VI. KENTSEL DÖNÜŞÜM PROJELERİ VE YAPILAN UYGULAMALAR KARŞISINDA GELİŞEN ELEŞTİREL SÖYLEMLER NASIL BİR TEMELLENDİRMEYE DAYANIYOR ?
Kentsel dönüşüm lobisinin kullandığı iyimser söylemin karşısında, bu söylemin karşısında bir direnç söylemi de gelişmektedir. Önce bu direnç söyleminin estetik vaadine dayandırılan yıkımı meşrulaştırması karşısındaki pozisyonuna açıklık sağlayarak başlayalım.Varolan bir kentsel alanda uygulanacak dönüşüm projelerinde, hazırlanan bir projenin estetik değerinin daha yüksek olduğu söylenerek, varolanın yıkılarak onun yerine tasarımcının estetik yargılarına göre oluşturulmuş yeni bir binanın yapılması meşru olabilir mi? Estetiklik iddiası, henüz yapılmamış olanın gelecekte nasıl yorumlanacağına ilişkin olarak bir vaade dayanarak, varolan yıkılıyor. Vaad edilen estetik değer gerçekleşmezse, yıkılanın taşıdığı anlam da tahrip olmuş olacaktır. Bu nedenle, bu sorunun sorularak açıkça yanıtlanması gerekir.
Bu soruya açıkça bir yanıt verebilmek için önce yer kavramını tartışmamız gerekiyor. Türkçe’de kullandığımız yer sözcüğüne İngilizce de iki kavram tekabül ediyor. Bunlardan biri “location” kavramı ikincisi ise “place”. Eğer bir kentin merkezinin koordinatlarını verirsek o kentin “location”unu tanımlamış olur. Buradaki tartışmamız açısından üzerinde durmamız gerekmiyor. Eğer yaşadığımız yerin orada yaşayanlar için bir anlamı olup olmadığı üzerinde durmaya başladığınızda yeri “place” anlamında kullanmaya başlıyorsunuz demektir. Bir yerin anlamlığı yaşanan kültürel süreçler içinde oluşmaktadır. Eğer bir kentte yer niteliği kazanmış bir alana müdahalede, tasarım yapıyorum, benim yaptığım tasarım güzeldir, diyerek o yerin anlam alanını tahrip ediyorsanız, bu müdahaleleri savunmak olanağı kalmaz, bir yaşam kültürünü tahrip etmiş olursunuz. “Place” olan yere siz nasıl müdahale edersiniz. O müdahale yıkarak, yaparak falan olamaz, ancak çok ufak müdahalelerle oranın anlamlılığını geliştirerek yapılır. Ona estetik getiriyoruz diye, büyük müdahaleler yaparsanız, oranın anlam alanını tahrip edersiniz.
.
Türkiye’de kamu kesiminin müdahaleleriyle yürütülen kamu dönüşüm projeleri konusundaki olumlu söylemin kendisine bir direnç gösterilmekten çok işlerin yürütülme biçimine karşı bir direç ortaya çıkmaktadır. Bu direnç gösterenleri başlıca iki grupta toplamak olanaklıdır. Birinci grupta konuyla ilgili STK’lar ve TMMOB’ye bağlı odalar yer almaktadır. İkinci grupta ise dönüşüm projelerinin uygulanması dolayısıyla önemli kayıplara uğrayan gecekondularda yaşayanların gerçekleştirdiği direnişler yer almaktadır.
Birinci grupta yer alan meslek çevrelerinden gelen eleştiriler iki grupta toplanabilir. Bunlardan birinci gruptakiler karar verme süreçlerine ilişkindir. Bunlar planların ihlal edilmesi, plan değişikliklerinin ve plana emrivakiler yaratacak şekilde güçlü siyasetçilerin ( örneğin Başbakanın) ilan ettiği projelerin nitelikleri, karar ve proje geliştirme süreçlerinin şeffaflık taşımayışı, yapılan uygulamalarda özellikle yüklenici seçiminlerindeki siyasal kayırmacılığın işlediği konusundaki kuşkuların yok edilemeyişi üzerinde durmaktadırlar. Bu çevrelerden gelen eleştirilerin ikinci grubunda projelerin içeriklerine yönelmiş olanlar yer almaktadırlar. Bunların arasında; tarihi değerlerin korunmasına duyarsızlık, yeşil alan kayıpları, bu projelerin yaratabileceği çevresel sorunlar, tarih inşaa etmeye çalışmak, insan haklarına duyarsızlık vb.leri diye sayılabilir.
İkinci grupta ise dönüşüme konu olmuş mahallelerde yaşayanların ortaya çıkardığı direnişler yeralmaktadır. Bunlar arasında, Sulukule, Başıbüyük, Bezirganbaşı, Ayazma, 1 Mayıs ve Gazi Mahalleleri ve daha başkaları sayılabilir. Dönüşüm projelerine ilişkin olumlu söylemde anlatıldığı gibi, gecekondu mahallelerinde yaşıyanların kira öder gibi ödedikleri taksitlerle yasal ve insanca yaşanabilir konutlara kavuşmaları gerçekleşmemektedir. Bunu bize bu mahallelerde yapılan saha araştırmaları ya da antropolojik çalışmalar göstermektedir.27 Gerçeğin farkına varılabilmesi için bu çalışmaları okumak gerekiyor. Propagandası yapılanın gerçekleşemeyişinin değişik nedenleri bulunmaktadır.
Bu nedenlerden birincisi dönüşüm projelerini yapanların çözmeye çalıştıkları soruna indirgemeci bir mantıkla yaklaşmalarıdır. Dönüşüm projesi yapanlar kentte bir gecekondusu olan bir kişinin gecekondusu yıkıldığında ona bir apartmanda bir daire verildiğinde sorunun çözülmüş olduğunu düşünmektedirler. Kentte yaşayan bir kişinin içinde yaşadığı konut, sadece onun başını soktuğu bir barınak değildir. Bu konut kullanıcısına bir barınak sağladığı kadar, kullanıcısının belli bir toplumsal ilişkiye sahip olmasını da önemli ölçüde belirler. Bir mahallede konutu bulunan bir kişiye modern konut sağlıyoruz diye uzak bir yerde bir konuta taşınmaya zorlamak o ailenin ekonomik ve sosyal ilişkilerini değiştirmeye zormak demek olmaktadır. Türkiye bunun farkına Sulukule’de yaşananlarla varmışlardır.28
Antropolojik çalışmalar gecekonduları yıkılarak kendilerine konut verilenlerin durumdan çok memnun olmadıklarını ortaya koymaktadır. Bu çalışmaların bazılarında yeni apartmanlardaki konutlarına taşındıktan sonra yüzde 60’şa yakını konutlarını terketmişlerdir. Bu terkedişin temel nedeni konut verilenlerin borçlanmaları karşılığında her ay belli bir taksiti ödemek durumunda olmalarıdır. Ayrıca bu konut alanının yönetimi bir şirkete verilmektedir. Şirket te küçük sayılamayacak bir aidat istemektedir. Gecekondu kesiminden gelen ailelerin ise düzenli gelirleri bulunmamaktadır. Borç taksiti ve aidatın ise her ay düzenli olarak ödenmesi gerekmektedir. Bu yükümlülüğü üç ay yerine getiremeyenler kendilerine imzalatılan sözleşme gereği konutlarını kaybetmektedirler. Kentsel dönüşüm öncesinde bir konutu olan yani belli bir güvencesi olan aile birden kendisini sokakta bulabilmektedirler.
Yine antropolojik çalışmalar taşınılan toplu konut alanının işletilmesi için kurulan yönetim şirketlerinin maliklerin katılımına ve isteklerine duyarsız kaldığı, konut sahiplerinin ortak alanlarda görünmesini istemediği, yaşam alışkanlıklarını sorguladığı yeşil alanlara ağaç dikmelerini yasakladığını ortaya koymaktadırlar. Burada yaşayanlar gecekondu alanlarındaki gibi mahalle içi samimi ilişkilerin kalmadığını, her ailenin yalnızlığa itildiğini, aileler arası yardımlaşmanın yokolduğunu söylemektedirler. Onlar gecekondu alanlarında yaşarken daha mutlu olduklarını düşünmektedirler. Ama yine de apartmanlara taşınmaktan memnun olanlar da bulunmaktadırlar. Sorulduğunda, her ne kadar yeni mahalle ilişkilerinden yakınsalar bile, gecekondu geçmişlerinden kurtulmak onlara yetiyor ve onların zihinlerinde yıkıcı bir dönüşmeyi meşrulaştırıyor.
Gecekonduluların kentsel dönüşüm projelerine tepki göstermekte olmalarının başka nedenleri de bulunmaktadır. Kent mekanını dönüştürecek güçlü aktörlerin henüz oluşmadığı, Özal’ın iktidarı döneminde, gecekonduya bakış açısıyla, bugünkü gecekonduya bakış açısı arasında, çok büyük bir fark doğmuş bulunmaktadır.Özal döneminin 2981 sayılı af yasasıyla aslında ne yapılıyordu? O zamana kadar bütün yasalar gecekonduluya bir güvence sağlayarak, konutunu iyileştirmesini sağlayacak bir meşruiyet veriyordu. Oysa 2981 ile gecekonduluya şöyle denildi; “Kardeşim bak bütün öteki adamlar şehirde oturuyor. Şehirde oturdukları zaman şehirde yaratılan ranttan pay alıyor. Neden sen almayasın, sen de al.” Kentin gelişmiş bölgelerine yakın kesimlerinde bulunan gecekonducular bu olanaktan yararlanarak gecekondularını yapsatçılara verdiklerinde elde ettikleri dairelerle ailenin çocuklarına da konut sağlamış oldular.
Oysa şimdi durum tamamen değişmiş bulunuyor. Gecekondu alanları toplumun güçlü yeni aktörleri tarafından yararlanılacak büyük toprak olarak görülüyor, gecekondulular da bulundukları yerden uzakta TOKİ’nin yaptığı konutlara gönderilmek isteniyor. Geçmişte yaptıkları gecekondular artık kentin merkezine yakın bir hale gelmişken, buradan koparılarak uzağa tekrar çepere gönderiliyorlar. Bu konudaki yazında kentsel dönüşümün toplumsal sorunları ve yoksulluğu ortadan kaldırmadığı, yapabildiğinin ise ancak sorunları kent mekanında yeniden dağıtmak olduğu, açık olarak yazılırken, bunun farkına varılmayışında ısrarcı olmayı anlamak, tabii zor olmaktadır.
Kentsel dönüşüm sırasında o mahallede yaşayanların başka yerlere gönderilmesi konusunda TOKİ’nin ve GMYO’larının ısrarlı olmasının gerisinde bir rant mantığı bulunduğu açıktır. Muhalif belediyeler ise genellikle konut sahiplerinin bulunduğu yerlerde kalmasına ve gecekondu sahiplerinin müteahhitlerle müzakere yapmasına olanak veren kentsel dönüşüm modellerini savunmaktadırlar. Bunun basına yansıyan en bilinen örneği Fikirtepedeki uygulama olmaktadır. Türkiyenin ilk gecekondu mahallerinden olan Fikirtepede mülk sahipleriyle müteahhitler arasında sıkı bir pazarlık gerçekleşmiş ve uygulama başlamıştır.29
Küçük mülk sahibinin direncinin kırılması TOKİ ve GMYO’larının ana hedefi haline gelmiştir. Bir GMYO yetkilisi Kentsel Dönüşüm Yasasının esas çözdüğü sorunun kat mülkiyetinin önüne geçmek olduğunu belirtmiştir. Kat mülkiyetinin kentsel dönüşümün önüne kesen bir silah olarak çalıştığını, eğer kat mülkiyeti kanunu olmasaydı Kentsel Dönüşüm Yasasına gerek duyulmayacağını söylemiştir.30 Bu çok ilginç bir tepkidir. Kat mülkiyeti Türkiyenin 1960’lı yıllarda Türkiye’de yaşana hızlı kentleşme karşısında Türkiye’deki kentlerinin yapılaşmasını sağlayan çok önemli bir kurumsal düzenlemedir. Büyük sermaye küçük semayeye ve onun haklarını müzakere etmesine tahammülsüzlük göstermektedir.
Dostları ilə paylaş: |