(Mişgin bölgesi)
|
Çaldağı
|
Üçdere
|
Caferli/ Caferlu(V)
|
-
|
Cinliçay. Aras’a dökülür.
|
Parsabad etrafı
|
Cafer-Kuluhanlı(V)
|
-
|
-
|
-
|
CemGermi
|
-
|
Mişgin blg.
|
Germi kentinde otururlar.
|
Çımadırlı
(Su hendeği)
|
-
|
Heftağa (Yedi ağa) Bu dağ yılanıyla ünlüdür.
|
Çolma, Horhoz
|
Cihan-Hâtunlu/ Cihan-Hanımlu (V)
|
Ağa Hasanli, Ahmedli, Hasanli, Karaevli, Kurar, Şahmuratlı, Şamlı (Erdebil blg.)
|
Cihanhâtunlu
|
Gül Çuxuru
|
Culudarlı(V)
|
-
|
Mişgin blg
|
Mişgin blg.
|
Demircili(V)
|
Karacalu ve Kurtlar’ın Demircili tayfasından ayrıldığı kabul edildir. (Mişgin blg.)
|
Cinliçay
|
Horuslu
|
Dilegördili
(Göze büyük gelen)
|
Kelleseler ve Kurtlar ile akrabadır. (Erdebil blg.)
|
-
|
Germi kentinde otururlar.
|
Ecirlü(V)
|
Bekirli, Çatağ, Hacılı, Emirhanlı, İsmailli, Kabasakallı, Süretli(Güzel yüzlü), Şinnu(Şen adam), Tren(Bildiğimiz tren), Yakupbeyli,
Aras’ın kuzeyindeki Azerbaycan topraklarının antlaşma ile Ruslar’a terk edilmesi üzerine Azerbaycan’ın güneyine göçtüler. Ruslarla çatışmalarda büyük kayıplara uğradılar.
|
-
|
Ağyarılgan, Sona-Beyin Gölü
|
Garalar-Hiyâv(V)
|
Hiyâv Garalar’ı/ Mişginşehr (Hiyâv)
|
Mişgin blg.
|
Mişgin blg
|
Gara-Abbaslı
|
-
|
Mişgin blg.
|
Dereçay, Yaylak:
Öküzdağı
|
Garacıbdırıg(V)
|
-
|
-
|
-
|
Gebelu(V)
|
-
|
Mişgin blg.
|
Mişgin blg.
|
Goca-Bıyıklı(V)
|
-
|
-
|
-
|
Gutlar(V)
|
-
|
-
|
-
|
Geyikli(V)
|
Ağa-Caferli, Ali-Bayramlı, Ali-Penahlı, Alişanhanlı, Çiyanlı, Garabıtıhlı (Bıtıh; ağaca yapışmış yün anlamındadır. Halen oturdukları bu yer, nar ormanlığıdır), Geyteranlı, Hacı-Caferli, Hacı-Gereçli, Hacı-İmanlı, Halilli, Kirvallı, Medineli, Mirzalı, Musalı, Oruçlu, Tumarlı
|
Kaşgamişe(Sık meşe ormanı ve koşturmak anlamında. da kullanılır), Yağlı, Gaynarca
|
Geyikli
|
Gülal
|
-
|
-
|
Germi kentinde otururlar.
|
Günevli
|
-
|
Gaşgameşe
|
Ağdağ
|
Günpapah (Günpapak Günpapah;“Güneş şapkası” demektir. Kirman şapkasına benzeyen bir şapka türüdür)
|
-
|
-
|
Günpapah kendinde otururlar.
|
HacıHacelu(V)
|
(Mişgin bölgesi)
|
Gaşgameşe
(Sık meşe ormanı)
|
Aslanduz
|
Hacıhanlı
|
-
|
-
|
Saluk, Yumuk, Elçi, Yaylak: Çaldağ
Hacıhanlılar, XIX. yy.’ın başında Kuzey Azerbaycan’
dan göçmüşlerdir.
|
Halefli
|
(Mişgin bölgesi)
|
Savalan
|
Gebeli
|
Halifeli/ Halfeli(V)
|
-
|
Mişgin blg.
|
Bir kısmı Germi kent merkezine, diğer kısmı civar köylere yerleşti.
|
Hamzalı
|
-
|
-
|
-
|
Humunlu(V)
|
Porokışlak (Poro kelimesi, eski Türkçedir)
Aras’ın kuzeyindeki Azerbaycan topraklarının antlaşma ile Ruslar’a terk edilmesi üzerine Kuzey Mugan’dan Güney Azerbaycan’a göçtüler.
|
Mişgin blg.
|
Serab etrafı, Tekelikendi
|
Humuslu
|
-
|
Bavağı
|
Garibhacı, Mescidli, Şordere
|
Hüseyinekli
|
Karadağ tayfalarındandır.
|
-
|
-
|
Hüseyin-Hacılı(V)
|
(Mişgin bölgesi)
|
Öküzdağı
|
Horuslu
|
İsalı(V)
|
(Mişgin bölgesi)
|
Savalan eteklerinde Garabulag ve Boran Çukuru
|
Erşek (Karadağ)
|
İvatlı/ Ayvatlı(V)
|
(Mişgin bölgesi)
|
Durbeki
|
Mollakendi, Kocabegli
|
Kelleser
|
Dilegördili ve Kurtlar ile akrabadır.
|
-
|
Germi kentinde meskûn
|
Kelaş(V)
|
-
|
-
|
-
|
Kocabegli (Kocabeyli)
|
Ağabegli, Ali-Rızabegli, Curuğlu, İsalı, İsabeyli, Çobanlı, Gara-Musalı, Hempâ, Hüseyinhanlı, Hüseyinoğlu/ Husioğlu, Nurullahbegli, Tepeli, Şahmarbegli, Ali-Hasanli (Mişgin blg.)
|
Savalan dağı eteklerindeki Ağlay, Garaçay ve Bozkaya
|
Dereçay
|
Kör-Abbaslı(V)
|
-
|
Mişgin blg.
|
Mişgin blg.
|
Kurtlar
|
Demircili tayfasından ayrıldığı kabul edildir. Dilegördili ve Kelleser’lerle akrabadır. (Mişgin bölgesi)
|
Savalan’ın doğusu
|
Yüzkuyu
|
Kühdehi
(Küh: Su arkı, künk anlamındadır. Kühdehi: Künklüköy)
|
Elifhanlı, Hüseyin-Alili, Kelbaylı/ Kerbelâylı (Kerbelâyî), Mirza-Mehemmedli, Mollalı, Şefili,.
Kühdehi’nin tirelerini oluşturan ve bu tirelerin atası olan Şefi, Kelbay, Molla, Hüseyin Ali, Elifhan, Mirza-Mehemmed beylerin torunları ve torun çocukları halen hayattadır. (2012) Kühdehililer buraya Şah Abbas döneminde gelmiştir. Bunlara “Kırmık Türkleri” de denir.
|
Salavat dağı, sınırdadır.
|
Dereçay
|
Lahrûd(V)
|
Mişgin/ Mişkin Şarki’ye bağlı Lahrud لاهرود köyünde meskûndurlar. 1966 nüfusu 3.994’tür.
|
Mişgin blg.
-
|
Mişgin blg.
|
Mededli
|
-
|
-
|
Germi kentinde otururlar.
|
Millî-Seyyidler
|
Altıhanlı, Bendalili, Çoganlı, Hacı- Hasanli, Perivatlı/ Pirayvatlu, Sütünli/ Sütunlu, Şirvanlı
(Mişgin bölgesi)
|
Serab etrafı
|
Kaşkılık, Tekele
|
Moranlı
|
-
|
Serab etrafı
|
Germi kentinde otururlar.
|
Muganlı(V)
|
Beyrivanlı, Eleceler, Hacı-İsmailli, Hacı-Şirinli, Karaoğlu, Memmed-Yorumlu, Rize Kululu/ Reza (Rıza)-Kululu, Tüyemenli. Muganlı tayfası Odulu ve Zerger’lerle akrabadır.
|
Mişgin blg.
|
Mugan’da otururlar.
|
Muratlı(V)
|
(Mişgin bölgesi)
|
Çaldağı
|
Muratlıkendi
|
Musta-Âhîbegli/ Mustalibeglu/ Mustafa-Ali Beyli((V)
|
(Mişgin bölgesi)
|
Divandaş
|
Güllü, Çanak, Sarıbulag
|
Odulu/ Odlu(V)
|
(Mişgin blg., ayrıca Erak BV)
|
Karagöl, Savalan
|
Odulu
|
Polatlı/ Fuladlu
|
Hamislu, Asaflu, Curuglu
Polatlılar, Kacar hanedanı yanlısıydılar. Ahmed Rıza Han Savadkûhi’nin Rıza Şah Pehlevi adıyla İran tahtına oturmasına karşı çıktılar. (Erdebil bölgesi)
|
Boğlu
|
Polat-kuyusu
|
Rızabegli
|
-
|
Erdebil blg.
|
Golucük, İbâdullahoğlu, Nasirkendi, Söğme (Sevmek’ten) ve Yiyece isimli köyler.
|
Sarı-Nasırlı
|
Büyük tayfaların bölünmesi sonucu ortaya çıkmıştır.
|
-
|
-
|
Saruhanbegli/ Serhanbeyli(V)
|
(Mişgin bölgesi)
|
Çınar, Burun Gışlağı, Kabale
|
Ağmescid, Yelligedik
|
Sarvanlar/ Sarbanlar(V)
|
Afşar tayfalarındandır. (Mişgin blg.)
|
Karayatak
|
Karadere
|
Seyidler(V)
|
SAdat-ı Zarencî’den ayrıldıkları kabul edildir.
|
Mişgin blg.
|
Mişgin blg.
|
Şah-Alibegli(V)
|
(Mişgin bölgesi)
|
Çaldar
|
Kermeli, Mirzahan, FerecharAbe
|
Talış-Mikâilli(V)
|
Begzade, Camiyurdu, Harimanlı (Seçilmiş anlamında) Karabağoğlu, Kızıl-Keçili, Mollalı, Nurulu (Mişgin ve Erdebil bölgeleri)
|
Göytepe
|
A. Kışlak:
Ruskendi,
HanbabakendiYaylak: Katırsuyu, Şêbil.
B. Kışlak: Sareyn, Sarı-Göl
|
Tekele (Tekelu)(V)
|
(Erdebil bölgesi)
|
Sarıarzu
|
Tekelekendi
|
Teret
|
-
|
Gaşgameşe
|
Ağdağ
|
Ucarûd(V)
|
-
|
-
|
-
|
Yekeli
|
(Erdebil bölgesi)
|
Kızılbere
|
Yekelikendi
|
Zerger
|
(Mişgin bölgesi)
|
Barançuhuru
|
Zergerkendi
|
(“İlseven/ Şahseven”, Varlıq dergisi, 10.devre, 68/ 2, s.38)
*Şahseven ve diğer Türk illerinde tayfa adlarının sonundaki mensubiyet eki “li” ve “lu” olmak üzere her iki şekilde de kullanılmaktadır; Alibabalı/ Alibabalu, Arablı/ Arablu, Balabegli/ Balabeyli/ Balabeglu, Caferli/ Caferlu, Ecirli/ Ecirlu, Yekeli/ Yekelu....
Millî Özellikleri
Ahlak: Şahseven il/ ulusu mensupları asaletleri, saflıkları, yiğitlikleri, sadakatleri, cesaretleri ve sahip oldukları yüksek ahlakî seciyesi ve güzellikleri ile dikkat çeker. silaha olan düşkünlükleri ve savaşkanlıkları temel özellikleridir. Hürriyet ve bağımsızlık onların ulus adı ile eşdeğerdir. Bu özellikleri, diğer Türk il/ uluslarında da gözleyEbiliriz. Kaşkayılar, bunun seçkin örneğidir. Şahsevenlerin, ölümüne cesaretleri düşmanlarını her zaman ürkütmüştür. Tüm Türkmen kabileleri gibi soyluluklarını görmezden gelen hiçbir iktidarla barışık olamamışlardır. Türkmen kocaları, Sünni olsun, Alevi/ Kızılbaş olsun neseplerinin Oğuz Han’a dayanması ile her zaman gurur duymuştur. Alevi/ Kızılbaş dede-babalarının soylarını Oğuz kamlarına dayandırdıkları söylenir. Bu Türkmen soylularının yanında batıdaki kont ve düklerin soy ağaçları hafif kalmaktadır. Her Türkmen beyi, hanlık ve padişahlığın kendi hakkı olduğu inancındadır. Osmanlı yönetimi, Türkmen beylerinin bu anlayışını bildiği için, Türkmen soylularını her dönemde İstanbul’dan uzak tutma siyasetini hassasiyetle sürdürmüştür. Ve Türkmenlerin asalet unvanlarına resmiyet kazandırmaktan kaçınmıştır.
Anadolu Türkmenleri’nin, İran Türkmen şahlarına olan meyillerinin şuur altındaki nedenlerinden biri de bu anlayışları olmalıdır. Türkmen/ Yörüklerin büyük bölümü, merkezî İstanbul hükümetinin kendilerini reaya olarak görmesine tahammül edememiş, içlerine sindirememiştir. Köylü olmayı hep reddetmişlerdir. Safevi, Afşar ve Kacar Türk şahları, Anadolu Türkmen/ Yörüklerinin psikolojilerini çok iyi tahlil edebildikleri için bunlardan her zaman yakınlık görmüşler, hatta yararlanmasını bilmişlerdir. Sünni-Şii çatışması, bunun görünen yüzüdür. Türkmenlerin bu özelliklerini görmezden gelerek, iktidar uğruna mezhep çatışmasını körüklemek şah ve padişahların işine gelmiş, buna karşılık Türk il/ uluslarının parçalanmasına, bugünlere uzanan onmayan yaraların açılmasına neden olmuşlardır. Mezhep ayrılıklarının ve çatışmalarının tek müsebbibi şah ve padişahların iktidar hırsı ve aç gözlülükleridir. Vatan tuttukları topraklar için oluk oluk kan akıtan Yörük ve Türkmenlere haklarını vermekten kaçınmaları, üstüne üstlük onlara reaya muamelesi yapmaya kalkmalarıdır.
Anadolu kökenli Türkmen Şahsevenlerin vatanperverlikleri, ülkenin yabancı saldırısına maruz kalması durumunda dalgalar halinde cepheye koşmalarından her zaman İran kazançlı çıkmıştır. Bunca fedakârlığın karşılığını dün ve bugünkü İran yönetimlerinden alabilmişler midir? Şahseven insanları kadın olsun, erkek olsun mütenasip vücutları, güzel yüzleri, çekicilikleri ve korkusuzlukları ile dikkat çekmişlerdir.
Dini inanç sistemleri, Horasan Türk erenlerinin gösterdiği yolda Türkmeneli Oğuz inanç sistemi ile Alevi/ Kızılbaşlık arasında olagelmiştir. Bu Türk İslamı’dır. XX. yüzyıl sonlarına kadar Anadolu’daki Sünni Türkmenlerde durum farklı mıdır? Elbette hayır. Sünni Türkmenler, Bektaşimeşrep duruşlarını bugün bile korumaktadır. Sadece adları Sünni’dir. Ancak bugün tarikat ve cemaatlerin hedefi durumundadırlar. Velhasıl Yörük ve Türkmenler, ne Sünnilere, ne de Caferilere yaranabilmiştir. Müslüman olup din değiştirmişler, ancak güçlü imanlarını değiştirmemişlerdir. Bunun bir örneği de Kuzey Kafkasyalılardır.
Çocukluk yıllarımızda Ege/ Alaçam dağları yaylalarına İzmir, Birgi, Dikili, Salihli, Akhisar, Kula, Manisa ve benzeri yerlerden Türkmen/ Yörükler göçerdi. Bunlardan Karakeçili/ Yağcıbedirli aşiretine bağlı Şah İsmailli tiresi beyi Bayram Ağa aile dostumuzdu. Bayram beyin şeceresini Oğuz Han’a çıkaran nesEbini saymasına, sahip olduğu dinî ve millî kültüre hayranlık duyardık. Namaz kılıp kılmadığını sorduğumuzda, Cuma günleri yakın köylere indiklerini söylerdi. Sıra vakit namazına gelince; “O kadar uzun değil, sizin dediklerinizin peşine düşersek, seneye sürülerden eser kalmaz, aşiret dağılır gider” demişti. Devletin Türkmen/ Yörüklere olan ilgisizliği Osmanlı döneminde olduğu gibi Cumhuriyet döneminde de değişmedi. Göç esnasında develerinin boyunlarına beşibiryede dizileri takarlardı. Daha sonraki yıllarda Yağcıbedirli, Kazıklı/ Kızıklı, Tokmaklı, Kozanlı, Kulalı, Şehitli, Aydınlı, Karakeçili, Şahismailli, Kacer… Türkmen/ Yörük beyzadelerini Akhisar ve Salihli’deki kiremit ocaklarında, bağlarda amele olarak görme talihsizliğini yaşadık. Emir veren, reaya olmaktan yılgınlık getiren soylular, amele olup emir alır olmuşlardı. Yörükleri köylere yerleştirmekle görevlendirilen “Çadır yıkan” lakaplı Osmanlı’nın Batı Anadolu müfettişi, daha sonra Bursa valisi, aynı zamanda sanatçı bir kişilik olan Ahmet Vefik Paşa’nın takipçileri onları köylüleştirerek amaçlarına ulaştılar. Hesabını bilmedikleri altın ve sürülerinden eser kalmadı. Yazık oldu Oğuz Han’ın çakır gözlü, kızıl saçlı, tay misali yerinde duramayan bıçkın delikanlı kız ve oğlan torunlarına… Geriye dedeleriyle ilgili belli belirsiz silik masallar kaldı hafızalarında. Bugün Batı Anadolu’da bazı Türkmen/ Yörük köylerine rastlarsınız, “Biz, Çadır Yıkan Ahmet Paşa iskânıyız” derler.
Gelenek-Görenek: Şahsevenler, atalarından miras aldıkları gelenek ve göreneklere taassup derecesinde bağlıdır. Nevruz ve düğünlerde coşkulu eğlenceler düzenlenir. Kurban ve Ramazan bayramlarında ziyaretler yapılır. Karşılıklı hediyeler verilir. Kurban eti fakirlere dağıtılır.
Dünürlük ve Düğün: kız evine ait çadıra, dünürbaşı olarak oğlan evini temsilen aksakal adı verilen iki saygın kişi gönderilir. oğlan evinin imkânlarını iyi bilen dünürbaşılar, kısa sohbet ve kızevini onurlandıran girizgâhtan sonra kızı isterler. Tatlı ikram edilir ve söz kesilir. Bu sırada oğlan ile gelin adayının görüşmesi söz konusu değildir. Söz kesildikten sonra oğlan evi arayı uzatmadan kız evine gider. (Farsça “RûseRi-kelâğî”) denen ipek yazma, gerdanlık, ayna, elbiselik kumaş ve tatlıdan oluşan hediyeler götürülür. Sözlüye, “Adaxlı/ adaklı”, nişanlıya ise “Namzed” adı verilir.
Kısa süre sonra düğün meclisi kurularak, misafirleri davet için “okucu”lar çıkartılır. Düğüne katılanlar silah, ayna, tatlı ve benzeri hediyeler getirir. oğlan evi, gelen konukları sâzende heyeti ile karşılar. Misafirler oğlan evine ait düğün için kurulan çadırlarda geceler. gelenlere izzet-ikramda bulunulur.
Düğün merasimi birkaç gün devam eder. Son gün oğlan evinde toplanan düğün alayı, gelini almak üzere kızevinin çadırına yollanır. Gelinkızın baba ocağından çıkışı esnasında, kız evine mensup çocuklar tarafından gelinin beline “Bel bağı” veya “Gayret kuşağı” da denen kıymeti yüksek altın veya gümüş bir kemer bağlanır. Gelin, oğlan evine doğru haraket eder.
Bakıldığında insanın talihini yansıttığına inanılan ayna, baba evinden ayrılışı temsil eden gelinlik, dönüşü olmayan temiz bir yolun simgesi olan gayret kuşağı gelin kızın kutsalı olup, ölünceye kadar saklanmaktadır.
Gelinin arkasında yürüyen yengelerden birinin elinde ayna vardır. Önünde ise çeyiz yükü. Gelin hanım damadın yanına yaklaştığında damat gelin alayına doğru ya kırmızı bir elma ya da bir demet gül atar. Bu sırada aşiret atlıları görkemli gösteriler yapar. Sâzende, en haraketli parçaları çalmaktadır. Şahseven ilinde boşanma hemen hemen yok gibidir. (İranşehr, 1.cilt, s.229)
Ege Türkmen/ Yörüklerinde de elma atma geleneği vardır. Bu elmanın adı “Gelin elması”dır. Hem dışı, hem de içi kırmızı veya kırmızımsıdır. At üzerinde oğlan evine giden gelin, baba evi ile oğlan evi yolunun yarısına rast gelen subaşında veya havuz başında bu elmayı atar. Elmayı bekâr olan bir delikanlı kapar, bunu sembolik bir ücret karşılığında damada satar. Gerdeğe girerken, yengelerden biri elmayı ikiye bölerek yarısını geline, diğer yarısını damada ikram eder. Gelin, bu elmadan yatağın üzerine oturtulmuş olan minik oğlan çocuğuna da tattırır. Tıpkı masal ve destanlarında olduğu gibi. Yenge, gelin kızın sağdıcı/ kardeşliği tarafından yazılmış olan ev baklavasından birer ikişer tike geline ve damada yedirir. Her ikisine nasihatta bulunduktan sonra oğlan çocuğunu alarak oda/ çadırdan ayrılır. Koca ana ve neneler oda/ çadırın yakınında sabaha kadar uyumadan nöbet tutarlar.
Musiki: Şahseven ili, Safevi hükümetinin ortalarında, yani Kızılbaşlar dağıldıktan sonra İran’ın siyasi ve kültürel sahasında büyük rol oynamışlardır. Bu il, Şah Abbas zamanından Kacar hanedanının sonuna kadar Mugan, Irak-ı Acem ve Merkezî İran’da devlet-gez halde yaşamıştır. Güney Azerbaycan’ın bir parçası olan Merkezî İran Şahsevenleri halen Buin-Zehra, Save, Gazirân, Rudbar-ı Tefriş ile Kerec ve Tahran’ın etrafındaki küçük şehirlerin yanı sıra, özellikle Kum kentinde oturmaktadır. Bu ilin âşıkları, yıllar boyu halk içinde kurulan düğün-dernek şenlikleri ile dinî toplantılarda ellerinde saz, dillerinde Türkü/ mahnı ile Türk ilinin geleneksel dilini, folklorunu yayıp korumuşlardır. Ayrıca bu âşıklar/ şairler, Türk Aleminde anlatılan destanları, şiirleri yaşatmaya muvaffak olmuşlardır. Şahseven ili de, diğer iller gibi komşu il/ uluslardan etkilenmiş ve onları etkilemişlerdir. Bu ilin âşıkları/ halk ozanları Şahseven olmayan Türkler arasında da revaç bulmuştur. Özellikle Güney Azerbaycan’ın Hemedan, Erak, Save bölgelerindeki Türklerin düğün ve eğlencelerine katılıp, saz çalıp söylemişlerdir.
Bu âşıklardan birisi MeSihullah Recai’dir. Şahseven ilinden olmayan bu aşık, Şahseven sazı çalıp, Şahseven havaları okumuştur. Keleku, Deve-zengî, Yarcanlı, Koç Havası, tanınmış Şahseven havalarıdır. Türkiye’deki aşık havalarının benzeridir.
Üstad Şahseven Âşıkları şunlardır: Aşık Balahan Dâniş Bayat, MeSihullah Recai, Aşık GıyaSi CabbâRi, Aşık Haydar Mahmutî. Genç aşıklar: Âşık Hüseyin Ali Hüseyni, Âşık Takî Muhît, Muhammed Hoşrû, Âşık Hüseyin YâRi, Ebülfezl Zövkî, Budak Ali Reşidî, Mehdi SadRi, Muhammed Ali Sahrâyî, Âşık Ali CemAli, Bahtiyar Ferruh(Şair)...’tur. (Şahseven Musıkîsi Haqda Âşık RamaZanî “Güneş” ile Musâhibe)
İlk Çocuk: Eğer doğan ilk çocuk erkekse, eşe dosta haber salınır. Alaçık/ çadırın arka tarafına dikenli bir dal asılır. Bu mutluluk ve sevinç sembolüdür. Doğum eğlence meclisi kurulur. Kırmızı renkli ve pul işli elbiseler giymiş olan kadınlar çocuğu babasına götürüp, kucağına verirler.
Ege Yörükleri, çadıra asılan bu çalıya “Çaltı dikeni” der. Eğer ailenin sadece bir oğlu var, başka da çocukları yoksa, aile kadınları, özellikle koca halalar çocuğu severken “Çaltı dikenim”, “Geçit kürüm”, “Ocak direğim” diye severler. Ayrıca obanın ve aşiretin delikanlıları bu çocuğu kollar, çocuk büyüyünceye kadar ailenin işlerine yardımcı olurlar. Delikanlılık çağına gelince uzun süre bekâr kalması hoş karşılanmaz. En kısa sürede becerikli, arkalı, yani hem kız, hem de oğlan çocuğu çok olan bir ailenin kızıyla baş-göz edilir. Ocağın sönmemesi için oba ayaktadır. Kayınbiraderleri ve baldızları çok olan evin tek çocuğunun sırtı yere gelmez. Yörükler, “Oğlu olanın komşusu, kızı olanın aşireti olur” der. Yörüklerle ilgili çok sayıda darbımesel ve deyim vardır: Yörükler, kız çocuklarına çok değer verirler.
“Yörüğün/ Türkmenin göçümünde, Türk’ün biçiminde yanına varılmaz”, “Türkmen’in bildiğini tilki bilmez” denir. Ayrıca hoş karşılamanın mümkün olmadığı küçümseyici meseller de vardır: “Yörüğün yaşadığı yer, bayırdır, sırttır. Yediği yoğurttur, süttür. Konuştuğu cırttır, pırttır”, “Ekşi erik ile Yörük aldatmak”, “Yörük sırtından kurban kesmek”, “Yörüğü avluna sıçırtma!” vb…
Sünnet Düğünü: Erkek çocuk bir veya iki yaşını doldurduğunda sünnet edilir. Sünnet esnasında çocuğu, aileden olmayan bir kişi tutar. Bu şahıs, gerek aile, gerekse aşiret arasında büyük saygı görür. Çocuğun ailesi tarafından bu şahsın ailesi akraba mesAbesinde tutulur. Bu gelenek, Ege Türkmenleri arasında da revaçtadır. Bu şahıs, bildiğimiz “kirve”dir. Bilindiği üzere Anadolu’da “kirve” geleneği yaygındır.
Defin geleneği: Şahsevenlerde defin merasimleri, diğer il/ uluslarda olduğu gibidir. Baş sağlığı için bir sene süre ile eş-dost ve uzak akrabalar gelip giderler.
Ege Yörükleri, yaylak-kışlak arasındaki göç sırasında cenazeyi, göç yolunun hemen kenarındaki bir meşe veya çam ağacının altına defnederlerdi. Baş ve ayakucu taşları, balbal türü düzgün kayalardan seçilir. Ayakucu taşı, baş taşından biraz kısa olurdu. Üzeri topraklandıktan sonra, tınazvâri taşlarla örülür. Göçe, cenazenin gömülme süresi kadar mola verilir. Başsağlığı dilendikten sonra hemen yola çıkılırdı. Sürüler, yolda bekletilmez. En kısa sürede menzilgâha varmaları sağlanırdı. Sosyal ve ekonomik yapı gereği ölülerle fazla ilgilenilmezdi. Ölülerden önce aşiret ve sürülerin sağlıklı şekilde yaylak ve kışlağa ulaştırılması esasdı. Beyler ve ağalar, göçü geciktirecek ve engelleyecek olaylara kesinlikle müsaade ve müsamaha etmezlerdi. Bu beklenmedik molalara aşiret her zaman hazırlıklıdır. Bunlar doğum, ölüm ve bazı arazilerden geçerken mülk sahiplerince ayakbastı parası karşılığı istenen koyun sayısının gelenekten çıkıp fazlalaştırılmasından kaynaklanan hadiselerdir. Beyler, ağalar bu geçiş noktalarını bildikleri için, kışın adam göndererek bu konuları hallederlerdi. Ancak inatlaşmalardan ötürü nadiren de olsa kan döküldüğü de olurdu. Yörükler, böyle hadiselere de hazırlıklı olurdu. Eli kana bulanmış delikanlıyı, ters istikamete göçen bir Türkmen aşiretine emanet eder, onlarla birlikte Toroslara gider, bekâr ise, oradaki aşiret beyleri onu evlendirip, sürü düzerler. Hadiseler yatıştıktan sonra eşi, çocukları ve sürüsüyle beraber Ege’ye tekrar dönerdi. Aynı şekilde Antep ve Adana bölgesinden gönderilen Türkmen/ Yörük gençlerine de kendileri sahip çıkar, zamanı gelince dönmek isteyenleri aşiretlerine hediyelerle uğurlamak gelenektendi. Bu delikanlılar, aşiretlerin sırrı idi. Yabancılara karşı, aşirettin ileri gelenleri bu gençleri kendi çocukları olarak tanıtırdı. Bu delikanlıların takasının Sultan dağlarında yapılması gelenektendi. Güneye göderilecek veya güneyden gönderilen Türkmen gençlerinin takası aşiret vekilharçlarınca/ temsilcilerince yapılırdı. Aşireti için kan döken Türkmen/ Yörük gençlerinin kolluk kuvvetlerine teslim edildiği duyulmamış ve görülmemiştir. Sorulduğunda, firar edip gitti, geri dönmeyecek denirdi.
Menzilgâhlarda molayı ve hareketi kervanbaşı/ sarvan başlatırdı. Önce develeri ıhtırır/ çökertir veya denkler yüklendikten sonra kaldırırdı. Şafak sökünce hareket de başlardı. Develerin kalkışı sırasında aşiret dışından yabancı birileri varsa, sarvan ortaya çıkar, şalvarını çözüyormuş gibi davranır veya bir hokkabazlık yapar, yabancıların dikkatini başka yöne çeker, bu sırada develer ayağa kalkmış olurdu. Daha sonraki yıllarda bunun nedenini sormuştum. Meğer deve nazara çok gelirmiş.
“Göç Yolu” üzerinde bugün bile onlarca Yörük mezarı varlığını korumaktadır. Bu mezarların yanındaki ağaçlara dilek için çaput/ bez bağlama geleneği sürmektedir. Ege’deki bazı Yörük mezarları günümüzde yatır muamelesi görmektedir.
Giyim-Kuşam geleneği: Şahsevenlerin giyim-kuşam tarzı, Azerbaycan’da yaşayan diğer Türk il ve aşiretlerinin benzeridir. Erkek giyiminin farklı özelliği yoktur. Pantolon, gömlek üzerine kolsuz cepken tarzı yelek ve başlık giyerler. Kullandıkları başlık/ börkler, Hazar denizi sahilinde yaşayan Gilek erkeklerinin kullandığı sikkenin benzeridir. Namaz takkesi görünümünde olmakla beraber, daha büyükçedir. Başı soğuktan ve sıcaktan koruyacak yapıdadır. Keçeden yapıldığı gibi, elle dikilmiş olanları da, dilimli olanları da vardır.
Kadın başörtüsü siyah, sarı, beyaz ve mavi zeminli ipek veya floş dokuma, baskı çiçek desenlidir. Siyah zemin üzerine sarı baskı, mavi zemin üzerine beyaz baskı, beyaz üzerine açıkmavi baskı, krem zemin üzerine siyah… baskılıdır. Bu başörtüler, başa bağlandığında omuzları örtecek, arkada iki uzun birleşme noktası belden aşağı inecek şekildedir. Baş örtüldükten sonra düşmemesi için bir band ile baş bağlanır. Uzun süren göç yolunda ağıza, buruna toz girmeyecek şekilde örtülerek, sağdaki uç sol kulağın üstündeki baş bandına tutturulur. Saçların bir bölümü dışarıda kalmakta ve alımlı bir görünüm oluşturmaktadır. Ege Türkmen/ Yörükleri, göç sırasında veya ağır bir iş yaparken başlarını benzer şekilde bağlarlar. Bu tür baş bağlama tarzına “Dulcuklama/ Dulcuklanma” tabir edilir.
Elbiseler, bol kırmalı (krepeli) topuğa kadar uzanan etek şeklindedir. Bu etekler çiçeklidir. Üzerine yanları yırtmaçlı, ön ve arka eteği bulunan hafif koyu renkli bir elbise daha giyilir. Kol ağızları bilezikli veya düz olabilir. Bunun üzerine yaka ve etek uçları işli cepken tarzı kolsuz libâde giyilir. Soğuk havalarda giyilen libâdeler kolludur. Kadınlar, bu giyim tarzından farklı olarak, aynı kumaştan göğüs hizasından itibaren bol kırmalı, boyu daha kısa fistan da giyerler. Bu elbisenin etekleri birkaç kat fırfırlı/ farbalı olabilir. Kadınların giydiği eteğin şeklinin anlaşılabilmesi için ata binmede sıkıntı yaratmayacak tarzda dikildiğini ifade etmek gerekir.
Giyim tarzı olarak fistan tercih ediliyorsa, altına siyah kumaştan bir tür dar tuman giyilir. Bu pantalonun paça ağızlarında süslü işler olabilir. Bunun üzerine cepken tarzı kenarları işli yarım libade giyilir. Kadınların giydiği kolsuz libadelerle erkeklerin giydiği kolsuz cepken tarzı yelekler aynı formdadır. Çerkeskayı çağrıştırır. Ancak kadınların libadeleri altın ve gümüş simlerlerle işlenmiştir. (PûŞak-ı Îlhâ, Çâdurnişînan ve …, s.253)
Şahsevenlerde Mesken: Şahsevenler, yaşamlarını “Alaçık” ve “Köme” dedikleri çadırlarda sürdürür. Yarım küre şeklindeki çadıra “Alaçık”, daha basit ve geçici olarak kurulanlara “Köme” derler. Yapı olarak köme, alaçıktan daha küçüktür. Ve kalın abanî dokumalarla örtülür. Alaçıkın yapısı ve kuruluşunda maharet söz konusudur. Bu açıdan köme ile mukayesesi söz konusu değildir. Kömenin büyüklüğü, alaçıka göre yediye iki oranındadır. Nitelik itibariyle alaçıkın keçe örtüsü, iç ve dış donanımı, sahibinin sosyal konumunu yansıtan özelliklere sahiptir.
Ege’de, yaylada iken kullanılan çadırlardaki örtüler/ kıl çul, keçi kılından dokunur. Özelliği itibariyle keçi kılı sağlıklıdır. Böcek ve benzeri haşerat barındırmadığı gibi, yağmur yağdığında çadırın ve çulun içine işlemeden akar gider. Kendir ekilen bölgelere yakın Yörükler, kendir ipinden dokunmuş çul da kullanırdı. Bunların adı “Çöp çul”dur. Doğal kendir renginde olan çöp çullar, yazlık çadır örtüsü olarak kullanıldığı gibi, halı ve seccadelerin altına yaygı olarak da serilir. Kara kıl çulların dokunması sırasında ak ve sarı keçi kılından “atma” denen kalın çubuklar da konur, yanlarına, elle kilim deseni işlenirdi.
Alaçık: Çadırda kullanılan keçeler genellikle kara renklidir. Bazı keçeler iki yüzlü ve desenli hazırlanır, saraçlanarak çadır kapısı olarak kullanılır. Çadırların iç ve dış yüzünü kapatan keçeler yağmur, toz-toprak, güneş ve duman tesiriyle zamanla solup renk değiştirirdi. Alaçıkların yanında kömeler de kurulurdu. Bu kömelerin benzerleri Karadeniz sahiline yakın yaylalarda da kullanılmaktadır.
Şahsevenler, göç yolundaki menzilgâhlarda geçici olarak kurdukları yarım alaçık benzeri çadırlardan da istifade etmektedir. Bu çadırlara “Çatma” adı verilir.
Alaçık’ın iskeleti, iki bölümden ibarettir. Biri tavan halkası, diğeri, bir ucu eğik çadır çubuklarıdır. Tavan halkasına Ege’de “ergef” denmektedir. Tavan halkasının kutru bir metredir. Çubukların eğik kısmı ergefe millerle tutturulduktan sonra çadır iskeleti kümbet görüntüsü alır.
Çadır iskeletinde 24 ilâ 32 adet mil kullanılır. Ahşap uzun çadır çubuklarının düz ucu bu miller yardımıyla yere mıhlanırken, eğik ucu tavan halkasına sabitlenir. Alaçık kullanım sahası, 5 ilâ 8 metre arasındadır. Mütenasipliği, yanlarında insanın rahatça ayakta durmasına engel oluşturmaz.
Çadırların dengesini, mukavimliğini ve yıkılmazlığını, millerin dışında dokuma çadır çatma ipleri ve çadır direkleri güçlendirir. Aras nehri sahilinden temin edilen kamış ve sazlardan dokunan hasırlarla çadır iskeletinin iç ve dış kenarları iyice beslendikten sonra, üzerine keçe örtülür. Hasırlardan taban yaygısı olarak da istifade edilir. Yazın sıcak günlerinde çadır kapısı örtüsü olarak keçe yerine hasır kullanılır. Çadırın kümbet şeklindeki dış yüzeyi, üç adet üçgen şeklindeki keçe ile örtülür. Çadırın üst kısmında ocak dumanının çıkması için baca deliği bulunur. Baca deliğinin keçe örtüsü ayrıdır. Bu örtü yardımıyla ihtiyaç duyulduğunda baca deliği genişletilip daraltılabilir. Tavan örtüsü kloş şeklinde kesilir.
Yaz günlerinde çadırın serin olması için, çadır kapısının bir, birbuçuk metre ilerisine sık kazıklar çakılarak, dikenli ve sık yapraklı bitki dalları ile örülür. Öğleye doğru sıcak bastırınca bu dalların üzerine su serpilir. Klima etkisi yaparak, çadırın içini serinletir ve soğutur. Yorgun argın işden dönenlerin birkaç saat uyumasının tadına doyum olmaz. Akşam üzeri güneşin tesiri hafifleyince koyun sürüleri tekrar yaylıma çıkarılır. Bilindiği gibi sıcak havada koyun sürülerinin otlaması söz konusu değildir. Alaçıkların yapısı, Türkistan’da kullanılan çadırların benzeridir. (Mebânî Coğrafyâ-yı İnSani…, s.215)
Köme: Köme, Talış kabileleri, Tarum/ Tarım, Beluç, Fars Bölge Valiliği’nin muhtelif mıntıkaları, Kirman, Afganistan, Tacikistan, Özbekistan ve Türkiye’de de yaygın olarak kullanılmaktadır. Tacikistan ve Özbekistan dışındaki diğer Türkistan ülkelerinde kömeden pek istifade edilmez.
Şahseven kömelerinin kuruluşunda, uç kısmı eğik 7-8 adet uzun çadır çubuğundan istifade edilir. Çubukların 60-70 santimi toprağa çakılır. Açıktaki eğik uçları birbirine sabitlenir. Çadırın yüksekliği 2,5 m.’dir. Daire şeklindeki çadır çubukları, örme/ dokuma çadır ipiyle birbine sıkıca bağlanır. Obanın konuşlandığı uygun yönde -bu güney olabilir- kapı olarak kullanılacak bölümde mesafe bırakılır. Köme de, alaçıkta izah edildiği üzere hasır va kamış dokumalarla desteklenir. Genişliği 5 m² kadardır. Kapısı, alaçıkın aynısıdır.
Çadır ve Alaçıkın Kuruluş Yeri: Her yıl düzenli şekilde yaylak ve kışlağa göçen Şahsevenlerin mera ve çayırlıklarının sınırları bellidir. Çadırlarını aynı yere kurarlar. Genellikle tepelerin eteğinde selden, toprak kaymasından etkilenmeyecek hafif bayırlık yerlerdir.
İlbeyleri, han ve beylerin çadırlarının bir tarafı kısa taş duvarla örülüdür. Bazı yerlerde bu duvar toprak da olabilir. Çadırın iniş kısmından yol geçer. Arka kısmında çadırın su almaması için dehliz şeklinde su arkı vardır. Ayrıca çamaşır, bulaşık ve yıkanma için kullanmak üzere küçük havuzlar da yapılır. Çadır ve kömelerin içinde, 10 ilâ 20 cm. yüksekliğinde sekiler vardır. Bu sekilerin üzerine yatak, yorgan, halı, kilim ve giyim eşyaları konur. Sekiler, eşyaların toprakla temas edip nemlenmesini önlemek içindir. Ocaklar, çadırın arka bölümünde dörtgen taşlarla yapılır. Sekiler ve ocaklar, çadırdan kolaylıkla yararlanmak üzere düşünülerek yapılmıştır.
Şahsevenlerde Ekonomik Hayat:
Şahsevenlerin yaylak ve kışlaktaki yaşam bölgeleri, bol otlu doğal çayırlıklarla kaplıdır. Bu nedenle geleneksel hayvancılıkta Güney Azerbaycan ekonomisinde Şahsevenlerin özel bir yeri vardır. Bu bölgenin hayvancılığı, diğer bölgelerin göçerlerine nispetle ekonomik değeri yüksektir.
İngiltere’den Ş. 1229/ 1849 yılında gezi amacıyla İran’a gelen Lady Sheil, Şahsevenlerin hâkim olduğu bölgelere de gitmiştir. Gezi anılarını kaleme aldığı kitabında şöyle yazmaktadır: “Şahsevenler, zengin bir il/ ulustur. Müreffeh bir yaşamları vardır. Bu il mensupları arasında zahmetkeşlik, perişanlık ve fakirlikten eser yoktur”. (Hâtırât-ı Lady Sheil, s.48)
Şahseven ekonomisinin temelini hayvancılık, çiftçilik ve el sanatları oluşturur. Şahseven iline Safevi ve Kacarlar döneminde verilmiş irSi haklarının Kacar hanedanı yıkıldıktan sonra Pehlevi döneminde kaldırılması ulus içerisinde ciddi rahatsızlığa neden olmuştur. Haklarının ellerinden alınması Şahseven ilini yoksullaştırmıştır. (Cәmil Hәsәnli,II.Bölüm)
Hayvancılık ve Çiftçilik: Şahsevenlerin yaşamı her yönden hayvancılıkla ilişkilidir. Birincisi beslenme kaynakları doğrudan hayvan ürünlerine bağlıdır. İkincisi, giyim-kuşamda da hayvanların yününden, yapağısından yararlanılmaktadır. Bu nedenle hem yaylakta, hem de kışlakta hayvancılıkla meşguldürler.
Besledikleri hayvanlar koyun, keçi, büyükbaş hayvan, manda, deve, at, katır ve eşektir. Ayrıca her ailenin birkaç bekçi ve çoban köpeği bulunur. Hayvandan elde edilen ürünler arasında; tereyağı, iç yağ, peynir, katık, kurut, yün, deri ve sırım bulunmaktadır.
Nakliyede deveden yararlanırlar. Son yıllarda traktör ve otomobil develerin yerini almaya başlamıştır. At ve develer, revaçtan düşmeye başlamıştır.
Şahsevenler, hayvancılığın yanı sıra, tarımla da meşguldür. Son yıllarda Mugan Çayırlığı’nda modern usullerle hububat tarımına geçilmiştir. Bir bölümü, kışlaklara ev yaparak, yarı yerleşik hayata geçmiştir. Bu nedenle sahip oldukları hayvan miktarında azalma olmuş, tarımla ilgili ekonomik faaliyetleri artmıştır.
Ordubehişt (21 Nisan-21 Mayıs) ayının sonlarında sıcaklar bastırmadan Mugan Çayırlığı’nı terk ederler. Bazıları, iki ilâ dört hafta kadar Erdebil ovasında kalarak, buradaki otlaklardan istifade eder. Sonbaharın ilk günlerinde Mugan’a dönmek üzere yayladan yola çıkılır. Yol güzergâhı üzerinde kendilerine ait tarlaları ekerek yollarına devam ederler. ticari faaliyetlerini Erdebil, Mişkinşehr ve Mugan şehirlerinde gerçekleştirirler. Mallarını takas usulü ve para karşılığı satarlar. Bazı şehir tüccarları, Şahseven obalarına giderek, ticaret yaparlar. Ürettiklerini satar, karşılığında ihtiyacı olan malları satın alırlar.
El Sanatları: Şahsevenlerin sahip oldukları hayvanların yünlerinden ürettikleri iplik ve dokumaları pek tanınmıştır. Bunların başında halı, kilim, cicim, hurçun ve at çulu gelmektedir.
Dostları ilə paylaş: |