B- Kurtuluş
Kurtuluş, 12 Eylül öncesinde, THKP-C kökenli gruplardan klasik THKP-C mirasını en köklü biçimde inkar eden, bu mirasın küçük-burjuva maceracı özelliklerinden kopuşarak “kitle çizgisi” anlayışı doğrultusunda bir siyasal faaliyet öngören bir yapıydı. Kurtuluş’un “kitle çizgisi” anlayışı, diğer devrimci-demokrat akımlara göre, işçi sınıfı vurgusuyla çok daha belirgin bir içiçeliğe sahipti. '70 sonrası dönemde, siyasal-teorik yeniden inşa dönemini revizyonist-reformist akımlara çok yakın bir pozisyonda yaşayan Kurtuluş, temel tezlerini oluştururken(141)modern revizyonist tezlerden kuvvetli bir biçimde etkilendi. Bu özellikleriyle Kurtuluş, ‘80 öncesi devrimci-demokrat akımın sözde işçi sınıfına gerçekte ise reformizme en yakın temsilcisi oldu.
Kurtuluş’un sözde sınıf vurgusu, genel siyasal faaliyetinin sınıf eksenli bir faaliyet olduğu anlamına gelmez. Tersine o da, ‘70 sonrası tüm devrimci demokrat akımlar gibi, küçük-burjuvazinin en dağılgan kesimlerinin hareketliliği üzerinde şekillendi. Sınıf içerisinde güç olmaya çalıştığı ölçüde, bu siyasal çaba ekonomizm-sendikalizm çerçevesini aşamadı. Kurtuluş, TKP’ye karşı her zaman duyduğu üstü örtülü hayranlıkla, onun yöntemiyle DİSK içerisinde belirli sendikaların yönetimini ele geçirmeye dayalı faaliyeti etkin bir sınıf siyaseti saydı ve uyguladı.
Kurtuluş, aynı zamanda, 12 Eylül öncesinin genel siyasal tablosuna uygun bir biçimde, gevşek-legalist bir örgütlenme platformuna sahipti. Legal bir yayın ve dernekler üzerindeki çalışma siyasal faaliyette son derece merkezi bir yere sahipti. Örgütün faaliyetini sürükleyen kadroların hemen tümü aynı zamanda legal faaliyetlerde de merkezi konumdaydılar.
Kurtuluş da tüm diğer devrimci-demokrat akımlar gibi, programatik düzeyde demokratizm sınırlarını aşamıyordu. Türkiye’nin sosyalizme geçiş için bir ön siyasal demokrasi dönemine ihtiyacı olduğu paradigması, Kurtuluş’u yer yer faşizme karşı mücadele adı altında CHP reformizmiyle ortak platformlara sürükleyebiliyordu. Demokrasi perspektifinin bir sonucu olarak, faşist teröre karşı sık sık CHP parlamento grubunu göreve çağırmakta “sosyalizm” adına herhangi bir çelişki görmüyordu.
Sınıf dışı bir çalışma, öğrenci ve marjinal kesimler üzerinde yükselen bir siyasal faaliyet, gevşek-legalist bir örgütsel platform ve daha da önemlisi, demokrasici bir ideolojik-programatik çerçeve-Kurtuluş 12 Eylül sürecine girildiğinde işte böyle bir siyasal platformun temsilcilerinden biriydi.
Kolay yenilgi ve örgütsel-ideolojik tasfiye süreci, Kurtuluş hareketinin de kurtulamadığı bir “yazgı” oldu. Dahası Kurtuluş önderliği, bir dönem gündeme getirdiği “ricat” taktiği ve ardından örgütü sürüklediği “sosyalist demokrasi” tartışmalarıyla, bu tasfiye sürecini yönlendirdi de. Kurtuluş 1987-88’li yıllara kadar az-çok kendini toparlamaya çalışan, zayıf da olsa bir illegal mekanizmaya sahip olan bir hareketti. Gerek legalite olanaklarının ortaya çıkmasıyla, gerekse “sosyalist demokrasi” tartışmaları adı altında bir ideolojik tasfiye süreci yaşamasıyla, örgütsel planda da tümüyle tasfiye edildi. Bizzat “önderler”i tarafından...
Toparlanma döneminin nesnel bir ihtiyaç olarak dayattığı geçmişi değerlendirme görevinden uzun süre ısrarla kaçınıldı. Bunun yerine “sosyalizmin geçmişini” tartışmayı yeğleyen Kurtuluş; Gorbaçovcu rüzgarın da etkisiyle liberal demokrat karakterini bu dönem içinde iyice derinleştirdi. Mevcut sosyalizm deneyiminin “demokrasi” alanındaki zaafları, burjuva demokratik normlara tutkunluğa ve bunların sosyalizm için de geçerli “kutsal kurallar” olarak değerlendirilmesine dayanak yapıldı.
Ve çok daha önemlisi, Kurtuluş, sosyalizmin deneyimine ilişkin tartışma(142)aracılığıyla, kendi geçmişine yönelik değerlendirme ve özeleştiri ihtiyacının üstünü örttü. O’na göre, sol hareketin 12 Eylül’deki yenilgisini anlamak ancak iki unsurun bilince çıkarılmasıyla mümkün olabilirdi. Birincisi; sosyalizmin evrensel plandaki sorunlarının temelinde yatan “ekonomizm” ve “dogmatizm” sapması, Türkiye sol hareketinin de yenilgisinde temel bir faktördü. İkincisi; sol hareketin uluslararası komünist hareketin parçalanmış yapısının bir izdüşümü olarak bölünmüşlüğüydü. Bu bölünmüşlük hem sol hareketin kitleselleşmesini, hem de 12 Eylül rejimine karşı birleşik ve kararlı bir direncin geliştirilmesini olumsuz yönde etkilemişti.
Tüm diğer devrimci-demokrat akımlarda olduğu gibi Kurtuluş’un geçmiş değerlendirmelerinde de, oturulan toplumsal tabanın analizi, bunun ideolojik ve programatik şekillenişi ile temel taktikler üzerindeki etkisi, illegal bir ihtilalci örgütlenme inşa edememiş olmak ve demokrasi perspektifini aşamamak gibi son derece temel nedenlerin özenle atlandığı görülmektedir. Soldaki parçalanmışlığın da temel nedeni olan bu olgular, son derece kolaycı ve açıklayıcı değeri hayli zayıf bir gerekçeyle, “uluslararası komünist hareketin etkisiyle” ikame edilmekte, ikincisi birincisinin üstünü örtmek için kullanılmaktadır.
Kurtuluş, kolay yenilginin bir başka nedeni olan gevşek-legalist örgütlenme ve çalışma tarzının aşılması konusunda da herhangi bir ileri adım atamamıştır. Tersine yeniden toparlanma sürecine legal yayınlar aracılığıyla girmiş, daha sonraki süreçte dağınık ve oldukça yetersiz de olsa varlığını koruyan illegal yapıyı tasfiyeye yönelmiştir.(Örneğin yeni Kurtuluş gazetesi de çıkış anından itibaren legal yayın ve bürolar etrafında bir siyasal çalışma perspektifini ortaya attı. 5. sayıdan itibaren ters yönde vurgulara rastlanmaya başlasa da, anlaşılan o ki, bu “vurgu sahipleri de” sonuçta legalist kervana katılmaya karar verdiler ve bir süre sonra legalizm sorunsuz biçimde bu dergiye hakim oldu.)
Neticede Kurtuluş, geçmiş evrensel ve ulusal süreci onun en kritik noktasından, sosyalizmin demokrasi perspektifine heba edilmesi noktasından eleştirip aşamamış, tersine onu derinleştirmiştir.
Devrimci hareketin hemen tüm unsurları gibi Kurtuluş da yeni döneme önemli ölçüde kaldığı yerden, temel küçük-burjuva yaklaşımları koruyarak devam etmeye çalıştı. Eski yaklaşımları kendi içinde restore ederek kısa zamanda eski güçlerine kavuşacağını umdu. Ne var ki, ideolojik dağılma süreci Kurtuluş’ta, örneğin TDKP gibi hareketlerden daha önce belirginleşti. Her atılan adım, her yapılan iç tartışma, sürekli “kan kaybıyla” sonuçlandı. İdeolojik dağılma siyasal ataleti kaçınılmazlaştırdı ve Kurtuluş neredeyse “iç tartışma” yapmaktan mücadele etmeyi tümüyle unuttu.
Bugün Kurtuluş’u tasfiyeci konuma sürükleyen temel etmenlerden biri de, yukarıdaki temel etmenlerle bağlantılı olarak, politika alanında büyük bir kısırlaşmaya sürüklenmesidir. Çıkarılan yayınlara şöyle bir gözatmak dahi Kurtuluş’un bu alanda tam bir kısırlaşma yaşadığını ortaya sermeye fazlasıyla(143)yeter.
Öğrenci hareketine yönelik “dernek politikaları”, sınıf hareketini kazanmak için gündeme getirilen DİSK, sol hareketi birleştirmek için gündeme getirilen “açık parti” projeleri, Kurtuluş’un '87-92 yılları arasındaki politik açılımlarının tablosunu oluşturmaktadır.(Kuşkusuz bunlara, seçim dönemlerinin klişeleşmiş “taktik’lerini ve burjuva siyasilerinin yasaklarının kalkması için yürütülen “demokrasi kampanyası”nı da eklemek gereklidir!)Bu politikaların ekonomist ve liberal demokrat karakteri bir yana. Biz burada asıl bu politikaların, aynı zamanda sınıf ve sol hareket gerçeğine müthiş bir yabancılaşmanın göstergeleri olduğuna dikkat çekmek istiyoruz.
Tüm devrimci-demokrat yayın organlarında, harekete müdahalenin sorunları, yol ve yöntemleri üzerine ciddi bir politik açılım çabasına rastlamak olası değildir. İdeolojik kriz politikada da bir krize dönüşmüştür. Ne var ki tüm bunlar dergi sayfalarında yokken, sol hareketin marjinalliği ve meşruluğunu yitirmesi üzerine tartışmalar ve bu tartışmalar üzerine oturan birlik ve açık parti “politikaları” sayfalar boyu sürüp gelmektedir.
***
İdeolojik-programatik alanda sosyalizm yerine demokrasiciliği; örgütsel planda fabrika hücreleri temeline dayalı bir sınıf örgütü yerine, sınıf temelinden bağımsız devrimciler örgütü perspektifine saplanıp kalmak, bu temel küçük-burjuva yaklaşımları aşamamak, sosyalizmin prestij kaybı ve işçi hareketindeki konjonktürel durgunlukla birleşince, Kurtuluş, tasfiyeci bir sürece sürüklenmiş, bu süreç içinde bugün artık hemen tamamen tasfiye olmuştur.
Bu ideolojik dağılmanın, politik atalet ve iddiasızlaşmanın legal parti projelerinin ortaya atılmasında son derece belirleyici bir rolü vardır. Kurtuluş sayfaları bu dağılma ve iddiasızlaşmanın açık örnekleriyle doludur. Yalnızca bir örnek;
”... Bunun yanında, bir çok proletarya sosyalisti politik mücadelenin dışında durmakta, günlük yaşam kaygılarının burgacında boğulmaktadır. Apolitik konumumuz kitle gösterilerine katılan proletarya sosyalistlerinin sayıca azlığında, dağınıklığında, şevksizliğinde kendini göstermekte; sosyalizm anlayışımızla örtüşmeyen sloganların saflarımızda yankı bulmasına yolaçmaktadır.''(Kurtuluş, sayı:8, s.7)
C- TDKP
TDKP, yakın dönemde legal parti projelerine yeşil ışık yakan yeni örgütlerden biri oldu. TDKP açısından bu yeni yöneliş hayli ilginç ve önemli. Zira TDKP, legal parti kurmanın bugünle kıyaslanmayacak derecede daha “makul” kabul(144)edilebileceği konjonktürlerde dahi, bu tip girişimleri reformizm, legalizm, tasfiyecilik vb. ile eleştirmiş ve teşhir etmeye çalışmıştır.
Dostları ilə paylaş: |