını açıklamak mümkün değildir. Burada genellikle medreselerin çoğunda olduğu gibi bir sıbyan mektebi düşünülmüş olabileceği akla gelmektedir. Medrese İle cami kitlesi arasındaki beşik to-
nozlu dehlize de bir anlam verilememektedir. Çünkü bunun medrese odası tarafındaki duvarında aynen odalardaki gibi, yakın zamanda içleri tuğla ile doldurulmuş dolap nişleri vardır. 20 Ağustos 1330 tarihli raporda medresenin çok rutubetli on üç odadan oluştuğu, içinde ayrıca barakalar bulunduğu bildirilerek, "Fennen talebe iskânına elverişli değildir" denilmiştir. O sırada kadro dışı olan medresenin 22 Kânunuevvel 1334 tarihli bir notta yanmış olduğuna da işaret edilmiştir. Oda sayısı, Müller-VViener tarafından yayımlanan planda on beş olarak gösterilmişken Vakıflar İdaresi'nce tamirden önce çizilen planda on dörttür.
Türbe, camiden, kıble duvarının yanında yer alan ufak bir kapı ile geçilen kubbeli küçük kare bir mekândır. İhya sırasında ihmal edilerek harap halde bırakılan türbe muhtemelen 1918yangınından sonra soyulmuştur. Nitekim Hafız Ah-med Paşa'ya ait olduğu bilinen bir at zırhı Atina'da Benaki Müzesi'nde bulunmaktadır. Ancak bunun IV. Murad döneminin sadrazamı Ahmed Paşa'ya ait olması da mümkündür (GuideMusee Benaki, s. 80). 1995-1996 yıllarında yapılan son tamiratta türbe yeniden ihya edilmiştir.
Külliyenin köşesinde bulunan sebile türbeden geçilmekle birlikte ayrıca dışa açılan kapısı da vardır. Tam köşede yer alan sebilin bir mermer sütunla ayrılmış iki şebekesi bulunmaktaydı. Sebilin kubbesini duvarlara bitişik iki sütunla birlikte mermer sivri kemerler taşıyordu. 1918 yangınından sonra sebil de yavaş yavaş tahrip edilmiş, kubbe ve kemerler yıkılmış, aradaki sütunla tunç şebekeler yok edilmiştir. 1995 yılında orijinal şekline sadık kalınarak yeniden inşa edilmiştir.
Medresenin batısında bu yapıya bitişik olarak kesme taştan sivri kemerli bir çeşme vardır. Bu küçük eser de son tamirde temizlenerek ihya edilmiştir. Kütüphanenin ise evvelce cami içindeki dolaplarda olduğu bilinmektedir. Fransız şarkiyatçısı Antoine Galland, 1672'de İstanbul'da bulunduğu sırada Hafız Ahmed Paşa Külliyesi'ndekİ yazma kitapları incelediğini bildirirken buradan faydalanmak isteyenlerin uymaları gereken hususlar-
HAFIZ BERHÛRDÂR
HAFIZ BERHÛRDÂR
Eserlerini Pencap diliyle yazan Pakistanlı şair.
Hayat hakkında yeterli bilgi yoktur. Bazı kaynaklarda doğum tarihi olarak verilen 1030 (1620-21) yılı. Ferâ'iz-i Hindvî adlı eserini kaleme aldığı 1081 (1670) tarihiyle bağdaştığı halde Envâ'-ı Berhûr-ddr'ın telifiyle ilgili olarak kaydedilen 1176 (1763) tarihiyle bağdaşmamaktadır. Buna göre 1176 tarihi muhtemelen esere bir başkası tarafından eklenmiştir veya bu eser aynı adı taşıyan ikinci bir kişiye aittir. Nitekim Hamîdullah Şah Hâşimî, birincisinden 100 yıl sonra yaşayan bir başka Hafız Berhûrdâr'dan bahsetmektedir. Miyân Mevlâ Bahş Kuşte'nin Pen-câbî ŞâHrân dâ Tezkire ve Bâvâ Budh Singh'in Prem Kehânî adlı eserlerinde bir tek Hafız Berhûrdâr'ı kaydetmelerine karşılık Miyân Muhammed Bahş Sey-fü'1-mülûk, Ahmedyâr Ahsenü'l-kaşaş ve Mevlevî Dilpezîr Kaşaşü'l-muhsinîn adlı eserlerinde iki ayrı kişiden söz etmişlerdir.
Hafız Berhûrdâr, Ferâlt-i Hindvî adlı eserinde atalarının Lahor idarî bölgesinde Müselmânî köyünde oturduğunu ifade etmektedir. Onun nasıl bir öğrenim gördüğü hakkında bilgi olmadığı gibi nerede ve hangi tarihte öldüğü de bilinmemektedir. İlim tahsili için önce Lahor'a, oradan Siyâlkût'a geçtiği ve ömrünün sonuna kadar bu şehirde kaldığı söylenmiştir.
Eserleri. Hafız Berhûrdâr'ın yaklaşık kırk kitap yazdığı rivayet edilir. Bunların bir kısmı dinî, bir kısmı edebî konularda olup başlıcalan şunlardır: 1. Mirza Şâhi-bân. Mahallî lehçe yerine standart Pen-capça'yı kullanan Hafız Berhûrdâr'ın en ünlü eseri olan bu romantik hikâye, Berhûrdâr'dan önce bazı şairler tarafından da kaleme alınmakla birlikte bunlann hiçbiri onun eseri kadar etkileyici değildir. Hikâyede Berhûrdâr'ın şairlik yeteneği yanında sosyal, kültürel ve İslâmî değerler üzerindeki dikkati de göze çarpar. 2. Yûsul u Züîeyhâ. Sade bir üslûpla yazılan eserde yer yer süslü ifadelere de rastlanır, 3. Envâ'-ı Berhûrdâr, 1176 (1763) yılında yazıldığı ve ikinci bir Berhûrdâr'ın eseri de olabileceği kaydedilen bu kitap ansiklopedik nitelikte dinî bir eser olup Nehrü 'l-culûm, Bahrü 'İ-*uJûm, Şem-sü'l-'ulûm, Mütâhu'lAilûm, Necâtü'I-müslimm, Şerefü'n-nikâh, Mîzânü'ş-
88
şerVa, Miftâhu'l-muşallâ, Miftâhu's-scfâde, Miftâhu'1-fikh, Sirâcü'l-muıâ' melât, Cengnâme-i İmâm Hüseyin, Nasîhatnâme, Çerhanâme, Kışşa-iBîbî Fâtıma ve Hikâyet-i Pâk Resûî adlı risaleleri ihtiva eder. Bu risalelerde Arapça ve Farsça terkipler dikkat çekmektedir. Hafız Berhûrdâr'a atfedilen Sassi Pun-non ve Hu Rânchâ adlı hikâyelerin ikincisi ve Şîrîn Ferhâd adlı eserin ona ait olması şüphelidir.
Berhûrdâr ayrıca Kaşîde-i Bânet Sü'âd, Kaşîde-i Bürde ve Kaşîde-i Gavşiyye'yi Pencap diline çevirmiş, bazı dinî ve edebî metinleri de şerhetmiştir. Namaz hakkında sade bir üslûpla yazdığı risale ise Pencap dilindeki ilk mensur eserdir.
BİBLİYOGRAFYA :
Shafı Aqiİ. Panjab Rang, Uhore 1968, s. 29-31; Târih-i Edebiyyât-ı Müselmânân-ı Pakistan u Hind~Lahor 1971, XIII, 266-270, 353-356, 364-366; Cemil Câlibî. Târih-i Edeb-i Ürdü, Lahor 1987, 1, 612; Hamîdullah Şah Hâşimî. Pen-câbîZebân ü Edeb, Karaçi 1988, s. 471; Urdu Encyclopedia, Lahore 1968, s. 292; Âsaf Hân, "Hafız BeifcÛrdâr", ÜDMİ, VII, 807-809.
Iffl Hanif Fauq
F HAFIZ BURHAN n
(1897-1943)
Daha çok gazel okuyuşu ile tanınan |_ Türk hanendesi. j
23 Mayıs 1897*de İstanbul Aksaray'da doğdu. Asıl adı Burhâneddin olup babası II. Abdülhamid'in silâhşorlarından Tüfekçi Ahmed Bey, annesi Feride Hanım'-dır. İlk öğreniminin ardından girdiği Ko-camustafapaşa Rüşdiyesi'nden mezun oldu. Küçük yaşlarda sesinin güzelliğiyle dikkati çekti ve daha hıfzını tamamlamadan mukabele, mevlid, mersiye okumaya, zâkirlik ve müezzinlik yapmaya başladı. I918yılında hanende olarak Mu-zıka-i Hümâyun'a alındıysa da bir müddet sonra buradaki görevinden ayrıldı ve hayatını sesiyle kazandı. Zamanla dinî ve din dışı mûsiki mahfillerinin aranan üstadı olarak şöhret yaptı. Hafız Burhan'ın
doldurduğu plaklar halk arasında büyük ilgi gördü. İstanbul Radyosu'nun ilk kuruluşunda görev yapan Hafız Burhan Dâ-rütta'lîm-i Mûsiki kadrosunda da yer aldı. Ticarete atılıp bir ara plak doldurduğu Columbia şirketi temsilcisi olarak Beşiktaş'ta bir plakçı dükkânı açtı. Çoğu Atina'da olmak üzere yurt dışında konserler verdi, İstanbul'da çeşitli fasıl topluluklarında hanendelik yapmasının ardından bu faaliyetini kendi adına kurduğu zamanın meşhur hanendelerinden müteşekkil bir grupla devam ettirdi. 1930'-lu yıllarda SO lira yevmiye karşılığında fasıllarda okuduğu göz önüne alınırsa Hafız Burhan'ın dönemin sanatkârları arasındaki müstesna yeri daha kolay anlaşılır. 1918'deki Altımermer yangınından sonra taşındığı Beşiktaş'ta uzun yıllar oturduğu için "Beşiktaşlı Burhan", Muzı-ka-i Hümâyun'da bulunduğundan dolayı "Müzikali Burhan" diye de anılmıştır. Soyadı kanunundan sonra Sesyılmaz soyadını alan Hafız Burhan, Mareşal Fevzi Çak-mak'ın kızının mevlidini okumak üzere bulunduğu Ankara'da Hacı Bayram Ca-mii'ndeki mevlid esnasında 18 Nisan 1943 günü vefat etti. Cenazesi İstanbul'a getirilerek Beşiktaş'taki Yahya Efendi Dergâhı naziresine defnedildi.
Hafız Burhan'ın dinî ve din dışı sahada okuduğu eserler Türk mûsikisi yakın tarihinin nâdir icraları arasında yer alır. İlk mûsiki derslerini ağabeyinden almışsa da onun köklü bir mûsiki eğitimine sahip olduğu söylenemez. Muzıka-i Hümâyun'da bulunduğu sırada Muallim İsmail Hakkı Bey'den, ayrıca Zâti Arca ve Lemi At-lı'dan faydalandı. Parlak, geniş ve tenor bir sese sahip olduğundan gerek minarede gerekse cami İçerisinde okuduğu ezanlarla, Âyetü'l-kürsî ve büyük âminlerde müezzinliğin en güzel örneklerini vermiştir. Mevlid okumadaki başarısını İse özellikle belirtmek gerekir. Arkadaşı Ali Rıza Sağman, onun Hafız Sami ve Hafız Şaşı Osman'dan sonra devrin en iyi mevlidhanı olduğunu söyler {Meşhur Hafız Sami Merhum, s. 113).
Gazel formunun son ustalarından olan Hafız Burhan ayrıca türkü, şarkı, ninni, kanto, tango, operet, marş türlerinde pek çok eseri plağa okumuştur. Gür sesinden dolayı İstanbul Radyosu'nun Galatasaray Postahanesi'nin üst katındaki ilk yayınlarında mikrofona arkasını dönerek okuduğu söylenir.
Abdülhak Hâmid'in Târik adlı piyesinde yer alan "Her yer karanlık pür nûr o mevki" mısraı ile başlayan ve halk ara-
sında "Makber" adıyla anılan mersiyesi Hafız Burhan'ın emsalsiz icrasıyla çok tutulmuş olup günümüz icracıları tarafından da aynı üslûpta okunmaya çalışılmaktadır. Bazı filmlerin müziğini hazırlayan Hafız Burhan ayrıca birkaç şarkı bestelemiştir. Bunlar arasında uşşak makamındaki, "Hasta kalbimde açılmış ebedî bir yarasın" mısraı ile başlayan şarkısı ile neva makamında ve gazel tarzındaki "yeni ninni"si (mihnet-i dünyâ) özellikle belirtilmelidir.
Columbia plak şirketi 1970'te Hafız Burhan'ın seçme eserlerinin yer aldığı bir plak çıkarmış, 1993 yılında da toplam yirmi eserinin bulunduğu bir CD'si yayımlanmıştır.
BİBLİYOGRAFYA :
Ergun. Antoloji, II, 656, 717; Ali Rıza Sağman. Meşhur Hafız Sami Merhum, İstanbul 1947, s. 112-113; Vural Sözer. Müzik oe Müzisyenler Ansiklopedisi, İstanbul 1964, s. 384; Özalp, Türk Musikisi Tarihi, il, 125; Öztuna. BTMA, II, 299; Cemal Ünlü. "Sesyılmaz, Burhan", DBİstA, VI,
539' n
Hffl Nuri Özcan
HÂFIZ-ı EBRU
Şihâbüddîn Abdullah
b. Lutfillâh b. Abdirreşîd-i
Bihdâdînî-yİ Hâfî
(ö. 833/1430)
Umurlular döneminin ünlü tarihçi ve coğrafyacılarından.
Nisbesinden Hâf a bağlı Bihdâdîn köyünden olduğu anlaşılmaktadır. Herat'ta doğduğu ve uzun süre burada kaldığı için Herevî olarak da tanınır. Hâfız-ı Eb-rû'nun iyi bir öğrenim gördüğü eserlerinden belli olmaktadır. Hayatının olgunluk döneminde muhtemelen münşî olarak Timur'un sarayına girdi. Burada sûfî Ni'metullah-ı Velî. Nizâmeddin Şâmî gibi kişilerle tanıştı. Anadolu seferi de dahil olmak üzere Timur'un bazı seferlerine katıldı. Timur'un ölümü üzerine (1405) intisap ettiği oğlu Şâhruh'tan da aynı ilgiyi gördü. Şâhruh'un Karakoyunlular'la yaptığı savaştan sonra Azerbaycan'dan dönerken Zencan civarında Serçem adı verilen yerde vefat eden (3 Şevval 833/ 25 Haziran 1430) Hâfız-ı Ebrû'nun cenazesi Zencan'a getirilip Şeyh Ebü'1-Ferec-i Zencânfnin türbesine defnedildi.
Eserleri. Farsça, Türkçe ve Arapça bilen Hâfız-ı Ebru, Moğol dönemi tarihçilerinin aksine eserlerini sade bir dille yazmaya ve olayları doğru olarak nak-
letmeye çalıştığı gibi olayların zaman ve mekân boyutu üzerinde de durmuştur. Başlıca eserleri şunlardır: 1. Mecmû'u-i Hâfız-ı Ebru. Müellifin 820'de (1417) Şâhruh'un emriyle hazırladığı bu külliyat önemli tarih kitaplarından meydana gelmekte olup eserde sırasıyla Hâfız-ı Ebrû'nun yazdığı giriş, Bel'amrnin Terce-me-i Târih-i TaberTsl Hâfız-ı Ebrû'nun Târih-i Taberîye yazdığı zeyil, Reşîdüd-din'in Câmfu't-tevârîh'me giriş, Câ-mi'u't-tevârih, Hâfız-ı Ebrû'nun Kert-ler'in tarihi ve nesebi hakkında verdiği kısa bilgi. Hâfız-ı Ebrû'nun Tugay Timur, Emîr Velî. Serbedârîler ve Emîr Argun Şah'la ilgili dört risalesi. Câmfu't-tevâ-rih'e Hâfız-ı Ebru tarafından yapılan ve Azerbaycan ile Irak'ta 703-795 (1304-1393) yılları arasında meydana gelen olayları ihtiva eden zeyil (nşr. Hânbâbâ Beyânî, Tahran 1350), müellifin Muzaf-ferîler'le ilgili tarihi, Nizâmeddin Şâmî'-nin Zafernâme'si, Zafername'ye Hâfız-ı Ebru tarafından yapılan zeyil (nşr. Kerîmi, Tahran 1328) ve 819 (1416) yılına kadar Şâhruh dönemi tarihi yer almaktadır. Bunlardan Taberî, Reşîdüddin ve Nizâmeddin Sami'nin eserleri dışında kalanlar bizzat Hâfız-ı Ebrû'nun kaleminden çıkmış olmakla beraber müellif Kertler'in tarihini yazarken Seyf b. Muhammed el-HerevTnin Târihnâme-i Herât, Muzafferîler'le ilgili olan kısımları yazarken de Muînüddîn-i Yezdfnin Me-vâhib-i İlâhî adlı eserlerinden genişçe nakiller yapmıştır. Eserin birçok kütüphanede yazma nüshaları bulunmaktadır (Storey, l/l, s. 87-88). Tugay Timur. Emîr Velî. Serbedârîler ve Emîr Argun Şah ile Kertler tarihinin son dönemi F. Tauer tarafından neşredilmiştir (Penc Risâle-i Târihî der Bâre-i Hauadiş-i Deurân-t Emîr Timûr-ı Gürgân. Cinq opuscules de Hâ-fız-i Abrü concernant l'histoire de Viran au tempts de Tamerlan, Prague 1959). 2. Mecmtfu 't-tevârîh (Mecma'u't-tevâri-hi's-sultâniyye). Hâfız-ı Ebrû'ya asıl şöhretini kazandıran bu eser dört bölüme ayrılmıştır: Hz. Âdem'den Hz. Muham-med'e kadar gelen peygamberler ve İslâm'dan önce İran'da hüküm süren hanedanlar; Hz. Peygamber'in hayatı ve Abbâsîier'in sonuna kadar olan dönemin tarihi; Saffâriler, Sâmânîler, Gazneliler. Gurlular, Selçuklular, Hârizmşahlar. Cengiz Han ve haleflerinin tarihi (ilk üç kısmın yazma nüshaları İçin bk. Zübdetü't-te-uarîh, mukaddime, s. 16 vd.); Şâhruh'un oğlu Mirza Baysungur'a ithaf edildiğinden dolayı Zübdetü't-tevârih-i Bây-
HÂFIZ-l EBRU
sungurî adını alan bölüm. Bu son bölüm iki kısımdan oluşmaktadır. Birinci kısımda İlhanlı Hükümdarı Ebû Saîd'in ölümünden (736/1355) başlayarak Timur'un ölümüne (807/1405) kadar geçen dönemin İran ve Türkistan tarihi, ikinci kısımda 830'a (1427) kadar Şâhruh döneminin tarihi yer almaktadır. Yıl esasına göre düzenlenen eserin dördüncü bölümünün ikinci kısmı müellifin yaşadığı döneme ait olayları ihtiva ettiği için ayrıca önem taşımaktadır. Şâhruh'un Karako-yunlular üzerine çıktığı ikinci sefere katılan müellifin seferden dönerken vefat etmesi sebebiyle eserin tamamlanamadığı anlaşılmaktadır. Hâfız-ı Ebru bu kitabını kaleme alırken Taberfnin Târih, Mes'ûdî'nin Mürûcü'z-zeheb, Firdevsî*-nin Şâhnâme, Utbî*nin Târîh-i Yemini, İbnü'l-Esîr'in el-Kâmil, Mirza Şerefed-din Kazvînfnin ei-Mi/cem fî âşâri mü-lûki'l-'Acem, Zahîrüddîn-i Nîsâbûrfnin Seicûknâme, Cûzcânînin Tabaköt-ı Nâ-şıri, Atâ Melik Cüveynî'nin Târih-i Ci-hângüşâ, Kâdî Beyzâvî'nin Nizâmü't-tevârih, Vassâfın Târîh-i Vaşşâf, Reşî-düddin'in CâmFu't-tevârîh ve Hamdullah el-MüstevfTnin Târih-i Güzîde adlı eserlerini kaynak olarak kullanmıştır. Birçok yazma nüshası bulunan eserin (Münzevî, VI, 4190-4194) dördüncü bölümünü Seyyid Kemâl Hâc Seyyid Cevâ-dî Zübdetü't-tevârîh adıyla iki cilt halinde yayımlamış (Tahran 1372), kitabın İsmâilîler'le ilgili kısmını da Müder-ris-i Zencânî neşretmiştir (MecmaVMe-vârîhi's-suitâniyye: Ktsmet-i hulefâ-i cAte-oiyye Mağrib ve Mısır ue Nizâriyân ve re-Rkân, Tahran 1364). 3. Coğraiyâ-yı Hâfız-ı Ebru. Müellif. Şâhruh tarafından. Mesâlikü'l-memâlik ve şuverü'1-ekö-lîm adlı Arapça eserin benzerini Farsça olarak yazmakla görevlendirilince, bu konuda daha önce kaleme alınan coğrafya kitaplarını gözden geçirip kendi müşahedelerine ve güvenilir kişilerin ifadelerine dayanarak bu eserini yazmaya başlamıştır (817/1414). İki ciltten oluşan kitabın 1. cildinde ülkeler, denizler, ırmaklar ve dağlardan bahsedilerek Fars ve Kirman tarihi ele alınmakta. II. ciltte Horasan ve şehirleri hakkında bilgi verildikten sonra Horasan'ın fethinden 823 (1420) yılına kadar olan tarihi anlatılmaktadır (yazma nüshaları için bk. Züb-detü't-teuârîh, mukaddime, s. 15). Horasan'ın Herat kısmı, Gulâm Rızâ Mâyil-i Herevî tarafından Coğrafyâ-yı Hâfız-ı Ebru Kısmet-i Rub'-ı Horasan Herât adıyla neşredilmiştir (Tahran 1349 hş).
89
BİBLİYOGRAFYA :
Hâfız-ı Ebru, Zübdetü't-tevârîh (nşr. Seyyid Kemâl Hâc Seyyid Cevâdî), Tahran 1372, naşirin mukaddimesi; Hândmîr. Habibü's-siyer, IV, 8; Keşfu'z-zunûn, II, 951; Barthold. Türkistan, s. 40, 72 vd., 106, 112, 361; a.mlf.. fiba/Izf Abru i yego soinĞntya, al-Muzaffariya, Petersburg 1897, s. 1-28; a.mlf., "Hafız Ebru", İA, V/l, s. 77; Browne. LHP, III, 424-426; Storey, Persian Literatüre, 1/1, s. 86-89; II, 132; Tebrizî, Reyhâ-netü't-edeb, 11, 9-10; Safa, Edebİyyât, IV, 486-489; a.mlf., Gencîne-i Sühan, V, 181-187; Ka-ratay, Farsça Yazmalar, s. 52-53; Nefisi. Târih-i Nazm u Neşr, I, 237-238; I. Krachkovsky. 7arî-hıt'l-edebi't-coğrâfıyyİ'l-'Arabî (trc. Selâhad-din Osman Hâşim). Kahire 1965, II, 525-528; Rypka. HIL, s. 440; Münzevî, Fihrist, VI, 4190-4194; Hânbâbâ. Fihrist, II, 1554-1555, 2409-2410; IV, 4532; H. M. Elliot - J. Dowson. The History of India, Delhi 1990, IV, 1-6; İsmail Aka, Mirza Şahruh ue Zamanı, Ankara 1994, s. XVI, XVII, XVIII, XIX; Hânbâbâ Beyânî. "H. A. Bihdâdînî est?", Âmuziş u Perverİş, X, Tahran 1319 hş., s. 62-64; a.mlf.. "Hâfız-ı Ebru ve Hakikat u Fevâ'id-i 'ilm-i Târih ez Nazar-ı Vey", Berresihâ-yt Tarihî, V/4, Tahran 1349 hş., s. 231-254; a.mlf., "Şahnâme-i Baysun-gurî ve Hâfız-ı Ebrû", a.e., VI/3, Tahran 1350 hş., s. 159-178; E Tauer, "Beitrâge zur Kennt-nis der Geschichtes werke Hâfız-i Abrüs", Bib-liotheca Orientalis, XV, Leiden 1958, s. 146-148; a.m!f., "Timurlular Devrinde Tarihçilik" (trc. A. Ateş], TTK Belleten, XXIX (1965). s. 53-57; a.mlf.. "Hafız Abrü", EP (İng), III, 59-60; A. K. S. Lambton. "Early Timurid Theories of State: Hafız Abrü and Nizam ai-Din Sami", BEO, XXX (İ978), s. 1-9; Ferhad Defterî, "Tâ-rîh-t İsmâ'îliyye-i Hâfız-ı Ebrû", Neşr-i Daniş, VI/6, Tahran 1365 hş., s. 34-37; Dihhûda, Lu-ğatnâme,X\, 106-108. rr\
Dostları ilə paylaş: |