Edebi metiN : İnsanların iç dünyasında zevk uyandırmak ve onları etkilemek için ortaya konulan edebi yazılardır



Yüklə 0,68 Mb.
səhifə5/7
tarix11.01.2018
ölçüsü0,68 Mb.
#37532
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7

Türk edebiyatında bu özelliğe sahip ilk örnek Dede Korkut Hikayeleridir. Genellikle aşk konusunun işlendiği halk hikayelerinde zaman zaman kahramanlık konularıyla dini konuların işlendiği de görülmüştür. Nazım- nesir karışık olarak anlatılan bu hikayelerin gelişip yayılmasında saz şairlerinin önemli bir fonksiyonu vardır. Pertev Naili Boratav'ın 'belki eskiden destanların üzerine almış yeni ve orijinal bir nevin mahsulleri' diye nitelendirdiği hikayeler, destanlardan; mutlaka tarihi bir vakaya dayanmaması, nazım-nesir karışık oluşu ve zamanla nesir kısmının ağırlık kazanması, şahısların ve olayların anlatımında takınılan gerçekçi tavır, kahramanlıktan çok aşk maceralarına yer verilmesi, destanlarda yer alan olaylar kesin bir sonla bitmediği halde halk hikayelerinde kesin bir sonun bulunmaması, halk hikayelerinde söz konusu edilen olayların ve kişilerin oldukça azalması, toplum karşısında anlatılmaları, hikayedeki manzum kısımların genellikle saz eşliğinde dile getirilmesi, değişik bir anlatılma üslup ve geleneğinin olması, belli yerlerinde tekerleme adı verilen belli söz kalıplarının bulunması gibi hususlarda ayrılmaktadır. Ayrıca destanlar belli bir daire teşkil ederler. Hikayelerde, özellikle aşk maceralarını işleyenlerde böyle bir daire söz konusu değildir. Hikayenin kahramanı aşık olur, sevgilisine kavuşma yolunda çeşitli maceralara girer, sonunda kavuşur veya kavuşamaz ama hikaye de orada biter. Destanlarda böyle kesin bir son mevcut değildir. Destanlara en yakın duran Köroğlu ve Dede Korkut Hikayeleri'nde böyle bir tesir görülmektedir.

Halk hikayelerinde anlatılan ilişkiler, toplum içi olup, fertler ve tabakalar arasında cereyan eder. Hikayelerde olağanüstü özellikler epeyce azalmıştır. Halk hikayeleri, Boratav'a göre destandan romana geçiştir. Hikayeler masallara göre oldukça uzundur. Özellikle koşma şeklinde söylenen şiirler duyguyu yoğunlaştırmaya yarar. Halk hikayeleri daha çok aşıklar tarafından kahvelerde, düğün ve benzeri toplantılarda erkeklere hitap eder. Halk hikayelerinin destan döneminin kapanmasından sonra ortaya çıktığı kanaati yaygındır. Nitekim Türk edebiyatında halk hikayelerinin en eski örneği sayılan Dede Korkut Hikayeleri de destandan halk hikayeciliğine geçiş dönemi ürünü olarak kabul edilmektedir.10. yy' dan itibaren halk hikayelerinin belki de destandan boşalan yeri doldurmak üzere ortaya çıktığı söylenebilir. (Koz M. Sabri, 1981)

Aşk ve kahramanlık konularının çokça işlendiği halk hikayelerinin gerçek hayat olaylarından ayrılan, kendilerine göre bir mantık örgüsü vardır. Bu mantık idealist ölçüler göre şekillenmiş bir hayat anlayışını savunur. Bunun sonucu hikaye kahramanı idealist bir kişiliğe sahiptir. Son olarak şunu unutmamak gerekir ki; kendi içinde tutarlı bir mantığa dayanmak şartıyla halk hikayelerinde olmayacak şey yoktur.

Halk anlatılarının önemli bir türü olan halk hikayeleri, batıda ve bizde üretiliş tarz ve biçimi belirli bir tür olarak ele alınmış ve diğer anlatı türleri ile karşılaştırmalı olarak incelenmiştir.

Halk hikayelerinde de bu anlatım ananesi devam etmekle beraber mühim bazı farklar onu destandan ayırır. Bunları şöyle sıralamak mümkündür:

a) Tarihi bir vakanın olması şart değildir.

b) Nazım-Nesir karışıktır. Zamanla nesir nazıma üstünlük kazanmıştır.

c) Şahısları ve olayların anlatılmasında realist, çizgilere daha çok yer verilmiştir.

d) Kahramanlıktan çok aşk maceraları konunun ağırlığını teşkil etmektedir.
HİKÂYENİN    UNSURLARI
1)OLAY:  Hikâyede  üzerinde  söz  söylenen  yaşantı  ya da  durumdur

2)KİŞİLER:  Olayın oluşmasında  etkili olan ya  da olayı  yaşayan  insanlardır.

3)YER: Olayın  yaşandığı  çevre  veya  mekândır.

4)ZAMAN : Olayın  yaşandığı  dönem,  an   mevsim  ya  da   gündür.

5)DİL VE ANLATIM : Hikâyenin dili açık, akıcı ve günlük  konuşma dilinden farklı olarak, etkili  sözcük,  deyim  atasözü  ve  tamlamalarla zenginleştirilmiş güzel bir dil olmalıdır. 

Anlatım  ise:  iki  şekilde  olur. Hikâye  kahramanlarından  birinin ağzından  yapılan  anlatım  “hikâyede  birinci  kişili  anlatım”; yazarın  ağzından  anlatılanlar “hikâyede  üçüncü  kişili  anlatım”


HİKÂYEDE   PLÂN:

Hikâyenin    planı  da   diğer    yazı  türlerinde   olduğu  gibi üç  bölümden  oluşur; ancak bu  bölümlerin  adları  farklıdır. Bunlar:


1)SERİM: Hikayenin giriş bölümüdür. Bu bölümde olayın geçtiği çevre, kişiler tanıtılarak ana olaya giriş  yapılır.

2)DÜĞÜM : Hikayenin bütün yönleriyle anlatıldığı en geniş  bölümdür.

3)ÇÖZÜM : Hikayenin sonuç bölümü  olup   merakın bir  sonuca bağlanarak  giderildiği bölümdür

Ancak  bütün hikayelerde  bu plân uygulanmaz, bazı  öykülerde başlangıç ve sonuç  bölümü yoktur. Bu bölümler  okuyucu  tarafından  tamamlanır.


BAKIŞ AÇILARI:
Anlatmaya bağlı edebî metinlerde genel olarak üç tür bakış açısı kullanılır. Bir başka ifadeyle anlatmaya bağlı edebi metinlerdeki birinci ve üçüncü kişili anlatımlar üç temel bakış açısına sahiptir:

İlahi Bakış Açısı: Edebi metinlerde kullanılan en eski yöntemdir. Bu yöntemde sınırsız bir bakış açısı vardır. Anlatıcı, öyküde anlatılanların tamamını bilen bir varlıktır. Kahramanların gizli konuşmalarını, kafalarından ve gönüllerinden geçeni anlatır. Zaman zaman kendi yorumlarını ekleyebilir, açıklamalarda ve yargılarda bulunabilir. Öyküde ne kadar kişi varsa her birinin açısından olayları ayrı ayrı görmemiz sağlanır. Öyküyü kimi zaman hızlandırma, kimi zaman da yavaşlatma olanağı vardır.

Kahraman Anlatıcının Bakış Açısı: Bu yöntemde olayı anlatan "ben" vardır. Bu ben, öykünün kahramanı olabileceği gibi tanık ya da gözlemcisi olabilir. Olayları anlatan kişinin bilgisi, deneyimi, algılama ve yorumlama yeteneğiyle sınırlıdır. Olaylar ancak anlatıcının başından geçtiği ya da gözüyle gördüğü (tanık olduğu) biçimiyle anlatıldığından inandırıcılığı yüksektir.

Gözlemci Anlatıcının Bakış Açısı: Bu yöntemde olaylar dışarıdan görüldüğü biçimiyle nesnel bir tarzda aktarılır. Olaylar bize anlatılmıyor da kişinin gözünün önünde oluyormuş izlenimi verilir. Kişilerin duygu ve düşünceleri eylemlerinden çıkartılır. Kişiler ve iç dünyaları ile ilgili kendi söyledikleri ve davranışlarını dikkatle izleyerek bir fikir sahibi olunabilir.

Bir edebi metinde birden fazla bakış açısıyla yazılmış bölümler bulunabilir. Aynı konu farklı biçimlerde anlatılır. Aynı manzarayı izleyenler farklı noktalara dikkat ederler; farklı biçimde konu olarak ele alınır.
Ö Y K Ü  Ç E Ş İ T L E R İ
    Hikâye, hayatın  bütünü  içinde  fakat  bir  bölümü  üzerine  kurulmuş  derinliği  olan  bir  büyüteçtir.  Bu büyüteç  altında  kimi  zaman    olay  bir  plan  içinde , kişi,  zaman,  çevre  bağlantısı  içinde   hikaye  boyunca  irdelenir.  Kimi  zaman  da büyütecin  altında  incelenen  olay  değil,  hayatın  küçük  bir  kesiti, insan  gerçeğinin  kendisidir  Bu  da öykünün  çeşitlerini  oluşturur.  Buna  göre;

 

A) OLAY ( KLASİK  VAK’A )  HİKÂYESİ :  Bir  olayı  ele  alarak,  serim,   düğüm,   çözüm   plânıyla  anlatıp  bir  sonuca  bağlayan  öykülerdir.  Kahramanlar  ve çevrenin  tasvirine  yer verilir   Bir  fikir  verilmeye  çalışılır; okuyucuda  merak   ve heyecan  uyandırılır. Bu   tür,  Fransız  yazar Guy de Maupassant ( Guy dö Mopasan) tarafından   yaygınlaştırıldığı  için  “Mopasan Tarzı  Hikâye”  de  denir

      Bu  tarzın  bizdeki  en  önemli  temsilcileri:  Ömer  Seyfettin,   Refik  Halit   Karay, Hüseyin Rahmi  Gürpınar, Sabahattin Ali  ve  Reşat  Nuri  Güntekin’dir..
 B)  DURUM   ( KESİT  )  HİKÂYESİ: Bir olayı  değil  günlük  yaşamın  her  hangi  bir  kesitini   ele  alıp  anlatan  öykülerdir   Serim,  düğüm,  çözüm  planına  uyulmaz  Belli  bir  sonucu  da  yoktur. Merak  ve  heyecandan  çok  duygu  ve  hayallere  yer  verilir;  fikre  önem   verilmez,  kişiler  kendi  doğal  ortamlarında  hissettirilir.  Olayların ve  durumların  akışı  okuyucunun  hayal  gücüne  bırakılır.

    Bu  tarzın  dünya  edebiyatında  ilk temsilcisi   Rus  yazar  Anton    Çehov   olduğu   için  “Çehov   Tarzı   Hikâye”  de denir.

      Bizdeki  en  güçlü  temsilcileri : Sait  Faik  Abasıyanık,  Memduh   Şevket  Esendal  ve Tarık  Buğra’dır.
C)  MODERN    HİKÂYE :  Diğer  öykü  çeşitlerinden  farklı  olarak,  insanların  her  gün  gördükleri fakat  düşünemedikleri  bazı  durumların  gerisindeki    gerçekleri,  hayaller ve  bir  takım  olağanüstülüklerle  gösteren  hikâyelerdir.

       Hikâyede  bir  tür  olarak  1920’lerde  ilk  defa  batıda  görülen   bu  anlayışın  en güçlü   temsilcisi  Fransız  Kafka’dır  Bizdeki  ilk  temsilcisi  Haldun  Taner’dir.   Genellikle  büyük  şehirlerdeki  yozlaşmış  tipleri,  sosyal  ve  toplumsal  bozuklukları ,  felsefi  bir  yaklaşımla,  ince  bir  yergi ve  yer  yer  alay  katarak,  irdeler  biçimde   gözler  önüne  serer.


 D)BEN MERKEZLİ HİKAYE:Hikayeci gözlemlerinden ve dış dünyada yaşanan olaylardan yola çıkarak bireysel bunalım ve çıkmazlarına yönelir. Hikayecinin kişiliği ile hikaye kişileri iç içe girerek yaşanan ile arzu ve hayal edilenin birlikteliği üzerinde durulur. Birey dış dünyayı olduğu gibi değil, içinde bulunduğu ruh haline göre, olması gerektiği gibi algılar ve anlatır. Bunalım ve yaşama sevinci arasında kalan birey, var olandan hareketle düş dünyasına sığınır.
4) R O M A N
 Latince’de,  “yazı”  anlamına  gelen  bir   sözcüktür  Roma’da  bozulmuş   Latinceye  verilen  ad  olarak  kullanılırken  daha sonra   yaşanmış  bir olayı  hikâye  etme   anlamında  kullanılmaya  başlanmış;   çağımızda  ise,  öykü  türünün  her yönüyle   gelişmiş    şekline  “roman  denmiştir.

   Yani   yaşanmış  ya da   yaşanabilir   olayları,  yer,  zaman,  çevre   ve insan  unsurlarına   dayanarak,  geniş  bir  bakış  açısıyla   anlatan  yazı  türüne  ROMAN  diyoruz.


 ÖZELLİKLERİ:
1)   Konusu  insan  ve   dünyadır.

2)   Gerçek   yaşamı  yansıtmaya    çalışır.

3)   Anlattığı   olay,  çevre   ve  kişiler,  yaşamdan  alınır

4)   Olay  ve  kişileri  ayrıntılı  anlatma,   tahlil  ve  tasvirlere  çok  yer  verme,   bir  ana  olay  etrafında   bir  çok  küçük  olaya  yer  verme bakımından   hikâye   türünden  ayrılır

    Roman  türünün  ilk örneğini  ilk  defa  XVI.  Yüzyılda   İspanyol   yazar  Miguel  de Cervantes ( Mişel  dö  Servantes)    “ Don    Kişot”  adlı  esriyle  vermiştir XVII.   Yüzyılda  Madame  de  la Fayette :  “Princesse  de  Clevs “  adlı  eseriyle  onu  takip  etmiş;  XIX.  Yüzyılda  gelişen  romantizm   ve realizm  akımları  bu  tütün  de  gelişmesinde  etkili  olmuştur.. 

    Türk  Edebiyatında   daha  önceleri  bu  türün  yerini  tutan  MESNEVİLER  vardı    Batılı  anlamdaki  roman  türü  bizde  önce  çevirilerle  başlar.

    İlk  olarak  Yusuf  Kâmil  Paşa    Fransız  yazar  Fenelon’dan   “Telemaque”adlı  eseri  çevirmiş ;  sonra Victor  Hugo’dan  “Sefiller”,  Daniel   Defo’dan  “Robinson  Crusoe” ve  Alexandre  Dumas ‘dan   “Monte Criesto”   çevrilmiştir.

   Bizde  ilk  yerli  romanı  Şemsettin  Sami :  “Taaşşuk u Talat ve Fitnat  adlı  eseriyle   vermiştir.

Daha  sonra  Namık  Kemal  “İntibah “ adlı eseriyle  ilk  edebi  roman  örneğini, Halit Ziya Uşaklıgil “Mai ve Siyah”la  ilk  modern  roman  örneğini  vermişlerdir.  Bunları   “Araba   Sevdası” (İlk Realist Roman)  adlı  romanıyla  Recâizâde Mahmut Ekrem ve “Eylül” (İlk Psikolojik Roman)  adlı  romanıyla Mehmet  Rauf   takip  eder .

   Milli Mücadele  döneminde   Halide  Edip  “Ateşten  Gömlek “,  Yakup Kadri “Yaban”, Reşat  Nuri “Çalıkuşu “  romanlarıyla  bu  türü  mükemmele  ulaştırır.



ROMAN    ÇEŞİTLERİ
A )  KONULARINA     GÖRE
1 – Tarihi   Roman :Tarihteki  olay  ya  da kişileri  konu  alan  romanlardır.Yazar  tarihi  gerçekleri  kendi  hayal   gücüyle  birleştirerek  anlatır.

   İlk  örneğini  Valter  Scolt  “Vaverley “ adlı  eseriyle  vermiş.  Bunu  Gogol ,”Toros  Bulba “,     W.  Hugo    “Notr dame de  Paris “ ,  A.   Dumas  “Monte  Criesto ve  Üç   Silahşörler”  le  takip  eder

    Türk  edebiyatında  ilk  örneği  Namık  Kemal’in  “Cezmi “  romanıdır.   Nihal ADSIZ’ın   “Bozkurtlar “;Tarık Buğra  “Küçük  Ağa “, Küçük  Ağa  Ankara'da”  Kemal  Tahir’in  Yorgun  Savaşçı”.  “Devlet  Ana” bu  tür  romanlardır.

2 -   Macera    Romanı: Günlük hayatta  her  zaman  rastlanmayan,   şaşırtıcı,  sürükleyici,   esrarengiz   olayları anlatan  romanlardır     “Serüven  Romanları”  da  denir.  Bir  araştırma  ve  izlemeyi  anlatan  “Polisiye  Roman “,  alışılmışın dışında  uzak  yerleri  ve   yaşamları    anlatan” Egzotik  Romanlar”  da  bu gruba )- girer.

   Dünya  edebiyatında  R.  L.  Stevensın’ın  “Hazine  Adası”.  D.  Defoe’nun  “Robinson  Cruse” R . Kiplink’in  “Cangel”; Türk  edebiyatında  Ahmet Mithat Efendinin  “Hasan  Mellah”,  “Dünyaya  İkinci  Geliş”, Peyami  Safa’nın  “ Cingöz  Recai “   bu türün en tanınmış  örnekleridir.



3) Sosyal   Roman : İnsan  yaşamının sınırsız  kültür  birikimi  içinde  yer alan  ve insanı  derinden etkileyen  toplumsal, siyasi  olaylar, inançlar, gelenek ve görenekleri    bazen  eleştirisel,  bazen  de  bilimsel    açıdan  ele  alıp   anlatan  romanlardır

 Dünya  edebiyatında : Victor Hugo’nun  “Sefiller “, Tolstoy’un  “Suç  ve Ceza”;  Türk  edebiyatında  Namık Kemal’in  “İntibah “,R.Mahmut Ekrem’in  Araba  Sevdası “   A.Midhat Efendi’nin  “Felatun Bey İle Rakım Efendi   bu  tür  romanlardır.

  Bir  fikri  savunup bilimsel  verilerle  olaya  yaklaşan  “Tezli  Roman  “(  Yakup  Kadri’nin  “Yaban”  romanı  gibi.)  ; toplumdaki  inanç  ve gelenekleri  anlatan  Töre  Romanı”  ( Halide  Edip “Sinekli  Bakkal”)  bir  olayı  eleştirel  yaklaşımla  anlatan  “Yergi  Romanı “ (Y  Kemal’in  “İnce Memet” ) ;  belli  bir  yerin  özelliklerini  anlatan  “Mahalli  Roman ( F.  Baykurt’un  “Yılanların Öcü “)  sosyal  romanın  çeşitleridir

4)-  Psikolojik   Roman   ( Tahlil  Romanı  ) :   Dış  alemdeki  olaylardan   çok ,  kahramanların  iç  dünyasını,    ruh  hallerini  ele  alarak       kişilerin  toplumla  ilişkilerini,   bunların  birbirinden    nasıl  etkilendiklerini  anlatan  romanlardır.

       İlk   örneği:  Madame   de  La  Fayette’nin   “Prencesse  de  Clevs”   Adlı  romandır.

      Bizde   Mehmet   Rauf’un   “Eylül” ilk    örnektir.  Peyami Safa’nın   “Matmazel  Noralya’nın  Koltuğu”,   “Bir  Tereddütün  Romanı  “,   “Dokuzuncu  Hariciye  Koğuşu “  bu  türdendir.

5)  Otobiyografik   Roman:  Yazarın  kendi  yaşamın  anlattığı  romanlardır.  Dünya  edebiyatında  Alfonse   Daudet’nin  “Küçük    Şeyler “ , bizim  edebiyatımızda:  Y.  Kadri   Karaosmanoğlu’nun  “Anamın  Kitabı “.  P.  Safa’nın  “Dokuzuncu  Hariciye  Koğuşu” bu türün örnekleridir.

NEHİR   ROMAN :  Bir  kişinin,  bir  toplumun    hayatındaki  gelişmeleri ya  da tarihi  bir  olayı  birden  fazla  cilt  halinde  anlatan  romanlardır.

 Tarık   Buğra’nın  “Küçük  Ağa”, “Küçük   Ağa   Ankara’da” , “Firavun   İmanı”; Nihal  Adsız’ın  “Bozkurtlar”,  “Bozkurtların  Ölümü”,  “Bozkurtlar  Diriliyor”  romanları  gibi.

  

B) KONULARIN  IŞLENİŞİNE  GÖRE  ROMANLAR:
 1 – Romantik  Roman: Romantik  akıma  uygun  olarak,  duygu  ve  hayallerin    ön  plânda  olduğu  romanlardır. (  İntibah”, “Eylül”, “Mai  Ve   Siyah”   gibi  )

  2 – Realist Roman: Gerçekçi akıma uygun  olarak  gözlem  ve  deneyimin  duygu  ve  hayalden  daha  ön  plânda  olduğu  akımdır  İlk  örneği  R.Mahmut Ekrem’in  “Araba  Sevdası “. 

  3 – Natüralist  Roman: Bilimsel  araştırmalara  bağlı  kalarak  kahramanlarını  gözlemlerle  seçen  romanlardır.
TÜRK TİYATROSU TARİHİ

Batılı Anlamda Türk Tiyatrosu

Türk halkı Batı modelinde tiyatroyla azınlıkların sunduğu tiyatro gösterileri yoluyla bir ölçüde tanışıyordu. Osmanlı sarayı ise yabancı toplulukların gösterilerine büyük önem vermiştir, Batı tiyatrosunu Türk halkından daha önce benimsemiştir.

 Batı tiyatrosunun Türk kültürüne tam anlamıyla aktarılması Tanzimat’ta oluşmuştur. Batı tiyatrosunun, 1839 Tanzimat Fermanı’nın öngördüğü ilkeler doğrultusunda Batıya yönelen Osmanlı toplumuna girişi, geleneksel Türk tiyatrosuna bir yandan bir çok olumlu katkıda bulunurken, bir yandan da onun çağdaş doğrultuda gelişmesini engellemiştir. Batı modeli tiyatronun benimsenmesiyle Türk tiyatrosuna yeni bir yöneliş içine girmiştir. Her şeyden önce tiyatro da yazılı metne geçilmiş, yabancı yazarlardan yapılan çeviri ve uyarlamalar yanında Türk yazarları da oyun yazmaya başlamışlar, böylece Batıya oranla çok geç de olsa bir dram geleneği başlamıştır.

 Batı modelinde tiyatronun Türkiye’ye gelmesi sonucunda çerçeve Sahneli yeni tiyatro yapıları kurulmuş, topluluklar bu tiyatrolarda düzenli olarak oyun sergilemeye başlamışlardır. Böylece tiyatroyu kurumsallaştırma yönünde önemli bir adım atılmıştır. Batı tiyatrosu modelini benimseyen Türk tiyatrosunun gelişimi çok genel bir yaklaşımla iki aşamada incelenebilir. Tanzimat Fermanı’nın ilanıyla, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulması arasında (1839- 1923) yer alan hazırlık aşaması ve Cumhuriyetin kuruluşundan günümüze uzanan gelişme aşaması.

 Edebiyatımızda Batılı tiyatro Tanzimat dönemiyle başlar. İlk tiyatro eseri kabul edilen “Şair Evlenmesi”1859′da Şinasi tarafından yazılmıştır. Şair Evlenmesi bir perdelik komedidir. Tanzimat döneminde Teodor Kasap, Âli Bey, Ahmet Vefik Paşa gibi sanatçılar Moliere’den çeviri ve uyarlamalar yapmışlardır. Aynı dönemde Namık Kemal, Abdülhak Hamit gibi sanatçılar ise dram türünde pek başarılı sayılmayacak- eserler vermişlerdir. Meşrutiyet döneminde de Türk tiyatrosu Batı’nın sönük bir taklidi olarak kalmış, asıl kişiliğini 1925′lerden sonra bulmuştur. Cumhuriyet’in ilk döneminde tiyatro alanında eser veren başlıca sanatçılar şunlardır:

 Yakup Kadri, Aka Gündüz, Reşat Nuri, Musahipzâde Celal, Necip Fazıl, Faruk Nafiz,

 Türk tiyatrosunda son dönemin en önemli yazarlarından bazıları ise şöyle belirtilebilir:

 Tarık Buğra, Necati Cumalı, Haldun Taner, Refik Erduran, Turan Oflazoğlu, Cevat Fehmi Başkurt.
GELENEKSEL TÜRK TİYATROSU
Geleneksel Türk tiyatrosu seyirlik, köy oyunları ve halk tiyatrosu geleneğini içerecek bir biçimde, hem sözsüz, hem de söze dayanan dramatik nitelikli oyunlar için kullanılmaktadır. Seyirlik köy oyunları eski Ön Asya uygarlıklarının bolluk törenleri ile Anadolu’ya göç etmiş Türklerin atalarının kültüründe yer alan şaman törenlerinin birleşiminden oluşmuştur. Seyirlik köy oyunlarının yanında, gene şaman kültüründen izler taşıyan köy kuklası da bugün varlığını sürdürmektedir. Şii kültürünün ürünü olan taziye geleneğinin izleri de kırsal kesimde muharrem törenlerinde anlatı düzeyinde görülür.

 Daha çok kentsel kesimde gelişmiş olan halk tiyatrosu geleneği içinde söze dayalı türlerin başında meddah, kukla, Karagöz ve Orta oyunu yer almaktadır. Doğu kökenli çok eski tür olan Türk kuklası Avrupa kukla sanatının etkisi altında da kalarak gelişimini 19. yüzyılın sonuna değin sürdürmüştür.

Geleneksel Türk tiyatrosunun gerek kırsal, gerekse kentsel kesimde görülen türlerinin ortak özelliklerinin başında, yazılı bir metne değil doğaçlamaya dayanması ve belirli bir tiyatro yapısı ya da Sahne gerektirmesi gelir. Şarkı, dans, söz oyunları ve taklit geleneksel Türk tiyatrosunun vazgeçilmez öğeleridir. Geleneksel Türk tiyatrosu, 19. yüzyılın gerçekçi benzetmeci Avrupa tiyatrosunda yansıyan “kapalı biçim” anlayışının tam tersine, “açık biçim” özellikleri gösterir. Geleneksel Türk tiyatrosunun temel öğesi güldürüdür. Geleneksel Türk tiyatrosunda oyun kişilikleri tip düzeyindedir, karakter boyutuna ulaşmaz. Bu tiyatronun bir başka özelliği de sürekli bir sergileme düzenine bağlı olmayıp bayram, düğün, sünnet vb. çeşitli toplumsal olaylar içinde yer almasıdır.

 Meddahlık Türklerde Orta Asya’dan bu yana var olan hikaye anlatma geleneğinin İslam kültüründeki benzer gelenekle birleşmesiyle gelişmiş, son biçimini 16. yüzyılda kahvehanelerin açılmasıyla almıştır. Türk halk tiyatrosu geleneğinin en önemli ürünleri olan Karagöz ve Orta oyunu ise özellikle büyük kentlerde yaygınlaşmıştır. Karagöz yüzyıllar boyunca Osmanlı Devleti’nin egemenliği altında kalan Avrupa topraklarında da etkili bir tür olarak var olmuştur. Bugün kullanılan adıyla kayıtlara ilk kez 1834′te geçmiş olan Orta oyunu, halk tiyatrosunun en gelişmiş türüdür. Karagöz, kukla, meddah oyunlarıyla başka yerli seyirlik öğelerin bir bileşimi sayılabilecek Orta oyununun daha önceki yüzyıllarda da kol oyunu, meydan oyunu, taklit oyunu, yeni dünya oyunu gibi adlar altında var olduğu bilinir.



Orta oyunu ile Rönesans dönemi İtalyan halk tiyatrosu commedia del’arte arasındaki hem adlarına, hem de yapılarına ilişkin benzerlik ise bütün araştırmacılarca kabul edilmektedir. 19. yüzyılın sonlarıyla 20. yüzyılın başlarında altın çağını yaşayan Orta oyunu, Tanzimat’ta benimsenmeye başlayan Batı modelindeki tiyatro ile uzun süre yarışmış, Cumhuriyet’ten sonraysa öbür geleneksel türlerle birlikte silinmeye yüz tutmuştur.

 Türklerin tiyatrosu yüzyıldan fazla bir süredir, kendi sorunlarını, kendi insanını, kendine özgü tarzıyla ve rengiyle seyircisine aktaracak bir biçem arayışı içindedir.


Tanzimat dönemiyle birlikte batılılaşma yanlılarının katı bir biçimde reddettiği, karşısına aldığı ve imparatorluğun içinde bulunduğu yozlaşmanın birer belirtisi olarak yorumladığı ‘kukla’, ‘Orta oyunu’, ‘karagöz’, ‘meddah’ , ‘çengi’ gibi geleneksel seyirlik oyunlarımız, bu güçlü reddetme karşısında, bir değişim süreci içerisinde son zamanlarını yaşadılar.

 Çoğunlukla İstanbul’da ortaya çıkan bu geleneksel sanatımızdaki bu susuş öyle hızla oluştu ki, zaten yazılı metine dayanmak alışkanlığı olmayan bu gösterilerden yola çıkarak yeni bir biçem bileşimine yönelmek isten genç kuşak sanatçıları için, değil otantik bir biçimde yaşatılan bir örneği izleyip incelemek; Eski ustalarla konuşup bilgi alışverişinde bulunma olanağı bile kalmamıştır. Kaybolan bu sanatlar üzerine toplanan belgeleri, malzemeleri, film, fotoğraf, video, ses kaydı gibi yöntemlerle saptanan bilgileri bir araya getiren bir ‘Geleneksel Seyirlik Sanatları Müzesi’ hala kurulmamıştır.


MEDDAH
Hikâye anlatma şeklinde icra edilen meddahlık bir taklit sanatıdır. Perdesi, Sahnesi, dekoru, kostümü tek bir sanatkârın eseri olan bir temaşa, yani gösteri türüdür. Meddah bir sandalyeye oturarak dinleyicilerine hikâyeler anlatır. Meddahın anlatısını, günlük yaşamdaki olaylar, masallar, destanlar, öyküler ve efsaneler oluşturur.

Meddahın aksesuarları bir mendil ile bir sopa-bastondan ibarettir. Genellikle güldürücü, ahlakî ve edebî sonuç çıkarılacak hikâyelerine klişeleşmiş “râviyân-ı ahbar ve nâkılân-ı âsar ve muhaddisân-ı rüzigâr şöyle rivayet ederler ki” şeklindeki sözbaşı ile başlar, daha sonra kahramanları sayıp hikâyesini anlatır. Meddah hikâyenin kahramanlarını kendi yöresinin dili ve şiveleriyle konuşturan insandır. Meddah çok oyunculu bir tiyatro eserinin tek sanatçısı, oyuncusu konumundadır. Okumanın gelişmediği, dinlemenin rağbet gördüğü zamanlarda Osmanlı Sarayı’nda, şehirlerde, kasabalarda, Ramazan gecelerinde, sünnet düğünlerinde, kahvehanelerde bu sanatı sürdürürdü. Bu sanatın günümüzdeki uzantısı stand-up şovmenleridir.

 Meddah, taklitler yaparak hikayeler anlatan bir halk sanatçısıdır. Meddahlık, bir bakıma tek kişilik bir gösteri, bir oyun sayılabilir. Meddah’ın anlattıkları, gerçekçi halk hikayeleridir. Meddah, aslında tiyatronun çeşitli kişilerini kişiliğinde toplamış bir aktördür.

 Meddah hikayeleri konuşma diliyle oluşturulur. Anlatım düzyazı biçimindedir. Konu sıradan kişilerin başından geçen olaylardır. Meddah, hikayesini anlatmak için dinleyicilerden daha yüksekçe bir sekiye konmuş iskemleye oturur, eline bir baston alır, omzuna da büyükçe bir mendil koyar. Daha sonra da ses ve şive taklitlerine dayalı konuşmasına başlar.


Yüklə 0,68 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin