LİRİK ŞİİR
Lirik (yun. lyrikos, f. lyrique), duyguların coşkun bir dille anlatıldığı şiirlerin genel adıdır. Bireysel duyguların içten geldiği gibi, coşkulu, etkili bir dille anlatılmasına da lirizm denir.
Sıfat olarak «esin dolu, coşkun, içli bir dili bulunan» anlamlarında kullanılan lirik sözü, bu niteliği taşıyan düzyazı ürünleri de niteler. Aynı genellik lirizm için de söz konusudur.
«Eski Yunan edebiyatında ozanlar şiirlerini lyra (fr. lyre: lir) denen telli bir sazla söyledikleri için, bu türlü şiirlere lirik denmiştir. Türk edebiyatında da âşık, ya da saz şairi adı verilen halk ozanları şiirlerini hâlâ sazla söylemektedirler.
Lirik şiirde toplumsal mutluluk ya da felâketlerden duyulan sevinç ya da acı gibi ortak duygular; ya da aşk, ayrılık, özlem, ölüm acısı, vb. gibi bireysel duygular anlatılır.
Lirik şiir dünya edebiyatında en çok işlenen ve sevilen şiir türüdür. Batı edebiyatında Rönesans devri ozanlarının (Petrarca, Ronsard, vb.); daha sonra da, ilke olarak içe dönüklüğü benimseyen romantik ozanların (Lamartine, Hugo, Musset, vb.) duygusal ve öznel bir nitelik gösteren şiirleri bu türün başarılı örnekleridir. Lirik şiir, Türk edebiyatında da en çok kullanılan şiir türlerinden biri olmuş; Divan edebiyatında (Fuzuli, Nedim, vb.), Halk tasavvuf edebiyatında (Yunus Emre, vb.), din-dışı Halk edebiyatında (Karacaoğlan, vb.) ve yeni edebiyatta (Yahya Kemal, vb.) bu alanda büyük ozanlar yetişmiştir.
PASTORAL ŞİİR
Pastoral (fr. Pastorale); kır, çoban hayatını, çıplak tabiat güzelliklerini tanıtıp sevdirmek gayesini taşıyan edebî eserlere denir. Şiir roman, hikâye, tiyatro,mektup, makale, seyahat; fıkra; hayrat; sohbet gibi edebî türlerin hepsi pastoral bir görüşle yazılabilir.
Batıda, pastoral şiirlerden doğrudan doğruya tabiat manzaralarını canlandıran idil; karşılıklı konuşma tarzında yazılan pastoral manzumelere eglog denilir. Yunan edebiyatından Theokritos (M.Ö. III. yüzyıl), Lâtin edebiyatından Vergilius (MÖ. 70 - 19) en büyük pastoral şiir örneklerini veren şairlerdir.
ŞİİR ÜZERİNE
...Şiir, nesirden bambaşka bir kimliktedir. Musikiden başka türlü bir musikidir, diyeceğim. Şiirde «nefes» ve «ses» iki temel öğedir. Dizenin ayakları yerden kopmazsa ve uçmazsa, ya da ister en hafif perdeden olsun, ister İsrafil'in sûru (borusu) kadar gür olsun, kulağı bir ses gibi doldurmazsa halis şiir değildir.
...Şiir duygusunu dil haline getirinceye kadar yuğurmak, onu çok toplu bir madde haline sokmak, o kadar ki, dize güya duygunun ta kendisi imiş gibi okuyucuda içten bir sanı uyandırmak, işte bunu özlüyorum.
Yahya Kemal BEYATLI, Yedigün, c. V, 1935, no. 122
Şiir, sözcüklerle güzel biçimler kurmak sanatıdır, başka bir şey değildir. Ama sözcük nedir? Bir anlamı, bir çağrışımı, bir gölgesi, hattâ bir rengi ve tadı olan nesnedir. Sözcük insanoğlundan haber verir. Sözcük boş bir kalıp değil ki. Ozanın duyguları, düşünceleri, hayalleri, dünya görüşü, felsefesi, kişiliği, her şeysi şiirde belli olur. Şu var ki, sözcükleri tanımak, sevmek, okşamasını bilmek gerek. Hangi sözcük hangi sözcükle yan yana geldiğinde nasıl bir ışık ortaya çıkar? Bunu bilmek gerek. Mallarmé'nin «Şiir, sözcükler dinidir.» demesi bundandır. Şiir, böylece hüner ve marifet işi oluyor. Öyledir de. Ata binmek, ok atmak, elbise dikmek, kundura yapmak hattâ boyamak ne ise, şiir de odur; yani ustalık ve uzmanlık işi. En zengin malzeme kötü bir ozanın elinde berbat olup gider, tıpkı çok iyi bir İngiliz kumaşının kötü bir terzi elinde çarçur olup gitmesi gibi. Sanat, terzilikte olduğu gibi, makas sorunudur. Makasdar olmak gerek. (Cahit Sıtkı TARANCI)
ŞİİR İNCELEME YÖNTEMİ
1)ŞİİR VE ZİHNİYET
"Zihniyet" terimi ile bir dönemdeki sosyal, siyasî ,idarî,adlî, askerî, dinî güçlerin, sivil toplum örgütlerinin, ticarî hayatın, eğitim etkinliklerinin birlikte oluşturdukları ortam ve bunların hiçbirine indirgenemeyen duygu, anlayış ve zevk bütünü kastedilmektedir.
Her sanat eseri yazıldığı dönemin izlerini taşır. Sanatçılar da sosyal bir çevre içerisinde yaşarlar ve içinde yaşadıkları sosyal ve kültürel olaylardan etkilenirler. Şiirlerinde içinde yaşadıkları çağın zihniyetini yansıtırlar.
Bir toplumun bireyleri, o toplumun kültürüyle, gelenek ve görenekleriyle, değer yargılarıyla yetişir. Bu yetişme sonucunda da bireyler, ortak bir zihniyete ulaşırlar. Böylece o toplumun bireyleri, olaylar ve durumlar karşısında benzer tepkiler ortaya koyarlar, benzer davranışlar sergilerler. Yazar ve şairlerin edebî metinlerinde, doğal olarak bu zihniyetin yansıması da görülür. Sanatçılar, yaşamdan aldıkları konuları işlerken, toplumu zihniyetiyle birlikte ele alırlar. Bu zihniyet de dönem dönem değişim gösterir.
Türk edebiyatı başlangıçtan bu güne gelinceye dek kültür, sanat, siyasî ve sosyal alanda pek çok aşamalar geçirmiştir. Bunlar arasında en önemlisi İslamiyet’in kabulü (1071) ve Batı uygarlığına dönüş (1860) hareketidir. Bu iki olay toplumun yaşamında sosyal, siyasî kültürel ve ekonomik değişikliklere neden olmuştur. Başlangıçtan bu güne dek gelişen Türk edebiyatı şöyle sınıflandırılır.
a) İslamiyet Öncesi Türk Edebiyatı (5.yy.-10.yy.)
b) İslamî Devir Türk Edebiyatı (10.yy.-19.yy.)
c) Batı Etkisinde Gelişen Türk Edebiyatı (19.yy. ve 20.yy.)
Şiir: Duygu, hayal ve düşüncelerin bir düzene bağlı olarak, çekici bir dil ve ahenkli mısralar içinde aktarılmasıdır.
Edebiyat türlerinin en eskisi şiirdir. Bugüne kadar şiirin birçok tanımı yapılmıştır. Bu tanımlamalar çağdan çağa, kişiden kişiye değişmiş; kesin bir tanıma ulaşmamıştır. Şiir türü öznel nitelikleri ağır basan bir türdür. Ahmet HAŞİM , şiiri "Nesre çevrilmesi mümkün olmayan nazım ' olarak tanımlar. Cahit Sıtkı TARANCI'ya göre ise "Şiir, sözcüklerle güzel şekiller kurma sanatıdır."
Şiiri düz yazıdan ayıran ölçü, mısra, ahenk gibi unsurlar vardır.
Nazım (şiir) biçimindeki yazılara "manzum"; Nazım parçalarına da "manzume" denir.
Mısra (Dize): Ölçülü ve anlamlı, bir satırlık nazım birimidir.
Nazım Birimi: Şiiri oluşturan mısra kümelerine nazım birimi denir. Dörtlük, bend, beyit...
Beyit (İkilik): Aynı ölçüde olan ve anlamca bir bütünlük oluşturan ve iki dizeden oluşan nazım birimidir.
Ölçü (Vezin): Şiirde dizelerin hece sayısına veya hecelerin ses değerine göre bir uyum içinde olmasıdır.
Hece Ölçüsü : Şiirde dizeleri oluşturan sözcüklerin hece sayılarının eşitliğine dayanan ölçüdür. Hece ölçüsüyle yazılmış dizeler okunurken belli yerlerde durulur.Durulan bu yerlere "durak" denir. Durak sözcüğün sonunda yer alır.
Aruz Ölçüsü : Dizelerdeki hecelerin uzunluk ve kısalığına göre, açık ya da kapalı oluşuna göre düzenlenmesidir. Kısa heceler nokta (.) uzun heceler çizgi (-) ile gösterilir.
İmale: Aruz kalıbına uydurmak için kısa hecenin uzun sayılmasıdır.
Zihaf: Uzun heceleri kısa okumaktır.
Serbest Ölçü : Bu ölçüde hecelerin sayısı ya da uzunluğu kısalığı dikkate alınmaz.
2)ŞİİRDE AHENK (SES VE RİTİM)
Şiirde ahengi sağlayan öğeler şunlardır:
-Ölçü (Hece Ölçüsü, Aruz Ölçüsü)
-Uyak/Redif/İç uyak
-Aliterasyon
-Asonans
-Ses akışı
-Vurgu ve tonlama (Söyleyiş tarzı)
AHENK UNSURLARI
1.Şiirde şekil ve muhtevanın ideal uyumudur.
2.Dizeleri oluşturan kelimelerdeki şiiri oluşturan dizelerdeki seslerin uyumu demektir.
3.Şiirle düz yazıyı birbirinden en önemli özellik ahenktir.
4.Ahenk unsurları armoni ve ritm olmak üzere iki başlık altında ele alınır.
ARMONİ
1.Ard arda gelen dizelerdeki seslerin uyumu demektir.
2. Bu uyum birbirine yakın ünlü ve ünsüz seslerin tekrar edilmesiyle sağlanır.
Aliterasyon: ünsüz seslerin ard arda tekrar edilmesiyle elde edilir.
Bir büyük boşlukta bozuldu büyü
Canımdan canına nice can aksın ey can
Asonans: ünlü seslerin ard arda tekrar edilmesiyle elde edilen armonidir.
Ayağın sakınarak basma aman sultanım
Dökülen mey kırılan şişe-i rindân olsun
RİTM
1.Şiirde uyak ve ölçünün ustalıklı kullanılmasıyla elde edilen ahenktir.
Târik-i gülzâr-ı âlem / mâlik-i mülk-i âdem
Münkirine mahz-ı mâtem / müminine sûrsun (Itrî)
Ne sabahı göreyim ne sabah görüneyim
Gündüzler size kasın verin karanlıkları
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim
Örtün üstüme örtün serin karanlıkları (Necip Fazıl Kısakürek)
Yukarıdaki birinci şiirde ritim hem iç uyakla hem de aruz ölçüsüyle ikinci şiirde ise ritim hem uyakla hem de hece ölçüsüyle sağlanmıştır.
3)ŞİİR DİLİ
Şiirin normal konuşma dilinin üzerinde bir yapısı olduğu herkesçe bilinir. Bir üst-dildir şiir dili. Ne var ki bir üst-dil deyince, her şeyde olduğu gibi bu da abartıldı ve olmadık anlamlara çekildi. Bugün şiir dili demek; kuş dili gibi bir şey demek oldu neredeyse. Sadece kuş dili bilenlerin anladığı bir dil. Oysa; şiir dili adı üzerinde güzel bir "dil" dir. Samimidir ve yüreğin dili olması gerekir. Düşüncelerin yürekte damıtılması ve ifadesini de yüreğin dilinde bulmasıdır esasında. Yani, sözcüsü yürek olan düşüncedir şiir. Şiir dili de işte budur. Beyinleri dopdolu, çok yönlü, birikim kazanmış duyarlı insanların, şiirin yapısını da mutlaka bilmesi koşuluyla; yaşam karşısındaki duruşlarından ve bakışlarından yola çıkarak edindikleri bilgileri, yorumları, şair olarak yüreklerine indirip, oradan dışavurmalarıdır. Yüreğe indirilmeden yapılan ifadeler zaten bilim ve düşün adamlarının işidir. Yani şiirde de hakikati aramak ve sezmek var bilimde olduğu gibi. Ama sözcüleri ayrı işte. Biri akıl, diğeri yürek. Yürek olunca da; daha bir incelik söz konusu ve melodisi ile heyecanı ile yürekten yüreğe bir akım başlayarak insanları kendinden geçirebiliyor. Yüreğin potasında erimeyen hiçbir sözcük şiir olma şerefine erişemez. Bütün sözcükler şiir olmak için, önce şairin yüreğine gireceklerdir. Önceki hayatlarını unutup; sıfır derece anlamda yani nötr olarak oraya girecek ve şiir olmak için o sıcak potada diğer sözcüklerle şairin yüreğinde birbirleriyle tanışacaklardır. Ve şairin verdiği bütünlüğe doğru yol alacaklar; bütünün hizmetinde olmak üzere ve sadece o şiire özgü olmak üzere yepyeni anlamlara kavuşacaklardır. Şiirin bütünüyle bir anlam kazanacaklardır. Şiirin bütünü ise, parçaların dışında; onu oluşturan sözcüklerin toplamı değil; onlardan oluşan ama onları epeyce aşan, ilahi bir niteliğe sahip olan ve şairin hayata bakışını ve duruşunu da içeren ve vermeye çalıştığı yönü de göstermeye çalışan bir bütündür. Bu bütünlük çok özel bir durumdur ve onu oluşturan sözcükler bu bütünün bir anlamlandırması olmaksızın hiçbir şeydirler. Ancak o bütünün vereceği görevi yaptıkları oranda önem kazanır ve var olurlar.
Şimdi durum böyle olunca; bir şairin neredeyse bütün yaşamını içine koyduğu ve bir güzellik içinde ürettiği bir şiiri kitlelerle paylaşmasından doğal ne olabilir? Neden kimseler anlamasın diye kuşdiline çevirsin ki? Ve neden geniş halk kitlelerine değil de, çok küçük bir elit tabakanın hizmetine sunmak istesin ki? Daha çok insan şiiri anlasa ve yaşamına anlam katsa, şairin ne kaybı olabilir ki? Ve çok merak ediyorum: neden bugüne kalmış en büyük şairler hep anlaşılır olmuşlardır da değerlerinden hiçbir şey kaybetmemişler; tam tersine halen daha en çok okunan onlar olmuşlardır? Durup düşünmek lazım!..
"Sanat Nedir?" adlı eserinde bakın ne diyor ünlü yazar TOLSTOY:
"Bir eserin, bütün insanlık için yararlı olması için, iyi ve kötüyü ayırması, güzel ve anlaşılır olması gerekmektedir. Sanat ancak, belli bir sınıf için değil, büyük kitleler için yarar sağladığı zaman sözü edilebilir bir değere ulaşır.
...Fırsatçıların her zaman kullandıkları bir yöntem vardır. Halkın kullanmadığı, dile yerleşmemiş kelimeleri kullanarak, gerektiğinde icat ederek halkın gözünde kendisini yüceltmek. Bu, ' halk, anlamadığına inanır' mantığıdır ve çoğu zaman başarılı olur. Kitleler, bilmedikleri kelimelerin ardından sürüklenirler. Bu arada sanat da tükenmeye yüz tutar. Ortodoks kilisesinin sapık fikirlerinin, ağır bir dille düzenlenerek halka benimsetilmesi bu yöntemin en çarpıcı örneklerindendir."
"Bir eserin ilginçliği, onun gösterişinde değil, ortaya koyduğu yeni düşüncede olmalıdır. İlginçliği bayağı şiirsellikte, gösterişte, taklitte aramak sanata bir şey kazandırmaz. Bunlar zengin sınıfın sanat üzerinde oynadığı bir oyundan başka bir şey değildir."
ŞİİR DİLİNİ DOĞAL DİLDEN AYIRAN ÖZELLİKLER
• Şiir dilinde kelimeler genellikle gerçek anlamının dışında kullanılır.
• Şiir dilinde imge vardır, günlük dilde imge yoktur.
• Şiir dili, günlük dilin özellikleri barındırır; ancak günlük dili söz sanatları ve imgekullanarak aşar.
• Şiir dilinde az sözle çok şey anlatmak amaçlanır. Böyle bir durum günlük dilde yoktur.
• Şiir dilinde söz sanatları yoğun ve etkili bir şekilde kullanılır.
SÖZ SANATLARI(EDEBÎ SANATLAR)
A) MECAZLA İLGİLİ SANATLAR
A1) TEŞBİH (BENZETME)
Aralarında ilgi bulunan iki şeyden zayıf olanın güçlü olana benzetilmesiyle yapılır. Teşbih sanatının benzeyen, benzetilen, benzetme yönü ve benzetme edatı olmak üzere dört unsuru vardır.
Akşam… lekesiz, sâf, iyi bir yüz gibi akşam…
Ta karşı bayırlarda tutuşmuş iki üç cam (Yahya Kemal Beyatlı)
Bırak beni haykırayım, susarsam sen mâtem et;
Unutma ki şâirleri haykırmayan bir millet,
Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir; (Mehmet Emin Yurdakul)
Sen Türkiye gibi aydınlık ve güzelsin
Benim doğduğum köyler de güzeldi (Cahit Külebi)
Hakir olduysa millet şânına noksan gelir sanma
Yere düşmekle cevher sâkıt olmaz kadr ü kıymetten (Namık Kemal)
Bu dünya bir gelindür yeşil kızıl boyanmış
Kişi yeni geline bakubanı doyamaz (Yunus Emre)
Geldi geçti benim ömrüm şol yel esmiş gibi
Hele bana şöyle gele göz açıp yummuş gibi (Yunus Emre)
A2) İSTİARE (EĞRETİLEME)
Bir sözün benzetme amacıyla başka bir sözün yerine kullanılmasıdır. Benzetilenin söylendiği istiare Açık İstiare, benzeyenin söylendiği fakat benzetilenin söylenmediği istiare Kapalı İstiare adını alır.
Yaslı gelin gibi mahzûn mu bilmem?
Yüce dağ başında siyah tül vardır. (Rıza Tevfik Bölükbaşı) Açık İstiare
Yaralanmış, temiz alnından uzanmış yatıyor,
Bir hilal uğruna Yâ Rab ne güneşler batıyor! (Mehmet Âkif Ersoy) Açık İstiare
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden… (Yahya Kemal Beyatlı)
Eşcâr-ı bâğ hırkâ-i tecrîde girdiler
Bâd-ı hazân çemende el aldı çenârdan (Bâkî) Kapalı İstiare
Ne civarda bir köy var ne bir evin hayali
Sonum ademdir diyor insana yolun hali. (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Yuva yapmış gibi memnun ikimiz bir dalda
Zevki ruhunda yaratmış iki genç aşıktık. (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Bizimkiler ışığa gem vurur da binerler
Yerden göğe çıkmazlar gökten yere inerler. (Necip Fazlı Kısakürek)
Yıllar bir gözyaşı olup da kaymış
Nurlu ihtiyarın yanaklarında
Yapraktan saçlarını yerlere yaymış
Sonbahar ağlıyor ayaklarında. (Necip Fazlı Kısakürek)
Zahmetli yolculukla yaşım vardı yetmişe
Zihnim bulunduğum tepeden daldı geçmişe. (Yahya Kemal Beyatlı)
Ağaç ata bindireler
Sinden yana göndereler
Yer altına indireler
Kimse ayruk görmez ola. (Yunus Emre)
A3) MECAZ
Bir kelimeyi gerçek anlamının dışında başka bir anlamda kullanmaktır. Bu sanattan amaç söze güzellik, çarpıcılık, canlılık, etkinlik katmaktır.
Çobanın bir kızıl yele saçları,
Ateştir; alınmaz ele saçları,
Ah hele saçları, hele saçları...
Yakar parmağına dolansa, Ayşe! (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Islak bir yorgan gibi sımsıkı bürüneyim
Örtün üstüme örtün serin karanlıkları (Necip Fazıl Kısakürek)
Kandırsın beni bırak bu renkler, bu kokular
Ne olsa bu bahçede bir şarkılık günüm var (Cahit Sıtkı Tarancı)
A4) MECAZ-I MÜRSEL
Bir sözün benzetme amacı güdülmeden gerçek anlamı dışında kullanılmasıdır. Atasözü ve deyimlerde daha sık rastlanır.
Mecaz-ı mürselde a- kelimenin hakiki anlamı dışında bir anlam kastedilmeli b- hakiki anlam ile mecazî anlam arasında benzerlik dışında bir ilgi bulunmalı c- Hakiki anlamın anlaşılmasına bir engel bulunmalıdır.
*Alnı secdeye varmadan göçtü. (Bütün-parça ilgisi)
* Ahmet dersten çıktı. (mahal ilgisi) Bardağı sonuna kadar içti. (mahal ilgisi)
* Bereket yağıyor. (sebep-sonuç ilgisi)
* Akşam çorbayı bizde içelim. (genel anlam-özel anlam ilgisi)
* Bütün aile onun eline bakıyor. (mazhariyet ilgisi)
* O, kalemiyle hayatını sürdürüyor. (âlet olma ilgisi)
* Ateşi yak. (öncelik-sonralık ilgisi)
* Uçak Erzurum’a indi. * Tribünler coştu. * Mozart’ı dinlemelisiniz. * Bu sıralar Peyami Safa okuyorum.
* Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl!
* Namazdan çıktılar seyre gittiler/ Zavallı zâhidler gör ne ettiler (Süleyman Paşa)
* Şark işinden ferâceler, şallar/ Akıyor dalga dalga şimdi kıra (Faruk Nafiz Çamlıbel)
* Nedir üç dört alın? Bir yurdun alnından boşansın ter. (Mehmet Âkif Ersoy)
* Gurbet çeken gönüller kuşatmıştı ocağı. (Faruk Nafiz Çamlıbel- Han Duvarları)
* Gözlerinde aksi derin bir hiçin, / Kanadın yayılmış, çırpınmak için/ Bu kış yolculuk var diyorsa için,/ Beni de beraber al anneciğim!.. (Necip Fazıl Kısakürek- Çile)
A4) KİNAYE
Anlatılmak isteneni üstü kapalı bir şekilde anlatma sanatıdır. Kinayede benzetme amacı yoktur. Kullanılan sözde bir gerçek bir de mecaz anlam bulunur. Buna rağmen asıl vurgulanmak istenilen mecaz anlamdır. Mecaz anlamın anlaşılması, gerçek anlamın anlaşılmasını engellemez.
*Eyyâm-ı devletinde el üstünde gezdi câm
Bir kerre dizden inmedi sîrâb olan sebû (Yahya Kemal)
“el üstünde gezmek” deyimi değer vermek şeklinde mecazî anlamda kullanılmıştır. Câmın (kadehin) elde tutulması ise gerçek anlamdadır.
*Bu halı üzerinde durun.
*Mustafa’nın kapısı herkese açıktır.
*Hatasını anlayınca yüzü kızardı.
*Gözü açıktır.
*Ben toprak oldum yoluna
Sen aşuru gözedürsin
Şu karşuma göğüs gerip
Taş bağırlı dağlar mısın (Yunus Emre)
*Ayağı yer mi basar zülfüne berdâr olanın
Zevk u şevk ile verir can u seri döne döne (Necati)
A5) TARİZ (DOKUNDURMA)
Taşlama. Birini küçük düşürmek ve onunla alay etmek maksadıyla söylenen sözün tam tersini kastetme sanatıdır.
B)DÜŞÜNCEYLE İLGİLİ SANATLAR
B1) TEZAT (KARŞITLIK)
Birbirine zıt olan iki düşünce, hayal veya duyguyu bir arada söylemektir.
Neden böyle düşman görünürsünüz
Yıllar yılı dost bildiğim aynalar (Cahit Sıtkı Tarancı)
Bütün mimarlar yüksek mühendisler de
Bir sen kaldın alçak mimar ey Sinan Usta! (Cemal Süreya)
B2) TEVRİYE (UZAK ANLAM)
Asıl söylenilmek istenileni kapalı söylemek. Birden fazla anlamı bulunan bir sözcüğün yakın anlamını söyleyip uzak anlamını kastetme sanatıdır.
Gül gülse dâim ağlasa bülbül aceb değil
Zîrâ kimine ağla demişler, kimine gül (Zâtî) gül hem bir çiçektir hem de gülmek fiili olarak kullanılır.
Bâkî çemende hayli perîşân imiş varak
Benzer ki bir şikâyeti var rüzgârdan (Bâkî) rüzgâr kelimesinin hem rüzgar hem zaman anlamı vardır.
Sahn-ı çemende durma salınsın sabâ ile
Azâdedir Nihâl bugün berg ü bardan (Bâki)
Dilde derdinle belâ vü mihnet ü gam vardır
Dîde-i terde hayalindir dahi ne’m vardır (Emrî)
Her tîr ki müjgânın atar cânda bulursun
Peykânını ey kaşı keman kanda bulursun (Emrî)
B3) TECÂHÜL-İ ÂRİF (İRONİ-BİLİP DE BİLMEMEZLİKTEN GELME)
Söyleyişte bir anlam inceliği ve zarâfeti yaratmak için bir konuyu bilip de bilmemezlikten gelme sanatıdır.
Göz gördü gönül sevdi seni ey yüzü mâhım
Kurbânın olam var mı benim bunda günâhım (Nahîfî)
Şakaklarıma kar mı yağdı ne var?
Benim mi Allahım bu çizgili yüz? (Cahit Sıtkı Tarancı)
B4) TEŞHİS (KİŞİLEŞTİRME)
Tabiattaki varlıkları insanlar gibi davrandırma ve canlandırma sanatı.
Gül hasretinle yollara tutsun kulağını
Nergis gibi kıyâmete dek çeksin intizâr (Bâkî)
Dinmiş denizin şarkısı, rüzgar uyumakta
Körfez düşünür, Kanlıca mahzûndur uzakta (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Uyuyor mavi deniz.
Erzurum size kollarını açmış
Eşin var,âşiyânın,baharın var ki beklerdin
Kıyametler koparak neydi,ey bülbül,nedir derdin?(M.Âkif)
Teselliden nasîbim yok hazan ağlar bahârımda;
Bugün bir hânümânsız serseriyim öz diyârımda! (Mehmet Âkif)
Kara gökler kül rengi bulutlarla kapanık;
Evlerin bacasını kolluyor yıldırımlar,
İn cin uykuda yalnız iki yoldaş uyanık;
Biri benim, biri de serseri kaldırımlar. (Necip Fazıl Kısakürek)
B5) İNTAK (KONUŞTURMA)
Konuşma yeteneği olmayan insan dışındaki varlıkları konuşturma sanatı. Genellikle teşhis sanatı ile birlikte kullanılır.
Dal bir gün dedi ki tomurcuğuna
-Tenimde bir yara işler gibisin
Titrerim rüzgarlar keder vermesin (Ahmet Kutsi Tecer)
Kaç yıldır akarım bilmem pazar yerini
Dinle ak bakışlı çeşme söylüyor
-kaç yıldır akarım bilmem pazar yerini (Cemil Süreya)
Burnumu değiştirmek istedim
Daha güzel olmak için
Burnum bana dedi ki:
“Beni değil”
“Kafanı değiştir” (Basri İmece)
Akıl ersin ermesin sevdâna
Senden yanayım dedi yeşeren dal senden yana (Ârif Damar)
Kulağının dibinde haykırıyor fırtına:
“Isınmak istiyorsan toprağı çek sırtına!”
Uzakta can verirken el dövüne yırtına
Onu ölüm bir derin uyku halinde aldı.(Faruk Nafiz)
La Fontaine Masalları, Hârnâme buna iyi birer örnektir.
B6) HÜSN-İ TÂLİL (GÜZEL SEBEP GÖSTERME)
Herhangi gerçek bir olayın meydana gelişini, hayalî ve güzel bir sebebe bağlama sanatıdır.
Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden,
Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden… (Yahya Kemal Beyatlı)
O çay ağır akar yorgun mu bilmem?
Mehtâbı hasta mı, solgun mu bilmem?
Yaslı gelin gibi mahzûn mu bilmem?
Yüce dağ başında siyah tül vardır. (Rıza Tevfik Bölükbaşı)
Ey çoban bıçaktan keskin sesinle
Delinmiş, deşilmiş çaldığın kaval (Faruk Nafiz)
Her gören aybetdi ab-ı dide-i giryânımı
Eyledim tahkik görmüş kimse yok canânımı (Fuzuli)
Çemende reng veren lâleye yanağındır
Dilinde dâğ koyan âteş-i izarındır (Ahmed Paşa)
Ateşten kızaran bir gül arar da
Gezer bağdan bağa çoban çeşmesi (Faruk Nafız Çamlıbel)
B7) MÜBALAĞA (ABARTMA)
Bir şeyin etkisini güçlendirmek amacıyla o şeyi olağanüstü bir şekilde anlatma sanatıdır.
Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın
Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın (Mehmet Âkif Ersoy)
Görmeyen göz açılır dönse sana
Görse kalkar kötürüm sanki seni (Abdullah Özdemir)
C) HEYECANLA İLGİLİ SANATLAR
C1) NİDÂ (SESLENİŞ)
Şairin duygu ve düşüncelerinin, heyecanlarının coşması sonucu olayları ve varlıkları göz önüne getirerek değişik ünlemlerle onlara seslenmesidir.
Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer (Mehmet Âkif Ersoy)
Beni kahretmeden âlemde o bigane duruş
Bana sal yalvarırım pençeni, ey yırtıcı kuş! (F.Nafiz)
C2) İSTİFHÂM (SORU SORMA)
Karşılığında hiçbir cevap beklemeden soru sorma sanatıdır. Anlatıma çarpıcılık ve akıcılık katar.
Dil var mı kahr-ı dehr ile vîrân edilmedik
Beytü’l-ahzen mi kaldı perîşân edilmedik (Yahya Kemal Beyatlı)
Sana çirkin demedim ben, sana kafir demedim;
Bence dinin gibi küfrün de mukaddesti senin.
Yaşadın beş sene gönlümde, misafir demedim;
Bu firar aklına nerden, ne zaman esti senin? (Faruk Nafiz Çamlıbel)
Canlı bir yüz bana yaklaştı, mehabetle dolu;
Kim bu? Nerden bu geliş? Hangi yolun yolcusu bu?...
Bu gelen, bir yuvasız kuş gibi pervasızdı;
Bu gelen köylü, sesinden tanıdım, bir kızdı. (Faruk Nafiz Çamlıbel)
D) BİLGİYE DAYALI SANATLAR
D1) TELMİH (GÖNDERME)
İnsanlar tarafından bilinen, geçmişteki bir olaya, ünlü bir kişiye, bir inanca, bir atasözüne veya bir şiire işaret etme sanatıdır. Daha çok hatırlatma amacına yöneliktir. Bu bir çağrışım sanatı sayılabilir.
Kör baykuş uçar korkulu rüya görerek
Atlar baş eğer son geceden ürpererek
Peygamberi çağlar boyu kurtardıkça
Kutsaldır örümcek yeni ağlar örerek ( Talat Sait Halman)
Geldikti bir zaman Sarı Saltuk’la Asya’dan
Bir bir diyâr-ı Rûm’a dağıldık Sakarya’dan (Yahya Kemal Beyatlı)
Gökyüzünde İsa ile
Tur dağında Musa ile
Elindeki âsâ ile
Çağırayım mevlam seni (Yunus Emre)
Bende Mecnûn’dan füzûn âşıklık istidâdı var
Âşık-ı sâdık menem mecnûn’un ancak adı var (Fuzulî)
~Çiçekten Adalar~
Görsün ne çıkar,her gün uzaklarda bir âlem;
Bulmuş yeniden cenneti Havva ile Âdem. (Faruk Nafiz Çamlıbel)
D2) İRSÂL-İ MESEL ( ÖRNEKLENDİRME)
Söylenen bir düşünce veya fikri pekiştirmek amacıyla sözü bir atasözü veya atasözü niteliğinde bir sözle destekleyerek kuvvetlendirmektir.
Ölen insan mıdır, ondan kalacak şey: Eseri;
Bir eşek göçtü mü, ondan da nihayet semeri. (Mehmet Âkif Ersoy)
Nush ile uslanmayanı etmeli tekdîr
Tekdîr ile uslanmayanın hakkı kötektir (Ziya Paşa)
Diğerleri: İKTİBAS, MUAMMA, LÜGÂZ, MÜLEMMÂ SANATLARI
E) ANLAMLA İLGİLİ SANATLAR
E1) TENASÜP (UYGUNLUK)
Anlam bakımından aralarında çeşitli ilgiler bulunan iki veya daha fazla kelimeyi bir araya getirme sanatıdır.
Esmerdi, sarışındı, beyazdı, kumraldınız
Sımsıcak mektuplarda, şiirlerde kaldınız (Mehmet Çınarlı)
Gün doğumundan gün batımına kızardı bahçe
Bir bir leylâk nergis lâle ve sümbül düştü (Sezai Karakoç)
E2) LEFF Ü NEŞR
Bir beyit içinde iki veya ikiden fazla sözcüğü, kavramı kullandıktan sonra o sözcüklerle ilgili sözcükleri sıralama sanatıdır. Genellikle birinci dizede en az iki şey söylenip bu söylenenlere ikinci dizede verilen anlamla ilgili karşılıktır.
Yıkılmış köprüler; çökmüş kanallar; yolcusuz yollar;
Buruşmuş çehreler; tersiz alınlar; işlemez kollar. (Mehmet Âkif Ersoy)
Sâkî onu, meyler onu, neyler onu gözler
Bülbül onu, mehtâp onu, her şey onu gözler (Mesut Kacaralp)
DİĞERLERİ: ÎHÂM, SİHR-İ HELÂL, İBHÂM, TEHZÎL SANATLARI
F) SÖZLE İLGİLİ SANATLAR
CİNÂS, İŞTİKÂK, İADE, AKİS (KÖK ORTAKLIĞI, KÖK ORTAKLIĞI, SON YİNELEME, YANSITMA)
F1) CİNAS
Söylenişleri ve yazılışları aynı, anlamları farklı olan kelimeleri bir arada kullanmaktır.
Uçan Kuşlar
Hey Rıza, kederin başından aşkın,
Bitip tükenmiyor elem-i aşkın,
Sende -derya gibi- daima taşkın,
Daima çalkanır bir gönül vardır.(Rıza Tevfik)
BAŞ
Eklense de başıma dünyada kaç baş varsa,
Başım onların hepsi için secdeye varsa… (N.Fazıl)
G) HARF VE YAZIYLA İLGİLİ SANATLAR
G1) AKROSTİŞ
Her dizenin ilk harfi yukarıdan aşağı doğru okununca bir isim çıkacak şekilde düzenlenen şiire denir.
Var olan bir sen, bir ben, bir de bu bahar,
Elden ne gelir ki? Güzelsin, gençliğin var,
Dünyada aşkımız ölüm gibi mukaddes,
İnan ki bir daha geri gelmez bu günler,
Âlemde bu ândır bize dost esen rüzgâr ( Cahit Sıtkı Tarancı)
G2) LEBDEĞMEZ
İçinde b, p, f, m, v gibi dudak ünsüzleri bulunmayan kelimelerle yazılan şiirlere denir.
G3) ALİTERASYON
Aynı harfin ya da hecelerin bir âhenk oluşturacak şekilde tekrar edilmesidir.
Dest-bûsi arzûsuyla ger ölürsem dostlar
Kûze eylen toprağım sunun ânınla yâre su (Fuzûlî) “s” sesleri tekrar edilmiştir.
Bir namazlık saltanatın olacak
Taht misâli o musalla taşında (Cahit Sıtkı Tarancı) “–sal” hecesi tekrar edilmiştir üç kelimede.
Eylül melûl gönül soldu da lâle
Bir kâkule meyletti gönül geldi bu hâle
Gelmez bu elem neyleyim fazla suâle
Bir hâile ömrüm ki alınmaz bile kâle (Edip Ayel) “-l” sesleri tekrar edilmiştir.
4)ŞİİRDE YAPI
NAZIM BİRİMİ
Şiiri oluşturan mısra gruplarına denir. Nazım birimi şiiri oluşturan yapı taşlarından biridir. Şiirdeki her bir satıra mısra denir. Tek mısralık dizelere mısra-ı âzâde denir.
Neler çeker bu gönül söylesem şikayet olur. (Şeyhülislam Yahya)
Şiir içindeki mısraların kümelenmesinden meydana gelen nazım birimi; kümede bulunan mısraların sayısına göre ad alır. İki mısralık öbeklere beyit; dört mısradan oluşanlara kıta veya dörtlük; üç, beş, ve daha fazla mısralı öbeklere bent denir.
NAZIM ŞEKLİ (BİÇİMİ)
Kafiye örgüsüne ve mısra sayılarına göre manzumelerin aldığı biçime, sundukları görünüme nazım şekli denir.
Divan Edebiyatı Nazım Şekilleri:
Gazel, Murabba, Mesnevi, Terkib-i bent, Terc-i bent, Rübai, Kaside, Şarkı, Kıt'a, Tuyuğ, Müstezat, Musammat
Tanzimat sonrası Türk Edebiyatında Nazım Şekilleri:
Sone, terza-rima, serbest müstezat
Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri:
a) Aşık Tarzı Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri: Koşma, semai, varsağı
b) Tekke Edebiyatı Nazım Şekilleri: ilahi, nutuk, şathiye, devriye
c) Anonim Halk Edebiyatı Nazım Şekilleri: türkü, mani, ninni, Ağıt
NAZIM BİÇİMLERİ
Bir eserin dış yapısına biçim denir. Eskiden buna şekil adı verilirdi. Edebiyatta biçim iki anlamda kullanılır:
a. Geniş anlamıyla: Bir eserin uzunluğu ve kısalığı, kuruluş özelliği (bölümlenişi, bölümlerin düzenlenişi, vb.), dili, üslûbu; nazımda ayrıca ölçeği, ayağı, bunların kullanılıp kullanılmayışı, dizelerin kümelenişi, ayakların örülüsü.
b. Dar anlamıyla: Nazım'da dizelerin kümelenişi, ayakların (uyakların) örülüşü (ayak düzeni). Geniş anlamlı biçim anlayışından ayırmak için, buna, nazım biçimi (nazım şekli) denir.
Bir nazım satırına dize denir. (eskiden buna mısra denirdi). Hiçbir manzumeye bağlanmayan bağımsız bir dize, en küçük nazım biçimidir. Divan edebiyatında, bu yoldaki dizelere azade (bağımsız) adı verilirdi. Manzumeler, dizelerin birleşmesinden meydana gelir; o bakımdan, dize, bir manzumenin en küçük parçasıdır.
Bir manzumede dizeler, birer düşünce çevresinde kümelenirler. Belli sayıdaki dizelerin meydana getirdikleri bu kümelere bent adı verilir. Bentler, iki, üç, dört, beş, altı... vb. dizelik kümeler halinde olabilir. İki dizelik bende beyit denir (alt alta yazılan iki dizenin beyit sayılabilmesi için, bunların anlamca birbirlerine bağlı olmaları gereklidir); öteki kümelere de, dize sayısına göre, üçlük, dörtlük, beşlik, altılık... vb. adlar verilir. Manzumeler, bu yoldaki bentlerin birleşmelerinden meydana gelir.
Dizelerin kümelemenden ve ayakların sıralanış düzeninden (ayak örgüsünden)nazım biçimi doğar.
Nazım biçimlerinde, ölçü olarak kullanılan parçaya nazım birimi denir. Yeni edebiyatta nazım birimi dizedir. Divan edebiyatında beyit, halk edebiyatında dörtlüktür; yani, bugünkü nazımlar dize dize, Divan nazmı beyit beyit, Halk nazmı da dörtlük dörtlük işlenir.
Nazım biçimleri, kuramsal yazılarda şemalarla gösterilir, iki türlü şema kullanılmaktadır:
a. Nazmın biçimini çizgiler ve harflerle gösteren şema: Bu yoldaki şemalarda her dize bir çizgi ile gösterilir; dize kümelerinin arasındaki boşlukları belirtmek için de, çizgi kümelen arasında boşluk bırakılır; ayaklar (uyak), çizgilerin sonunda birer harfle belirtilir; aynı cins ayaklar (uyaklar) için aynı harfler kullanılır; ayaksız(uyaksız) dizeler " x " harfi ile belirtilir:
NAZIM TÜRÜ
Nazım şeklinin konusuna göre çeşididir. Örneğin: "Koşma " şekli, koçaklama ise nazım türüdür.
NAZIM BİÇİMLERİ
DİVAN EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
Eski Türk edebiyatında kullanılan nazım şekillerini kafiye düzeni ve mısra sayıları bakımından 3 bölümde incelemek mümkün:
Beyitlerle Oluşanlar: Gazel, Kaside, Mesnevi, Müstezat, Kıt'a
Dörtlüklerle Oluşanlar: Rubai, Tuyuğ
Bentlerle Oluşanlar: Murabba, Şarkı, Muhammes, Terkib-i bent, Terci-i bent
A) BEYİTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1- GAZEL
- En az beş en fazla on beş beyitten oluşan, en yaygın lirik şiir türüdür.
- Aruzun her kalıbıyla yazılabilir.
- Âşk, şarap, ayrılık, hasret, zamandan yakınma, felsefi - didaktik düşünceler, din ve tasavvuf gibi konular bu nazım biçimiyle ele alınır.
- Uyak düzeni "aa, ba, ca, da, ..."biçimindedir.
- İlk beyitine "matla", ikinci beyitine "hüsn-i matla"; son beyitine "makta" veya "taç beyit", ondan bir öncekine de "hüsn-i makta" denir.
- En güzel beyitine "beyt-ül gazel" denir.
- Şairin adı veya mahlası son beyitte geçer.
- Gazeller redifleriyle adlandırılır.
- Konu bakımından Halk şiirindeki koşmaya benzer.
- Gazellerde genellikle her beyit farklı konudan söz eder. Konu birliği yoktur.
- Konu birliği görülen gazellere "yek-ahenk gazel" denir. Bütün beyitleri aynı güzellikte olan gazellere "yek-avaz gazel" denir.
- Dize ortalarında iç uyaklı olan ve dörtlük haline getirilebilen gazellere "musammat gazel" denir.
2-KASİDE
En az otuz üç, en fazla doksan dokuz beyitten oluşan kaside din ve devlet büyüklerini övmek ya da yermek amacıyla yazılan şiirlerdir.
- Aruzun değişik kalıplarıyla yazılır.
- Uyak düzeni gazele benzer: "aa / ba / ca / da /ea"
- Gazelde olduğu gibi ilk beyte "matla", son beyte "makta", en güzel beyte "beyt-ül kasid", şairin adı veya mahlasının geçtiği beyte "taç beyit" denir.
- Kasideler adını rediflerinden, uyaklarındaki son ünsüzden veya nesib bölümündeki tasvirlerden alır.
- En ünlü kaside şairleri şunlardır: "Nefi, Nedim, Fuzuli, Baki..."
Kasidenin Bölümleri:
Nesib - Teşbib: Bu bölümde kasideyle ilgisi olmayan tasvirler yapılır (yaz, taş, saray, bahar, bahçe...).
Girizgâh: Asıl konuya giriş bölümüdür. Bir veya birkaç beyitten oluşur.
Methiye: Allah'ın, peygamberin, padişahın veya önde gelen kişilerin övüldüğü bölümdür.
Fahriye: Şairin kendini övdüğü bölümdür.
Tegazzül: Kasidenin ölçüsüne uygun olarak araya sıkıştırılan gazeldir.
Dua: Bu bölümde kasidenin sunulduğu kişiye sağlık ve zenginlik dilenir.
Not: "Fahriye" ve "tegazzül" her kaside de bulunmayabilir.
Konularına Göre Kasideler:
Tevhid: Allah'ın birliğini, varlığını anlatan kasidelerdir.
Münacaat: Allah'a yakarışı dile getiren kasidelerdir.
Naat: Peygamberi öven kasidelerdir.
Medhiye: Devrin önde gelen kişilerini; din ve devlet adamlarını öven kasidelerdir.
Hicviye: Devrin yöneticilerini yermek için yazılan kasidelerdir.
Mersiye: Önemli birinin ölümünden duyulan acıyı dile getiren kasidelerdir.
Cülûsiyye: Padişahın tahta oturması münasebetiyle yazılan kasidelerdir.
Sûriyye: Düğün ya da sünnet gibi şenlikleri ele alan kasidelerdir.
Bunların dışında kasidelere, kasidenin nesib bölümünde bahar tasviri yapılmışsabahariye, kış tasviri yapılmışsa şitâiyye, yaz tasviri yapılmışsa sayfiyye, atların tasviri yapılmışsa rahşiyye, bayram tasviri yapılmışsa lydiyye gibi adlar verilir.
3-MÜSTEZAT
Artmış, çoğalmış demektir. Gazelin her dizesine, kullanılan ölçüye uymak koşuluyla bir kısa dize eklenerek oluşturulan nazım biçimidir.
- Kısa dizelere "ziyade" adı verilir.
- Kısa ve uzun dizeler arasında anlam ilişkisi vardır.
- Uzun dizeler kendi aralannda, kısa dizeler de kendi aralarında uyaklanır.
4-KIT’A
Parça, bölüm anlamı taşır.
- Aruzun her kalıbıyla yazılabilir.
- En az 2 en fazla 12 beyitten oluşur.
- Dört beyitten fazla olan kıt'alara "kıta-ı kebire" denir.
- Uyak düzeni xa/xa/xa/xa... şeklindedir.
- Genellikle "matla" ve "makta" beyti yoktur.
5-MESNEVÎ
Fars edebiyatından alınan bir nazım biçimidir.
- Her beyit kendi arasında uyaklıdır. "aa / bb / cc / dd..."
- Divan edebiyatının en uzun nazım biçimidir. Hikâye ve romanın işlevini görür.
- Aruzun kısa kalıplanyla yazılır.
- Aşk, tasavvuf, kahramanlık, savaş gibi konuları işler.
- Beyitler arasında anlamca bir bütünlük vardır.
- Bir şairin beş mesneviden oluşan eserler bütününe "hamse" denir. Edebiyatımızda "Ali Şir Nevai, Taşlıcalı Yahya, Nevizade Atayi" hamse sahibi şairlerdir.
- Edebiyatımızda ilk mesnevi Yusuf Has Hacip'in "Kutadgu Bilig' adlı eseridir. Eser, aruzun kullanıldığı ilk eserdir.
Türk Edebiyatının Önemli Mesnevileri:
- Kutadgu Bilig (Yusuf Has Hacip)
- iskendername (Ahmedi)
- Vesilet-ün Necat (Süleyman Çelebi)
- Harnârne (Şeyhi)
- Leyla vü Mecnun (Fuzuli)
- Hüsrev-ü Şirin (Şeyhi)
- Hüsn-ü Aşk (Şeyh Galip)
- Mantık-ut Tayr (Gülşehri)
- Hayriyye (Nabî)
B) DÖRTLÜKLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1-RUBÂÎ
- İran (Fars) edebiyatından alınmış, tek dörtlükten oluşan bir nazım biçimidir.
- Kendine özgü aruz kalıplarıyla yazılır. (Bunların sayısı 24 kadardır.)
- Düşüncelerin özlü bir biçimde anlatılması temeline dayalı nazım biçimidir.
- Genellikle felsefi konular, öğüt, aşk, şarap, din, tasavvuf konuları işlenir.
- Uyak düzeni "aaxa" biçimindedir.
- Genellikle mahlas kullanılmaz.
- En büyük ustası Ömer Hayyam'dır.
- Azmîzâde Haleti, sadece rubai yazan tek şair olarak bilinir.
- Yahya Kemal Beyatlı, Arif Nihat Asya rubaileriyle tanınan şairlerimizdir.
2-TUYUĞ
Divan şiirine Türk şairlerin kattığı bir nazım biçimdir.
- Tek dörtlükten oluşur, uyak düzeni maniye benzer.
- Halk şiirindeki maninin, Dîvan şiirine yansımış biçimi kabul edilir.
- Konu sınırlaması yoktur, rubaideki konular tuyuğda da vardır. En çok aşk, aşk acısı, şarap konu edilir.
- Mahlas kullanılmaz. Aruzun sadece "fâilâtün / fâilâtün / fâilün" kalıbıyla yazılır.
- Rubaiden vezin ve cinas yönüyle ayrılır.
- Edebiyatımızda en çok tuyuğ yazmış şair Kadı Burhanettin'dir.
C) BENTLERLE KURULAN NAZIM BİÇİMLERİ
1-MURABBA
- Dört dizelik bentlerden oluşur. Uyak düzeni aaaa / bbba /ccca ... biçimindedir.
- En az üç, en fazla altı bentten oluşur.
- Övgü, yergi, din, felsefi konular işlenir.
- Nedim ve Namık Kemal bu türün başarılı örneklerini sunan şairlerimizdir.
Not: Bir şairin bir gazelinin her beytinin üstüne başka bir şairin ikişer dize eklemesiyle oluşan murabbaya "terbi" denir.
2-ŞARKI
- Divan şiirine Türk şairlerin kattığı bir nazım biçimidir.
- Halk edebiyatındaki türkünün etkisiyle oluştuğu ifade edilir.
- Biçim bakımından murabbaya benzeyen şarkılar, genel olarak bestelenmek için yazılır.
- Dörtlük sonlarında tekrar edilen bölüme nakarat adı verilir. Şarkılar bent ve nakarat bölümlerinden oluşur.
- Dörtlük sayısı üç ve beş arasında değişir.
- Genellikle aşk, sevgi, eğlence, kadın ve şarap konuları işlenir.
- Uyak düzeni genelde abab (aaaa) / cccb / dddb... biçimindedir.
- Lale devrinde gelişmiş ve yaygınlaşmıştır. Nedim ve Yahya Kemal bu türün önemli şairleridir.
3-MUHAMMES
- Beş dizelik bentlerden oluşan bir nazım biçimidir.
- Bent sayısı 4 ile 8 arasında değişmektedir.
- Muhammes nazım biçimiyle her konu ele alınabilir.
- Uyak düzeni "aaaaa / bbbba / cccca..." şeklindedir.
Uyarı: Beş dizeli bentlerden oluşan "tardiyye, tahmis, taştir" adlı nazım biçimleri de vardır:
Tardiyye: Muhammesten farkı, başka bir aruz kalıbıyla yazılması ve uyak düzenidir. Tardiyeler "aaaab/ccccb/ddddb..." şeklinde uyaklanır.
Tahmis: Bir gazelin beyitleri önüne üçer mısra ilave edilerek oluşturulan nazım biçimidir. Uyak düzeni "aaaAA/bbbBA/cccCA..." şeklindedir.
Taştir: Genellikle bir gazelin beyitlerinde mısralar arasına üç dize getirilerek oluşturulan nazım biçimidir. Uyak düzeni "AaaaA/BbbbA/CcccA..." şeklindedir.
4. MÜSEDDES: Bentleri altı mısradan oluşan nazım biçimidir.
5. MÜSEBBA: Bentleri yedi mısradan oluşan nazım biçimidir.
6. MÜSEMMEN: Bentleri sekiz mısradan oluşan nazım biçimidir.
7. MÜTESSA: Bentleri dokuz mısradan oluşan nazım biçimidir.
8. MU'AŞŞER: Bentleri on mısradan oluşan nazım biçimidir.
9-TERKİB-İ BEND
- Bent sayısı 5-10 arasında değişir. Bentleri oluşturan dizeler, genelde gazeldeki gibi uyaklanır.
- Her bendin sonunda bir vasıta beyiti vardır. Vasıta beyti, her bendin sonunda değişir, bentten ayrı olarak kendi arasında uyaklanır.
- Vasıta beytinin üstündeki beyitlerin tümüne "terkibhâne" adı verilir.
- Felsefi ve sosyal düşünceler, zamandan yakınmalar, mersiyeler bu biçimle yazılır.
- "Kanuni Mersiyesi" terkib-i bent biçiminde yazılmıştır.
- Bağdatlı Ruhi ve Ziya Paşa bu nazım biçiminin ustalarıdır.
10-TERCİ’ BEND
Birçok yönüyle terkib-i bende benzer. Fark şudur:
- Vasıta beyitleri her bendin sonunda aynen kalır, değişmez.
- Vasıta beyitlerinin üstündeki beyitlere "terci-hâne" adı verilir.
- Daha çok Allah'ın varlığı, birliği, kâinatın sonsuzluğu gibi konular işlenir.
HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
1) ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
Koşma, Semaî, Varsağı, Destan
2)DİNÎ-TASAVVUFÎ (TEKKE) HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
İlahî, Nefes, Deme, Nutuk, Devriye, Şathiye
3)ANONİM HALK (DİN-DIŞI) EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
Mani, Ninni, Türkü, Ağıt
1) ÂŞIK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
A-KOŞMA:
Halk edebiyatımızda doğa, aşk, ölüm, ayrılık, yiğitlik, toplumsal olaylar gibi konuların işlendiği en sık kullanılan şiir türü. Dörder dizelik bendlerden oluşur. Bend sayısı genellikle 3, 5 arasındadır.Hece ölçüsünün 6+5 veya 4+4+3 duraklı 11'li kalıbıyla yazılır. Şair koşmanın son bendinde ismini ya da mahlasını söyler. Koşmalar dile getirilen duygular ve söylenişlerine göre koçaklama, güzelleme, taşlama, ağıt gibi isimler alır. Karşılıklı konuşma şeklinde yani "dedim" "dedi" diye başlayan dizelerle de söylenebilir. Bu tür koşmalara "mürâcaa" ismi verilir. Bütün kafiyeleri cinaslı olan koşmalara "tecnis" denir.
Ezgi ile söylenen koşmaların 7'li ve 8'li biçimlerine de rastlanır. Konusu lirik duygulardır. Aşk, üzüntü, acı, hasret, sitem, doğa ile ilgili konular koşmanın başlıca içerikleridir. Koşmanın güzelliği anlatan türüne güzelleme, kahramanlığı anlatan türüne koçaklama, toplumsal yergi ve eleştiriyi içeren türüne taşlama, ölen bir kişinin arkasından duyulan üzüntüyü dile getiren türüne ağıt denir.
Özellikleri
1.Dörtlük sayısı genelde 3 ile 5 arasında değişir.
2.Türk Halk edebiyatının en çok sevilen, en çok kullanılan nazım şeklidir.
Dörtlüklerle söylenir.
3.Koşmalarda genellikle 11'li hece ölçüsü kullanılır. 4+4+3=11 ya da 6+5=11.
Genelde yarım kafiye kullanılır.
4.Koşmada genellikle; doğal güzellikler, sevgi, aşk, özlem, kahramanlık, eleştiri, acı, yakınma, hayata ait görüşler konu olabilir.
5.Uyak düzeninde; ilk dörtlük; aaab, abab, aaba veya abcb şeklinde, diğer dörtlükler cccb, dddb şeklindedir.
6.Genelde şiirin içinde özellikle de son dörtlükte şairin mahlası bulunur.
7.Koşma halka hitap ettiği için dili sade, anlatımı yalın ve içtendir.
8.Koşmalar işlenen konulara göre çeşitli isimler alır. Bunlar aynı zamanda âşık edebiyatı nazım türleridir.
B-SEMAÎ:
Halk şiirinde hecenin sekizli ölçüsü ile koşma biçiminde düzenlenen ve özel bir ezgi ile söylenen şiirlerdir. Genellikle en az üç, en fazla beş dörtlükten oluşurlar. Çoğunlukla doğa, güzellik, ayrılık, kavuşma gibi duygusal ve lirik temaları işlerler. Semainin hece ölçüsünün yanında aruz ölçüsü kullanılarak yazılanları da vardır.
Özellikleri:
1. Tabiat, sevgi ve ayrılık konularını işler.
2. Sekizli hece ölçüsüyle yazılırlar.
3. Özel bir beste ile söylenirler.
4. Nazım birimi dörtlüktür. En az 3, en çok da 5,6 dörtlükten oluşur.
5. İlk dörtlüğü aaab, abab, aaba, abcb şeklinde diğer dörtlükler dddb, eeeb, fffb şeklindedir.
6. Sona doğru şairin mahlası bulunur.
7. Karacaoğlan'ın semaileri çok ünlüdür.
Not: Semailer koşmalardan hece sayısı ve özel ezgisi bakımında ayrılır.
C-VARSAĞI:
Özel bir ezgiyle söylenen koşmaya denir. Önce Güney Anadolu'da yaşayan Varsak Türkleri tarafından söylendiği için bu adla anılır. Semâiye benzer. Hece ölçüsünün en çok sekizli kalıbıyla yazılır. 4+4 duraklı veya duraksız olur. Kafiye şeması şöyledir: Xaxa bbba ccca.
Semâiden ezgi yönüyle ayrılır. Varsağı yiğitçe bir havayla okunur. Çokluk içinde "bre", "hey", "hey gidi", gibi ünlemler yer alır. Bu ünlemlerin bulunmadığı varsağılar ezgisiyle fark edilir. Güney Anadolu'da Maraş'tan Mersin'e kadar uzayan bölgede yaşayan Varsak Türkleri, Selçuklular zamanında Anadolu'ya yerleşmişlerdi. Varsağı, Varsak Türkleri'nin kendilerine özgü bir ezgiyle söyledikleri türkü biçimidir.
Halk edebiyatında en çok varsağı söyleyen aşık, Karacaoğlan'dır.
Özellikleri:
1. Güney Anadolu'da yaşayan Varsak Türkmenlerine ait halk şairleri tarafından söylenen şiirlerdir.
2. Özel bir bestesi vardır.
3. 8'li hece ölçüsü ile söylenir.
4. Varsağıda hayattan ve talihten şikayet gibi konular da işlenir.
5. Şiirin sonuna doğru mahlas kullanılır.
6. Yaygın olmayan bir nazım şeklidir.
7. En güzel örneklerini Karacaoğlan vermiştir.
Not: Semai ile benzerlik gösterir. Varsağının semaiden farkı, ezgisi ve "Bre, hey" gibi ünlemler kullanılarak erkekçe, yiğitçe bir söyleyişe sahip olmasıdır.
D-DESTAN:
1. Nazım şekli bakımından koşmaya benzer.
2. Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlük sayısı sınırlı değildir.
3. Hece ölçüsünün 11'li kalıbı kullanılır.
4. Son dörtlükte şairin mahlası geçer.
5. Destanda konu olarak toplumu ilgilendiren, heyecana getiren savaş, kahramanlık, isyan, yangın gibi konular, ayrıca; dalkavukluk, gülünç olaylar, parasızlık vb. işlenir.
6. Bu türe en güzel örneklerden biri; Kayıkçı Kul Mustafa'nın Genç Osman Destanı'dır.
Not 1: Halk Edebiyatındaki en uzun nazım şeklidir. Bazı destanlarda dörtlük sayısının yüzü geçtiği görülür.
Not 2: Koşmadan farkı; uzun oluşudur.
Not 3: Âşık Edebiyatı nazım şekillerinden olan destan, milletlerin tarihine ait kahramanlıkları konu edinen halkın ortak malı olan destanlarla karıştırılmamalıdır.
2)DİNÎ-TASAVVUFÎ (TEKKE) HALK EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
A-İLAHİ:
İlahi, Allah'ı övmek, O'na dua etmek ve en büyük aşkın Allah aşkı olduğunu belirtmek amacıyla yazılmıs makamla okunan dini tasavvufi halk edebiyatı nazım şeklidir. Arapça kökenli bir kelimedir. Bir başka kullanımı da şaşma ve sitem bildiren ünlemdir.
İlahiler çok eski zamanlardan bu yana dinlerin ve inançların önemli bir parçasını oluşturmuştur. Her dinin ilahilere farklı bir bakışı vardır. Her dinin farklı ilahileri vardır. İlahiler bir dinin kutsal metinlerinin bir parçasını oluşturup, kutsi bir mahiyete sahip olabilir veya sadece o dinin inandığı Tanrı veya tanrısal mefhumları övmek için inananlar tarafından yazılmış, kutsiyeti bulunmayan metinler de olabilirler. İlahiler çoğu dinde din eğitiminin önemli bir parçasıdır. Bazı dinlerde ve inanışlarda ilahi söylemek bir tür ibadettir. Fakat, ilahi söylemek çoğu inanışta belirli ibadetlerin sadece bir parçasını oluşturur.
İlahiler tarikatlere göre değişik isimler alır. Mevlevilerde ayin, Bektaşilerde nefes, Alevilerde deme(deyiş), diğer tarikatlerde de cumhur ve ilahi adını alır.
İlahi nazım şeklinin öncüsü Yunus Emre'dir.Yunus Emre, şiirlerini halkın anlayabileceği sade bir dille yazmıştır.Hece ölçüsü kullanmıştır.11'li hece ölçüsünü kullanmıştır.Halkın içinden biri olduğu için halk tarafından çok sevilmiştir ve dili halkın dilidir.
Özellikleri:
1. Allah'ı övmek ve O'na yalvarmak için yazılan, Allah sevgisiyle, insan sevgisini bütünleştiren içten şiirlerdir.
2. Özel bir beste ile söylenir.
3. Hece ve vezninin 7'li, 8'li ve 11'li kalıbıyla söylenirler.
4. Dörtlüklerden oluşur. Dörtlük sayısı 3 ila 7 arasında değişir.
5. Genelde şiirin içinde şairin mahlası geçer.
6. İlahi denince akla Yunus Emre gelir.
Not: İlahiler tarikatlara göre farklı isimler alır: Mevleviler'de âyin, Bektaşilerde nefes, Aleviler'de deme, Gülşeniler'de tapuğ, Halvetiler'de durak, öteki tarikatlar da hur ya da ilahi gibi.
B-NEFES:
Nefes, dini temellere bağlı aşık edebiyatı nazım şekillerinden ilahilerin Alevi-Bektaşi aşıklarınca yazılanlarına denir. Konusu genellikle tasavvuftaki vahdet-i vücud, Alevi-Bektaşi ilkeleri, tarikat kurallarıyla ilgilidir. Dili sade bir Türkçe olan nefesler biçim olarak koşmaya benzer. Dörtlükler halinde hece ölçüsünün 7, 8, 11'li kalıpları ile ya da az da olsa aruzla yazılanlara rastlanmaktadır. Dörtlük sayısı 3-7 arasında değişir. Fazla da olabilir.
Özellikleri:
1. Bektaşi şairlerinin yazdığı tasavvufi şiirlerdir.
2. Genellikle, nefeslerde tasavvuftaki Vahdet-i Vücud felsefesi anlatılır.
3. Bunun yanında Hz. Muhammed (A.S.M) ve Hz. Ali (R.A) için övgüler de söylenir.
4. Nazım birimi dörtlüktür. Dörtlük sayısı 3 ila 8 arasında değişir.
5. Hece ölçüsüyle yazılırlar. Ama aruz ölçüsüyle yazılan nefesler de vardır.
6. Nefeslerde, kalenderâne ve alaycı bir üslup dikkati çeker.
7. Duygu ve düşünceleri nükteli bir şekilde ve zarafet ölçüleri içinde söylemek nefesin en belirgin özelliğidir.
C-DEME:
Halk edebiyatının "tasavvufi halk edebiyatı" ya da "tekke edebiyatı" denilen türü 12'nci yüzyılda Ahmed Yesevi ile başladı. Ama Anadolu'nun bu alandaki ilk ve en büyük şairi Yunus Emre'dir. Anadolu'da 19. yüzyıla değin çeşitli tarikatlarla gelişen bu edebiyat geleneğinin sürmesinde en önemli rolü Alevi-Bektaşi ve Melami-Hamzavi şairler oynadı.
Tekke edebiyatı şairleri, yalın bir dille, hece ölçüsüyle ya da aruzun heceye yakın yalın kalıplarıyla şiirler yazdılar. Tekke şiirinin genel adı, özel bestelerle okunan ve tarikatlara göre değişik isimlerle anılan ilahilerdi. Nazım birimi dörtlüktür; ama gazel biçimde yazılmış ilahiler de vardır. Bu edebiyatın düzyazı biçimini ise evliya menkıbeleri, efsaneler,masallar, fıkralar ve tarikat büyüklerinin yaşamlarını konu alan yapıtlar oluşturur. Genelde 8'li hece ölçüsü ile 4+4 kalıbıyla yazılır. Telmih, tenasüp, tezat, mübalağa gibi sanatlar sıkça kullanılır. Masiva yani Allah dışındakileri önemsememe söz konusudur. İlahilerin mevlidlerde bir ezgi ile söylenmesinin sebebi; hece ölçüsü, kafiye şeması ve ahenk unsurlarıdır.
Özellikleri:
1. Alevi ve Kızılbaş şairlerin kendi düşüncelerini dile getirdikleri şiirlerdir.
2. Bu şiirler Alevî tekkelerinde, tören sırasında sazla terennüm edilir.
3. Hecenin 8'li ölçüsü kullanılır.
4. 3 veya 5 dörtlükten oluşabilir.
D-NUTUK:
Nutuk, tarikata yeni giren dervişlere, tarikat derecelerini, tarikat adâbını öğretmek için söylenmiş şiirlerdir. Türkmen Alevi ve Bektaşilerinin, aşık tarzı halk edebiyatı nazım türü olan nefese verdiği isimdir. Türün en önemli temsilcisi Kaygusuz Abdal'dır.
1. Pirlerin ve mürşitlerin, tarikata yeni giren dervişlere öğüt vermek, çeşitli konularda bilgilendirmek ve tarikat derecelerini ve tarikat adabını öğretmek için söyledikleri şiirlerdir.
2. Şekil yönüyle koşmaya benzer.
E-DEVRİYE:
Devir kuramını anlatan şiirlere denir. Devir kuramı Muhammed'in "Ben nebî iken Âdem su ile çamur arasındaydı." hadisi ile ilgilidir. Mutasavvıflara göre vücut halindeki Muhammed, yeryüzüne sonradan gelmiştir. Halbuki ruh halindeki Muhammed ezelden beri vardı. Vakti gelen ruh maddi aleme iner. Önce cemâdata (cansız varlıklara) sonra nebata (bitkilere), hayvana, insana en sonra da İnsan-ı Kamil'e geçer. Oradan da Allah'a döner ve onunla birleşir. Bu inişe nüzul, tekrar Allah'a dönüşe de huruc denir. Bu inişi ve çıkışı anlatan şiirlere devriye denir.
Lâ mekân ilinde bir nokta iken ismi var, cismi yok yerden gelirim. Daha hiçbir nesne yaratılmadan kandilin içinde Nûr'dan gelirim. Dört nesneden yoğrulup da yapıldım şekillendim, fırınlara atıldım Mevla'm ruh verince ayağa kalktım Adem denen bir beşer'den gelirim.
1. Devir kuramını anlatan şiirlerdir.
Devir kuramı; Hz. Muhammed'in (a.s.m) "Ben Nebi iken Âdem su ile çamur arasındaydı" hadisi ile ilgilidir. Mutasavvıflara göre vücut halindeki Hz. Muhammed (S.A.S) yeryüzün sonradan gelmiştir. Halbuki ruh hâlinde olan Hz.Muhammed(A.S.M) ezelden beri vardır. Vakti gelen ruh maddî âleme iner. Önce cansız varlıklara sonra bitkilere, hayvana, insana en sonra da insan-ı kâmile geçer. Oradan da Allah (c.c)'a döner ve onunla birleşir. Bu inişe nüzûl Allah'a dönüşe de hurûç denir. Bu inişi ve çıkışı anlatan şiirlere devriye denir.
2. Ölçü ve uyak bakımından ilahiye benzer.
F-ŞATHİYE:
Dini ve tasavvufi halk şiirinde mizahi manzumelere genel olarak şathiye adı verilir. Şathiyeler, mutasavvıf şairlerce söylenmiş ya da yazılmış, tasavvufi inançları dile getiren, anlaşılması yorumlanmasına bağlı şiirlerdir. Tasavvufi konuları işleyenleri şathiyat-ı sûfiyâne adını alırlar. Şathiyelerde Allah'ın celâl sıfatının değil, cemâl sıfatının ön plana çıkarıldığı görülür. Bu tür şiirlere genellikle Bektaşi-Alevi şairlerinde rastlanır. Allah ile alay eder gibi yazılmış şathiyeler küfür sayılmıştır. Ama şathiyeler asla küfür değildir. Şathiyeler biçimce komik ve alaylı olabilir ama şathiyede aranan şiirin arkasındaki düşüncedir. Anlaşılıp yorumlandığında çok derin anlamlara sahip olduğu görülür. Şathiye çok derin tasavvufi konular işleyen felsefi şiirlerdir. Kaygusuz Abdal şathiye yazmıştır.
Özellikleri:
1. İnançlardan teklifsizce, alaycı bir dille söz eder gibi yazılırlar.
2. Görünüşte saçma ve dini esaslara aykırı sanılan bu şiirlerin içinde ince ve derin anlamlar, yorumlandığında tasavvufla ilgili değişik konuların olduğu görülür.
3. Nefesin bir türüdür.
4. Tanrıyla konuşur gibi şakalaşırcasına yazılan şiirlerdir.
3)ANONİM HALK (DİN-DIŞI) EDEBİYATI NAZIM BİÇİMLERİ
A-MANİ:
Başta aşk olmak üzere hemen her konuda yazılabilen bir halk edebiyatı nazım türüdür. Çoğunlukla 7 heceli dört dizelik bir bendden meydana gelir.Dizeleri 4-5-8-10-14 heceli kalıplarla söylenmiş maniler de vardır. Birinci, ikinci dördüncü dizeler birbirleriyle kafiyeli, üçüncü dize serbesttir. Yani kafiye dizilişi aaxa'dır. aaaxa düzeninde maniler de var. İlk iki dize hazırlık dizeleridir. Son iki dize ile anlam bağlantısı yoktur. Asıl anlatılmak istenen son iki dizede verilir. Bir çok mani çeşidi vardır. En çok kullanılanlar düz ya da tam mani, kesik mani, cinaslı mani, yedekli mani, artık mani'dir.
Düz Mani: Yedişer heceli dört dizeden oluşur. Kafiyeleri çokluk cinassızdır.
Kesik mani: Birinci dizesi 7 heceden az, anlamlı ya da anlamsız bir sözcük grubu olan maniler. Bu kesik dize sadece kafiyeyi hazırlar. Eğer meydan ve kahvehanelerde söylenen ve ilk dizeleri "aman aman" ünlemi ile doldurulan manilerse bunlara İstanbul manileri denir.
Cinaslı mani: Kesik manilerde eğer kafiye cinaslı ise bunlara cinaslı mani denir.
Yedekli (artık) mani: Düz maninin sonuna aynı kafiyede iki dize daha eklenerek söylenen maniler. Cinaslı kafiye kullanılmaz, birinci dizeleri anlamlıdır. Yedekli maniye artık mani de denir.
Deyiş: İki kişinin karşılıklı söylediği manilerdir. Soru yanıt şeklinde düzenlenir. Bir başka kişinin ağzındanmış gibi aktarıldığı şekilleri de vardır.
B-NİNNİ:
Çocuğun uyumasının sağlanması ya da ağlamasının durması için, sade bir dille ve hece ölçüsüne göre ezgili olarak söylenen ezgili şiirlerdir.Söyleyeni belli olmayan bu ürünler dörtlüklerden ve nakarat bölümlerinden oluşur. Özel bir beste ile söylenir. Bu sözler annenin o andaki ruh durumunu yansıtır. Ninniler genellikle mani türünde bir dörtlükten meydana gelen bir çeşit türküdür. Ninni, Divanü Lügati't Türk'de "balubalu" diye adlandırılır. Öteki Türk boylarında değişik isimler verilmiştir.
C-TÜRKÜ:
Türkçe söylenmiş şiir anlamına gelen "Türkü"nün "Türkî" sözünden geldiği görüşü ittifakla kabul edilmiş bir görüştür. Yani, "Türk" kelimesine Arapça "î" ilgi ekinin getirilmesiyle vücut bulmuştur. "Türk'e has" anlamına gelen bu sözhalk ağzında "Türkü" şekline dönüşmüştür.
Türkü sözü muhtelif Türk boylarında farklı kelimelerle isimlendirilirler. Türküyü Azeri Türkleri mahnı, Başkurtlar halk yırı, Kazaklar türki, türik halık äni, Kırgızlar eldik ır, türkü, Kumuklar yır, Özbekler türki, halk koşiğı, Tatarlar halık cırı, Türkmenler halk aydımı, Uygur Türkleri de nahşa, koça nahşisi derler.
Türkü terimi ilk defa XV. yüzyılda Doğu Türkistan'da aruz vezniyle yazılmış ve özel bir ezgi ile söylenmiş ürünler için kullanılmıştır. Burada değerlendirmeye çalıştığımız hece vezni ile söylenmiş türkülerin Anadolu'daki ilk örneğini ise, XVI. yüzyılda buluruz. Türkü şekline uygun ve türkü adını taşıyan sözünü ettiğimiz bu parça XVI. yüzyıl halk şairlerinden Öksüz Dede'ye aittir.
Özellikleri:
1. Türkülerde konu zenginliği vardır. Aşk, ayrılık, ölüm, tabiat, kahramanlık, güzellik başlıca konularıdır.
2. Hecenin yedili, sekizli en çok da on birli kalıplarıyla yazılırlar.
3. Türküler genelde dörder mısralı bentlerden oluşur.
4. Bazıları koşma şeklindedir.
5. Bazı türkülerde her bendin sonunda aynı dize veya dizeler tekrarlanır. Bu tekrarlanan dizelere nakarat (kavuştak) adı verilir. Nakaratların völçüsü bazen ana bentlerin ölçüsünden ayrı olabilir.
6. Türkülerin kafiye örgüsü genelde şöyledir: "aaab cccb dddb", "aaabb cccbb dddbb" veya "aaabcc dddbcc eeebcc" şeklindedir.
7. Türküler ait oldukları bölgelere göre adlar alırlar.
8. Genelde anonimdirler ama söyleyeni belli olan türküler de vardır.
D-AĞIT:
Ağıt, genellikle bir ölüm'ün ya da acı, üzücü bir olayın ardından söylenen halk türkü'südür. Doğal afet'ler, ölüm, hastalık gibi çaresizlikler karşısında korku, heyecan, üzüntü, isyan gibi duyguları ifade eden ezgili sözlerdir. Ağıt söylemeye ağıt yakma, ağıt söyleyenlere ise ağıtçı denilmektedir.Ağıtın İslamiyet Öncesi edebiyattaki adı sagu, divan edebiyatındaki adı ise mersiyedir. Türklerde ağıt geleneği çok eskidir. Anadolu'nun hemen her yerinde söylenir. Ağıtlar yarı anonim folklor ürünleri arasında da sayılabilir. Türkçe'de 7, 8 ve 10 heceli ağıtlar yaygındır. En çok rastlanılanı 8 hecelilerdir. Gösteri bölümüyle tiyatro, söyleniş biçimiyle şiirseldir.
Ağıtlar türkü ve destanla yakın ilişki içindedir. Erkeklerin söylediği ağıtlar varsa da ağıtları daha çok kadınlar söyler.
KAFİYE ÇEŞİTLERİ VE REDİF
REDİF Mısra sonlarında yazılışları, okunuşları, anlamları ve görevleri aynı olan eklerin, kelime ve kelime gruplarının tekrar edilmesine "redif" denir.
Dostları ilə paylaş: |