OLGUSAL ÖRNEK Kuzey-Güney ticareti ve gelir eşitsizliği
1970lerin sonlarından bu yana Birleşik Devletler’de ücretlerin dağılımı önemli ölçüde daha eşitsiz hale geldi. Mesela, 1979 ve 2001 arasında en üst 95inci yüzde birlik dilimdeki erkek işçilerin (yani, alttaki % 95 den daha fazla ama üstteki % 5 ten daha az kazananların) ücret hadleri, enflasyona göre düzeltildikten sonra yüzde 29 yükselmişken, 10 uncu yüzde birlik dilimdekilerinki aynı süre içinde sadece 0.2 arttı. Ücret eşitsizliğin önemli bir bölümü eğitime verilen primde [meydana gelen] bir artışla ilişkiliydi. 1979’da üniversite derecesi olan erkekler ancak bir lise eğitimi olan erkeklerden sadece % 21 daha fazla kazanıyorlardı. 2002’ye gelindiğinde üniversite primi % 44 e çıkmıştı.
Ücret eşitsizliği niye arttı? Birçok gözlemci bu değişikliği dünya ticaretindeki büyümeye ve özellikle, Güney Kore ve Çin gibi yeni sanayileşmekte olan ekonomilerden (NIE’ler)8 yapılan mamuller ihracatının büyümesine bağlamaktadır. 1970’lere kadar ileri sanayi ülkeleri ile az-gelişmiş ekonomiler arasındaki – çok kere, ileri ulusların çoğu hala Kuzey Yarımküre’nin ılıman bölgesinde olduğu için “Kuzey-Güney” ticareti diye söz edilen – ticaret, ağırlıklı bir biçimde Kuzeyin mamullerinin Güneyin, petrol ve kahve gibi ham maddeleri ve tarım ürünleri ile değiştirilmesinden oluşuyordu. Ne var ki, 1970’lerden itibaren, daha öncenin ham madde ihracatçıları giderek artan bir şekilde Birleşik Devletler gibi yüksek-ücretli ülkelere mamul mallar satmağa başladı. İkinci Bölümde öğrendiğimiz gibi, gelişmekte olan ülkeler, geleneksel bir şekilde tarım ve madencilik ürünlerine dayanmaktan mamul mallara odaklanmağa geçerek ihraç ettikleri malları dramatik şekilde değiştirdiler. NIE’ler aynı zamanda yüksek-ücretli uluslardan yapılacak ihracat için hızla büyüyen bir pazar sağlasalar da, yeni sanayileşmekte olan ekonomilerin ihracatları, faktör yoğunluğu açısından ithalatlarından büyük ölçüde farklıydı. Çok büyük bir ağırlıkla, NIE’lere yapılan ileri-ülke ihracatları kimya ürünleri ve uçak gibi sermaye ya da beceri yoğun mallardan oluşuyorken, NIE’lerden ileri uluslara yapılan ihracatlar elbise, ayakkabı ve benzeri, nispeten fazla karmaşık olmayan ve üretimi hünersiz emek yoğun mallardan oluşuyordu.
Çok sayıda gözlemci için sonuç aşikâr gibi göründü: Meydana gelmekte olan şey faktör fiyatlarının eşitlenmesine doğru bir hareketti. Sermaye ve beceride bolluğa sahip ileri ülkelerle becerisiz emek arzı bol olan NIE’ler arasında ticaret, tam da faktör nispetleri modelinin öngördüğü gibi, beceri ve sermaye bol ülkelerde yüksek düzeyde becerili işçilerin ücretlerini yükseltmekte ve az-becerili işçilerin ücretlerini düşürmekteydi.
Bu, önemi sadece akademik [tartışmaları] çok aşan bir argümandır. Eğer kişi, çok insanın yaptığı gibi, ileri uluslarda gelir eşitsizliğinin büyümesini ciddi bir sorun sayıyorsa ve eğer kişi büyüyen dünya ticaretinin bu sorununun sebebi olduğuna inanıyorsa, iktisatçıların serbest ticarete verdikleri geleneksel desteği sürdürmek zorlaşır. (Aşağıda işaret ettiğimiz gibi, vergiler ve hükümet harcamaları ticaretin gelir bölüşümü üstündeki etkilerini ilke olarak dengeleyebilir, ama denilebilir ki bunun gerçek hayatta meydana gelmesi ihtimali azdır.) [Gerçekten de] görüşleri etkili olan bazı yorumcular, ileri ulusların, eğer esas olarak orta sınıflı toplumlar olarak kalmak istiyorlarsa, düşük-ücretli ülkelerle ticaretlerini sınırlamak zorunda olduklarını öne sürdüler.
Ne var ki, bazı iktisatçılar düşük ücretli ülkelerle artan ticaretin Birleşik Devletlerdeki gelir eşitsizliğinin temel nedeni olduğuna inanırlarken, ampirik araştırmacıların çoğu bunun yazıldığı dönemde uluslararası ticaretin olsa olsa bu artışa katkı yapan faktörlerden sadece biri olduğunu ve asıl sebebin başka yerde yattığını düşünüyordu9. Ki bu kuşkuculuk üç temel gözleme dayanır.
İlk olarak, faktör nispetleri modeli uluslar arası ticaretin, gelir bölüşümünü, nispî mal fiyatlarındaki değişim aracılığı ile etkilediğini söyler. Böylece eğer uluslar arası ticaret artan gelir eşitsizliğinin arkasındaki itici güç ise beceri-yoğun ürünlerin fiyatında vasıfsız emek-yoğun mallarınkine göre artışın açık kanıtı olmalıdır.
İkinci olarak, model nispî faktör fiyatlarının yakınlaşmasını öngörür: Beceri[li emek]-bol ülkede eğer vasıflı işçilerin ücretleri artıyor ve vasıfsızlarınki düşüyorsa, [vasıfsız] emek-bol ülkede tersi olmalıdır. Kendini ticarete açmış gelişmekte olan ülkelerde gelir bölüşümü çalışmaları, en azından bazı durumlarda, tersinin doğru olduğunu göstermiştir. Özellikle Meksika’da, dikkatli çalışmalar, 1980lerin sonlarında ülkenin ticaretinin dönüşümüne – ki Meksika kendini ithalata açtı ve mamul malların önemli bir ihracatçısı oldu – vasıflı işçilerin ücretlerde bir artışın ve Birleşik Devletlerdeki gelişmelere paralel bir şekilde, genel olarak artan ücret eşitsizliğinin eşlik ettiğini gösterdi.
Üçüncüsü, gelişmiş ülkelerle NIE’ler arasında ticaret hızla büyüse de gelişmiş ülkelerin toplam harcaması içinde küçük bir yüzde teşkil eder. Bunun bir sonucu olarak, bu ticaretin “faktör içeriği” – gerçekte, gelişmiş ülkeler tarafından, ihraç edilen beceri-yoğun ihraç mallarında içerilmiş becerili emek ve gerçekte, ithal edilmiş olan, becerisiz emek yoğun mallarda içerilmiş becerisiz emek – hakkındaki hesaplamalar –hâlâ vasıflı ve vasıfsız emeğin toplam arzının sadece küçük bir kesridir. Bu [da], bu ticaret akımlarının gelir bölüşümü üstünde geniş bir etkisi olmuş olamayacağını işaret eder.
Bu durumda, Birleşik Devletlerdeki vasıflı ve vasıfsız emek arasındaki büyüyen açığın sorumlusu nedir? Çoğunluğun görüşü, kötü adamın ticaret değil daha az-vasıflı emeği değersizleştiren teknoloji olduğudur. Yine de ticaretin [bu açığın artmasının] ana açıklaması olduğu görüşünün [de], az sayıda da olsa bazı taraftarları vardır.
Ticaretin Ekonomi Politiği: Bir Ön Bakış
Üçüncü Bölümde uluslararası ticaretin günlük güneşlik bir manzarasını sunduk: Rikardo-vari modelde herkes kazançlıdır. Fakat faktör nispetleri modelinde ticaretten kazananlar olduğu gibi tipik olarak kaybedenler de vardır. Kısa dönemde, ithalatla rekabet etmek zorunda olan endüstrilere özgül olan faktörler ticaretten kaybederler. Artık basitçe ticaretten herkesin yarar gördüğünü varsayamayacağımız için [aşağıdaki şu] üç soruyu sorarak ticarete daha derin bir şekilde bakmaya ihtiyacımız vardır:
-
Bazı insanlar kayba uğrarken nasıl olup da ticaretten kazançlardan söz edebiliyoruz?
-
Bazı insanların ticaretten kayba uğradığı olgusal gerçekliği veri iken hükümet ne yapmalıdır?
-
Uygulamada hükümetler ne yapma eğilimindedir.
Ticaretten Kazançlar, Yeniden Bakış
Ticaretten kazançlar kayıpları aşar mı? Bu soruya cevap vermeyi denemenin bir yolu kazananların kazançları ile kaybedenlerin kayıplarını toplayıp bunları karşılaştırmaktır. Bu prosedürdeki sıkıntı, doğası gereği öznel bir şey olan refahı karşılaştırmakta olmamızdır. İşçilerin tüketimdeki artıştan çok zor tatmin sağlayan renksiz kişilerken arazi sahiplerinin bundan çok fazla zevk alan ehl-i keyf [kişiler] olduğunu düşünün. O zaman ticaretin Bizim Ülkedeki toplam zevk miktarını düşürdüğü düşünülebilir. Ama tersi de eşit derecede doğru olabilirdi. İşin doğrususu[nu söylemek gerekirse], bireylerin hayatlarından ne kadar keyif aldıkları [meselesi] normalde iktisadi analiz olarak düşündüğümüz şeyin alanının dışındadır.
Ticaretten kazançlara genel bir değer biçmenin daha iyi bir yolu farklı bir soru sormaktır: Ticaretten kazananlar kayba uğrayanları[n kayıplarını] telafi edip gene de [başlangıçtakinden] daha iyi durumda olabilir mi? Eğer öyleyse ticaret potansiyel olarak herkes için kazanç kaynağıdır.
BURADA ŞEKİL 4-14 VAR !
Şekil 4-14
Ticaret Ekonominin Tüketim Olanaklarını Genişletir
Ticaretten önce ekonominin üretimi ve tüketimi üretim olanakları sınırının (PP) üstünde 2 noktasındaydı. Ticaretten sonra ekonomi bütçe kısıtının herhangi bir noktası üstünde tüketim yapabilir. Bütçe kısıtının renkli bölgede [kalan] kısmı her iki malın tüketiminin ticaret öncesi 2 noktasından daha fazla olduğu, ticaret sonrasında gerçekleştirilebilir tüketim seçimlerinden oluşur
Ticaretin herkes için potansiyel kazanç kaynağı olduğunu göstermek için üç adım atarak ilerleriz:
-
İlk olarak, ticaretin yokluğunda ekonominin tükettiğini üretmek zorunda olduğuna, ve tersine, dikkat ederiz. Böylece ticaretin yokluğunda ekonominin tüketimi, üretim olanakları eğrisi üstünde olmalıdır. Şekil 4-14 te tipik bir ticaret öncesi tüketim 2 sayılı noktada gösterilmiştir.
-
Sonra, ticaret yapan bir ekonomi için her [iki] maldan ticaretin yokluğunda olduğundan daha fazla tüketmenin mümkün olduğuna dikkat ederiz. Şekil 4-14 teki bütçe kısıtı kumaşın dünya nispî fiyatı veri iken ülkenin tüketebileceği tüm mümkün gıda ve kumaş bileşimlerini temsil eder. Bu bütçe kısıtının bir kısmı -renkli bölgedeki kısmı- ekonominin ticaretin olmadığı durumdakinden hem kumaş hem de gıdadan daha fazla tüketebileceği bileşimleri temsil eder. Bu sonucun ticaret öncesi durumda üretim ve tüketimin 2 sayılı noktada olması varsayımına bağlı olmadığına dikkat edin; bütçe kısıtının, ticaretin üretim üzerinde hiç etkisinin olmayacağı 1 sayılı nokta dışında, her [iki] malın daha fazla tüketimine izin veren bir kısmı her zaman vardır.
-
Son olarak, eğer bütünü ile ekonomi her [iki] maldan daha çok tüketirse her bireye prensipte her [iki] maldan daha fazla verilmesi mümkündür. Bu herkesi daha iyi hale getirecektir. Elbette herkes bir maldan daha aza diğerinden daha fazlaya sahip olsaydı da daha iyi durumda olabilirdi ama bu yalnızca herkesin ticaretten potansiyel olarak daha fazla kazanabileceği sonucunu güçlendirirdi.
Ticaretin bir ülkeye fayda sağlamasının temel sebebi ekonominin tercihlerini genişletmesidir. Bu tercih genişlemesi gelirin herkesin ticaretten kazanacağı şekilde yeniden dağıtımının mümkün olduğu anlamına gelir.10
Ticaretten herkesin kazanabileceği maalesef herkesin gerçekten kazandığı anlamına gelmez. Gerçek dünyada kazananlar gibi kaybedenlerin de olması ticaretin neden serbest olmamasının en önemli nedenlerinden biridir.
Optimal Ticaret Politikası
Bir hükümetin [ülkesindeki] nüfusun refahını en fazlalaştırmak istediğini düşünün. Herkesin zevkleri ve geliri aynı olsaydı karmaşıklığı olmayan bir çözüm olurdu: Hükümet, temsili bireyi mümkün olduğu kadar müreffeh politikaları seçerdi. Bu homojen ekonomide serbest uluslararası ticaret açıkça hükümetin hedefine hizmet ederdi.
Ne var ki, insanlar birbirinin tıpatıp aynısı değilse hükümetin [önündeki] sorunun [çözümü] daha az iyi tanımlanmıştır. Hükümet şu ya da bu şekilde birinin kazancını başkasının kaybı ile tartmalıdır. Eğer, mesela, Bizim Ülke hükümeti işçilere yardım etmeye nispetle arazi sahiplerini incitmemeyle daha fazla ilgileniyorsa o zaman analizimizde Bizim Ülkede işçilere fayda sağlayıp arazi sahiplerine zarar veren uluslararası ticaret Bizim Ülke hükümetinin bakış açısından kötü bir şey olabilir.
Bir grubun diğerinden daha önemli olmasının pek çok nedeni vardır ama en zorlayıcı sebeplerden biri bazı grupların zaten nispeten fakir oldukları için özel ihtimama ihtiyaç duymalarıdır. Birleşik Devletlerde, kısıtlamalar tüketici fiyatlarını arttırsa da, giysi ve ayakkabı ithalatı üstüne kısıtlamalara konusunda geniş bir sempati vardır çünkü bu endüstrilerdeki işçilere zaten yetersiz ücret ödenir. Daha fazla ithalata izin verilse varlıklı tüketicilerin elde edeceği kazançlar ABD halkı için düşük ücretli giysi ve ayakkabı işçilerinin uğrayacakları kayıp kadar önemli değildir.
Bu ticarete sadece düşük gelirli insanları incitmediğinde izin verilmesi gerektiği anlamına mı gelir? Çok az uluslar arası iktisatçı buna katılacaktır. Gelir bölüşümünün gerçek önemine rağmen pek çok iktisatçı az ya da çok güçlü bir şekilde serbest ticaretten yanadır. İktisatçıların genellikle ticaretin gelir bölüşümü etkilerini vurgulamamalarının üç temel nedeni vardır:
-
Gelir bölüşümü etkileri yalnızca uluslararası ticarete özgü değildir. Teknolojik gelişme, değişen tüketici tercihleri, eski kaynakların tükenmesi ve yenilerinin bulunması ve benzeri [durumlar ve süreçlerde olduğu] gibi bir ülke ekonomisindeki her değişiklik gelir bölüşümünü etkiler. Ekonomideki her değişikliğe ancak bölüşüm etkilerinin incelenmesinden [ve onaylanmasından] sonra izin verilse iktisadi ilerleme bürokrasinin tozlu raflarına kaldırılabilirdi.
-
Ticarete izin verip ondan incinenleri tazmin etmek her zaman ticareti yasaklamaktansa daha iyidir. (Bu ekonomik değişimin diğer biçimleri için de geçerlidir). Bütün modern sanayileşmiş ülkeler ticaretten incinen grupların kayıplarının etkisini yumuşatacak gelir destek programlarının (işsizlik ödemeleri ve desteklenmiş yeniden eğitim ve yeniden yerleştirme programları gibi) “güvenlik ağları” sağlar. İktisatçılar, bu destekler yetersiz görülürse, daha az ticarettense daha fazla desteğin doğru cevap olduğunu öne süreceklerdir.
-
Artan ticaretten kaybedenler tipik olarak kazananlardan daha iyi örgütlüdürler. Bu dengesizlik siyasi süreçte bir karşı ağırlık gerektiren bir sapma yaratır. Genel toplam sonuçtaki kazançlara işaret ederek ticareti kuvvetli bir şekilde desteklemek iktisatçıların geleneksel görevidir; incinenler şikâyetlerini duyurmakta fazla sorun yaşamazlar.
Öyleyse iktisatçıların çoğu, bir yanda uluslar arası ticaretin gelir bölüşümü üstündeki etkilerini kabul ederken, ticaretten potansiyel kazançları vurgulamanın bir ülkede bazı grupların muhtemel kayıplarından daha önemli olduğuna inanır. Buna rağmen iktisatçılar iktisat politikasında karar verme yetkisine sahip değildirler, özellikle de çıkar çatışmaları söz konusu ise. Ticaret politikalarının nasıl belirlendiğinin gerçeğe uygun bir kavrayışı siyasetin fiiliyattaki saiklarına bakmalıdır.
Gelir Bölüşümü ve Ticaret Siyaseti
Ticaretten kayba uğrayanların neden hükümetlerinin ticareti sınırlaması ve gelirlerini korumaları için lobi yaptıklarını anlamak kolaydır. Ticaretten kazananların kaybedenler kadar güçlü bir şekilde lobi yapmalarını bekleyebilirsiniz ancak bu nadiren böyledir. Birleşik Devletlerde ve pek çok ülkede ticaretin sınırlanmasını isteyenler genişletilmesini isteyenlerden daha etkilidir. Tipik olarak, herhangi belirli bir üründe ticaretten kazananlar çok daha az yoğun, bilgilenmiş ve örgütlenmiş bir grup oluştururlar.
İki taraf arasındaki bu zıtlığın iyi bir örneği ABD şeker endüstrisidir. Yılardır Birleşik Devletler şeker ithalatını sınırlamıştır; [kitabın] yazıldığı sırada ABD piyasasında şekerin fiyatı dünya piyasasındakinin yaklaşık iki katı kadardı. Tahmini hesapların çoğu bu ithalat sınırlamasının ABD tüketicilerine yılda 2 milyar $ a mal olduğunu gösterir – yani her adam, kadın ve çocuk başına yılda yaklaşık 8 $. Üreticilerin kazançları çok daha az, büyük olasılıkla [bu rakamın] yarısı kadardır.
Eğer üreticiler ve tüketiciler çıkarlarını eşit derecede temsil edebilme imkânı ve gücüne sahip olabilselerdi bu politika asla yasalaşmazdı. Ne var ki, her bir tüketici mutlak terimlerle çok az zarar görür. Yılda sekiz dolar çok değildir; dahası, şeker doğrudan tüketilmekten ziyade başka ürünler içinde bileşen olarak kullanıldığı için maliyetin çoğu gizlidir. Bu nedenle pek çok tüketici bırakın yaşam standartlarını düşürdüğünü, ithal kotasının varlığından bile habersizdir. Farkında olsalar bile 8 $ insanları protestolar örgütlemeye ve meclisteki temsilcilerine mektup yazmaya kışkırtacak kadar büyük bir toplam değildir.
Şeker üreticilerinin durumu oldukça farklıdır. Ortalama şeker üreticisi bir yılda ithal kotasından yüz binlerce dolar kazanır. Dahası, şeker üreticileri aktif şekilde üyelerinin siyasi çıkarları peşinde koşan ticaret birlikleri ve kooperatifler halinde örgütlenmişlerdir. Bu nedenle şeker üreticilerinin ithalatın etkileri hakkında şikâyetleri yüksek sesle ve etkili bir şekilde ifade edilmiştir. Sekizinci ve On Birinci bölümler arasında göreceğimiz gibi şeker endüstrisindeki ithalat sınırlaması siyaseti uluslararası ticarette yaygın olan türden bir siyasi sürecin aşırı bir örneğidir. Bahsettiğimiz dünya ticaretinin 1945ten 1980e kadar muntazam şekilde daha serbest hale gelmiş olması, Dokuzuncu Bölümde göreceğimiz gibi, uluslararası ticarete karşı muhtemelen altta yatan doğal bir siyasi sapmayı kontrol etmiş olan özel bir koşullar kümesine dayanmıştı.
Gelir Bölüşümü ve Ticaret Teorisinin Başlangıcı
Modern uluslar arası ticaret teorisi, 1817de yazan David Rikardo’nun ticaretin ülkelerin ortak yararına olduğunu göstermesi ile başladı. Rikardo’nun modelini Üçüncü Bölümde inceledik. Rikardo modelini serbest ticareti savunmak, özellikle İngiltere’nin ithalatını kısıtlayan tarifelerini sona erdirmek için kullanmıştı. Ne var ki, 1817nin İngiliz ekonomisi, neredeyse kesin olarak Rikardo’nun sunduğu tek faktör modelinden ziyade birkaç üretim faktörü ile daha iyi betimlenirdi.
Durumu anlamak için Britanya’nın 1789’daFransız Devriminin başlangıcından Napolyon’un 1815 Waterloo’da yenilmesine kadar neredeyse sürekli olarak Fransa ile savaşta olduğunu hatırlayalım. Bu savaş Britanya’nın ticaretini de etkiledi: ‘Privateers’ (yabancı hükümetler tarafından yetkilendirilmiş korsanlar) ticaret filolarını yağmaladı ve Fransızlar İngiliz mallarına abluka uygulamaya çalıştılar. Britanya bir mamuller ihracatçısı ve tarımsal ürünler ithalatçısı olduğundan bu ticaret sınırlaması Britanya’da gıdanın nispî fiyatını arttırdı. Uzun savaş boyunca işçi ücretleri ve imalatçı kârları zarar gördü ama arazi sahipleri zenginleştiler.
Savaştan sonra Britanya’da gıda fiyatları düştü. Sonuçlarından kaçınmak için siyaseten etkili arazi sahipleri tahıl ithalatını caydırmak için resimler koyan Corn Laws (Tahıl Yasaları) adlı yasaları çıkarttırdılar. Rikardo’nun karşı olduğu bu Corn Laws’tu.
Rikardo Corn Laws’un iptalinin kapitalistleri daha iyi ama arazi sahiplerini daha kötü hale getireceğini biliyordu. Onun bakış açısından bunun böyle olması harika olurdu; kendisi Londralı bir işadamı olarak çalışkan kapitalistleri aylak arazi sahibi aristokratlara tercih ediyordu. Fakat iddiasını iç gelir bölüşümü sorunlarını görmezden gelen bir modelle sunmayı tercih etti.
Bunu niye yaptı? Neredeyse kesin olarak vereceğimiz cevap siyasi nedenlerle olacaktır: Rikardo gerçekte bir ölçüye kadar tek bir gurubun çıkarlarını temsil ediyordu ise de, bir bütün olarak ulusun kazançlarını vurguladı. Bu zekice ve kusursuz bir şekilde iktisadi teorinin siyasi araç olarak kullanılmasına yardım eden modern bir stratejiydi. Bugün olduğu gibi o zamanda siyaset ve entelektüel gelişim [birbiriyle] uyumsuz değildi: Corn Laws yüz elli yıldan da fazla bir süre önce kaldırıldı, ama Rikardo’nun ticaret modeli iktisattaki en büyük kavrayışlardan biri olmaya devam etmektedir.
Heckscher-Ohlin Modeli Hakkında Ampirik Kanıtlar
Faktör nispetleri teorisi uluslararası iktisatçılıktaki en etkili fikirlerden biri olduğu için yaygın ampirik sınamaların konusu olagelmiştir.
Heckscher-Ohlin Modelinin Sınanması
ABD verileriyle yapılan sınamalar. Son sıralara kadar, hattâ bir ölçüde şimdi bile, Birleşik Devletler, ülkeler arasında özel bir durum [oluşturmuştur ve oluşturmaktadır]. Birleşik Devletler birkaç yıl öncesine kadar öteki ülkelerden çok daha zengindi ve ABD'deki işçiler aşikâr bir şekilde diğer ülkelerdeki işçilere göre daha yüksek kişi başına sermaye ile çalışıyorlardı. Bazı Batı Avrupa ülkeleri ve Japonya aradaki açığı büyük ölçüde kapatmış olduğu halde, şimdi bile, Birleşik Devletler, ülkelerin sermaye-emek oranlarına göre sıralanmasının basamaklarında üst sıralarda bulunmaya devam etmektedir.
Bu durumda kişi, Birleşik Devletler'in sermaye-yoğun malların ihracatçısı ve emek-yoğun malların ithalatçısı olmasını beklenecektir. Ne var ki, II. Dünya Savaşı’nı izleyen 25 yıl içinde durum, şaşırtıcı bir şekilde böyle değildi. (1973 Nobel Ödülü'nü alan) iktisatçı Wassily Leontief, 1953'te yayınlanan ünlü bir araştırmasında, ABD ihraç ürünlerinin ithal ürünlerinden daha az sermaye-yoğun olduğunu buldu.11 Bu sonuç Leontief paradoksu diye bilinir. Tek başına, faktör-nispetleri teorisine karşı en büyük kanıttır.
Tablo 4-2 1962 için ABD ihraç ve ithal ürünlerinin faktör içerikleri
|
|
İthal ürünleri
|
İhraç ürünleri
|
Sermaye
|
2,132,000
|
1,876,000
|
Emek (kişi-yılı)
|
119
|
131
|
Ortalama eğitim yılı
|
9.9
|
10.1
|
Mühendis ve bilim adamlarının
Nispeti
|
.0189
|
.0255
|
Kaynak: Robert Baldwin (1971) "Determinants of the commodity structure of US trade" American Economic Review 61, s. 126-45.
|
Tablo 4-2, Leontief paradoksu ve ABD'nin ticaret paterni hakkında bazı başka enformasyonu sergiler. [Burada] 1962 yılında, bir milyon dolar değerinde ABD ihraç ürünlerini üretmek için kullanılmış olan üretim faktörlerini, aynı yıl aynı değerde ABD ithal ürünlerini üretmek için kullanılmış olanlarla karşılaştırmaktayız. Tablodaki ilk iki satırın gösterdiği gibi, Leontief paradoksu 1962’de hâlâ söz konusudur: ABD ihraç ürünleri ABD'nin ithal ettiği ürünlere göre daha düşük bir sermaye emek oranı ile üretilmektedir. Ne var ki, tablo'nun geri kalan kısmının gösterdiği gibi, ihraç ve ithal edilen ürünlerle ilgili diğer karşılaştırmalar, beklenilebilecek olanlarla daha uyumludur. ABD ihraç ürünleri ithal ürünlerine göre daha çok becerili-emek yoğundur. Ayrıca ABD, "teknoloji-yoğun" olan, yani satılan [ihraç ürünü] birimi başına daha çok bilim adamı ve mühendis gerektiren ürünleri ihraç etme eğilimi [sergilemektedir]. Bu gözlemler ABD'nin karmaşık ürünlerde nispî üstünlüğe sahip bir yüksek-becerili ülke olarak [dünyadaki] konumu ile tutarlıdır.
Pekiyi, biz Leontief paradoksunu niye gözlemlemekteyiz? Hiç kimse [bu konuda] emin değildir. Ne var ki, savunulabilir bir açıklama aşağıdaki gibi yapılabilir: ABD yeni ürünleri ya da yenilikçi teknolojilerle üretilen ürünleri üretmekte özel bir üstünlüğe sahiptir. Bu türden ürünler, teknolojisinin olgunlaşması için yeterli zamanın [geçmiş olduğu] ve kitle-üretimi teknikleriyle üretilmeğe elverişli hale gelmiş olan ürünlere göre gerçekten de daha az sermaye-yoğun olabilir. Birleşik Devletler, böylece, büyük miktarda sermaye kullanılan ağır mamulleri ithal ederken, becerili emek ve yenilikçi girişimciliğin yoğun bir şekilde kullanıldığı malları ihraç ediyor olabilir.12
Tablo 4-3 Heckscher-Ohlin modelinin sınanması
|
Üretim faktörü
|
Öngörmede başarı*
|
Sermaye
|
0.52
|
Emek
|
0.67
|
Profesyonel işçiler
|
0.78
|
Yönetimde çalışanlar
|
0.22
|
Kalem işlerinde çalışanlar (clerical)
|
0.59
|
Satış işlerinde çalışanlar
|
0.67
|
Hizmet işlerinde çalışanlar
|
0.67
|
Tarımda çalışanlar
|
0.63
|
[İmalatta] üretim işçileri
|
0.70
|
Ekilebilir arazi
|
0.70
|
Otlak arazi
|
0.52
|
Ormanlar
|
0.70
|
* Net faktörler ihracatının öngörülen yönde aktığı ülkelerin oranı.
Kaynak: Harry P. Bowen, Edward E. Leamer ve Leo Sveikauskas (1987) "Multi-country, multifactor tests of the factor abundance theory", American Economic Review.
|
Dostları ilə paylaş: |