9.SINIF TÜRK EDEBİYATI DERS NOTLARI
GÜZEL SANATLAR VE EDEBİYAT
EDEBİYAT NEDİR?
Okuyanlara estetik (sanatsal) bir doyum sağlamak amacıyla yazılmış, ya da böyle bir amacı olmasa bile biçimsel ve içeriksel özellikleriyle bu düzeye ulaşabilen bütün yazılı eserlere edebiyat denir.
Edebiyat bir anlatım biçimidir. Düşünce ve duyguları güzel ve etkili bir biçimde anlatma sanatı olarak da tanımlanabilir. Herhangi bir metnin edebiyat eseri sayılabilmesi için sanatsal değerler taşıması gerekir. Edebiyatın ne olduğunu anlayabilmek için onun, dilden, konuşma ve düzyazı dilinden farklı olan yanlarını ortaya koymak gereklidir.
Konuşma ve düzyazı dilinde, dil bir araç, sözcükleri kullanmakla girişilmiş, belli bir amaca dönük eylemdir. Doğruyu araştırma, ortaya koyma, başkalarına iletme aracıdır. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler görevini yaptıktan sonra işe yaramaz hale gelir. Önemli olan meydana getireceği sonuçlardır. Sonuç yani amaç, onu okuyan, ya da dinleyendeki değişimdir. Düşüncemizi dile getiren sözcükleri nasıl biçimlendirdiğimizi unuturuz. Onlar aracılığı ile düşüncemizi ilettiğimiz kişi de onların nasıl biçimlendirildiğine dikkat etmez. Unutur. Dil, bizi doğrudan doğruya öteki insanlarla ya da eşya ve düşüncelerle karşı karşıya getirir. Konuşma ve yazı dilinde sözcükler saydamdır. Uçarıdır. Aradan kaybolur gider.
Oysa şiir ve edebiyatta bunların tam tersi oluşmaktadır. Şiir ve edebiyatta dil bir araç değil, biraz amaçtır. Şiir ve edebiyatta dil, sözcükler, cümleler ve biçimler nesnel (objektif) hale gelirler, şeyleşirler. İnsanla öteki insanların, eşyanın ve düşüncelerin arasına girip saydamlaşmaz şiir. Uçarı hale gelmez konuşma ve düzyazı da olduğu gibi. Tam tersine, karşımıza çıkar. Resim gibi, heykel, müzik, yapı gibi (eşya) değeri kazanır.
Şair cümle kurmaz, bir nesne meydana getirir. Sözcüklerle, güzel, unutulmaz biçimler yaratır. Sözcüklerin bir araya özel biçimler altında getirilişinde derin eğilimler dürtüsü vardır. Şair, dilde olduğu gibi sözcüklerden yararlanmaz. Onlara yararlı olur. Renk, ses, hacim gibi onları şeyleştirir, kırar, bozar ve yeniden birleştirerek bir şiir dünyası kurar.
Sözlerin ve sözcüklerin nesnelleştirilerek özel işaretler, deyişler, tılsımlı biçimler haline getirilmesi, bunların sihir ve büyü alanında kullanılması, unutulmayan, ezberlenen özel biçimlerle tekrar edilmesi, şiirin doğuşunu hazırlayan en eski etkenlerdir. Bu yönden denilebilir ki, yazı şöyle dursun, tam konuşma dilinin bile gerçekleşmediği, insanın ve insanlığını en eski tarihinde şiir ve şiir dili vardır. Demek ki, edebiyat, dilden önce idi.
Bununla beraber gerçek şiir ve edebiyat yazının bulunup kullanılmasından sonra gelişmiştir. Sanat dışı konularda (politika, hukuk, mektup vb. alanlarda) bile ilk yazılı metinler, edebiyata yakın, destanî, güzellik iddiası ile yüklü oldukça nesnel eserler olmuşlardır.
GÜZEL SANATLARIN ÇEŞİTLERİ:
1 - Edebiyat: Kelimelerle yapılan bir güzel sanattır. Nazım ve nesir yolundaki bütün eserler bu kola girer.
2 - Resim: Yağlı, sulu ya da kuru boyalarla bir zemin üzerine çizgiler çizme ve boyama suretiyle yapılan güzel sanattır. Resim yapan sanatçıya ressam adı verilir.
3 - Heykel: Ya tabiatta var olan ya da hayalde canlandırılan varlıkları,taş, çamur, tahta, maden gibi maddeler kullanmak suretiyle üç boyutlu olarak yapma işidir. Heykel yapanlara heykeltıraş adı verilir.
4 - Mimarlık: İnsanların estetik zevklerine hitap edecek şekilde yapılar yapmaktır. Tarihî olmak özelliğini kazanmış yapıtlar, tapmaklar, camiler, saraylar, bir medeniyetin en güzel eserlerini meydana getirirler. Sanatçılarına mimar adı verilir.
5 - Musiki (Müzik): Sesleri melodi haline getirme sanatıdır. Müzik, pek çok bölümlere ayrılır. Musiki bestecilerine musıkişinas denir.
6 - Tiyatro: Bir hikâyenin, sahnede, oyuncular tarafından canlandırılarak temsil edilmesi sanatıdır. Bugün tiyatro eserleri, sinemalarda, radyolarda, televizyonlarda yer almaktadır. Eseri oynayan sanatçılara aktör, aktris adı verilir.
7 - Dans: Musikiye uyularak yapılan ritmik hareketlerdir. Pek çok çeşitleri vardır.
Bunların dışında olarak, bugün, sinema ve fotoğrafçılığı da güzel sanatlar arasında sayanlar vardır.
SANATLARIN_SINIFLANDIRILMASI_Güzel_sanatları,__geleneksel_ve__çağdaş'>GÜZEL SANATLARIN SINIFLANDIRILMASI
Güzel sanatları, geleneksel ve çağdaş olmak üzere iki biçimde sınıflamak, bize bazı kolaylıklar getirebilir.
Geleneksel Sınıflandırma:
Bu sınıflandırmada sanat eserlerinin seslendiği duyu organları belirleyici unsurdur. Buna göre:
Görsel Sanatlar: Bu gruptaki sanatlara "plastik sanatlar" da denilir. Resim, heykel, mimari vb.
İşitsel Sanatlar: Kulağa hitap eden bu sanat türleri "fonetik sanatlar" adını alır. Müzik, edebiyat vb.
Karma Sanatlar: Hem görsel hem işitsel olan sanatlardır. Bunlara "ritmik sanatlar" da denir. Tiyatro, sinema, opera, operet vb.
Geleneksel sınıflama, güzel sanatları, hitap ettiği duyu organlarına göre sınıflar.
Söz gelimi görsel sanatlar (plastik sanatlar), göze ve görme ye dayanan sanatları; resim, heykel, mimari gibi dalları bir grupta toplar.
Fonetik sanatlar, müzik ve türleri ile edebiyatı; ritmik sanatlar ise, hem görme hem de hareketle ilgili olan sinema, opera gi bi sanatları kapsamaktadır. Ancak, bu sınıflandırmanın ister is temez dışında kalabilen bazı türler de olabilmektedir. Karikatür veya seramik gibi. Bu nedenle, daha çağdaş bir sınıflandırmaya gerek duyulmuş tur. Bu sınıflamada söz konusu edilen sanat dalının niteliği ve tekniği göz önünde bulundurulmaktadır.
SANAT: (Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre kelimelerin anlamı)
1. Bir duygu, tasarı, güzellik vb.nin anlatımında kullanılan yöntemlerin tamamı veya bu anlatım sonucunda ortaya çıkan üstün yaratıcılık:
"Bir oyunun on beş gün sürmesi bir sanat hadisesi olduğunu gösterirdi."- T. Buğra.
2. Belli bir uygarlığın veya topluluğun anlayış ve zevk ölçülerine uygun olarak yaratılmış anlatım:
"İtiraf edelim ki dünkü halkımız henüz sanata karşı hazırlıklı olmadığı için çok büyük müşkülata maruz kalıyordu."- A. H. Çelebi.
3. Bir şey yapmada gösterilen ustalık:
"Konuşma sanatı."- .
4. Bir meslekte uyulması gereken kuralların tümü:
"Askerlik sanatı."- .
5. Zanaat.
ZANAAT
1. İnsanların maddeye dayanan gereksinimlerini karşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte deneyim, beceri ve ustalık gerektiren iş, sınaat:
"Hiçbir vatandaşa benim zanaatı tavsiye etmem."- N. Hikmet.
2. El ustalığı isteyen işler.
SANAT-ZANAAT FARKI
*Sanat yaratıcılık; zanaat ustalıktır. Sanatta yaratıcılık ön planda olmasına karşılık zanaatta ustalık ön plandadır.
*Zanaat bir şeyin devamını getirmektir; Sanat ise en baştan onu yapmaktır. Oluşturmaktır. Hiç yokken!
*Sanat eseri bir kere yapılır; zanaat eseri istediğin kadar
*Sanat eseri yapıtı biricik olma özelliğini form ve içerik olarak ortaya koyarken, zanaat eseri daha çok form olarak çoğaltılabilirliğini ortaya koyar.
*Sanatın, zanaattan farklı olarak bir "Anlatmak" kaygısı vardır; Zanaat ise bu anlatmak kaygısını taşımaz.
* Sanatçı yaratı eyleminin sonucunda ortaya çıkan eserden belli maddi kaygılar güdemez çünkü yaptığı o noktada sanat olmaktan çıkar zanaat alanına girer. Zanaatçı ise belli bir ücret karşılığında ürün meydana getirir.
* Zanaat maddi gereksinimleri karşılamak için yapılan bir iştir. Örneğin metal işleyerek ve ustalığınızı göstererek çaydanlık, bardakaltı, kaşık, çatal, nal, saat, çerçeve, vb yaparsanız bu zanaattır.
*Sanat, estetik bir kavramdır. Ruhsal anlatımları, yaratıcılığı, güzelliği, akımlar (ekol'leri) içerir ve maddesel yani parasal bir endişesi yoktur; Zanaat: insanların maddeye dayanan ihtiyaçlarını karşılamak için yapılan, öğrenimle birlikte tecrübe ve ustalık gerektiren iş, el ustalığı isteyen işler.
Sanat, bir bakıma içinde sanatçının (sanatkar'ın) varolduğu, yoğrulduğu ve yarattığı bir dünyadır. Ona baktığınızda, sanatçıyı-sanatkarı görür veya duyarsınız..
Zanaatkar, bir tecrübeler, meleke'ler ve beceriler birikimidir. O yaratmaz ama yapılagelenlerin, alışılagelenlerin en iyisini yapar, bu beceri ve kabiliyetini yıllardan almıştır. Geçimini zanaatı ile sağlar. Kazanır. Sonuçta parasal bir hedef de vardır.
Sanatçı için üretim, zorunluluğun dışında kendine içsel duygulanımların bir sonucuyken, zanaatçı için üretim zorunlu ve dışsal nedenlerin bir sonucudur. Zanaatçının eserleri kullanışlı olmalıdır, piyasa beklentilerini karşılamak zorundadır. Bir zanaatkarın üretimi her ne kadar bir yetenek göstergesi olsa da, sanatçıdan ayrı olan yanı nesnesinin kullanım değerinin estetik değerden daha önce gelmesidir. Bu nedenle yetenek yeni bir şeyler yaratmak derdinde olmaz, değişen piyasa koşullarına eklemlenecek ürünler ortaya sunar. Zanaatçı somut, elle tutan nesneler imal ederken, sanat yapıtı üzerinde ne sanatçı ne de izleyicisi hakim bir konumdadır.
Zanaat ve sanat tarifleri, sanat ve zanaatın ayrımından itibaren ilk defa belki bu kadar birbirine yaklaşmıştır yaşadığımız çağda. Biricik olma özelliği bir tarafa atılan sanat eseri, piyasa kaygısı dürtüleri içerisinde zanaata evrilmiştir. Artık biricik olmasından ziyade en popülere yakınlaşma adına sanatı içeriği, duygulanım ölçütünden ziyade formsal bir hal almıştır. Sanatın her tarafı formdur artık. Duygusuzca birbirlerine zincirlenen kelimeler, yüzler, fotoğraflar alıcısını kovalamaktadır piyasada.
Sanat ve zanaatı en belirgin ayırma noktası birinin işlevsel oluşu. Bir diğerinin işlevsel olmayışı diye ayırt edebiliriz.
SANATLA İLGİLİ SÖZLER, TESPİTLER, DÜŞÜNCELER
*Sanat bir karşı yazgıdır. Andre Malraux
* Her türlü duygunun alımlanmasını ve iletilmesini amaçlayan sanat, negatif kaosa karşılık pozitif kaos olarak algılanır.
* Sanat, insanın kendisine karşın yarattığı ikinci bir doğadır.
* Gerçek sanatçıların “üçüncü bir göz”e sahip oldukları söylenir. Bu, hem bir gönül gözüdür, hem de düşünsel bir göz.
* Sanat, aslında iğrenç olan bir şeyi, sanatsal ifade gücüyle güzelliğe dönüştürür. Baudalaire (Fransız şair)
* Nietzsche’ye göre sanat bir eğlence değil, yaşama katlanmanın en yüksek ve doğal biçimidir.
* Sanatçı zamanın olaylarını yansıtan kimsedir. Shakespeare
*Sanat eserinin en önemli özelliği özgünlük ve biricikliktir. (Dede Efendi, Mozart, Shakespeare, Beethoven, Mimar Sinan, Michael Angello, Yunus Emre, Mehmet Akif-İstiklal Marşı)
* Sanat=Hoşlanma, Beğeni, Zevk Zanaat= Fayda, Çıkar
* Doğrular Yüzünden ölmemek için elimizde sanat var. Yaşam, ancak sanatın yanıltmaları sayesinde yaşanabilir hâle gelir. Nietzsche (Alman filozof)
* Sanat, sanat içindir ve hiçbir amacı yoktur; her amaç sanatı soysuzlaştırır. Benjamin Constant
* Ahlaka hizmet kaygısı sanata zarar verir. Paul Valery (Fransız şair)
* Dünyadan kaçmanın en güvenilir yolu sanattan geçer; dünyaya sıkıca bağlanmak da sanatla gerçekleşir. Johann Wolfgang Goethe (Alman şair)
* Edebiyatın anlamı, hayatın anlamı demektir. Theodor Adorno (Alman Filozof)
*Sanat, eksiksiz biçimde betimlenemeyen bir şeydir. George Santayana
* Sanat, yaratılmış “Hakikat”in sanat eserinde korunmasıdır. Martin Heidegger (Alman Filozof)
* Büyük sanatçılar her zaman insan soyunun ilerlemesinde öncü rolünü üstlenmişlerdir. George Lucas
GÜZEL SANATLAR İÇİNDE EDEBİYATIN YERİ
Sanat insanın güzellik karşısında duyduğu heyecan ve hayranlığı uyandırmak için ortaya koyduğu yaratıcılıktır.Sanatın temelinde insan sevgisi,hoşgörü,yaratma özgürlüğü vardır.
Sanat insanın varlık şartlarından biridir. İnsanın olduğu her yerde sanat vardır.(Mağara resimleri,antik süs eşyaları,işlenmiş kap kaçak vb.) Sanatın amacı da zaten insanlarda güzel duygular uyandırmak,insan hayatını renklendirmek, güzelleştirmektir. Resim, tiyatro, şiir, dans, müzik ve kitapların olmadığı bir dünyada
yaşadığımızı düşünürsek sanatın insan hayatı için ne kadar vazgeçilmez ve önemli olduğunu anlarız.
İnsanlar kendilerini farklı araçlarla ifade edebilirler. Kimisi resimle, müzikle, dansla heykelle kimisi de şiirle, romanla, hikayeyle yani edebiyat vasıtasıyla ifade ederler.
İnsanoğlu hayatı boyunca güzeli istemiştir. Sözüne yazısına(edebiyat), sesine(müzik)kullanabildiği
renklere (resim), yaşadığı mekana (mimarlık), işleyebildiği her türlü maddeye(heykeltıraş) güzellik vermek
insanoğlunun yaşam felsefesi olmuştur ki bu da güzel sanatlar dediğimiz şubeleri doğurmuştur
Edebiyat bu güzel sanatların bir koludur. Edebiyat; sözde ,yazıda,düşüncede,hayalde güzellik demektir.
Edebiyat;dil ile gerçekleştirilen,malzemesi dil olan güzel sanat etkinliğidir.Edebi eser öncelikle sanat değeri
olan eserdir. Edebi eserlerde dikkatle kullanılmış bir dil vardır.
Bilim nasıl ki akla, mantığa, öğretmeye yönelik ise sanat da insan ruhunu doyurmaya, güzelleştirmeye yöneliktir.
EDEBİ METİN :
İnsanların iç dünyasında zevk uyandırmak ve onları etkilemek için ortaya konulan edebi yazılardır. İşte şair ve yazarlar bu etkiyi gerçekleştirmek için kelimeler üzerine yoğun ve derin anlamlar yükler, kimisi şekil açısından bunu yakalamak ister kimi de anlam açısından ...
Edebi metinlerde amaç sadece anlamları sunmak değil aynı zamanda kişiyi etkilemek amaçların en başında gelir. Şair ve yazarlar hayal dünyasını düşünceleriyle yoğunlaştırır ve bunu yazıya döker. Edebi metinleri anlamak için söz ve terkipler, edebi tarzlar hakkında ön bilgiye sahip olunmalıdır yoksa işin içinden çıkılamaz. Çünkü okur ilk okuyuşunda anladığını ve keyif aldığını sanır ama işin aslı görünüşteki gibi değil kelimelerin içine gizlenen derin düşüncelerdir.
Bir başka ifadeyle edebi metin, duygu düşünce ve hayallerin insanda heyecan ve hayranlık uyandıracak şekilde ve estetik bir yapı içinde söylenmesi ve yazılması ile oluşan edebiyat ürünlerine denir.
Özellikler:
1.İşlenmiş bir dil ve anlatımla oluşur.
2.İnsanda güzel duygular, hayaller ve zevkler uyandırır.
3.İnsanın duygu düşünce ve hayallerini besler.
4.Ait olduğu toplumun sosyal ve kültürel özelliklerini taşır.
METİN
Metin, belirli bir iletişim bağlamında, bir ya da birden çok kişi tarafından sözlü ya da yazılı olarak üretilen anlamlı bir yapıdır. Metin çok farklı düzeylerde dille iletişimde bulunmak amacıyla cümlelerden oluşan, cümlelerle oluşturulan anlatma ve anlaşma aracıdır.
Metnin oluşumunda sesten paragrafa dil birimleri kullanılır.
EDEBÎ METİN
Edebî metinlerde dil, bilgi aktarmak veya öğretmek amacıyla kullanılmaz. Kelimeler, günlük hayatta, herkesin bildiği, alışılmış anlamlarıyla değil, yazarın okuyucuya sunmak istediklerine göre yeni anlamlar yüklenir.
EDEBİ METİNLER İLE BİLİMSEL METİNLERİN FARKI
Bu bakımdan anlatmaya bağlı edebî metinler ile bilimsel metinler birbirinden farklıdır. Bilimsel metinlerde anlam herkes için aynıdır. Hiçbir yerde ve durumda değişmez. "Akdeniz'in bitki örtüsü makidir." gibi bir cümle herkes tarafından aynı şekilde algılanır. Ancak edebî metinlerde, okuyucunun o anda içinde bulunduğu ruh hâli, dünya görüşü, bilgi ve kültür seviyesi edebî metnin anlamını değiştirir. Çünkü edebî metinlerdeki sözler veya söz grupları yalnızca sözlük anlamlarıyla metinde yer almazlar; bulundukları bağlama(ortama) göre anlam değeri kazanırlar.
Edebî metinler yan anlam bakımından zengindir. Kelimeler ve kelime grupları, metin içerisinde farklı anlamlar kazanır. Bu nedenle edebî metinler anlam bakımından zenginleşir. Tek bir anlamları bulunmaz, okuyucunun bilgisi, görgüsü, psikolojik durumuna göre yeniden anlamlandırılır ve yorumlanırlar.
ANLAM, ANLATIM
Bir metnin yorumundan söz edebilmek için, onun anlamı üzerinde durmak gerekir.
Anlam, iletişim esnasında, iletinin, alıcıda uyandırdığı her türlü etkidir. Anlam, anlatımla gerçekleşir.
Anlatım ise; düşüncenin, duygunun kısacası anlamın sözle, davranışla, jest ve mimiklerle alıcıya ulaştırılmasıdır.
Anlatmak insan için vazgeçilmez bir ihtiyaçtır. Bunun oluşması için bir gönderici (yazar), bir alıcıya (okuyucuya) ve bir iletiye (mesaja) ihtiyaç vardır. Bu iletinin alıcı tarafından tam olarak algılanabilmesi için alıcı ile gönderici arasında dil ve kültür birlikteliğine, alıcının bilgi bakımından donanımına ihtiyaç vardır. Bu bakımdan ileti ile alıcı arasında bir bağın bulunması gerekir.
Okuyucunun metni yeniden anlamlandırma, değerlendirme ve adlandırmasına yorum denir.
Edebî metinler okuyucunun kültürüne, anlayışına, zevkine, içinde bulunduğu psikolojik duruma göre yeni anlam değerleri kazanırlar.
Anlam değerleri her okuyucuda ve her okunduğunda yenilenir. Bu bakımdan edebî metinlerin bir tek anlamları yoktur. Her okunduğunda yeniden anlam kazanır, yeniden yorumlanırlar. Bu da kurmaca oluşlarından ve yan anlam bakımından zenginliklerinden kaynaklanır.
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde yazarlar, dış dünyadan aldıkları izlenimleri bir tema çevresinde kurmaca bir yapı ile anlatırlar. Kurmaca gerçek olmayan demektir. Onların da kendi içerisinde dereceleri vardır. Dış dünyada yaşanan gerçek bir olayın anlatıldığı ve gerçeklik iddiası taşıdığı metinler, tarih veya hatıradır.
ŞİİR NEDİR?
Şiir (ar. si'r, fr. poésie, ing. poem), en eski edebiyat türüdür. Değişik sanat anlayışlarına bağlı olarak çeşitli tanımları yapılmış, şiirin tanımlanamayacağı da öne sürülmüştür. Yine de genelde, şiirin ritime ve imgeye dayanan, kendine özgü dili ve söyleyiş özelliğiyle estetik etkilenmeler yaratıcı bir söz sanatı olduğunda birleşilmektedir.
Türkçede şiir karşılığı koşuk, yır, özün gibi sözcükler önerilmişse de hiç biri yaygınlaşamamıştır. Bugün koşuk, nazım karşılığı kullanılmaktadır. Ayrıca nazımla şiiri birbirine karıştırmamak gerekir. Birincisi yalnızca bir anlatım yoludur. Geçmişte şiirin uyak, ölçü, nazım biçimleri gibi biçimsel özelliklerden ayrı düşünülemeyişi şiirle nazmın eşanlamlı sayılmasına yol açmış, giderek şiir «mevzun ve mukaffa (ölçülü ve uyaklı) bir söz sanatı» olarak tanımlanmıştır. Günümüzde bu anlayış aşılmıştır. Nitekim şiirin doğuşunu, sanat olarak gelişimini açıklamaya çalışan aşağıdaki özet, bir bakıma şiirin ne olduğu konusunu da aydınlatmaktadır:
«İnsan, doğayı denetim altına almak için kullanmaya başladı araçlarını. Bunu başarmaya uğraşırken, doğanın, insan iradesinin dışında, kendi yasalarına göre yönetildiğini anladı... zamanla doğadaki yasaların nesnel gerekliliğini tanıyarak onları kendi amaçları uğrunda kullanma gücünü elde etti. Bu yasaların kölesi olmaktan kurtulup onlara hükmetmeyi başardı, öte yandan doğal yasaların nesnel gerekliliğini anlayamadığı sürece, çevresindeki dünyayı kendi isteğine kalmış bir hareketle değiştirebileceğini sandı. Büyünün temeli budur. Büyüyü, gerçek tekniğin eksiklerini tamamlayan, aldatıcı bir teknik olarak tanımlayabiliriz... Üretim çalışmaları topluca iken bir ezginin eşliği olmadan iş yapılamıyordu. Böylece konuşma, asıl üretim tekniğinin bir parçası olarak ortaya çıktı... Vahşilerin bugün bile yaptıkları yansılama (mimetic) dansları, buna örnektir... Böylece bütün dillerde iki konuşma biçimi olduğunu görürüz: Biri, insanların birbirleriyle bildirişmelerine yarayan bildiğimiz günlük konuşma; öbürü de toplu olarak törenlerde kullanılan, daha yoğun, olağan dışı, ritimli ve büyüsel olan şiirsel konuşma.
Bu açıklamaya göre şiir dili, genel olarak ritim, müzik ve düş niteliğini daha çok koruduğu için konuşma dilinden daha ilkeldir... İlkel insanların konuşmaları ancak şiir için düşündüğümüz ölçüde ritimli, ezgisel ve olağan dışıdır. Günlük konuşma şiirsel olunca, sür de büyüseldir. Bildikleri şiir türküdür, türkü söyleyişleri ise her zaman gövdesel bir hareket eşliğindedir ve bir başka büyü görevini yerine getirir. Dış dünyayı taklit yoluyla etkileme, düşü gerçeğe uygulama amacını güder... Hemen bütün ilkel duaların; sesçil ve ritimli, eğretileme ve ses yineleme etmenleriyle zengin, garip titreşimler ve tekrarlardan yararlanan bir yapıda olduğu görülmektedir. Hepsinde gerçekleşmesini istediğin şeyin gerçekliğini öne sürerek onu gerçekleştirmiş olmak amacı vardır...
Böylece şiir, büyüden çıkmış olur...
Neden şairler olmayacak şeyleri özlerler? Çünkü şiirin büyüden aldığı, başlıca görevi budur da ondan. Vahşiler yansılama danslarında insanüstü bir çabayla düşlerini gerçekçiliğe dönüştürmeye çalışırlar.. Şair de dünyaya karşı öznel tutumuyla aynı davranıştadır. Ritim, perde ve temposu belli aralıklarla düzenlenmiş sesler dizisi diye tanımlanabilir. Fizyolojik bir başlangıcı vardır; belki de yüreğin vuruşuna bağlanabilecek bir başlangıç...
İnsan, ritmi, araçların kullanılmasıyla geliştirir. Bugün de yaşayan iş türkülerinin görevi, üretim işine ritimli, coşturucu bir nitelik katarak onu hızlandırmaktır.. Kültür tarihinin her döneminde, yeryüzünün her yanında iş türkülerine rastlanır. Sadece makinelerin uğultusu bazı yerlerde bu türlü türküleri bastırmıştır ...
Zamanla türküler çalışma sürecinden ayrılarak boş zamanlarda, dinlenme saatlerinde uydurulmaya başlanmıştır. Çalışma sürecinden kopunca heyamolaların değişmez öğesi genişlemeye başlayarak «ballad» dörtlüğü doğar. Ballad biçiminde dörtlük bir müzik cümlesi, beyit bir müzik cümleciği, dize de bir müzik birimi olur. Çünkü başlangıçta bir dans biçimiymiş ballad.. özetlersek; dans, müzik ve şiir dediğimiz üç sanat, bir tek sanat olarak başlamıştır...
Bizim anladığımız anlamdaki şiirin gerçekleşmesi için atılan ilk adım dansın bir yana bırakılmasıydı. Böylece türkü ortaya çıktı. Türküde şiir müziğin özü, müzik de şiirin biçimidir.
Daha sonra bu ikisi de birbirinden ayrıldı. Şiir türküden aldığı biçimi kendi mantığının özüne göre yalınlaştırarak korudu, ritim yapısı şiirin biçimi oldu. Şiir, ritim düzenine bağlı olmaksızın, kendi iç bütünlüğü olan bir hikâye anlatır. Böylece, daha sonraları şiirden düzyazı ile yazılmış hikâyeler ve romanlar doğmuş oldu.»
DİDAKTİK ŞİİR
Didaktik (fr. didaktique, os. talimî), öğretici demektir. Amacı bilgi vermek olan edebiyat ürünleri bu sözcükle nitelenir. «Tâlim-i Edebiyat», «Öğretici Edebiyat» da aynı anlamdadır. Başlangıçta bu bölümleme yalnız şiir için söz konusuydu. Edebiyat türü olarak yalnız şiir vardı. Dualar, dinsel amaçlı metinler kolay akılda tutulabilmesi için şiir biçiminde yazılıyordu. Türklerin gelişimi sonucu didaktik terimi tiyatro, öykü,roman için de kullanılmıştır. Dinsel şiirlerin yanı sıra Aisopos'un hayvan öykülerini (fabl) de didaktik yapıtların ilk ürünleri arasında sayabiliriz.
DRAMATİK ŞİİR
Dramatik Şiir, acıklı ya da korkunç bir konuyu anlatan şiir; insanın gözünün önünde tiyatro gibi konuyu canlandırabilen şiir; opera için yazılan manzum dramlardaki şiir. Batı edebiyatında Corneille, Racine, Shakespeare; bizim edebiyatta Namık Kemal, Abdülhak Hamit Tarhan, Faruk Nafiz Çamlıbel dramatik şiirin en güzel örneklerini verirler.
EPİK ŞİİR
Epik kelimesi Yunanca kelime, konuşma, hikâye, şarkı, kahramanlık şiiri mânasına gelen epos kelimesinden türemiştir. Batı edebiyatında başlıca örnek olarak İlyada ve Odise kabul edilir. Vergilius'in Aeneid adlı eseri Homeros'in tam bir taklididir. Batı ortaçağında Vergilius tesiri Homeros geleneğini canlı tutmuştur. Fakat ortaçağ yazarları klasik modellerin dışında epik eserler de vücuda getirmişlerdir. Beowulf, Roland'ın şarkısı. Daha sonra yazılan bu nevi eserlerde (meselâ Cameons'un Luziat, Tasso'nun Kurtarılmış Kudüs, Milton'un Kaybolmuş cennet) bu gelenek devam ettirilmiştir.
Epiğin çeşitli tarifleri yapılmıştır. Bunların hepsinde ortak olan noktalar şunlardır: Epik yahut destan manzum olarak yazılan uzun bir hikâyeye dayanır. Epik şiirin başka bir özelliği günlük hayatı aşmasıdır. Alelade teferruat, hayatın parçasını teşkil ettiği derecede önem ve değer kazanır. Bununla beraber aslî kahraman düz bir ovada tek bir dağ gibi yükselmez. Kendi çapında arkadaşları, düşmanları vardır. Destan için tabiî yahut uygun olan çevre genellikle büyük hadiselerin cereyan ettiği bir yer veya devir olarak düşünülür: O çağlarda, o günlerde devler varmış. Yakın çağ bir epik için nadiren elverişli bir konu olur. Camoens'in muasırı Tasso kendi epiğini Haçlılar devrine yerleştirir. Roland destanının yazarı ise Şarlman devrini esas alır. Epik şairler hemen daima efsaneyi tarihin bir dalı olarak kabul etmişlerdir.
Dostları ilə paylaş: |