Aralık sayısında başyazı:
Komünist ve devrimci hareket tüm bunları gözeten bir çizgi izlemelidir. En başta devrimci örgütlerin zayıflığı veya kitlelerin suskunluğu üzerine yapılan ve artık neye hizmet ettiği meçhul hale gelen vurgu tarzı bir yana bırakılmalıdır. Zayıflık söz konusuysa güçlendir, suskunluk varsa boz; devrimci militanın sorunu ele alış tarzı bu çizgide olmalıdır. Bu kendini aldatma mıdır? Mistisizm midir? Açıktır ki hayır. Dünyada karşı devrim dalgasının en üst boyuta çıktığı ve tasfiyeciliğin devrimci hareketi ahtapot gibi sardığı koşullarda Türkiye’de devrimci mücadelede kararlılıkla ve her tür bedeli ödemeyi göze alarak/ödeyerek faaliyet sürdüren devrimci örgütlerin varlığı en başta övgüye değer bir gerçektir. Üstelik onların gerek 12 Eylül teslimiyet ve yenilgisinin gerekse de tüm dünyayı etkileyen gericilik dalgasının tahribatı, ağır baskısı ve ülkedeki dizginsiz faşist teröre rağmen nitel ve nicel olarak gelişme yolunda olmaları vurgulanmaya değer bir konudur. İkincisi tüm iniş ve çıkışlarına rağmen batıda kitle hareketinin varlığı da bir gerçektir. 1993’ten başlayarak yeniden yükselen bu hareket iktisadi ve reformcu siyasal taleplerle gelişmesine rağmen komünist ve devrimci etkiye açıktır. Pek çok direniş, miting ve gösteride olduğu gibi bunları rejimi protesto eden bir kalıba dökmek olanaklıdır. Tüm bunlardan ayrı olarak sömürgeciliğe(244)teslim olmuş ve on yıllarca en doğal ulusal talepleri uğruna bile mücadeleye girişmeyen bir ulusun, Kürt ulusunun tüm dünyada yankı bulan bir mücadeleye atıldığı topraklarda yaşıyoruz. Bütün bu olgular ile sömürü düzeninin içinde bulunduğu ekonomik-politik kriz ve çaresizlik her zamankinden daha fazla gözler önüne serilmelidir.
(Yaşanılan Sürecin Özellikleri ve Görevler başlıklı başyazıdan, S: 18)
Dostları ilə paylaş: |