*dipnotlar yazıda nerede kullanılmışsa oraya parantez içinde yapıştırılmıştır



Yüklə 1,45 Mb.
səhifə47/119
tarix07.01.2022
ölçüsü1,45 Mb.
#89558
növüYazı
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   119
Front National'in politikasını saptayan, lümpen ve marjinal kesimin çoğunluğu oluşturduğu taban değil, yöneticileri ve kadrolarıdır. Onların sosyal kökenine gelince; hepsi de kalburüstü burjuvaziden devşirilmiş, düzenin en gözde okullarında, E.N.A., Polytechniçue, Siyasal Bilgiler Enstitüsü, ASAS Hukuk Fakültesi’nde eğitim görmüş, politikaya ilk adımlarını bakanlık kabinelerinde, merkezi idarenin en üst kademelerinde görev yaparak atmış ve Club De Horloge, Grece vb. gibi gerici elit kadroların kulüplerinden geçerek Front National'in saflarına katılmışlardır.

Diğer taraftan, Front National'e cömertçe mali destek sunan anti-komünistliği ile ünlü ABD kökenli milyarder Moon’un tarikatından, ona el uzatmakta tez canlılık gösteren bazı kalburüstü Fransız sanayicilerinden, şampanya üreticilerinden hiç bahsedilmiyor. Faşist ideoloji ile büyük sermayenin henüz büyük ölçüde gizli tutulmaya çalışılan organik ilişkileri gözardı ediliyor. Üstelik Le Pen'in kendisi de bu kalburüstü zenginler kategorisine giriyor. Oldukça karanlık ve şaibeli koşullarda sahip olduğu (kimileri cinayet ihtimali üzerinde duruyorlar) ünlü Fransız çimento ve inşaat sanayicisi Lambert'in görkemli mirası sayesinde, ülkenin önde gelen büyük zenginleri arasında yer alıyor.

Sorunun özünü tanımlamayı kolaylaştırıcı bir rol oynaması açısından sıraladığımız bu tali denebilecek değerlendirmelerden sonra, Le Pen’in güçlenmesinin gerçek nedenlerine geçebiliriz.

Fransa'nın '70'li yılların ortalarına doğru maruz kaldığı iktisadi bunalımın 1981 Mayısı’nda bir iktidar değişikliğine yolaçtığı biliniyor. Bunalımın yarattığı toplumsal hoşnutsuzluk, 30 yıldır aralıksız yönetimde bulunan sağ partiler koalisyonunun iktidarına son vermiş, Fransa tarihinde ilk kez “sosyalist” bir aday, yani Mitterand doğrudan halkoyuyla devlet başkanlığına seçilmişti.

O dönem faşistlerin adı ancak ırkçı cinayetler ve Yahudi dükkanlarına karşı arasıra düzenlenen saldırılar vesilesiyle duyuluyordu. Fransız halkı “sosyalist” adayın 110 madde halinde önerdiği popüler iktidar programına iyi gözle bakmış, yıllardır uygulanan sağcı politikaların ciddi bir alternatifi saymış ve onaylamıştı.(175)

Mitterand iktidar koltuğuna yerleştikten sonra seçim vaadlerine ancak altı ay kadar bir süre sadık kalabildi. Ardından, ekonomik dengeler bozuluyor, ABD ve Avrupa'nın diğer ülkelerinde uygulanan politikalarla çelişen bir politika izleyemeyiz diyerek, 180 derecelik bir ters dönüşle, seçmenlerin kısa süre önce sandıkta mahkum ettikleri klasik sağın ultra-liberal politikası önünde secdeye kapandı. 1981 değişimine büyük umutlar bağlamış Fransız işçi sınıfı ve diğer katmanlar için bu bir ihanet olduğu gibi, ülkede bir umutsuzluğa, karamsarlığa kapılmanın, halen etkisini sürdüren teslimiyetçi bir ruh halinin doğmasının başlangıcı oldu.

Bu değişimden çıkan tek sonuç, yalın bir biçimde şunu kanıtlıyor: Yönetime getirilen ekibin politik etiketi ne olursa olsun, burjuvazinin, özünde uygulayacağı politika tektir. Mevcut düzen içinde bu politikayı uygulamaktan başka herhangi başka bir seçeneği yoktur.

Bundan sonra yapılacak tek şey yeni politik alternatifler aramak değil, 1981'de sağ iktidarı deviren toplumsal hoşnutsuzluğu düzenin bu gerçeğine uyarlamaya çalışmaktı. Onun düzeni hedefleyebilecek başka bir alternatif arayışına girmesine engel olmak, bilincini çarpıtmak, sersemleştirmek, muhalefetini bastırmak ve sonuç olarak etkisiz kılmaktı. İşte Fransız halkı 1981’den bu yana böyle bir süreçten geçiyor.

Ekonomik krizin etkilerini pratik yaşamlarında gün geçtikçe daha fazla hissetmeye başlayan kitlelere, önüne bir türlü geçilemeyen bunalımın esas sorumluları olarak yabancılar hedef gösterilmeye başlandı. Örneğin Fransa'da 2 milyon işsiz ve 4 milyon yabancı var. Yabancıların hepsi değil yarısı kendi ülkelerine dönerlerse işsizlik sorunu kendiliğinden çözülür, türünden basit demagojilerle ülkede gittikçe gelişen bir yabancı düşmanlığı başlatıldı. Burjuva düzenin tüm çirkefliğinin sorumluluğunun göçmen işçilere yüklenmesi moda haline geldi.

Temel felsefesi ve başlıca politik programı yabancı düşmanlığı üzerinde şekillenen Le Pen hareketinin 1983'te Dreux belediye seçimlerinde ilk başarısını elde etmesi, bu açıdan hiç de tesadüfi bir çakışma değildir. Ve o dönemden itibaren de bu faşist mihrak ülkenin politik yaşamında özel bir yer tutmaya başlamıştır.

Burjuvazinin saptadığı ve doğrudan devlet eliyle yürürlüğe koyduğu gerçekleri çarpıtma, kitleleri dezenformasyona tabi tutma politikasına, çok geçmeden, burjuva partilerinin seçim kazanma manevralarının klasik boyutu da eklendi.

Düzen partileri, Le Pen'i birbirlerine karşı koz olarak kullanmakta kıran kırana bir mücadele başlattılar. Sosyalist Parti'nin hükümet olmaya devam edebilmesi, Mitterand'ın devlet başkanı kalması klasik sağ partilerin güçsüz kalmalarıyla mümkündü. Le Pen ilk aşamada sağ partilerin tabanını aşındırdığı için “sosyalistler” hayli iştahlı bir biçimde Le Pen'in güçlenmesini seyrediyorlardı. Eski “sosyalist” başbakan Pierre Bérégovoy bunu; "Le Pen bizim için bir şanstır, sağ partiler onun güçlenmesinden korktukları için fazla aptallık yapmaktan çekiniyorlar", diyerek itiraf ediyordu.(176)

Sağ partiler ise Le Pen hareketinin güçlenmesini, Mitterand ve onun izlediği politikalarla açıklamaya çaba sarfettiler. Biz hükümet iken Fransız toplumunun imajına leke düşüren böyle bir mihrak yoktu; bu, “sosyalist” hükümetin icraatının bir ürünüdür diyerek, kendilerini aklamaya çalıştılar. Fakat fazla etkili olamadılar.

Sağ partiler bir yandan bunu iddia ederlerken, diğer taraftan tabanlarını Le Pen saldırısına karşı korumak amacıyla, yabancı düşmanlığında onunla açıktan bir yarışa girdiler. Eski Cumhurbaşkanı Giscard, göçmen işçileri "yeni işgal güçleri" olarak tanımlarken, Chirac ondan daha sert görünmek için, "yabancıların pis pis koktuklarını ve Fransızların bu kokudan rahatsız olmakta haklı olduklarını", açıkladı. Yanısıra, Thatcher’in İngiltere'de yaptığı gibi, Fransız klasik sağ partiler de, Le Pen'in yabancılara ilişkin ırkçı önerilerini kendi programlarına eklediler.

Böylece yabancı düşmanlığı temel kıstas alınarak yürütülen kampanya, tüm politik güçleri etkisi altına aldı. İğrenç bir yarış başlatıldı. Sosyalist Parti hükümette olduğundan, yabancı düşmanlığını resmen devlet eliyle uygulamak durumundaydı. Göçmen işçilerin ülkelerine dönüşünün teşviki, siyasi iltica taleplerinin reddi, kaçak duruma düşmüş yabancıların sınırdışı edilmesi, ülkeye girişlerde denetimin arttırılması, vize vermenin zorlaştırılması gibi uygulamalar, sözde Le Pen'in propagandasını boşa çıkarmak amacıyla hayata geçirildiler.

Demokrat ve ilerici kitlelere bu uygulamaların zorunlu olduğunu ispatlamak, deyim yerindeyse modaya uymak ve aynı zamanda Le Pen'in tabanını etkilemek için, eski “sosyalist” başbakanlardan Rocard, "dünyanın sefaletini biz mi üstleneceğiz!" çıkışında bulundu.

Revizyonist Fransız Komünist Partisi bu koroya katılmadığını döne döne vurgulamaya çalıştıysa da, onun tavrında da şovenist öğeler ağır basmaya başladı. Üretim birimlerinin işgücünün ucuz olduğu ülkelere aktarılmasına karşı çıkan ve yerli istihdam yaratma mantığından hareket ederek yerli malı üretilmesine öncelik tanınmasını öneren FKP, yıllardır bu konuda bir kampanya yürütüyor. Bu kampanyada kullandığı slogan Fransa'da esen şovenist atmosferin izlerini taşıyor. "Produisons Français!", yani "Fransız malı üretelim!"

Yabancı düşmanlığı yarışında kimse Le Pen'le başa çıkamadı ve çıkamazdı. Çünkü politik kimliği her zaman en radikal tavrı almasını olanaklı kılıyordu. Gündemini ve kurallarını faşist mihrakın saptadığı bir alanda ve konuda oyun oynanmaya çalışılıyordu. Diğerleri "işgal gücü", "pis koku" ve "sefalet"ten bahsederlerken, Le Pen, sanki pazarda açık arttırmaya girişmiş gibi, her defasında hedefi en uç noktalara çıkartıyordu. Örneğin, Front National'in tabanında; "bütün Arapları bir gemiye doldurup Akdeniz açıklarında ateşe vermek gerekir!" veya "ya valiz ya tabut!" diye Cezayir Kurtuluş Savaşı döneminin sloganları türünden söylemlerin yaygınlık kazandığı görülmüştür. Deyim yerindeyse, klasik partiler yabancılar sorununda faşist demagojiye ayak uydurmak, ona göre tavır belirlemek durumuna geldiler.

Bu bağlamda denebilir ki “sosyalist” Mitterand'ın devlet başkanı sıfatıyla iç politikada oynadığı başlıca rol, yabancı düşmanlığı etrafında yürütülen bu(177)çılgınca yarışı Sosyalist Parti lehine kızıştırmak olmuştur. Mitterand yabancı düşmanlığını, tıpkı matadorların boğaları kızdırmak ve tahrik etmek için kullandıkları kırmızı şal gibi kullanmıştır.

Örneğin, uzun muhalefet döneminin demagojik çıkışlarını saymazsak, Mitterand, 1981'den bu yana istisnasız her seçimin arifesinde, yabancılara oy hakkının tanınmasından yana olduğunu mutlaka bir fırsatını bulup söylemeye özen gösterdi. Maksat yabancılara seçme ve seçilme hakkının tanınması değildi. Zaten bu alanda göstermelik de olsa en ufak bir adım atılmadı. Bunda amaç, sağın saflarında bulanıklık yaratmak, Le Pen, Chirac ve Giscard’ın birbirlerine atıp tutmalarını, kimin en fazla yabancı düşmanı olduğunu kanıtlamaya çalışmalarını sağlamaktı.

Le Pen'in gözde ve tek politika teması olan yabancı düşmanlığının enine boyuna işlenmesi, klasik sağ partilerin tabanını aşındırabiliyor. Bu durum Sosyalist Parti’nin direk muhatapları olan UDF ve RPR'i zayıflattığı gibi, ki Mitterand'ın da istediği budur, Le Pen'in etki alanını genişletiyor, doğrudan güçlenmesine katkıda bulunuyor.

1986'da, genel seçimlerin arifesinde, Sosyalist Parti'nin başarı umudu kalmayınca, seçimlere bir-iki hafta kala seçim yasası değiştirildi ve nispi temsil usulü yürürlüğe konuldu. Her ne kadar bu manevra seçim yasasını demokratikleştirme olarak tanıtıldıysa da, asıl amaç sağ partilerin tek başına ezici çoğunluğu almalarını engellemekti. Sonuç ancak kısmen başarılı oldu. Klasik sağ partiler salt çoğunluğu sağlayamadılar, fakat azınlık hükümeti kurmaları da engellenemedi. Fakat aynı zamanda Le Pen'in 35 milletvekili ile meclise girmesine olanak tanınmış ve en ideal propaganda kürsüsü sunulmuş oldu.

Chirac hükümeti, faşist mihrakın söylemini itibarsız kılıyoruz maskesi altında, Sosyalist Parti'nin başlattığı politikayı daha da ağırlaştırarak sürdürdü. Hükümet salt çoğunluğa dayanmadığından, Le Pen, meclis grubu desteğini ya da çekimserliğini açıktan pazarlayacak konuma sahipti.

Burjuvazi, faşist bir desteğe sahip sağ bir iktidar aracılığıyla bir çok alanda istediği en önemli yasal değişiklikleri gerçekleştirdikten sonra, Le Pen'in misyonuna son verildi. Seçim yasası değiştirildi ve 1988 erken seçimlerinde Front National oy oranını korumuş olmasına karşın ancak bir milletvekili çıkarabildi. O da çok geçmeden satın alındı ve Front National”i terketti.

Aynı senaryo 1993 Mart ayında tekrar sahnelendi. Milletvekili seçimlerinde Front National % 12,5 oranında oy almış olmasına karşın, eskiden elde ettiği tek milletvekili koltuğunu da kaybetti. Kuşkusuz burada Le Pen'in uğradığı “haksızlığa” değil, esas olarak burjuvazinin ikiyüzlülüğüne dikkat çekmek istiyoruz. Burjuvazi bir eliyle bu faşist mihrakı destekleyip güçlü olarak gündemde tutmaya çalışırken, diğer taraftan dizginleri kaçırmamaya dikkat ediyor. Fransa'nın üçüncü partisi konumundaki Front National'e bugün için tek milletvekili dahi çıkarttırmıyor.

Bu garip görünen durum burjuvazi açısından düşünüldüğünde aslında çok mantıklı. Le Pen ve avanesine belli bir misyon verilmiştir ve bu misyonun dışına çıkmaları bugün için yasaktır. Çünkü şimdilik ihtiyaç yok. Burjuvazinin(178)Le Pen çetesiyle olan dolayımsız, ancak gizli tutulmaya çalışılan ilişkisi, Mart 1993’ten bu yana, geniş halk kitleleri farkında olmasalar bile, tamamen açığa çıkmıştır. Yıllar boyunca Le Pen’e politik arenada oynatılan rolü ve ona kazandırılan gücü kısaca anlatmaya çalıştık.

Mart 1993 seçimlerinde UDF/RPR koalisyonu ezici çoğunluğu sağlayıp, büyük finans çevrelerinin güvenilir adamı Balladur başbakanlık makamına oturtulduktan bu yana, Fransa’da Le Pen’in ve Front Natıonal’in adı artık fazla duyulmuyor. Burjuva basın bu faşist şebekeye şimdilik en ufak bir ilgi göstermiyor. Dünün gözbebeğine bugün adeta askeri bir sansür uygulanıyor. Burjuvazi, bir zamanlar Le Pen’in oynadığı rolü, bu kez İçişleri Bakanı Pasqua’ya emanet etti. Ne var ki, bu, yarın Le Pen’e ve Front National’e yeniden ve yeni roller için ihtiyaç duymayacağı anlamına gelmiyor.


Yüklə 1,45 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   43   44   45   46   47   48   49   50   ...   119




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2025
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin