*dipnotlar yazıda nerede kullanılmışsa oraya parantez içinde yapıştırılmıştır


İTALYA: Devlet ve mafya ile içiçe



Yüklə 1,45 Mb.
səhifə48/119
tarix07.01.2022
ölçüsü1,45 Mb.
#89558
növüYazı
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   119
İTALYA: Devlet ve mafya ile içiçe

Avrupa'da, ikinci emperyalist savaşla faşist diktatörlüklerin yıkılmasından sonra faşizmin örgütsel anlamda varlığını, etkinliğini ve faaliyetlerini kesintiye uğramadan sürdürdüğü ülkelerin başında İtalya geliyor.

Mussolini 26 Nisan 1945'te Alman üniformasıyla kaçmaya çalışırken komünist partizanlarca yakalanmıştı. İki gün sonra da metresi Clara ile birlikte kurşuna dizilmiş ve cesetleri Milano meydanında bir süre ayaklarından bir direğe asılı olarak bırakılmıştı. İtalya'da faşist diktatörlüğe son verilişin sembolik jesti sayılan Mussolini’nin bu sonu, faşist örgütlülüğün sürekliliğine gölge düşürebilecek bir tarzda yorumlanmış ve kullanılmıştı.

Oysa savaş sonrası dönemde bir çok Avrupa ülkesinde yaşanan durum, faşizmin ikinci cephesini oluşturmuş olan İtalya'da, biraz daha çarpıcı bir nitelik kazanarak yaşanmıştır.

İtalyan egemen sınıfları henüz homojen bir yapı kazanmış durumda değillerdi. Burjuvazinin, toprak sahiplerinin ve monarşistlerin çıkarları arasında ahenk sağlamak, onları güçlü bir İtalyan Komünist Partisi karşısında, onu etkisiz kılabilecek bir politik güce dönüştürmek hemen kolay değildi. Yani denge hassastı ve buna İtalya'nın jeopolitik konumundan ötürü, bir de uluslararası denge faktörü ekleniyordu.

Dolayısıyla geçmişin sorgulanmasına ilişkin olarak başlayan tartışma ve polemikler, iki görüş etrafında yoğunlaştı. Egemen sınıflar ve liberal aydınlar, faşizmin, ülkenin politik tarihinde sadece talihsiz ama sonuçta basit bir parantez teşkil ettiğini, Mussolini'nin harcanmasıyla bu parantezin artık kapandığını ve geçmişin sorgulanmasının ancak onun tamamen unutulmasıyla sağlanabileceğini ileri sürüyor ve savunuyorlardı.

İkinci görüş ise, İtalyan Komünist Partisi'nin soruna yaklaşım tarzı ile kendisini ifade ediyordu. İKP'ye göre faşizm düzenin ürünü idi ve sorgulanması(179)düzenin kendisinin ıslah edilmesiyle mümkündü. İKP iktidarı ele geçirip köklü değişim önermek yerine, geçmişi sorgulamanın, faşistlerin idare kuramlarından ayıklanması, kraliyetin lağvedilmesi, cumhuriyetin ilanı ve tarım ile sanayi sektöründe bazı radikal reformlara gidilmesiyle mümkün olduğunu savunuyordu.

Tamamen reformist de olsa İKP'nin bu talebinin uygulanması egemen sınıfların ve onlara destek veren emperyalist müttefiklerin çıkarlarıyla çelişiyordu. Ayrıca bu partinin kurtuluşta oynadığı belirleyici rol ve aldığı toplumsal destek hesaba katılınca, ülke yaşamında etkin bir rol oynayacağı, konumunu daha da pekiştireceği anlamına geliyordu.

Dolayısıyla İtalya'daki komünist potansiyel ve bu potansiyelin özünde reformist de olsa ülkede açabileceği perspektiften, burjuvazi, toprak sahipleri ve monarşistlerden oluşan egemen sınıf bloğu tedirgin oluyordu.

Ayrıca İtalya ve Yunanistan, emperyalizmin Akdeniz'deki önemli üslerinden ikisiydi. Bu stratejik konumun muhafazası için Yunanistan'da çevrilen entrikalara ayrıca değineceğiz. Aynı stratejik endişeden dolayıdır ki, emperyalist müttefikler, İtalya'nın reformist de olsa İKP'nin eline düşmemesi için tüm ağırlıklarını koydular, ne gerekiyorsa yaptılar. İlk yapılacak iş 2,5 milyona yakın üyesi olan İKP'nin gücüne karşı bir denge oluşturmaktı.

Bu perspektifle, önce "ulusal barışı" sağlama adı altında 1946'da Hıristiyan Demokratlar tarafından çıkarılan af yasasıyla faşistler affedildi ve aklandılar. Ardından, kurtuluştan sonra ülkede idareyi üstlenen direniş komitelerinin ve onların atadıkları sorumluların görevlerine son verildi. Ve nihayet medeni hakları genel af sonucu iade edilmiş olan Mussolini'nin faşist kadrolarının % 90'ı tekrar eski mevkilerine yerleştirildiler. Böylece tıpkı Almanya örneğinde olduğu gibi, komünizme karşı mücadele için tüm faşist güçler yeniden devreye sokulmuş oldu. Zira İKP'nin karşısına örgütlü politik bir mihrak çıkarmak olanaksız olduğundan, onun gücü ancak faşist kadrolar ve devlet aygıtı kullanılarak dengelenebilirdi.

Faşist kadroları tamamen aklayan bu aftan sonra Mussolini'nin takipçilerinin sessiz kalmaları için herhangi bir neden kalmamıştı. Ve onlar da zaman kaybetmeden Duçe'nin mirasını olduğu gibi ve kaldığı yerden devraldılar.

1945'te Uomo Qualunque, finans çevrelerinin mali desteğini alarak ilk faaliyetlerine açıktan başladı. Kısa sürede Mussolini döneminin ileri kadrolarını saflarına çeken bu mihrak, özellikle orta sınıf oylarıyla, 1946 yılı yasama meclisi seçimlerinde % 5,3 oranında bir destek gördü.

Duçe'nin diğer bazı mirasçıları ise küçük gruplar halinde illegal olarak varlıklarını sürdürüyorlardı. Eski partizanlara karşı suikastlar düzenlemekte uzmanlaşan bu gruplardan birisi, Far kökenli Pino Romualdi, Giorgio Almirante, Giorgio Pino, Augusto De Marsanich, Arturo Michelini gibi yöneticilerin Aralık 1946'da kurdukları Movimento Sociale Italiano (İtalyan Sosyal Hareketi)’dur.

Bu oluşumun (MSI) Mussolini'nin son politik teşebbüsünün adını çağrıştırması, faşist geleneğin bu ülkede kesintiye uğramadan devam ettiğine ilişkin sembolik bir anlama sahiptir. Zira, Mussolini, Naziler tarafından kurtarıldıktan sonra(180)giderayak Hitler'in teşvikiyle Eylül 1943 'te Salo'da İtalyan Sosyal Cumhuriyeti'ni kurduğunu ilan etmişti.

Önderliğini Mussolini'nin Joseph Goebbels'i sayılan Almirante'nin üstlendiği MSI kurulur kurulmaz, İtalyan faşistleri için politik bir çekim merkezine dönüştü. Mussolini'nin yakın silah arkadaşlarının yanısıra Mareşal Grazinia, Veliaht Valerio Borghese MSI'nın saflarına toplandılar.

Fakat Avrupa düzleminde faşizmin uğradığı genel hezimeti ve bunun farklı faşist grupların saflarında yarattığı sonuçları gidermek kolay değildi. Kendisini bölünmelerle ifade eden bu etkilere İtalyan faşizminin saflarında da tanık olundu. Örneğin MSI, meşru zeminde mi yoksa şiddet aracılığıyla mı faaliyet yürütmesi gerektiği ikilemi ile karşı karşıya kalmış, bazı ayrılık ve bölünmeler yaşamıştır.

Komünist ve eski partizanlara karşı yürütülen suikast eylemleri MSI'ya militan bir mihrak ruhu kazandırırken, seçmen desteği açısından gücünü olumsuz yönde etkilemiştir. Daha legal bir zeminde faaliyet yürütmek yanlısı olan Meşruiyetçiler bu çekişmede baskın çıkmış, Almirante'nin yerine De Marsanich'i getirerek, 1953 seçimlerinde aldıkları % 5,8 oranında oyla 29 milletvekili çıkartmışlardır.

Diğer taraftan monarşinin sürdürülmesinden yana olan İtalyan gericiliğinin diğer bir kesimi de 1948 yılında Achille Lauro önderliğinde kurulan Milli Monarşisi Parti'nin çatısı altında toplanmayı yeğlemişlerdi. Her iki partinin 1950 yılı sonunda imzaladıkları seçim ittifakı 1953 milletvekili seçimlerinde, güney bölgesinde, Mezzogiorno'da, % 8 ile % 20 arasında değişen rekor düzeyde oy almalarını sağladı. Faşist örgütlerin aldıkları oyların ulusal ortalaması % 12,65'i buldu. Böylece 1.579.000 seçmenin desteğini alan MSI, burjuvazinin yedekte tuttuğu anti-komünist ve meşru bir politik güç konumu elde etmiş oldu.

MSI’nın seçimlerde elde ettiği başarıdan ve artan legal konumundan sonra, Hıristiyan Demokrat Partisi'nin, geçmişte faşistlerle kısmen de olsa kapalı kapılar arkasında sürdürdüğü ilişkileri, artık resmi protokoller çerçevesinde devam ettirmesinin ortamı doğmuş oldu.

Böylece, 1953'te Pella ve 1957'de Zoli hükümetleri, faşistlerin desteği ile ayakta kalmayı başardılar. 1955 yılında Giovanni Gronchi faşistlerin desteği sayesinde cumhurbaşkanlığına seçildi. Yerel seçimler vesilesiyle, özellikle MSI'nın güçlü olduğu güneyde, klasik sağ partiler faşistlerle açıktan seçim ittifaklarına girmeye başladılar.

Ancak bu ittifaklar, değişik eğilimlerin çatıştığı MSI'nın saflarında bulanıklık ve ayrışmalara neden oldular. MSI kurulu düzene uyum sağlamak ve mücadelesini onun bir parçası olma düzeyine indirgemekle suçlandı. 1956 yılında ise bir bölünme yaşadı. Ayrılan kesim Pino Rauti, Clemente Graziani önderliğinde Ordine Nuovo (Yeni Düzen)’yu oluşturdu.

'60'lı yılların sonunda sayıları onbin olarak tahmin edilen Ordine Nuovo militanları, Nazi modeline uygun paramiliter eğitimden geçirilmiş, sabotaj, kundaklama ve suikast örgütlemede kullanılan unsurlardan oluşuyordu.(181)

1960 yılında, mecliste geleceği tehlikeye giren hükümetini desteklemek için Hıristiyan Demokrat Tarnboni, MSI ve yandaşlarını resmen imdada çağırmak zorunda kaldı. İtalyan solunun kitleleri bu açık provokasyona karşı anti-faşist mücadeleye çağırmaları ülke çapında geniş destek gördü.

Bu gergin ortamda anti-faşist kitlelerin mücadeledeki kararlılık düzeyini ölçmek niyetiyle, MSI anti-faşist direnişin kalesi Cenova'da kongre toplama kararı aldı. Şeref konuğu olarak da bu kentin eski valisi ve savaş suçlusu Emmanuel Basile'yi davet etti. Faşistlerin gövde gösterisini protesto etmek ve engellemek için sokaklara dökülen insanların geride 12 ölü ve yüzlerce yaralı bırakmasının ardından, Tarnboni hükümeti devrildi. MSI'nın gerçek kimliği ve iktidarla olan dolayımsız ilişkileri geniş kitleler nezdinde teşhir edildi.

1960'ta MSI yine gevşeklikle suçlanarak bölündü. Ayrılan grup, Stefano Delle Chiaie önderliğinde Avanguardia Nazionale (Ulusal Öncü)’yü oluşturarak, İtalya'nın uzun dönem tanık olacağı kanlı suikast ve sabotaj olayları serisini başlattı. Kısa sürede faşist terör hareketinin ülkedeki başlıca mihrakı durumuna geldi. 5 Haziran 1969'da Michelini'nin ölümünden sonra yeniden MSI'nın başına getirilen Almirante, eski yandaşlarından Pino Rauli ve Ordine Nuovo'nun bir kesimini tekrar MSI'nın saflarına çekmeyi başardı.Yeni önderlik, MSI’dan ayrılan militan kesimi tekrar kazanmak, partiye yöneltilen laçkalık, düzene ayak uydurma, legalist türünden eleştirilerin etkisini kırmak amacıyla, bazı yeni düzenlemelerde bulundu. Çok geçmeden de 12 Aralık’ta faşist bombalar Milano ve Roma'da 16 kişinin ölümüne neden oldular.

İtalya bir yandan sürekli canlı tutulan bir faşist terör ve ajitasyona sahne olurken, diğer taraftan periyodik olarak askeri darbe ihtimalleriyle karşı karşıya kalmıştır. İstihbarat örgütü Sifar'ın şefi General De Lorenzo'nun Temmuz 1964, MSI'nın eski onur başkanı Veliaht Borghese'nin Aralık 1970, istihbarat örgütünün üst düzeydeki sorumlularından General Miceli'nin '73 ilkbaharı için sivil faşist örgütlerin desteği ile gerçekleştirmeyi düşündükleri askeri darbe planları bilinmeyen nedenlerden ötürü açığa çıkartıldılar.

Diğer taraftan monarşistler, İtalya’da monarşist bir restorasyonun imkansızlığını kavramak ve kabul etmek zorunda kaldılar. Böylece 1972'de, Milli Monarşist Partisi'nin uzantısı DN'nin (Milli Sağ) MSI'ya katılmasıyla monarşist/faşist işbirliği örgütsel anlamda sağlandı. Yeni birleşim MSİ-DN adını aldı.

İtalyan burjuvazisinin ikinci emperyalist savaş sonrası başlattığı ve soğuk savaş teorisinin iç politikadaki bir türevi olan "gerilim stratejisi", 1974 yılına kadar aralıksız devam etmiştir. ABD emperyalizminin NATO aracılığıyla İtalya'da uyguladığı taktik, devrimci ve ilerici potansiyele karşı faşist tehdidi gerek sivil gerekse resmi oluşumlar aracılığıyla sürekli canlı tutmak olmuştur. Yani soğuk savaşın minyatürleştirilmiş bir biçimi bu ülke sınırları içinde uygulanmıştır.

Yıllardır uygulandığı resmen 1973'te itiraf edilen "gerilim stratejisinin" tek amacı İKP'yi dize getirmekti. İKP adım adım egemen sınıfların istediği konuma geldikten, istenen teminatları verdikten yani tamamen burjuvaziye(182)teslim olduktan sonra, "gerilim stratejisi" yerini 1976'da resmilik kazanan Berlinguer’in ünlü "tarihsel uzlaşmaya" bıraktı.

1974 yılındaki genel seçimlerde % 33 oranında oy alan İKP ile Hıristiyan Demokrat Partisi arasında 1976 yılında varılan sözkonusu "tarihsel uzlaşma", dönemin Dışişleri Bakanı, daha isabetli bir tanımla CIA'nın Roma temsilcisi Giulio Andreotti tarafından şöyle tanımlanır: "Tehlike durumunda İKP, sağın bir bölümü ve işverenler gibi düzen savunucuları arasında yeralıyor. İKP bu tavrını İşçi Otonomisi ve Kızıl Tugaylar’a karşı mücadelede kanıtlamıştır."

İtalyan burjuvazisi "tarihsel uzlaşma" kadar değişik yöntemlerle desteklediği faşist gruplara artık ihtiyaç duymuyordu ve yardımını da pekala kısıtlayabilirdi. Fakat yine de cömert davranmıştır. İKP'nin diz çöküşünü selamlamak için olsa gerek; ordu, istihbarat ve faşist örgütlerdeki bazı unsurları harcamıştır. Hatta daha da ileri giderek Ordine Nuovo ve Avanguardia Nazionale yasaklanmıştır. Ancak bu örgütlerin en önemli sorumluları zaten tehlikeyi erken sezdikleri için çoktan ülkeyi terketmişlerdi.

Böylece "tarihsel uzlaşma"nın faşistlerin misyonunu sekteye uğratması, kendilerine sağlanan açık desteğin kesilmesi ve MSI-DN'in meşruluk ve legalizm arayışına öncelik tanıması, İtalyan faşizminin içinden bazı merkezkaç grupların vesayetten kurtularak doğrudan şiddete başvurmalarına yolaçmıştır.

Bu nedenle '70'li yılların ortalarından '80'li yılların başlarına kadar İtalya, sivil faşist çetelerin terörüne sahne olmuştur. Bu faşist grupların en önemli eylemlerinden bazıları şunlardır: 28 Mayıs 1974'te Brescia kentinde anti-faşist bir gösteriye karşı düzenlenen suikast sonucu 7 kişinin ölmesi 90 kişinin yaralanması. Aynı yılın 4 Ağustos günü İtalicus trenine yapılan suikastta 12 kişinin ölmesi 48 kişinin yaralanması. 2 Ağustos 1980'de Bolonya Tren İstasyonu’na yapılan saldırıda 85 kişinin ölmesi, yüzlerce kişinin yaralanması. 23 Aralık 1984'te Roma-Milano trenine karşı düzenlenen suikastta 15 kişinin ölmesi, 160 kişinin yaralanması. Bu son suikastın sorumlusu olarak suçlanan Massimo Abbatangelo aynı zamanda MSI-DN'in milletvekilidir.

Dikkat çekilmesi gereken konulardan birisi, klasik düzen partilerinin meşru zeminin dışına fazla çıkmamaya özen gösteriyor diye, MSI'ya karşı "tarihsel uzlaşmadan” sonra takındıkları tavırdır; ona verdikleri değer ve itibardır.

Bu açıdan '80'li yıllar İtalyan faşistleri için oldukça verimli bir dönemin başlangıcını oluşturuyor. Faşizme itibar kazandıran, onun kitleler nezdinde olağan bir politik akım imajı kazanmasını sağlayan bu sembolik jestlerden bir kaçını şöyle sıralayabiliriz:

1984'ten itibaren ilkin Hıristiyan Demokrat ve sırası ile, Liberal Parti, Sosyal Demokrat Parti ve Sosyalist Parti MSI'nın kongrelerine heyet göndermeye başladılar. 1985 yılında MSI'ya bazı parlamento komisyon başkanlıkları ve İtalyan Radyo Televizyon Kurumu RAİ'nin idare kurulu üyelikleri verildi.

“Sosyalist” Bettino Craxi ilk hükümetini kurarken MSI yöneticilerine nezaket ziyaretinde bulunarak, kuracağı hükümetin bileşimi ve oluşturulacak politik programı hakkında onların fikirlerini almayı ihmal etmedi.(183)

İKP, 1987 yılında, merkez yayın organı Unita’dan bir gazeteciyi, MSI’nın kongresine hem gazeteci, hem de politik temsilci sıfatıyla gönderdi. İKP ile MSI arasındaki bu ilk resmi temastan sonra ilişkiler düzenli bir seyir izlemeye başladı.

İKP Genel Sekreteri Enrico Berlinguer'in cenaze törenine MSI'nın şefi Almirante’nin bizzat katılmasıyla sürdürülen bu ilişkiler, iki partinin birbirlerine sık sık nezaket jestleri çekmeleriyle devam etti.

1988'de Almirante'nin ölümüyle boşalan MSI-DN önderliğine Gianfranco Fini getirildi. Mussolini'nin torunu Alexandra'nın da saflarında etkin ve birinci derecede faaliyette bulunduğu MSI-DN, Avrupa Parlemantosu'nda 4 milletvekili ile temsil ediliyor. Son milletvekili seçimlerinde ise % 5,3 oranında oy aldı.

İtalya’nın politik yaşamında sürekli bir yapı kazanmış olan MSI-DN, son belediye seçimlerinde elde ettiği başarıya böyle bir süreçten geçerek ulaştı. İkinci turunda % 45’i geçen MSI-DN’in performansı, her ne kadar Hıristiyan Demokrat Partisi’nin dağılması, Giulio Andreotti gibi tarihi önderlerinin hırsızlıktan, mafya ile işbirliğinden mahkeme kapılarında sürünmeleriyle açıklanmaya çalışılıyorsa da, bu ülkede faşizmin büyük bir güç kazandığını kabul etmek gerekiyor.

Diğer taraftan MSI-DN'in yanısıra yakın geçmişte İtalya'da bölgeci gruplar türemeye başladı. 1950'lerin yarısına doğru Fransa'da tanık olunan ve hızlı sanayileşmenin tehdit ettiği küçük esnaf ve zanatkarların korporatif çıkarlarına dayalı bulunan Poujadist akımın bir benzeri olan ve politikasını İtalya'nın bölgesel farklılıklarına göre oluşturan bölgeci ligleri, gözlemciler politik olarak faşist akımlarla bir arada, onların bir varyantı olarak değerlendiriyorlar.

Bunlardan en güçlüsü Umberto Bossi’nin önderlik ettiği Lombardiya Ligi'- dir. Sözkonusu grup 1987 seçimlerinde % 0,5 oranında oy alırken, 7 nisan 1992 günkü seçimlerde % 8,8 oranında oy almıştır. Milano kentinde oy oranları % 20'ye dahi çıkabilen bölgeci liglerin toplam oylarının ulusal oranı % 17 civarındadır.

Legal planda faaliyet yürüten bu oluşumların yanısıra, onlarla dolaylı ya da organik ilişkiler içinde olan MPON, AN, ORDINE NERO, NOUVA DESTRA veya NATO ve CIA'nın güdümündeki gizli anti-komünist şebeke GLADIO'nun İtalya'da mafyanın değişik kollarıyla işbirliği halinde olduğu ve çoğu kez devletin en üst kademelerinin, gizli istihbarat kuramlarının suç ortaklığı ile hareket ettiklerini belirtelim.

İtalyan sivil faşist milislerinin, '60'lı yılların başından '70'li yılların başına kadar Sardinya'da, GLADIO elemanlarının eğilim gördükleri Aghero askeri üssünde eğitildikleri ve suikastlarda faşist çetelerin kullandığı patlayıcı maddenin GLADIO'nun kullandığının aynısı olduğu, "tarihsel uzlaşmadan" yıllar sonra ortaya çıkarıldı.

Ve böylece, diğer Avrupa ülkelerinde olduğu gibi İtalya’da da faşist grupların, terimin en geniş anlamında devletle işbirliği içinde onunla içiçe çalıştıklarına ilişkin bir kanıt daha gün ışığına çıktı.(184)


Yüklə 1,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   44   45   46   47   48   49   50   51   ...   119




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin