III- Devrimci alternatifin oluşmaması
Kapitalizmin derinleşen çok boyutlu bunalımı karşısında işçi sınıfı hareketinin Avrupa’da halihazırdaki ideolojik etkinliğine ve politik varlığına gelince, malesef gerçeği teslim etmek ve dolayısıyla olumsuz bir tablo çizmek zorundayız. Karşı devrimci güçlerin şahlanmaya başladıkları, sermayenin saldırılarına her gün bir yenisini eklediği bir ortamda, Avrupa’da işçi sınıfı hareketi bugün halen dağınık, örgütsüz ve devrimci bir önderlikten yoksundur. İdeolojik bir cereyan estirmek, politik bir ağırlık oluşturmak, sermayenin doludizgin saldırılarına göğüs germek, politik bir çekim merkezi olmak bir yana, işçi sınıfı, ekonomik talepleri doğrultusunda veya tarihsel kazanımlarını korumak için bile henüz topyekün harekete geçemiyor.
Burjuvazi işçi sınıfının bu durumuyla açıktan ve hiç çekinmeden alay(162)etmektedir. Onun on yıllar boyunca çetin mücadelelerle, kan dökerek elde ettiği ekonomik ve demokratik kazanımlarını bakanlık teknokratları, işveren danışmanları hiçbir kaygıya kapılmadan, çoğu kez sendika bürokratlarıyla işbirliği ve suç ortaklığı içinde, tek tek makaslamaktadırlar. Buna itiraz edilebilir. Denebilir ki, Avrupa’nın tüm ülkelerinde bir çok işkolunda günübirlik grevler yaşanıyor, sosyal çalkantılar sürüp gidiyor, hatta genel grevler patlak veriyor vs. Bütün bunlar elbette doğru.
Fakat işçi sınıfı toplumsal bir güç olarak sermayenin saldırıları karşısında kendisini yalnızca savunmaya çalışıyor, dahası pasif savunmadan aktif savunmaya bir türlü geçemiyor. Oysa yaşanan saldırılar parça parça yürütülen eylemlerle, kısmi genel grevlerle berteraf edilebilecek türden değildir. Ortam ve koşullar başka cevaplar gerektiriyor.
Sorunun uluslararası boyutunu saklı tutmak kaydıyla, bu durumun esas sorumluluğu kuşkusuz işçi sınıfını Fransa’da, İtalya’da, İspanya’da, Portekiz’de “resmen” temsil eden, tamamen sosyal demokratlaşmış, ruhsuzlaşmış eski komünist partilerinin omuzlarındadır. Bu partilerin yürüttüğü politik çalışma, sınıfa ideolojik bir iktidar perspektifi kazandırmak, onu düzen karşıtı bir alternatif program ekseninde örgütlemek yerine, sadece kendi kurumsal varlıklarını korumaya yönelik bir endişeden öte gitmiyor.
Avrupa’da yaygın işçi eylemleri yaşanıyor. Toplumsal hoşnutsuzluk enine boyuna yayılıyor, hatta bazı orta sınıf katmanlarını da etkisi altına alıyor. Fakat önderlik boşluğu her adımda kendisini ortaya koyuyor.
Avrupa’da bu rolü oynadıklarını iddia eden partiler mevcuttur. Eğer somut bir örnek vermek gerekirse, ilk akla gelen kuşkusuz Fransız Komünist Partisi (FKP)'dir. Görkemli bir tarihsel miras sayesinde bugün halen ayakta durabilen FKP’nin 70 bin üyesi, ikinci emperyalist savaş sırasında Naziler ve onların Fransız işbirlikçileri tarafından katledilmişti. 1947’de bir milyonu aşkın üyesi olan FKP, o dönem her seçimde geçerli oyların % 25’ini aşkın bir kesimini alabiliyordu. Şimdi ise % 5 civarına kadar düşmüş durumda.
Proletarya diktatörlüğünü reddeden, lafızda da olsa devrimci literatürün tek kelimesini dahi kullanmayan, devrim yerine seçimle işbaşına gelmeyi hedefleyen FKP, devrim kavramı yerine değişim, işçi sınıfı yerine insanlar terimini kullanıyor. Üretim araçlarının toplumsallaştırılması ve sosyalist inşa programı yerine tekelci devlet kapitalizmini savunuyor. Tek kelime ile sosyalizmi teorik ve pratik açıdan kökten reddeden FKP’nin adı ve amblemi dışında, komünizmi veya devrimciliği çağrıştıran hiç bir yanı kalmamıştır.
Fransız işçi sınıfı onu on yıllardır omuzlarında taşıdı ve halen önemli ölçüde destekliyor. FKP bu destek ve fedakarlığı 1981’de Mitterrand için bir basamağa dönüştürdü, sonucu biliniyor. FKP için işçi sınıfı kendisine seçimlerde oy verecek bir toplumsal tabandan, bir insan kitlesinden ibarettir.
Avrupa’daki diğer komünist partileri de işçi sınıfının seçimsel desteğini, burjuva düzenin politik yelpazesinde tutunabilmek ve sonuçta var olmak için bir manivelaya dönüştürmüş bulunuyorlar. Denebilir ki tek endişeleri, işçi sınıfından(163)aldıkları, daha doğrusu almaya halen devam ettikleri destek karşılığında, düzen tarafından muhatap olarak kabul edilmek ve öyle muamele görmektir.
Tek kelime ile özetlemek gerekirse, bu partiler burjuva düzenle bütünleşmişlerdir ve ona ayak uydurabilmenin uğraşısı içindedirler. Klasik burjuva politik yaşamının reformist kanadı durumundadırlar. Dolayısıyla, Avrupa’da gittikçe yaygınlaşan toplumsal muhalefeti örgütlemenin, yönlendirmenin ve harekete geçirmenin halihazırda mevcut potansiyel olanaklarını tekellerinde tutan eski komünist partilerin durumu budur. Onlar bugün için aynı zamanda yeni bir devrimci dinamiğin doğmasının önünü tıkayan başlıca, engellerden biridirler.
Dostları ilə paylaş: |