Front National'in geri kitlelere yönelik politik programı, denebilir ki yabancı düşmanlığını temeli eksen alan asılsız verilerin demagojik olarak abartılmasından ve buna dayanan ırkçı-şovenist bir ajitasyondan başka hiçbir şey içermiyor. Front National'in ilk seçim başarısı, bu politika sayesinde 4 Eylül 1983'te, yabancı işçi oranının yüksek olduğu 30 000 nüfuslu Dreux kentinin belediye seçimlerinin ilk turunda elde edildi. Genel Sekreter Jean Marie Stirbois'in geçerli oyların % 16,7'sini alarak ikinci tur için klasik sağ partilerle ittifak kurması, Front National'in gelişim sürecini başlatan ilk adım oldu.
Çok geçmeden 1984'de Avrupa Parlamentosu seçimlerinde Front National ulusal düzeyde % 11,2 oranında oy alarak uluslararası sahneye fırladı. Avrupa Parlamentosu’nu kürsü olarak kullanma ve sağladığı olanaklardan faydalanma fırsatına kavuştu. Avrupa faşizminin en atak kolu konumuna geldi.
Örgütlenmesini tamamlayamadığından aday bulmak için gazetelere ilan(173)vermek zorunda kaldığı Mart 1985 İl İdare Meclisi seçimlerinde % 8,8 oy alırken, Mart 1986 milletvekili seçimlerinde % 9,9 oyla 35 milletvekili çıkardı. Bu başarı Jean Marie Le Pen'in 1988 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde elde ettiği % 14,4'lük oy oranıyla pekiştirildi. Front National Fransa'da dördüncü siyasi güç konumuna yükseldi. 22 Mart 1992 yerel seçimlerinde % 13,9, Mart 1993 milletvekili seçimlerinde % 12,5 oranında aldığı oy ile bu konumunun kalıcı olduğunu kanıtladı.
Bu partinin yakın geçmişine kısaca bir göz atacak olursak, kaydettiği gelişmenin nedenleri ve boyutları daha kolay anlaşılır. '70'li yılların marjinal grubu Front National'in şefi, 1974 cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ancak % 0,62 oranında oy alabilmişti. 1981'de cumhurbaşkanlığı seçimlerine aday dahi olamazken, aynı yılın milletvekili seçimlerinde Le Penci adaylar ancak % 0,35 oranında oy toplayabilmişlerdi.
Fakat, 1986'da Millet Meclisi’ne 35, 1989'da Avrupa Parlamentosu'na 10 milletvekili gönderebilmiş olan Front National, bugün ise, aldığı kitle desteği ile Fransa'nın 22 eyaletinin 8'inde Sosyalist Parti'yi geride bırakmış bulunuyor. UDF ve RPR koalisyonu ile Sosyalist Parti'den sonra, ülkenin üçüncü politik gücü konumuna ulaştı.
Yıllardır bu partinin güçlenmesinin nedenlerine ilişkin değerlendirme ve yorumlar yapılıyor ve bunlar Avrupa düzeyinde genelleştiriliyorlar. Sözde yetkin burjuva sosyal bilimcilerin araştırmalarına dayanılarak, burjuva medya aracılığıyla kamuoyuna şırınga edilen açıklama özetle şöyledir: Front National'in aldığı oylar bir protestonun, umutsuzluğun ve klasik siyasi partilerden bıkkınlığın göstergesidirler:
Bu sebepler tek tek ele alındıklarında kuşkusuz belli bir gerçeğe tekabül ediyor. Ancak, sorun tüm boyutlarıyla bir arada düşünüldüğünde, bunlar, tanımlamayı hedefledikleri olayı aydınlatmaktan ziyade onu karartan, anlaşılmaz kılan bir işlev görüyorlar. Bu "yetkin uzmanlar” Le Pen olayını gerçek ideolojik kimliğiyle anmaktan dahi kaçınıyorlar.
Oysa, Front National'in politik programı faşist bir iktidar öngörüyor. Yöneticilerinin ve kadrolarının bir bölümü, 1939-44'lü yıllarda işgalci Nazilerle aktif işbirliğinde bulunmuş, Waffen SS saflarında gönüllü lejyoner olarak savaşmıştır. Yani bunlar kıdemli ve yıllanmış faşistlerdir. Başta Le Pen'in kendisi olmak üzere, Front National'in bir çok yöneticisi, Cezayir ve Vietnam halklarına işkence yaptıklarından gururla söz eden insanlardır. Le Pen açıkça, önceli Hitler’in '30'lu yıllarda Almanya'da uyguladığı politikanın bir benzerini Fransa'da denemeyi öneriyor. Hitler o dönem kapitalizmin girdiği bunalımdan çıkış yolu olarak ultra-liberal bir ekonomik politikanın şiddete dayanan uygulamasını önermiş ve uygulamayı başarmıştı. Sonucunun neye mal olduğu özenle unutturulmaya çalışılıyorsa da, halen tamamen unutulmamıştır, biliniyor.
Le Pen ise benzer bir ekonomik politikanın "enerjik" bir yöntemle uygulanmasını kapitalizmin bunalımına alternatif olarak sunuyor. Daha dün Almanya'da uygulanan, ikinci emperyalist savaşa yol açan ve 40 milyondan(174)fazla insanın hayatına mal olan faşizmin, bu yeni versiyonunu, sadece sıradan bir protesto, umutsuzluk ve bıkkınlık göstergesi olarak algılamak ve kitlelere böyle kabul ettirmeye çalışmak; tehlikenin boyutunu küçümsemek, bayağılaştırmak, sonuçta Front National şahsında, faşizmi siyasi yaşamın itibarlı ve olağan bir öğesi saymaktan öte bir değer taşımıyor.
Diğer taraftan aynı sosyolojik incelemeler Front National'in seçmen tabanına uygulanarak, onlara toplumun kaşarlanmış tortusu, deniliyor. Bu yönü ön plana çıkarılıyor. Toplumun marjinal bir kesiminin faşizme potansiyel kitle tabanı oluşturduğu kuşku götürmez bir gerçektir. Bu tür tespitlerden hareket eden ve sözde faşist tırmanışa karşı barikat oluşturmak isteyen Bernard Tapie gibi “sosyalist” işveren politikacılar; "Le Pen bir alçaktır, ona oy verenleri de öyle nitelendirme cesaretinde bulunmak gerekir" türünden çıkışlar yapıyorlar. Ancak bu, Le Pen'in tabanını onun etrafında daha sıkı kenetlemekten başka bir etkide bulunmuyor.
Dostları ilə paylaş: |