Diyanet iŞleri başkanliğI


II. NUH (AS) KAVMİNİN HELAK OLUŞ SEBEPLERİ



Yüklə 1,08 Mb.
səhifə4/23
tarix27.10.2017
ölçüsü1,08 Mb.
#16699
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23

II. NUH (AS) KAVMİNİN HELAK OLUŞ SEBEPLERİ

1. ALLAH’A ORTAK KOŞMALARI


Nuh (as) onuncu göbekten Hz. Adem’in torunudur. Hz. Adem’le Hz. Nuh arasında 164 sene olduğu rivayet edilir. Hz. Nuh’ın Hz. Adem’e kadar tüm dedeleri mümindir.163

Hz. Nuh’un kavmi Vedd, Süva, Yağus ve Nes denilen putlara ve tağutlara tapıyordu. Allah, kendi katından bir rahmet olsun diye onlara Hz. Nuh’u peygamber olarak gönderdi. Hz. Nuh tam 950 yıl peygamberlik yaptı. Onları Allah’ın varlığına ve birliğine iman etmeye davet etti. Bu çağrıya kulak vermezlerse başlarına acıklı bir azabın geleceğini söyledi.164

Hz. Nuh onlara “ Ey kavmim Allah’a ibadet ediniz. Sizin ondan başka bir ilahınız yoktur.”165 “ şüphesiz ki ben sizi Allah’ın azabından apaçık korkutanım. Allah’tan başkasına tapmayın. Ben sizin başınıza acıklı bir azabın gelip çatmasından korkuyorum.”166

Onlar ise “dediler ki sakın ilahlarınızı bırakmayın. Hele Vedd’en, Seva’dan, Yeğus’tan Yeuk’tan ve Nasr’dan asla vazgeçmeyin.”167

Ved, Seva, Yeğus, Yeuk ve Nesr putları hakkında tefsir ve tarihi kaynaklarda şöyle bir açıklama yapılır.

İdris (as)’dan sonra Hak dini kabul eden mümin ve salih kimseler Arap yarımadasının çeşitli yerlerinde İdris (as)’ın dinini yaymaya çalışmışlardır. Bu mubarek zatlar öldükten sonra şeytan ve hizmetkarları feyzlerinden istifade etme, onların nasihatlarının unutulmaması gibi vesveselerle bu zatların putlarını diktiler. Zamanla heykellerin dikiliş maksatları unutulunca insanlar bu heykellere tazim etmeye ve tapınmaya başladılar. Araplardaki putperestliğin temeli de buraya dayanmaktadır.168

Yukarıdaki ayette Nuh kavminin mabutlarından bazılarının ismi sayılmaktadır. Onlardan sonra Araplar da onlara tapmaya başlamışlardır. İslâm zuhur ettiği zaman Arabistan'ın pek çok yerinde bu ilahlari için tapınakları vardı. Bu putlar hakkındaki bilgilerin, tufanda kurtulanlar vasıtasıyla gelmiş olması mümkündür. Nuh'un (a.s) çocukları yeniden, cahilce bu putları yaparak onlara tapınmaya başlamışlardır.

Vedd: Kudaa Kabilesinin bir kolu olan Beni Kalüb bin Vebure'nin ilahı idi. Onlar bu ilahları için Dumet-el-Cendel denilen yerde bir tapınak inşa etmişlerdi. Kadim Arap yazıtlarında bu isme Vedim Abum şeklinde yani, (vadd baba) şeklinde rastlanmaktadır. Kelbi'nin açıklamasına göre bu put iri yarı gövdeli bir erkek şeklinde idi. Kureyş Arapları da buna mabut olarak inanmaktaydılar. Yalnız onlarda bunun ismi Vud olarak biliniyordu. Ayrıca tarihte buna nisbetle, Abdivedd isimli bir şahıstan da bahsedilir.

Suva; Huzeyl Kabilesinin tanrıçasıydı, bir kadın şeklindeydi. Yanbu'ya yakın Ruhat denilen yer dolaylarında bunun tapınağı bulunmaktaydı.

Yeğus; Tay kabilesinin ve bu kabilenin bir şubesi olan Enum ve Mezhic'in bazı kollarının ilahı idi. Mezhiç'liler Yemen ve Hicaz arasındaki Cürş denilen bir yerde bu putu dikmişlerdi. Dişi bir aslan biçimindeydi. Kureyş'den bazılarının ismi ise Abd-Yeğus olarak anılmaktaydı.

Yeûk; Yemen'in Hemdan bölgesinde Hemdan kabilesinin bir kolu olan Heyvan'ın mabuduydu, at şeklindeydi.

Nesr; Himyer bölgesinde, Himyer kabilesinin bir kolu olan Al-i zul-Kulânın mabudu idi. Belühe makamındaki bu put bir akbaba şeklindeydi. Şebe'nin eski yazıtlarında da bunun ismine Nasur şeklinde yazılmış olarak rastlanmaktadır. Bunun tapınağına Beyt-i Nasur, onlara tapanlara da Ehl-i Nasur diyorlardı. Eski eserlerde ve arabın civarında bulunan diğer bölgelerdeki tapınakların kapılarının üzerinde bu akbaba resimleri vardı.169

"Ne Vedd'i, ne Suvâ'ı ve ne Yeğus'u Yeuk'u ve Nesr'i." Bunlar, kendilerince en büyük tanıdıkları ve tapındıkları putlarının isimleridir.170 Bununla beraber kendi aralarında dereceleri birbirinden farklıdır. Bazılarında "lâ"nın tekrarlanması ve bazılarında söylenmemesi ile bu farklılığa işaret olunmuştur. Demek ki Vedd ve Suva'dan herbiri; Yeğus, Yeûk ve Nesr'in hepsine karşılık söylenmiş oluyor. Bazıları şöyle demiştir. Bu putlar Araplar'a geçmişti. Bundan dolayı, Araplar; Abd-i Vedd, Abd-i Yeğus... diye isimler takardı. Âlûsi şöyle der: Buhârî, İbnü Münzir ve İbnü Merduye İbnü Abbas'tan şöyle rivayet etmişlerdir: Nûh kavmindeki putlar sonradan Araplar'a geçmişti. Vedd, Düme-tü'l-Cendel'de Kelb oğullarının putu idi. Suvâ, Hüzeyl'in idi. Yeğûs, Murad'ın, sonra Seba'da Beni Gatîf'in idi. Ye'uk, Hamedân'ın idi. Nesir de Himyer'in, Ali zilkelâ'nın idi. Bu isimler esasen bazı iyi kişilerin isimleri iken vefatlarında onların adına ve oturdukları yerlere Şeytan'ın aşılama ve telkinleriyle dikmeler dikilmiş ve bunların adları verilmiş, sonra da onları tanıyanlar kalmayınca bilmeden bunlara tapılmıştır. İbnü Ebî Hâtim'in Urve b. Zübeyr'den rivayetine göre Vedd, en büyükleri ve en iyileri idi. Bunların hepsi Âdem oğullarından idi. Bir rivayete göre de Vedd, yüce Allah'tan başka ilâh edinilenlerin ilkidir.

Abd b. Humeyd'in Ebu Mutahher'den rivayet ettiğine göre Ebu Cafer Muhammed b. Bâkır Hazretleri şöyle demiştir:

Vedd, kavmi içinde sevilen müslüman bir kişiydi. Ölünce Bâbil yurdunda kabrinin etrafında ordu kurdular, yas tuttular. İblis onların bu feryadını görünce bir insan biçiminde onlara: "Sizin ağlayıp sızladığınızı ve üzüldüğünüzü görüyorum. Size onun bir şeklini, resmini yapsam, toplandığınız yere koysanız da onu ansanız." dedi." Peki" dediler. Bunun üzerine İblis Vedd'in bir şeklini yaptı. Onu toplantı yerlerine koydular. Babilliler onu anarlardı. İblis bunu görünce: "Nasıl, evlerinize de yapsam, herkes evinde de ansa olur mu?" dedi. Onu da yaptı, bu şekilde onu anar oldular. Sonra çocukları yetişti. Çocuklar büyüklerin ona yaptıklarını görüyordu. Nesil uzadıkça onu niye andıkları unutuldu. Tuttular, ona ilâh diye tapmaya başladılar. İşte yeryüzünde Allah ' tan başka ilk tapınılan Vedd oldu.

İbnü Münzir ve başkaları Ebu Osman Mehli'den rivayet etmişlerdir. Ebu Osman demiştir ki: Yeğus'u gördüm, kurşundan idi. Çıplak bir deveye yükletilir, beraberinde giderler, bir yere varıp kendi kendine çökene kadar onu hiç dehlemezlerdi. O çökünce de, "Haydin, konaklayacağınız yeri beğendi." derler ve etrafına konarlar ve oraya bir bina yaparlardı.

Keşşâf'ta zikredildiği üzere, bir de şöyle denilmiştir: Vedd, bir erkek şeklinde, Süva bir kadın şeklinde, Yeğus bir arslan şeklinde, Yeuk bir kısrak şeklinde, Nesir bir kartal şeklinde idi. Yine denilmiştir ki, yok olan Nûh kavminin putlarının aynen Araplar'a geçmiş olması uzak bir iştir, anlaşılır gibi değildir. Açık olan budur ki, ancak isimleri kalmış, Araplar da bir takım putlar edinerek onlara bu isimleri vermişler ve Abd-i Yeğus ve Abd-i Yeuk derken de bu putların kulu, yani Yeğus'un kulu, Yeuk'un kulu mânâlarını kastetmişlerdir. Ebu Osman'ın gördüğü de aynen Nûh zamanından kalma değil, ancak o isimle isimlendirilen başka bir put olması gerekir. Âlûsî, daha önce nakledildiği üzere, onların hepsinin de insan şeklinde olmalarının daha sahih olduğunu kaydetmiştir. Bu isimler esasen Arapça olmayıp başka bir dilden olduklarına göre, Vedd ve Yeğus isimlerinin Hintliler'in Veda, Vüyasa isimlerini andırdıkları da hatıra gelmiyor değildir.171

Nuh (as)’ın kavmi Allah’a ve onun gönderdiği peygambere iman etmiyordu. Tam bir küfür deryası içindeydiler. Hz. Nuh kavminin helakını isterken onların kafir olduğunu açıkça dile getirerek Allah’a yalvarıyordu. “Ey Rabbim yeryüzünde kafirlerden hiç kimseyi bırakma”172

Hz. Nuh’un kavminin inkarı İbrahim suresinde şöyle ifade edilir.

“Sizden öncekilerin Nuh, Ad, Semud kavimlerinin ve onlardan sonrakilerin haberleri size gelmedi mi? Onları Allah’tan başkası bilmez. Peygamberleri kendilerine mucizeler getirdi de onlar, ellerini peygamberlerinin ağızlarına bastılar, (hakkı söylemelerine engel olmak istediler) ve dediler ki: Biz, size gönderileni inkar ettik ve bizi, kendisine çağırdığınız şeyden şüphelendirici bir kuşku içindeyiz.”173

Razi, Nuh kavmini inanç bakımdan farklı gruplara ayırarak şu açıklamayı yapar. “Nuh kavmi üç grup idi. Müminler, kafirler ve münafıklar. Müminler için kurtuluş kafirler ve münafıklar için boğulmak takdir edildi. Nuh’un oğlu da münafıklardandı. Nuh (as) onun mümin olabileceğini sanıyordu. Bu yüzden onun gemiye binmesini istemişti ama o reddetti. Nuh’un Hud suresi 45. ayetindeki “Bugün Allah’ın emrinden Rahim olan Allah’tan başka hiçbir koruyucu yoktur” ayeti de Nuh’un daha önce oğlunun kafir olduğunu bilmediğini gösterir.174

2. KÜFÜRDE AŞIRI DERECEDE İNAT ETMELERİ ve ÖNYARGILI OLMALARI


“Nuh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, .sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her çağrışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler. Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim.”175

Bundan şu anlaşılabilir: Onlar, değil Hz. Nuh'un davetine kulak vermek, onun yüzüne bile bakmak istemiyorlardı. Ya da bunu, Nuh (a.s) yanlarından geçerken onları tanımasın ve onları davet etmesin diye yapıyorlardı. Buna benzer bir tavrı Mekke'deki kafirler Allah Rasulü'ne karşı gösteriyorlardı.176 Bu tavır Kur’an’da şöyle izah ediliyor: "Haberiniz olsun, gerçekten onlar ondan gizlenmek için haktan kaçınır yan çizerler, haberiniz olsun, onlar örtülerine büründükleri zaman, Allah, gizli tuttuklarını da, açığa vurduklarını da bilmektedir."177

Hz. Nuh (as) uzun bir mücadelenin sonunda dönüyor ve Rabbine son raporunu sunuyor. Burada Hz. Nuh sürekli ve kesintisiz bir çabayı tasvir ediyor: "Doğrusu ben milletimi (kavmimi) gece gündüz çağırdım:"

Bıkmıyor, usanmıyor, burun kıvıranılar, yanlışta ısrar etmeler karamsarlığa düşürmüyor onu: "Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklıklarını arttırdı." Allah'a; varlık ve hayatın nimet ve lütufların, hidayet ve aydınlığın kaynağına yönelik çağrımdan kaçtılar. Üstelik O, dinlemek için bir ücret, yol göstericiliğin karşılığı olarak da bir vergi istemiyor. Onlar, bağışlanmaları, günah, isyan ve sapıklığın cürmünden kurtulmaları için kendilerini Allah'a çağıran davetçiden kaçıyorlardı.

Davetçi her yerde karşılarına çıkıp, davetini duyurmak için her fırsatı değerlendirdiği, dolayısiyle kaçamadıkları zamanlar sesini duymak istemiyorlardı. Onu görmeye bile tahammül edemiyorlardı. Bu yüzden sapıklıkta ısrar ediyor, hak ve hidayet çağrısına olumlu karşılık vermeye tenezzül etmiyorlardı, büyüklük taslıyorlardı. "Doğrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler."

Bu, davetçinin davasını duyurmak için her fırsatı değerlendirişini, kafirlerin de sapıklıkta direnmelerini gösteren bir tablodur. Bu tabloda kıt anlayışlı, inatçı insanlığın çocuksu tutumu belirginleşiyor. Bu tutum, parmaklarını kulaklarına tıkamaları ile, başlarını elbiselerine bürümeleri ile somutlaştırılıyor. Bu ayetler, çocukça inadı kusursuz bir tabloda canlandırıyor. Hz. Nuh şöyle diyor: "Parmaklarını kulaklarına tıkadılar." Onlar parmak uçlarıyla kulaklarını tıkıyorlardı. Ama onlar parmak uçlarını kulaklarına o kadar sert tıkıyorlardı ki, sanki içine hiçbir ses girmesin diye bütün parmaklarını kulaklarının içine sokmak ister gibiydiler. Bu yanlışta ısrar etmenin, inatçılığın kaba, çirkin bir tablosudur. Aynı zamanda bu, insanların yaşlandıkları halde ortaya koydukları çocuksu, ilkel davranışların bir tablosudur.178

Sürekli davetin, her fırsatı değerlendirmenin, ısrarla karşılarına çıkmanın yanısıra Hz. Nuh, her türlü yönteme başvurmuştu. Kimi zaman açıkça davet etmiş, kimi zaman da gizli ve açık daveti birlikte yürütmüştü: "Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa gizliden gizliye de söyledim."

“Biz Nuh'u, soydaşlarına peygamber olarak gönderdik. Dokuzyüzelli yıllık bir süre boyunca aralarında kaldı. Sonunda zalimliklerini inatla sürdürürlerken, Tufan'a yakalandılar. Buna karşılık Nuh'u ve gemidekileri kurtararak bu olayı bütün insanların ders alacakları bir mucize yaptık.”179

Nuh (as) dokuzyüzelli yıl dini tebliğ etmesine rağmen kavmi inatla ve ısrarla iman etmedi ve küfürde kalmayı tercih etti.

Kavmi Hz. Nuh’u peygamber olarak kabul etmiyordu. Ona 950 yıl Nuh dediler ama peygamber demediler. Onların bu inkar hali ahirette de ortaya çıkmaktadır. Hz. Peygamber şöyle buyurdu. “Nuh ve onun ümmeti (ahirette karşı karşıya) getirilir. Allah Hz Nuh’a “ Sen tebliğ ettin mi?” der. Nuh “Evet, Ey Rabbim” der. Allah onun kavmine “Bu size dini tebliğ etti mi?” der. Kavmi “Bize bir peygamber gelmemiştir” derler. Allah Nuh’a “Tebliğ yaptığına dair şahitlerin kimlerdir?” der. O da “Muhammed ve ümmeti” der. Siz onun tebliğine orada şahitlik edersiniz.

“İşte böylece sizin insanlar üzerinde şahitlik yapmanız, Resulün de sizin üzerinizde bir şahit olması için sizi orta (dengeli) bir millet kıldık” ayetinin tefsiri sadedinde bu açıklama yapılır.180

3. PEYGAMBERE KARŞI ÇIKMA VE ONUNLA MÜCADELE ETME

a. Peygamberi alelade bir insan olarak görmeleri


Hz. Nuh’un kavmi, Allah tarafından kendilerine peygamber olarak gönderilen peygambere tabi olmadıklar gibi ona iman etmeyi kendileri için aşağılık saydılar. O yüce peygamberi, kendileri gibi alelade bir insan olarak gördüler. Onlara göre peygamber ancak meleklerden olmalıydı. Nitekim Mü’minun suresinde onların bu tutumu açıkça ifade edilmiştir.

“Nuh’un kavminden kafir olanların ileri gelenleri, (diğer insanlara) dediler ki: Bu Nuh ancak sizin gibi bir insandır. (sizin gibi yiyor, içiyor, uyuyor. Böyle birisi nasıl, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamber olabilir. Sizi tevhide davet etmekle) size üstün ve hakim olmak istiyor. Maksadı budur. Eğer hakikaten Allah’u Teala (kendisinden başkasına ibadet olunmasını veya bize peygamber göndermeyi) dileseydi, muhakkak ki (peygamber olarak) bir melek gönderirdi. Biz geçmişteki atalarımızdan böyle bir şey duymadık.”181

"Soydaşlarının önde gelen kâfirleri dediler ki; `Bu adam tıpkı sizin gibi bir insandır, üzerinizde üstünlük kurmak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bize bir melek gönderirdi. Onun söylediklerini eski atalarımızdan hiç duymamıştık."182

Beydavi bu ayeti şçyle tefsir eder. “Ey Nuh senin bize karşı bir üstünlüğün yok ki sana itaat edelim ve senin peygamberliğini tasdik edelim.”183

Onlar bu sözleriyle Hz. Nuh’un peygamberliğinden şüphe diyorlardı. Zira onlar da bir insanın peygamber olabileceğini biliyorlardı.184

Kavmi işte bu daracık, bu küçücük açıdan bakıyor bu büyük davaya. Şu halde bu davanın tabiatını kavrayamazlar, bu davanın gerçekliğini göremezler. Küçük ve basit kişilikleri bu davanın özünü perdeliyor, davanın unsurlarını görmelerini önlüyor. Onunla kalpleri arasında engel oluşturuyor. Onların gözünde sorun, kendilerinden hiçbir ayrıcalığı bulunmayan, kendilerine üstünlük sağlamak isteyen, konumlarından üstün bir konum elde etmek isteyen, aralarından çıkmış bir adamın sorunudur.

Kendilerince Nuh'un ulaşmaya çalıştığını sandıkları, bu yüzden peygamberlik iddiasına başvurduğunu düşündüklerini, bu yere gelmesini önlemek üzere gösterdikleri bu basit tepki yüzünden, sadece Hz. Nuh'un üstünlüğünü inkâr etmekle kalmıyorlar, kendilerinin de mensubu bulundukları insanlığın üstünlüğünü reddediyorlar. Yüce Allah'ın bu türe verdiği onuru tepiyorlar, şayet yüce Allah mutlaka bir peygamber gönderecekse, onu insanlardan seçmesini çok görüyorlar ve "Eğer Allah dileseydi, bize bir melek gönderirdi." diyorlardı.

Bunun nedeni, insanı yüceler alemine bağlayan, insanlar arasından seçilmiş kimselerin bu yüce mesajı algılamalarını, ona güç yetirmelerini, onu diğer kardeşlerine aktarmalarını, onları bu mesajın aydınlık kaynağına ulaştırmalarını sağlayan o yüce soluğu ruhlarında bulmamalarıdır.Bu yüzden meseleyi alışılmış geçmişe havale ediyorlar, düşünüp inceleyen akla değil."Onun söylediklerini eski atalarımızdan hiç duymamıştık."185

Göz dolduran kodamanlar gürûhu peygamberliği inkâr ederek halka karşı dedi ki: Bu ancak sizin gibi bir insan, üzerinize üstün ve hakim olmak istiyor. Yani insanlık özelliği yönünden sizden hiçbir farkı, fazla bir özelliği ve üstünlüğü olmadığı halde, peygamberlik davası ile sizin üzerinize çıkmak, başınıza geçmek istiyor. Bu sözde iki mânâ gözetilebilir:

Birincisi: Adı geçen peygamberde normal insanlardan fazla bir meziyet ve fazilet bulunmadığı iddiasıyla onu âdî bir şahıs ve ehliyetsiz bir ihtiras sahibi gibi göstermeye çalışmak ve bu şekilde onu sıkıntılandırmaktır ki, dünyalık mevki peşinde koşan hırslı ve hasetçi kimselerin çoğunlukla ehliyet ve hak sahipleri kişilere karşı âdetleridir.

İkincisi: Peygamberlik davasını bütün insanlığın üzerine çıkmak gibi fazla bir iddia zannetmek. Peygamberliği beşer cinsinde bulunması mümkün olmayan bir fazilet davası şeklinde göstermektir ki, Allah Teâlâ'yı yaratıklardan habersiz bir tabiat gibi zanneden Muattıla'nın veya Allah'ın mücerred ruhânilerden başkasına tebliğatta bulunamayacağını zanneden Sabiîlerin zanlarıdır. Onun için peygamber denildiği zaman böyleleri onda insan üstü bir özellik bulunması, yani insan cinsinin en yüksek bir ferdinde bile bulunmayan sırf ilâhî bir cevher ve kimlik bulunması gereğini iddia ederler. Hıristiyanların Hz. İsa'da ilâhî bir cevher bulunduğunu iddiaya kalkışmaları ve hatta Nastûrîlerin, biri ilâhlık biri insanlık diye iki cevher kabul etmelerine bile razı olmamaları o iddiaya mağlubiyetlerinin bir neticesidir. Zamanımızda birtakım Avrupalı yazarların Hz. Muhammed'in peygamberliğini inkâr yönünde "Şüphe yok ki Hz. Muhammed, olağanüstü bir beşer, pek büyük bir zat, fakat insanlık üstü bir vücut değil, bunun kendisi de söylüyor 'Ben de sizin gibi ancak bir beşerim” (Kehf, 18/110) diyor." demeleri, yani ilâhlık davasında bulunmadığından dolayı Allah'ın peygamberinin peygamberliğini kabul etmek istememeleri de o zanna uyularak söylenmiş bir safsatadan başka bir şey değildir. Bu zanda bulunanlar veya bu şekilde safsata yapmak isteyenler bir insanın peygamberliği söz konusu olduğu zaman onu bütün insan cinsinin üstün de yüksek bir kimlik iddia ediyormuş gibi anlatırlar da onun bir ilâh veya bir melek olduğu kabul edilmedikçe Resul olduğu tasdik olunamazmış gibi gösterirler.

İsrâ Sûresi'nde geçtiği gibi Resulullah'a karşı Kureyş müşriklerinin bir kısmı da bu safsatayı ileri sürmüşlerdi. Buna karşı burada bunun yanlış kaynağının yüce yaratıcıyı, yarattıklarından habersiz zannetmek küfrü olduğu ve Nûh'tan İsa'ya kadar gelen büyük peygamberlere karşı kâfirlerin de hep bunu söyleye geldikleri ve ilmen iknâ olmak istemeyen bütün o kâfirlerin sonunda peygamberliğin doğruluğu karşısında fiilen yok oldukları anlatılmıştır. Yani Nûh'un peygamberliğine karşı kavminin kodaman kâfirleri demişti ki: "Bu ne olursa olsun sizin gibi bir beşerden başka bir şey değil, böyle iken insanlığın üzerine çıkmak insanlıktan daha yüksek olmak istiyor. Allah'tan peygamberlik dava ediyor, insandan Resul mü olur?" Gerçi âyetten ilk bakışta önceki mânâ hemen akla gelir Fakat daha sonra gelen bölümüne dikkat edilince de ikinci mânâ; yani insanın peygamberliğinin inkârı mânâsı daha açık görünür. Çünkü o kâfirler bunun arkasından şöyle delil getirmeye çalışıyorlar:

Ve eğer Allah dileseydi elbette melâike indirirdi. Yani Allah insanlara elçi göndermek isteseydi yerdeki insandan değil, elbette gökyüzünden melekleri elçi yapar indirirdi de herkes ondan Allah'ın tebliğatını kendi alırdı. Buna "elbette" demeleri iki görüş açısındandır. Bir kere batıl zanlarında Allah'ın beşerden birine tebliğat yapıp peygamberlik nimeti vermesini mümkün görmüyorlar. Allah, doğrudan doğruya cisim sahibi olanlara tesir edemez, zannediyorlar. Halbuki bu şekildeki istidlâlde bir "müsâdere ale'l-matlûb" fesâdı (bir şeyi yine kendisiyle delil göstermeye kalkışma yanılgısı) vardır. Yani delil davanın aynıdır. Bir de tabiat ve vücup bakış noktasına tutunarak demiş oluyorlar ki, eğer bazı kimselere melekleri indirmiş ise her ferde indirmesi gerekirdi, çünkü tabiat küllîdir. Bu yanlış zan da Allah'ın mutlak yaratıcı olduğunu inkârdır.

İbrahim Sûresi'nde geçtiği üzere bu gibilere karşı peygamberler: "Evet biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lutfeder"186 diye cevap vermişlerdi ki, burada da: "Biz yaratmaktan gâfil değiliz"187 âyetiyle o yanlış zanları kökünden reddedilmiş ve nitekim En'âm Sûresi'nde "Allah elçiliği kime vereceğini daha iyi bilir"188 buyurulmuştur. Fakat Allah'ın ilim ve iradesini bilmeyen ve kafaları tabiat, âdet ve taklitlerle devamlı dolmuş olan kâfirler dediler ki biz önceki atalarımızdan bunu işitmedik. Yani

Nûh'un dediğini, Allah'tan başka ilâh yoktur, kelâmını işitmemişler, yahut bazılarının sözüne göre Nûh gibi peygamberlik iddia edeni işitmemişler, cehaletleri o kadar uzamış ki, peygamber cinsini duymamışlar. Bununla beraber bizce bunun melâike indirilmesine işaret olması ihtimali de vardır ki, melâike indirildiğini hiç işitmedik demiş olurlar. Ve bu mânâ, gösterdikleri bahanelerin çürüklüğünü anlatmış olması sebebiyle âyetin ahengine daha uygun gelir.189

“Peygamberleri dedi ki: Gökleri ve yeri yaratan Allah hakkında şüphe mi var? Halbuki O, sizin günahlarınızdan bir kısmını bağışlamak ve sizi muayyen bir vakte kadar yumuşatmak için sizi (hak dine) çağırıyor. Onlar dediler ki: siz de bizim gibi bir beşerden başka bir şey değilsiniz. Siz bizi atalarımızın tapmış olduğu şeylerden döndürmek istiyorsunuz. Öyleyse bize apaçık bir delil getirin. Peygamberleri de onlara dediler ki: (Evet) biz sizin gibi bir beşerden başkası değiliz. Fakat Allah nimetini kullarından dilediğine lütfeder. Allah’ın izni olmadan bizim size bir delil getirmemize imkan yoktur. Müminler ancak Allah’a dayansınlar.190


b. Peygamberi yalanlamaları


“Size Rabbimin vahyettiği gerçekleri tebliğ ediyorum ve size öğüt veriyorum ve ben sizin bilmediğiniz şeyleri Allah tarafından gelen vahiy ile biliyorum. (Allah’ın azabından) sakınıp da rahmetine nail olmanız için içinizden sizi uyaracak bir adam vasıtasıyla size bir zikr (kitap, öğüt) gelmesine şaşırdınız mı?

Söylenenleri dinledikten sonra onu (Nuh’u) yalanladılar. Biz de onu ve onunla beraber gemide bulunanları kurtardık. Ayetlerimizi yalanlayanları boğduk. Çünkü onlar kör bir kavim idiler.191

Şeybani bu ayetin tefsirinde şu noktalara değinir. Hz. Nuh en uzun süre yalanlanan ve kendisine en az taraftar bulan bir peygamberdir. Ayette geçen “risalât” tan uzun süre kendisine vahyolunan emir, nehiy, zecr, vaaz, tebşir, inzar gibi çeşitli meselelerle kendinden önceki peygamberlere indirilen sahifeler (İdris (as)’a verilen 300 sahife ve Şit (as)’a verilen 50 sahife) kastedilmektedir. Nuh (as) hem kendine indirilen vahyi hem de kendinden önceki peygamberlere verilen sahifelerdeki vahyi kavmine tebliğ ediyordu. Fakat Nuh’un (as) tüm güzel, tatlı, şefkatli ve iyi tebliğine rağmen kavmi onu yalanladı. Çünkü onlar kör bir kavimdi yani kalpleri körleşmişti.192

“Onlara Nuh’un haberini oku: Hani o kavmine demişti ki: Ey Kavmim! Eğer benim (aranızda) durmam ve Allah’ın ayetlerini hatırlatmam size ağır geldiyse, ben yalnız Allah’a dayanıp güvenirim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanıp yapacağınızı kararlaştırın. Sonra işiniz başınıza dert olmasın, bundan sonra (vereceğiniz) hükmü bana uygulayın ve bana mühlet de vermeyin.

Eğer (benim öğütlerimden) yüz çeviriyorsanız, (zaten) ben sizden bir ücret istemedim. Benim ücretim Allah’tan başkasına ait değildir. Ve ben Müslümanlardan olmakla emrolundum.

Yine de onu yalanladılar. Biz de hem onu hem de onunla beraber gemide bulunanları kurtardık. Ve onları (yeryüzünde) halifeler kıldık. Ayetlerimizi yalanlayanları da (denizde) boğduk. Bak ki uyarılıp da (inanmayanların) sonu ne oldu.”193

Burada sunulan bölüm, Hz. Nuh'un kıssasının son bölümüdür. Uzun uyarıdan, uzun boylu hatırlatmadan ve onların uzun bir süre peygamberin mesajını yalanlamalarından sonra gelen en son meydan okuyuş bölümüdür. Bu bölümde ne gemi konusuna, ne kimlerin ona bindiğine, ne Tufan'a, ne de bölümle ilgili detaylara ilişkin açıklamalara yer veriliyor. Çünkü burada önemli olan meydan okuyuşu ve yalnız Allah'dan yardım dilemeyi, Peygamber'in ve onunla birlikte onların azınlıkta oldukları halde kurtulmasını, çoğunluğa ve kuvveti ellerinde bulundurmalarına rağmen, peygamberin mesajını yalanlayanların helâk oluşunu ön plana çıkarmaktır. Bu nedenle surenin akışı kıssanın bütününe yayılmıyor, bir tek bölümde yoğunlaşıyor. Bu bölümün de detaylarına girilmiyor, özellikle sonunda alınan neticelere ağırlık veriyor. Zira kıssanın burada ele alınmasından amaç budur.

"Onlara Nuh'un hikâyesini anlat, hani o soydaşlarına demişti ki; "Ey soydaşlarım, eğer karşınıza çıkıp Allah'ın ayetlerini hatırlatmam ağırınıza gidiyorsa, ben Allah'a dayandım; siz de Allah'a ortak koştuğunuz putlarla birlikte ne yapacağınızı kararlaştırınız, sonra vardığınız karardan dolayı başınız ağrımasın; arkasından şahsıma ilişkin kararınızı bana hiçbir mühlet tanımaksızın uygulayınız."

Eğer benim yaptıklarım sizi zor durumda bıraktıysa ve artık siz benim aranızda kalmama, sizi Allah yoluna çağırmama, Allah'ın ayetlerini size hatırlatmama tahammül edemeyecek duruma geldiyseniz, işte siz ve yapabilecekleriniz! İstediğinizi yapın!.. Bense kendi yolunda yürümeye devam edeceğim. Ve bu konuda Allah'dan başkasına dayanmayacağım.

"Ben Allah'a dayandım.Yalnız O'na dayandım. O, bana yeter. Başka dostlara ve yardım edicilere ihtiyacım yoktur. Siz de Allah'a ortak koştuğunuz putlarla birlikte ne yapacağınızı kararlaştırınız. Yapacağınız işin girdisini-çıktısını belirleyiniz. Dayanışma içinde bütün hazırlığınızı görün. Sonra vardığınız karardan dolayı başınız ağrımasın. Tam tersine, aldığınız tavır hakkındaki düşünceniz net olsun. Yapmayı kararlaştırdığınız şeyde bir karışıklık, bir kapalılık, bir kararsızlık ve vazgeçme olmasın!

"Arkasından şahsıma ilişkin kararınızı uygulayınız." İyice düşünüp taşındıktan; meseleyi bütün boyutları ile değerlendirdikten ve hiçbir tereddüde meydan bırakmayan kesin yargıdan sonra, benim şahsımla ilgili planınızı ve kararınızı uygulayınız.

"Bana hiçbir mühlet tanımayınız." Hazırlık yapmam ve önlem almam için bana zaman tanımayınız. Benim bütün hazırlığım başkasına değil, yalnız Allah'a dayanmamdır. Bu gerçekten kışkırtıcı, apaçık bir meydan okuyuştur. Bu sözü, elinde yeterli güç ve kuvveti bulunduran, kendi hazırlığına tam anlamı ile güvenen kimseden başkası söyleyemez. Çünkü buradaki ifade, düşmanın öfkesini kendi üzerine çekme, dokunaklı sözlerle onların kendisine saldırmalarına yol açan anlamına gelmektedir! Peki Hz. Nuh'un sırtını dayadığı güç ve hazırlık neydi? Yeryüzünün bütün güçlerine karşı ne vardı elinde?

İman onunla beraberdi. Bütün güçlerin önünde küçüldüğü, çoğunluğun önünde dize geldiği bütün önlemlerin karşısında çaresiz kaldığı kuvvetli bir iman. Hz. Nuh'un arkasında kendi dostlarını, şeytanın dostlarının elinde bırakmayan yüce Allah vardı! İşte bu yalnız Allah'a imandır ki, sahibini bu evrende yeralan bütün canlı ve cansız varlıklara egemen olan büyük kuvvetin kaynağına kavuşturur. Dolayısıyla bu meydan okuyuş bir aldanma, bir öfke, bir intihar değildir! Bu gerçekten büyük olan kuvvetin, kesin iman sahipleri karşısında sönükleşen, eriyip giden basit, geçici kuvvetlere meydan okuyuşudur.

"Eğer çağrıma sırt dönüyorsanız, ben sizden herhangi bir ücret istemiş değilim, benim emeğimin karşılığını verecek olan sadece Allah'dır." Eğer siz benden yüz çevirecek ve uzaklaşacak olursanız, ne haliniz varsa görün! Ben zaten sizi doğru yola iletmek için yaptığım çalışma karşılığında bir ücret istemiyorum ki, sizin bana sırt çevirmenizle benim ücretim azalsın!

"Benim çabamın karşılığını verecek olan sadece Allah'dır." Sizin böyle bir tavır takınmanız, benim inancıma bağlılığımı sarsmaz. Ben kendimi bütünüyle Allah'a teslim etmekle emrolundum:

"Bana müslümanların, Allah'ın buyruklarına teslim olanların ilki olmam emredildi." Madem ki bana böyle emir verildi, ben müslümanlardanım. Peki sonuç ne oldu?

"Yine de onu yalanladılar. Biz de onu ve gemideki arkadaşlarını boğulmaktan kurtararak boğulanların yerine geçirdik ve ayetlerimizi yalanlayanları boğduk."194

“Daha önce Nuh da dua etmiş, biz onun duasını kabul etmiştik. Böylece kendisini ve çevresini büyük bir sıkıntıdan kurtarmıştık. Onu, ayetlerimizi yalanlayan kavimden koruduk. Gerçekten onlar fena bir kavim idi. Bu yüzden de topunu birden (suya) gark ettik.”195

Nuh peygamberin kavmi: "Peygamberleri yalanlayınca kendilerini suda boğduk." Halbuki onlar sadece Nuh peygamberi yalanlamışlardı. Ama Nuh peygamber -selam üzerine olsun- onlara hep peygamberin kendi kavmine sunduğu değişmez ve tek inanç sistemini getirmiştir. Bu yüzden Nuh peygamberi yalanladıkları zaman, bütün peygamberleri yalanlamış oldular: "Böylece onları diğer insanların ibret alacakları acı bir örneğe dönüştürdük." Örneğin; Nuh kavminin yaşadığı Tufan olayı, üzerinden bunca zaman geçmiş olmasına rağmen unutulmamıştır. Düşünen, düşündüğünden yararlı sonuç çıkaran bir kalbe sahip olan herkes, bu olaya baktığında mutlaka ondan ibret alır. "Ve zalimler için acıklı bir azap hazırladık." Bu azap hazırdır, bir daha yeniden hazırlama gereği duyulmaz. 196

“Nuh’un kavmi de, elçileri yalanladıklarında onları suda boğduk. Ve insanlar için bir ayet kıldık. Biz zulmedenlere azıklı bir azap hazırladık.”197

“Nuh kavmi de peygamberleri yalancılıkla itham etti.198 Bu ayette kavim sadece Nuh’u yalanladığı halde neden “peygamberleri yalanladı” şeklinde çoğul gelmiştir. Bu konuda Razi şu açıklamayı yapar.

“İfadenin böyle kullanılmasının iki sebebi vardır. İlki, onlar her ne kadar Nuh’u yalanlamışlarsa da ne var ki bu manen tüm peygamberleri yalanlamayı kapsar. Zira peygamberlerin bilgi kaynağı tektir ve değişmez. İkincisi ise Nuh’un kavmi, ya zındıklardan ya da Brahmanlardan oldukları için Allah’ın tüm peygamberlerini yalanlamışlardır.199

“Onlardan önce Nuh kavmi, Ress halkı ve Semud kavmi de yalanladı. Ad, Firavun ve Lut’un kardeşleri, Eyke halkı ve Tubba kavmi de hepsi peygamberleri yalanladı. Böylece benim tehdidim (onların üzerine) hak oldu.”200

“Onlardan önce Nuh kavmi, Ad kavmi, sarsılmaz bir saltanatın sahibi Firavun, Semud, Lut kavmi ve Eyke halkı da peygamberleri yalanladılar. İşte bunlar da peygamberlere karşı birleşen topluluklardır. Onların her biri gönderilen peygamberleri yalanladılar da bu yüzden (kendilerine) azabım hak oldu.201

Bunlar tarihte Kureyş'ten önce yaşayan milletlerin örnekleridir: Hz. Nuh'un toplumu, Ad toplumu, yere kazıklar gibi çakılan Ehramların sahibi Fira'avn, Semud toplumu, Lut'un toplumu, sık orman içinde yaşayan ve Eykeliler diye bilinen Hz. Şuayb'ın toplumu. "İşte bunlar da peygamberlerine karşı birleşen kabilelerdir." Bunların hepsi peygamberlerin mesajlarını yalan saymışlardı. Azgın, taşkın ve zalim olan bu toplulukların halı nice oldu? "Yalanladılar da azabımı hak ettiler." Hakkettikleri cezaya çarptırıldılar. Yok olup gittiler. Geride yenilgilerini ve yıkılışlarını simgeleyen kalıntılar dışında hiçbir şey bırakmadılar!202

”Onlardan önce Nuh kavmi ve bunlardan sonraki topluluklar da (peygamberlerini )yalanlamış, her ümmet kendi peygamberini yakalamaya azmetmişti. Batılı hakkın yerine koymak için mücadele etmişlerdi. Bunu üzerine ben onları yakaladım. İşte (bak) cezalandırmam nasılmış gör. İnkar edenlerin cehennem ehli olduklarına dair Rabbinin sözü gerçekleşti.”203


c. Peygamberi sapıklıkla itham etmeleri


“Andolsun ki Nuh’u peygamber olarak kavmine gönderdik de dedi ki: Ey Kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin ondan başka ilahınız yoktur. Doğrusu ben üstünüze gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.

Kavminden ileri gelenler dediler ki: Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz. Dedi ki: Ey Kavmim! Ben de herhangi bir sapıklık yoktur. Fakat ben alemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Size Rabbimin vahyettiği gerçekleri tebliğ ediyorum ve size öğüt veriyorum. Ve ben sizin bilmediğiniz şeyleri Allah tarafından gelen vahiyle biliyorum.”204

Bu dosdoğru apaçık saf çağrıyı Nuh'un toplumunda sapık ve yoldan çıkmış kimseler nasıl karşıladılar? "Soydaşlarının ileri gelenleri ona `Senin açık bir sapıklık içinde olduğunu görüyoruz' dediler." Müşrik Araplar'ın Peygamberimize; "Sapıttı, İbrahim'in dininden döndü" demeleri gibi. Sapıklığı üst noktaya varanlar, işte böyle onu sapık sayarak hidayete çağırıyorlar! Hatta yaratılışında bozulma bu dereceye ulaşınca, küstahlık da işte bu dereceye varır! Mihenk ölçüsü, Allah'ın hatasız ve yanılmaz terazisi olmayınca, işte böyle ölçüler değişir, değer hükümleri geçersiz kalır ve arzularıyla hüküm verilir. "Nuh onlara dedi ki; `Ey soydaşlarım, bende bir sapıklık yoktur, tersine tüm varlıkların Rabbi tarafından gönderilen bir peygamberim. Size Rabbimin mesajlarını iletiyorum, size öğüt veriyorum ve Allah'dan gelen vahiy sayesinde sizin bilmediklerinizi biliyorum."205

d. Peygamberi delilikle itham etmeleri


“Biz Nuh'u soydaşlarına peygamber olarak gönderdik. O dedi ki; "Ey soydaşlarım, Allah'a kulluk ediniz, O'ndan başka bir ilahınız yoktur. Allah'dan korkmaz mısınız? Soydaşlarının önde gelen kâfirleri dediler ki; "Bu adam tıpkı sizin gibi bir insandır. üzerinizde üstünlük kurmak istiyor. Eğer Allah dileseydi, bize bir melek gönderirdi. Onun söylediklerini eski atalarımızdan hiç duymamıştık. Bu adam bir deliden başka bir şey değildir. Bir süre için onu gözetim altında tutunuz. Nuh "Ya Rabb'i, onların bu yalanlamaları karşısında bana yardım et" dedi. O'na vahiy yolu ile bildirdik ki; "Bizim gözlerimiz önünde ve vahyimiz uyarınca bir gemi yap. Emrimiz gelip de tandır kaynamaya (her yandan sular fışkırmaya) başlayınca her canlı türünün birer çifti ile boğulacağına ilişkin hükmümüzün kesinleştiği kimse dışında kalan aile bireylerini gemiye bindir. Zalimler konusunda bana başvurma; çünkü onlar kesinlikle boğulacaklardır. "206

“Onlardan önce Nuh'un soydaşları da yalanlamışlardı. Onlar kulumuz Nuh'u yalanlayarak "Bu adam delidir" dediler, onu görevinden alıkoydular. O da "Ben yenik düştüm"yardım et bana" diye Rabb'ine dua etti. Göğün kapılarını açarak bardaktan su boşanır gibi bir yağmur yağdırdık. Yeri de coşkun kaynaklar halinde fışkırttık. Her iki yönden gelen su belirlenen bir görevi yerine getirmek üzere birleşti. Onu çivilerle tutturulmuş tahtalardan yapılan bir gemiye bindirdik. Mesajı inkar edilen kulumuza ödül olarak bu gemi gözetimimiz altında yüzüyordu. Biz onu bir ibret dersi olarak geride bıraktık. İbret alan yok mu? Benim azabım ve uyarılarım nasılmış? Biz Kur'an'dan öğüt alınabilsin diye onu kolay anlaşılır kıldık. Yok mu öğüt alan?207


e. Peygamber ve müminlerle alay etmeleri


“Hani kardeşleri Nuh onlara şöyle demişti. (Allah’a karşı gelmekten) sakınmaz mısınız Bilin ki ben size gönderilmiş güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a karşı gelmekten sakının ve bana itaat edin. Buna karşı sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim mükafatımı verecek olan sadece alemlerin Rabbi olan Allah’tır. O halde Allah’tan korkun ve bana itaat edin.

Şöyle cevap verdiler: “sana hep düşük kimseler tabi olmakta iken biz sana hiç iman eder miyiz.” Nuh dedi ki: “Onların yaptıkları hakkında bilgim yoktur. Onların hesabı ancak Rabbime aittir. Düşünsenize! Ben iman eden o kimseleri kovacak değilim. Ben ancak apaçık bir uyarıcıyım.”208

Yani “Sana düşük meslek sahipleri, fakirler, miskinler tabi oluyor. Onlar düşüncesiz ve görüşleri zayıf oldukları için senin söylediklerini hiç araştırmadan, düşünüp taşınmadan hemen sana uyuyorlar. Halbuki düşünseler sana tabi olmayacaklarının farkına varırlar.209

Yani "ey soydaşlarım, sizin `ayak takımı' dediğiniz insanları ben iman etmeye çağırdım, onlar da iman ettiler. Benim insanlardan, iman etmeleri dışında hiçbir beklentim yoktur. Ben çağrı çabalarım karşılığında maddi kazanç istemiyorum ki zenginlerle sıkı-fıkı olayım da fakirler ile arama mesafe koyayım. Benim gözümde bütün insanlar birdir. Kim insanların malını umursamazsa, onun için fakirler ile zenginler bir olur"

"Benim ücretimi verecek olan Allah'dır. Bu iş yalnız O'na düşer. Başkasına değil. Ayrıca: "Mü'minleri de yanımdan kovacak değilim."

Anlaşılan bu sözde seçkinler Hz. Nuh'a, ya açıkça, ya da dolaylı biçimde dediler ki; "Bu ayak takımını yanından kov; o zaman sana iman etmeyi düşünebiliriz. Biz bu ayak takımı ile senin yanında bir araya gelemeyiz, ya da onlarla aynı yola giremeyiz." Hz. Nuh'un bu isteğe verdiği karşılık kesindir; "Hayır, onları kovmam söz konusu değil. Ben böyle bir şey yapmam. Onlar iman ettiler. Bundan sonraki işleri yüce Allah'a kalmıştır, artık benimle bir işleri yok. Çünkü onlar Rabblerine kavuşacaklardır. Fakat görüyorum ki, siz gerçeklerden habersiz bir toplumsunuz."

Sizler insana yüce Allah'ın terazisinde kıymet kazandıran gerçek değerlerin neler olduklarını bilmediğiniz gibi, tüm insanların en sonunda yüce Allah'ın huzuruna varacaklarından da habersizsiniz.

"Ey soydaşlarım, eğer ben o mü'minleri yanımdan kovacak olursam, Allah'a karşı beni kim savunabilir? Bunu hiç düşünmüyor musunuz?" Orada Allah var. Yoksulların da zenginlerin de, zayıfların da güçlülerin de Rabbi olan Allah. Orada Allah insanları burada geçerli saydıklarınızdan farklı déğerler ile değerlendiriyor, onları tek bir terazide tartıyor. Bu terazi, iman terazisidir. Buna göre sözünü ettiğiniz mü'minler yüce Allah'ın koruması ve gözetimi altındadırlar. O halde;

"Ey soydaşlarım, eğer ben o mü'minleri yanımdan kovacak olursam Allah'a karşı beni kim savunabilir? Eğer ben yüce Allah'ın koyduğu ölçüleri çiğner de O'nun mü'min kullarına karşı haksızlık edersem, beni O'ndan, O'nun gazabından kim kurtarabilir. Eğer sahte yeryüzü değerlerini onaylayarak Allah'ın değerli saydığı o insanları hor görürsem, Allah'ın karşısında bana kim arka çıkabilir? Oysa yüce Allah beni o sahte değer yargılarına uymak için değil, onları değiştirmek için gönderdi. Size gelince pençesine düştüğünüz sapıklık, size insan fıtratının sağlıklı ve dengeli ölçüsünü unutturmuştur.210

Onlar Hz. Nuh gemiyi yaparken onunla alay ediyorlardı. Kur’an-Kerim’de onların bu alayları şöyle anllatılır.

“Gemiyi yapmaktaydı. Kavminin ileri gelenleri kendisine her uğradığında onunla alay ediyordu. O: "Eğer bizimle alay ederseniz, alay ettiğiniz gibi biz de sizlerle alay edeceğiz" dedi. "Artık siz, ilerde bileceksiniz. Aşağılatıcı azab kime gelecek ve sürekli azab kimin üstüne çökecek.”211

Onların Hz. Nuh’la nasıl alay ettikleri konusunda müfessirler şunları nakleder.



  • Onlar “Ey Nuh sen Allah’ın peygamberi olduğunu iddia ediyorsun. Ama şimdi marangozluğa başladın” diyorlardı.

  • “Eğer sen iddianda doğru olsaydın tanrın seni zor ve güç işten müstağni kılar ve böylesine yorulmana ihtiyaç bırakmazdı.”

  • Nuh’un kavmi daha önce hiç gemi görmemiş ve ondan nasıl istifade edileceğini bilmiyorlardı. İşte bu yüzden şaşırıyorlar ve Nuh’la alay ediyorlardı.

  • O gemi gerçekten çok büyüktü ve Hz. Nuh onu sudan çok uzak bir yerde yapıyordu. Onlar “ Burada su yok sen gemi yapıyorsun bu gemiyi nehire veya denize götürmen de mümkün değil sen aklını oynatmışsız delirmişsiz” diye alay ediyorlardı.212

  • Bazı rivayetlerde “Ey Nuh sen ne yapıyorsun?” diye sorduklarında Nuh (as) “Su üzerinde yürüyen bir ev yapıyorum” cevabını verince gülerek onunla alay ediyorlardı.213

“Sizin bizle alay ettiğiniz gibi biz de sizinle alay edeceğiz” ayetini Beğavi “Sizin bizi cahil gördüğünüz gibi biz de sizi azap geldiği gün cahil göreceğiz ve siz alay etmenizin sonucunu göreceksiniz.” şeklinde anlamıştır.214

f. Peygamber ve müminlere karşı kibirlenmeleri


“Nuh dedi ki: "Rabbim! Doğrusu ben, milletimi gece gündüz çağırdım. Fakat benim çağırmam, .sadece benden uzaklıklarını artırdı. Doğrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her çağrışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler.215

Buradaki kibirden anlaşılan şudur: Onlar hakka boyun eğmeyi ve Allah Rasulü'nün uyarılarını kabul etmeyi kendileri için şeref kırıcı bir şey olarak görüyorlardı. Mesela, tıpkı salih bir kimsenin bir şahsa bazı nasihat ve tembihlerde bulunmasına karşılık o kimsenin dudak bükerek dönüp gitmesi gibi. Yani, o kibri yüzünden nasihatleri kabul etmemektedir.216


g. Allah ve Resulüne asi olmaları


“Sonra, doğrusu ben onları açıkça çağırdım. Sonra onlara açıktan açığa, gizliden gizliye de söyledim. Dedim ki: "Rabbinizden bağışlanma dileyin; doğrusu O, çok bağışlayandır. Size gökten bol bol yağmur indirsin. Sizi, mallar ve oğullarla desteklesin; sizin için bahçeler var etsin, ırmaklar akıtsın. Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yakıştıramıyorsunuz. Oysa sizi merhalelerden geçirerek O yaratmıştır. Allah'ın, göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında Ay'a aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasını sağlamıştır. Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra sizi oraya döndürür ve yine oradan çıkarır. Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmeniz için, onu size yayan O'dur. Nuh dedi ki: "Rabbim doğrusu bunlar bana isyan ettiler. Ve malı, çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye uydular."217

h. Peygambere eziyet ve işkence etmeleri


“Nuh (as) gece gündüz, gizli açık kavmini imana davet eder dururdu. Oldukça sabırlı birisi idi. Peygamberlerden hiç birisi Hz. Nuh’un karşılaştığından daha ağırı ile karşılaşmış değildir. Kavmi yanına girer ve yere yığılıncaya kadar onun boğazını sıkar dururlardı. Meclislerde onu döverler ve kovarlardı. Bununla beraber onlara beddua etmezdi. Fakat Hz. Nuh’un sabrı ve tebliğdeki ısrarı kavminin ancak azgınlığını ve davetten kaçıp uzaklaşmalarını artırıyordu. Hatta onlardan birisiyle konuşacak olursa o kişi elbisesi ile başını sarar, sarmalar ve kulaklarını da onun sözlerinden hiçbir şey işitmesin diye parmaklarıyla tıkardı.”218

“Doğrusu ben senin onları bağışlaman için kendilerini her çağrışımda, parmaklarını kulaklarına tıkadılar, elbiselerine büründüler, direndiler, büyüklendikçe büyüklendiler.219

Mücahid ve Ubeyd b. Umeyr derler ki : Kavmi Hz. Nuhu baygın düşünceye kadar döverdi. Hz. Nuh ayılıp kendisine geldiğinde ise “Rabbim kavmimi bağışla! Çünkü onlar bilmiyorlar”derdi

İbni Abbas: Hz. Nuh kavmi tarafından dövülür sonra da bir keçeye sarılarak öldü düşüncesiyle evine bırakılırdı. Sonra yine dışarı çıkar onları davet ederdi. Nihayet kavminin iman edeceğinden ümidini kestiği bir sırada bir adam asasına yaslanarak oğluyla birlikte yanına geldi ve oğluna şöyle dedi. “Oğlum şu yaşlıya dikkatle bak. Sakın seni aldatmasın. Oğlu da “Babacığım sen bana asanı ver” dedi. Babası asasını ona verince o da asayı aldıktan sonra “Beni yere bırak” dedi. Babası bırakınca asa ile Hz. Nuh’un üzerine yürüdü ve onun başına vurup yaraladı. Başından kan akarken Nuh şöyle dedi. “Rabbim kullarının neler yaptığını görüyorsun. Eğer senin kulların hakkında dilediğin bir hayır varsa onlara hidayet ver. Eğer dilediğin bundan başkası ise hükmünü verinceye kadar da bana sabır ver. Zaten sen hüküm verenlerin en hayırlısısın” 220

Nuh kavmini dine davet ederdi. Onlar da Nuh’u taşlarlardı. O kadar taş atarlardı ki taşların içine gömülür kalırdı. Öldü sanırlar ve bırakır giderlerdi. Cebrail gelir onu çıkarırdı sabah olunca yine kavmini dine davet ederdi.221

“Nuh'a vahiy yolu ile bildirildi ki; "Daha önce inananlar dışında soydaşlarından başka inanan olmayacaktır. Onların yaptıklarından dolay üzülme. Bizim gözlerimiz önünde ve vahyimiz uyarınca gemiyi yap, zalimler konusunda bana başvurma, çünkü onlar kesinlikle boğulacaklardır.”222

“Rabbim ben mağlup oldum sen bana yardım et”223 ayeti aslında Hz. Nuh’un ne kadar eziyet ve işkence gördüğüne bir işarettir. Zira tahammül edemeyecek bir hale geldiğinde bu sözü söylemiş ve tüm benliğini sarsan bu sıkıntıdan kurtulmak istemiştir. Tahammül ettiği zamanlarda ise zaten kavminin hidayeti için dua ediyordu. Dayanamayacak hale geldiğinde sanki “Ey Rabbim yapacağım tebliğ artık onlara fayda vermeyecek, onların bana verdiği sıkıntılara da artık benim katlanacak halim kalmadı onlara karşı mağlup oldum. Sen bana yardım et.” diye dua eder.

“Rabbim yeryüzünde kafir bırakma”224 ayeti de Hz. Nuh’un çektiği eziyetlerden ve maruz kaldığı işkence ve ızdıraplardan ne kadar canının yandığını gösterir. Zira ancak derinden yara alan kişi beddua eder.


4. HİLE VE TUZAKLARLA İNSANLARI DALALETE SEVKETMELERİ, SAPTIRMALARI


"Birbirinden büyük düzenler kurdular. İnsanlara “sakın tanrılarınızı bırakmayın, Ved, Suva, Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin' dediler." Böylece birçoğunu saptırdılar; Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını arttır. Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah'tan başka yardımcı bulamadılar. Nuh dedi ki: "Rabbim! Yeryüzünde hiçbir kâfir bırakma." Doğrusu sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar, sadece ahlâksız ve çok inkarcıdan başkasını doğurup yetiştirmezler." Rabbim! beni, anamı babamı, evime inanmış olarak gireni, inanan erkek ve kadınları bağışla; zalimlerin de yalnız helâkini artır."225

Mekr'den murad, kavmin önder ve ileri gelenlerinin Nuh'a (a.s) karşı halkı kandırmak için kullandıkları hilelerdir. Mesela halka diyorlar ki, "Nuh da sizin gibi bir adam. O'na Allah tarafından vahiy geldiğini nasıl kabul edebiliriz?"226. Nuh'a inanan kimseler O'na hiç düşünmeden inanan bizim en düşük insanlarımızdır. Eğer O'nun daveti gerçek olsaydı bizim ileri gelenlerimiz ve önderlerimiz de O'na iman ederdi."227

"Eğer Allah tarafından gönderilmiş bir Rasül olsaydı yanında bir de melek olurdu."228 "Eğer bu şahıs Allah'ın göndermiş olduğu bir insan olsaydı O'nun yanında hazineler olurdu, ve gaybın ilmini bilirdi, melekler gibi her türlü ihtiyaçtan uzak olurdu"229 "Nuh ve O'na inananlarda ne üstünlük var ki"230 "Aslında bu şahıs sizin üzerinize üstünlük kurmak istiyor"231 Hemen hemen bu aynı şeyleri Kureyş'in ileri gelenleri de halkı kandırmak için kullanıyorlardı.232

Bu liderler sapıklıkla da yetinmedi, "Birbirinden büyük düzenler kurdular." ayetinde belirtildiği gibi son derece büyük düzenler kurdular. Davet hareketini başarısızlığa uğratmak, insanların kalplerine giden yolları tıkamak için düzenler kurdular. Halkın içinde yüzdüğü cahiliye hayatını, sapıklığı ve küfrü çekici kılmak için entrikalar düzenlediler. Bu düzenlerden biri de halkı, tanrı diye isimlendirdikleri putlara sarılmaya teşvik etmekti "İnsanlara sakın tanrılarınızı bırakmayın dediler." Bu putları "tanrılarınız" tamlaması ile sundular ki, yalancı bir gayret ve içlerinde günahkar bir hamiyet duygusu uyandıralar. Bu putlar arasında en büyüklerini ayrıca zikrederek onlara belli bir değer verdiler. Böylece sapıklığa dalmış kamuoyunda bir heyecan, bir gayret uyandırmak istediler: "Ved, Suva, Yağus, Yeuk ve Nesr putlarından vazgeçmeyin” Bunlar onların kulluk sundukları en büyük putlardı. Bu putlara Hz. Muhammed'in peygamber olarak görevlendirildiği döneme kadar ibadet ediliyordu.

İşte sapık ve saptırıcı liderler, her cahiliye ortamında yaygın olan sloganlara uygun çeşitli isim ve görüntüler altında putlar diktiler. Bu putların etrafında bağlılar, izleyiciler oluşturdular. Onların kalplerinde bu putlara yönelik bir gayret, bir hamiyet duygusu meydana getirdiler. Ardından bu yulardan tutup onları istedikleri tarafa yöneltiler. Kendilerine yönelik itaat ve bağlılığın garantisi olan sapıklığın içinde yüzmelerini sağladılar. "Böylece bir çoğunu saptırdılar."

Burada, seçkin peygamber Hz. Nuh'un gönlünden, komplocu, düzenbaz, sapık ve saptırıcı zalimlere yönelik şu beddua kopuyor: "Rabbim! Sen bu zalimlerin sadece şaşkınlığını arttır."

Bu beddua uzun süre mücadele eden, çok meşakkat çeken, her türlü yola başvurduktan sonra zalim, azgın ve kin anlayışlı kalplerde hayır olmadığını anlayan, bunların hidayeti hakketmediklerini, kurtuluşa layık olmadığını gören bir kalpten yükseliyor.

Surenin akışı Hz. Nuh'un duasının devamını sunmadan önce, suçlu zalimlerin dünya ve ahirette uğradıkları akıbete değiniyor. Çünkü ahiret olgusu da tıpkı dünya gibi Allah'ın bilgisine göre şu anda fiilen mevcuttur. Gerçekleşmesi kaçınılmaz realite açısından da durum böyledir:

“Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah'tan başka yardımcı bulamadılar.”

Hataları, günahları ve isyanları yüzünden suda boğuldular, ateşe sokuldular. Bu ayette bağlaç olarak "fa" harfinin kullanılmış olması bir amaca yöneliktir. Çünkü ateşe sokulmaları ile su da boğulmaları arasında uzun bir zaman yoktur. Aradaki zaman farklılığı kısadır, yok gibidir. Çünkü zaman Allah'ın ölçüsünde bir değer ifade etmez. Sıralânış ve ardardalık onların dünyada boğulmaları ve ahirette ateşe sokulmalarından kaynaklanıyor. Burada dünya ve ahiret arasındaki kısa dönemdeki kabir azabı da kastedilmiş olabilir.

Onlar "Allah'tan başka yardımcı bulamadılar." Ne evlat, ne mal, ne iktidar ve ne de dost edindikleri düzmece tanrıları kendilerine yardımcı olamadı.

İki kısacık ayette, isyancı, kıt anlayışlı sapıkların işi bitiriliyor. Hayat kütüğünden isimleri siliniyor, defterleri dürülüyor. Bu, surenin akışının Hz. Nuh'un onların yok edilmeleri için yaptığı duayı sunmasından önce gerçekleşiyor. Burada suda boğulmaları ayrıntılı olarak anlatılmıyor, onları boğan tufandan da uzun uzadı ya söz edilmiyor. Çünkü burada kalıcı olması istenen atmosfer, işlerinin çarçabuk bitirilmiş olmasıdır. Öyle ki onların suda boğulmaları ile ateşe sokulmaları arasındaki mesafe de "fa" bağlacı ile ortadan kaldırılıyor. Kur'an-ı Kerim'in olağanüstü tasvirler ve çarpıcı ifadeler yoluyla mesajlarını iletmede kullandığı genel yöntem budur.233

“Biz Nuh'u, soydaşlarına peygamber olarak gönderdik. Dokuzyüzelli yıllık bir süre boyunca aralarında kaldı. Sonunda zalimliklerini inatla sürdürürlerken, Tufan'a yakalandılar. Buna karşılık Nuh'u ve gemidekileri kurtararak bu olayı bütün insanların ders alacakları bir mucize yaptık.”234

Hz. Nuh 950 yıl dini tebliğ etti fakat çok az kimse iman etti. Her nesil bir sonraki nesline Allah’a iman etmemesini, onunla mücadele etmesini vasiyet ediyordu. Nuh’a karşı öyle bir önyargı oluşturmuşlardı ki bu önyargı nesiller boyu devam etti ve nesillerinden hiç kimsenin daha önceden iman eden hariç iman etmeyeceği kesinleşmişti. Bu yüzden “Onlar ancak facir ve kafir doğururlar.” ayeti bu önyargının iman etmeye engel olan aşılmaz bir duvar olduğunu açıkça göstermektedir.235


5. ZULMETMELERİ


“Biz Nuh'u, soydaşlarına peygamber olarak gönderdik. Dokuzyüzelli yıllık bir süre boyunca aralarında kaldı. Sonunda zalimliklerini inatla sürdürürlerken, Tufan'a yakalandılar.”236

Ayet-i kerimedeki “zâlimun” ifadesini Razi tefsir ederken şu noktaya dikkat çeker. “Burada bir latife vardır. O da şudur ki Allah Teala sırf zulmün bulunmasından dolayı azap etmez. Aksi halde zulmedip de sonra tevbe edene de azap etmesi gerekirdi. Zira ondan zulüm sadır olmuştur. Allah ancak zulümde ısrar edene azap eder. İşte onun “zâlimun” ifadesi “onlar zulümleri içinde iken Allah onları helak etti. Şayet onlar zulmü terk etselerdi Allah onları helak etmeyecekti” anlamındadır.237

Buna karşılık Nuh'u ve gemidekileri kurtararak bu olayı bütün insanların ders alacakları bir mucize yaptık.238

“Daha önce de Nuh'un soydaşlarını yoketmişti. Çünkü onlar son derece zalim ve azgın kimselerdi. Lût'un soydaşlarının yaşadıkları yöreleri alt-üst eden O'dur.”239

“O'na vahiy yolu ile bildirdik ki; "Bizim gözlerimiz önünde ve vahyimiz uyarınca bir gemi yap. Emrimiz gelip de tandır kaynamaya (her yandan sular fışkırmaya) başlayınca her canlı türünün birer çifti ile boğulacağına ilişkin hükmümüzün kesinleştiği kimse dışında kalan aile bireylerini gemiye bindir. Zalimler konusunda bana başvurma; çünkü onlar kesinlikle boğulacaklardır. Ey Nuh, sen ve beraberindekiler gemiye yerleştiğinizde "Bizi zalim soydaşlarımızdan kurtaran Allah'a hamdolsun" dedi.240

Bu insanların yok edilmeleri nedeniyle Allah'a şükr edilmesi gerektiği gerçeği, bunların dünyanın en kötü ve en şerli insanları olduğunun açık bir kanıtıdır.241

“Bir süre sonra yere "Ey yer, suyunu yut " ve göğe "Ey gök, yağmurunu tut " déndi. Bunun üzerine sular çekildi, Allah'ın emri gerçekleşti ve gemi Cudi'ye oturdu. Bu sırada "Kahrolsun zalimler güruhu " diyen bir ses duyuldu.”242

Nuh'a karşı tavır alan ve yukarıda da açıklandığı gibi, sürekli alay eden ve haklarında Allah tarafından "O zalimler hakkında bana bir niyazda bulunma."243 diye onlar hakkında hayır dua edilmesine bile izin verilmeyen işte o zalim kavim böylece helâk edilmiş oldu.244

“Onlara kendilerinden önceki toplumlara, yani Nuh, Ad, Semud kavmine, İbrahim kavmine, Medyen halkına ve yurtları altüst edilenlere ilişkin bilgiler gelmedi mi? Bu toplumlara, peygamberleri açık anlamlı mesajlar getirmişlerdi. Allah'ın onlara zùlmetmesi söz konusu değildi; fakat onlar kendi kendilerine zulmettiler.”245

"Onlar kendi kendilerine zulmettiler". Çünkü helak oluşlarından kendileri sorumlu idi. Allah'ın onlara bir düşmanlığı ve onları helak etme gibi bir isteği yoktu. Aslında onlar helak olmalarına yol açan hayat tarzını kendileri seçmişlerdi. Oysa Allah, Rasuller göndermek suretiyle onlara düşünme, anlama ve kendilerini düzeltme fırsatları vermiş ve hem kurtuluşa, hem de helake götüren yolları onların gözleri önüne sermişti. Fakat onlar gidişatlarını düzeltmeleri için kendilerine verilen fırsatlardan yararlanmadıkları ve kendilerini felakete sürükleyen yolları izlemekte ısrar ettikleri için, kaçınılmaz bir şekilde bekledikleri sona ulaşmışlardır. Bu korkunç son, Allah'ın onlara zulmetmesi nedeniyle değil, bilakis onların kendi kötü amelleri nedeniyle başlarına gelmiştir.246

Doğru yoldan sapmış olan bir kişiyi güç ve kuvvet şımartır ve o gücü veren Allah'ı hatırlamaz. Nimetler onu kör eder, artık nimetin sahibini göremez. Geçmiş milletlerin ibretlik ve öğüt alınması gereken hali, ancak asla gecikmeyen, durdurulmayan ve insanlardan hiçbirini kayırmayan Allah'ın yasalarını kavramak için sağduyularını, gönüllerini açanlara yarar verir. Yüce Allah'ın kuvvet ve nimet ile sınadığı insanların çoğunun gözlerini ve basiretlerini bir perde kapatır. Bu nedenle kendilerinden önceki güçlülerin akıbetlerini göremezler. Eski azgınların ve zorbaların acı sonlarının ne olduğunu anlayamazlar. İşte bu sırada Allah'ın hükmü onlar hakkında gerçekleşir. Allah'ın onlara ilişkin yasası yürürlüğe girer. Tam bu esnada yüce Allah güçlü iktidar ve üstünlük sahibi biri gibi onları kıskıvrak yakalayıverir. Onlar, tam bu nimetler içinde yüzerken, bu kuvvetlerinden yararlanırken, beklenmedik anda basılırlar... Birden yüce Allah, onları her taraftan kuşatıverir..

İşte bu, her yerde ve her zaman güç, nimet ve bolluk ile beraber olduğunu gördüğümüz gaflet, basiretsizlik ve cehalettir. Bundan sadece Allah'ın samimi kulları paçalarını kurtarabilirler.247


6. YERYÜZÜNDE FESAT ÇIKARMALARI


“Daha önce de Nuh kavmini helak etmiştik. Çünkü onlar da yoldan çıkmış bir toplum idiler.”248

7. PEYGAMBER VE MÜMİNLERE BASKI YAPMALARI


Onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı. Hem de kulumuzun yalancı olduğunda ısrar ederek “ O delidir” dediler ve (Nuh davetten vazgeçmeye) zorlandı. (o baskı altına alınıp engellenmişti.249

Nuh (as) tebliğden alıkoymak için çok azarlandı ve eziyet edildi. Baskı altında kaldı. “Şayet vazgeçmezsen taşlananlardan olacaksın”250 diyerek vazgeçmezse recmedilerek idamla tehdit ediliyordu.251


8. AZABI KENDİ AĞIZLARIYLA İSTEMELERİ


“Soydaşları dediler ki; "Bizimle tartıştın, üstelik bu tartışmayı çok uzattın, eğer söylediklerin doğru ise, ileride karşımıza çıkacak diye bizi korkuttuğun azabı şimdi başımıza getir de görelim. "252

Burada yeterlilik elbisesine bürünen acizlik ile, güçlülük postuna bürünen zayıflık ile, küçümseme ve meydan okuma biçiminde ortaya çıkan gerçeğe yenilme korkusu ile karşı karşıyayız. Okuyalım:

"Eğer söylediklerin doğru ise, ilerde karşımıza çıkacak diye bizi korkuttuğun azabı şimdi başımıza getir de görelim." Yani Bize tehdit olarak yönelttiğin acıklı azabı başımıza getir bakalım. Biz sana inanmıyoruz. Savurduğun tehditleri umursamıyoruz.

Hz. Nuh'a gelince bu yalanlama ve bu meydan okuma onu çileden çıkarmıyor karşısındakilere gerçeği anlatmasına engel olmuyor. Bu kışkırtmalara rağmen O, karşısındakilere bilgisinden yoksun oldukları, farkında olmadıkları gerçeği soğukkanlılıkla anlatıyor. Çünkü onlar bu gerçeği bilmedikleri için, ileride gerçekleşeceğini bildirdiği azabın hemen başlarına getirilmesini istiyorlar. Bu yüzden onları bu gerçekle yüzyüze getiriyor. Sözünü ettiğimiz gerçek şu: Kendisi sadece bir peygamberdir. Görevi sadece ilahi mesajı duyurmaktır. Azaba çarptırmaya gelince, bu iş yüce Allah'ın elindedir. Her şeyin önceden tasarlayıcısı O'dur. Azabın öne alınmasının mı, yoksa geriye atılmasının mı daha yararlı olduğunu değerlendirmesini yapacak olan O'dur. O'nun yasası, mutlaka uygulanır, kesinlikle işler. Kendisi bu yasayı ne geri çevirebilir ve ne de değiştirebilir. O sadece bir elçidir, bir aracıdır. Bu sıfatla son ana kadar gerçeği açıklamakla yükümlüdür. Soydaşlarının kendisini yalanlamaları, kendisine meydan okumaları onu gerçeği duyurmaktan, doğru bildiklerini anlatmaktan alıkoyamaz. Daha sonraki iki ayette:

“Nuh dedi ki; "O azabı eğer dilerse yalnız Allah başınıza getirebilir. Siz O'nun yapacaklarına engel olamazsınız. Eğer Allah, sizin azmanızı istiyorsa, size nasihat etmek istesem de benim nasihatim size yararlı olmaz. O'dur sizin Rabbiniz ve O'nun huzuruna döneceksiniz. "253

Eğer yüce Allah'ın yasası, azgınlığınız yüzünden helâk olmanızı gerektiriyorsa, bu yasa kesinlikle hakkınızda yürürlüğe girecektir. Ben size ne kadar öğüt verirsem vereyim para etmez. Bu demek değildir ki, yüce Allah bu öğütlerden yararlanmanızı engelleyecek. Sizler kendinize yönelik özgür uygulamalarınızla, ilahi yasanın sapıklığa düşmenizi gerektirmesine yolaçacaksınız.

Yüce Allah'ın, sizi önceden belirlediği akıbetle yüzyüze getirmesini engellemeye gücünüz yetmez. Her zaman O'nun elinde, O'nun pençesindesiniz. Başınıza gelecék her şeyi önceden tasarlayan, belirleyen O'dur. O'nun karşısına çıkmaktan, O'nun tarafından hesaba çekilmekten ve dünyadaki davranışlarınızın karşılığını görmekten kaçamazsınız.254 Çünkü; "Sizin Rabbiniz O'dur ve O'nun huzuruna döneceksiniz."

Fahreddin Razi, “Siz O'nun yapacaklarına engel olamazsınız” ayetini tefsir ederken burada üç mananın olduğunu söyler.

“-Siz mani olamazsınınız

-Sizler kendinizi koruyamazsınız

-Sizler kurtulamazsınız.”255

9. KÖTÜ AHLAKLARI VE İŞLEDİKLERİ GÜNAHLARI


“Nuh'a gelince hani O, daha önce bize yalvarmıştı. Biz de O'nun duasını kabul ederek kendisini ve yakınlarını o büyük afetten kurtardık. Onu ayetlerimizi yalanlayan soydaşlarının şerrinden kurtardık. Onlar gerçekten kötü bir toplumdu. Bu yüzden hepsini sularda boğduk.”256

Razi, onların kötü kavim olmalarını sebebini Nuh’u kabul etmeyip yalanlamaları olarak açıklar.257

“Nuh, Rabbine seslenerek dedi ki; "Ey Rabbim, oğlum ailemin bir bireyi idi, senin vaadin de gerçektir ve sen kesinlikle hüküm verenlerin en yerinde hüküm verenisin. "

Allah dedi ki; "Ey Nuh, o oğlun senin ailenden değildi. Çünkü o kötü işler yaptı. İçyüzünü bilmediğin bir şeyi yapmamı benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim."258

Yüce Allah'ın bu cevabı, bu dinin son derece önemli bir gerçeğini ifade ediyor. Bütün bağların kendisine bağlandığı kulpu, ana halkayı tanıtıyor. Bu ana halka, inanç halkasıdır. Fertleri birbirine bağlayan budur; yoksa soy bağı, kan bağı değildir. Ne onun seninle bir bağı var ve ne de senin onunla bir bağın var. İstediği kadar soyca senin oğlun olsun o. Çünkü aranızda bulunması gereken ana halka kopuktur. Bu halka kopuk olduktan sonra aranızdaki hiçbir ilişkiden, hiçbir bağdan sözedilemez.

Hz. Nuh, Rabbine yönelttiği çağrıda gerçekleşmemiş bir vaadin yerine getirilmesini istemişti. Seslenişinin yansıttığı anlam buydu. O yüzden cevap, azarlama ve tehdit kokusu taşıyor: "İçyüzünü bilmediğin bir şeyi yapmamı benden isteme. Sana cahillerden olmamanı öğütlerim." İnsanlar arası ilişkilerin ve bağların özünün ne olduğunu, Allah'ın vaadinin içeriğinin ne olduğunu bilmeyenlerden olmayasın diye sana öğüt veriyorum. Allah'ın vaadi belli olmuş ve gerçekleşmiştir. Bunun sonucunda gerçekten ailenden olan yakınların boğulmaktan kurtulmuşlardır.

Yüce Allah'ın bu sert cevabı üzerine Hz. Nuh, kendisi gibi mü'min bir kuldan bekleneceği gibi, ürperiyor, titremeye başlıyor. "Acaba Rabbime karşı bir kusurum mu oldu?" endişesine kapılıyor. Bu endişe ile Rabbine dönüyor, O'nun dergâhına sığınarak affını ve merhametini diliyor.259

“Nuh dedi ki; "İçyüzünü bilmediğim bir şeyi yapmanı istemekten sana sığınırım. Eğer sen beni affetmez, bana merhamet etmezsen hüsrana uğrayanlardan olurum."260

“Onlar, günahları yüzünden suda boğuldular; ateşe sokuldular, kendilerine Allah'tan başka yardımcı bulamadılar.”261

Hataları, günahları ve isyanları yüzünden suda boğuldular, ateşe sokuldular "Allah'tan başka yardımcı bulamadılar." Ne evlat, ne mal, ne iktidar ve ne de dost edindikleri düzmece tanrıları kendilerine yardımcı olamadı.262



Yüklə 1,08 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   23




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin