45. EL-VASİ'
İlmi ve merhameti her şeyi kuşatan, 1049 geniş ve müsâadekâr. 1050
Noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah'ın ilmi ve merhameti her şeyi kuşatmıştır. Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"Rahmetim herşeyi kuşatır. Onu, sakınanlara, zekatı verenlere ve ayetlerimize inananlara yazacağım." 1051
Allah'ın ilmi her şeyi kuşatır. Bu durum Kur'ân-ı Kerim'de 7 defa geçmektedir.
1. "Her nereye yönelirseniz, Allah'ın yüzü (zatı) oradadır. Şüphesiz ki Allah(ın rahmeti ve nimeti) geniştir. O, her şeyi bilendir." 1052
2. "Allah mülkünü dilediğine verir. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir." 1053
3. "Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allah'ın lütfü geniştir. O her şeyi bilir." 1054
4. "Allah size katından bir mağfiret ve bir lütuf vaadeder. Allah her şeyi ihata eden ve her şeyi bilendir." 1055
5. "De ki: Lütuf ve ihsan Allah'ın elindedir. Onu dilediğine verir. Allah'ın rahmeti geniştir. Ve o her şeyi hakkıyla bilir." 1056
6. "Bu Allah'ın, dilediğine verdiği lütuftur. Allah'ın lütfü ve ilmi geniştir." 1057
7. "Eğer fakir iseler, Allah lütfü kereminden onları zenginleştirir. Allah'ın lütfü ve ilmi geniştir.”1058
Allah'ın mağfireti boldur. Ayetlerde bu, şu şekilde ifade ediliyor:
"Ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabbin affı bol olandır. O, sizi daha topraktan yarattığı zaman ve siz annelerinizin karınlarında bulunduğunuz sırada (bile), sizi en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, kötülükten sakınanı daha iyi bilir." 1059
Allah hikmeti bol olandır. Nitekim Cenab-ı Hak şöyle buyuruyor:
"Eğer (eşler) birbirlerinden ayrılırsa Allah, bol nimetinden her birini zenginleştirir. (Diğerine muhtaç olmaktan kurtarır) Allah'ın lütfü geniş, hikmeti büyüktür." 1060
El-Vasî, Kur'ân'da dokuz defa zikredilmiştir. 1061
Allah Tealâ şöyle buyurur:
"Allah size katından bir mağfiret ve bir lütuf vâdeder. Allah herşeyi ihata eden ve her şeyi bilendir."1062
Allah. Teâlâ'nın sıfatlarının ve bu sıfatlarının taalluk ettiği şeylerin kapsamı çok geniştir. Kimse O'nu hakkıyla methü sena edemez. Bilakis O, ancak kendisinin kendisini övdüğü gibidir.
Azameti ve egemenliği çok geniştir, lütuf ve ihsanı yaygındır. Cömertlik ve ikramı çok büyüktür. 1063
Allahu teâlâ'nın kudreti ve rahmetinin ve diğer bütün sıfatlarının genişliği ve tükenmezliği, her zerrede görülüp duruyor, fakat insana en yalan yine kendi şahsıdır. İnsan kendi varlığında bu yüce sıfatların izlerini, nişanlarını daha iyi görebilir. Meselâ, insanların seslerine, konuşmalarına, simalarına, tavırlarına dikkat edilsin. Bütün insanlar, hep ayni maddeden ve ayni unsurdan yaratıldıkları halde, birbirinin tamâmiyle ayni olarak iki ses işitilemiyor. Bunu, kulak farkediyor. Birbirinin tamâmiyle aynı iki sîmâ görülemiyor. Bunu da göz ayırıyor. Yeryüzünde yaşıyan milyonlarca insanlardan sureti, sîreti, tavrı tamâmiyle birbirine benzeyen iki insan bulunamıyor.
Sonra insanlar arasında, bilgisi geniş, ihtisas sahipleri görüyoruz, bilgilerinden herkes faydalanıyor. Çok zengin ve merhametli insanlar vardır ki, dâima geniş ölçüde yardım etmekten zevk alır ve bunu yapmağa fırsat bulamadığı zaman keder duyar. Bâzı insanlar da vardır ki, gönülleri denizler kadar geniştir, terbiyesiz ve münasebetsiz hareketlerle karşılaşınca birdenbire hiddetlenip bulanmaz. Tahammülü geniştir, âkilâne ve hakîmâne davranır, birçok yolsuzların yola gelmesine sebep olur. Nasıl ki, denizler de, bir çok süprüntü ve daha başka kirli şeyler atıldığı halde bulanmaz. Eğer Allah, insanlarda El-Vâsı' isminin izlerini bu suretle göstermemiş olsaydı, insanlar içinde yüksek mütehassıslar yetişmez, eli bol cömertler görülmez, geniş yürekli insanlar bulunmazdı. Onlar bulunmayınca da onların yüzünden görülen faydalar hâsıl olmazdı. Şu halde, fayda verenlerle fayda görenler hep beraber Allah'a yönelip, bu ni'metinden dolayı hamd ü sena etmeleri lâzım gelirken, ne yazık ki, bu günkü dünya Allah'ı tamâmiyle unutmuş bir vaziyette bulunduğundan, nimete nail olanlar azmış, tuğyan etmiş, ötekiler de onlara tapmış, boyun eğmiş, aralarında Allah'ı bilenler hor ve hakîr kalmıştır. 1064
Kula Gereken Şey:
Kul bilmelidir ki, Allahu teâlâ Vâsi'dir. Yâni O'nun ilmi, rahmeti, kudreti, afv ve mağfireti geniştir ve her şeyi kaplamıştır. Allah'ın ilminden hiçbir şey gizlenemez; öyle ise her nerede olursa olsun kötülükten utanmalı. Kudretinden hiçbir şey kurtulamaz; Öyle ise fenalıktan çekinmeli. Merhameti boldur, öyle ise ancak O'na dönmeli. Suçları bağışlamakta, emir ve nehyinde genişliği sever. Binâenaleyh ümitsizliğe kapılmamalı ve ilâ-âhirihî. 1065
46. EL-HAKÎM
Bütün emirleri ve işleri yerli yerinde olan, 1066 buyrukları ve bütün işleri hikmetli. 1067
Allah (c.c.) her şeyi ölçüsüne göre yaratan, tedbirini en güzel yapandır. Bütün emir ve işlerini yerli yerince yapan hikmeti bol, ilmi geniş olan Yüce Allah noksan sıfatlardan münezzehtir. Hikmet, her şeyin en iyi yönünü, en üstün bir ilimle bilmek demektir. Hikmet adalet, düzen, doğruluk ve ilmin toplamına denildiği söylenmiştir.
El-Hakîm, hikmet sahibine tazim ifade eden bir kip olup manası bütün emir ve işlerinde yerli yerinde olan hikmetin de azamet sahibi manasını taşır.
El-Hakîm, Kur'an-ı Kerim'de bütün sûrelerin toplamında 91 yerde zikredilmiştir. Bunlar: "Ve hüve'1-azizü'l-hakim" (O aziz ve hikmet sahibidir.) "Ve hüve'l-alimu'l-hakim" (O her şeyi bilen ve hikmet sahibidir.) "Ve hüve'l-hakimu'l-alim" (O hikmet sahibi ve her şeyi bilendir.) "Ve huve'l-hakimu'l-habir" (O, hikmet sahibi ve her şeyden haberdardır.) "Ve huve'l-tevvabu'l-hakim" (O tevbeleri kabul eden hikmet sahibi.) "Ve huvel-aliyyu'l-hakim" (O hikmet sahibi yücedir.) "Ve huve'l-vasiu'l-hakim" (O ilmiyle ve merhametiyle her şeyi kuşatan hikmet sahibidir.)" şeklinde geçmektedir.
"Allah'tan başka ilah yoktur. Muhakkak ki Allah, evet O, mutlak güç ve hikmet sahibidir." 1068
Allah Teâlâ şöyle buyurur:
"O, kullarının üstünde her türlü tasarrufa sahiptir. O, hüküm ve hikmet sahibidir, her şeyden haberdardır." 1069
Allah Teâlâ hakimdir, mahlukatı arasında verdiği hükmün ve hikmetin kemaliyle muttasıftır. Hakim, geniş ilmi olan, işlerin başlangıcı ve sonucunu bilen, her yönüyle övülen, eksiksiz güç ve kudret sahibi ve rahmeti bol olandır. O, her şeyi yerli yerine koyan, yaratması ve idare etmesinde herşeyi layık oldukları yere yerleştirendir. Ona hiçbir soru yöneltilemez, hikmetine laf edilemez.
O'nun hikmeti iki türlüdür:
Birincisi; O'nun yaratmasındaki hikmettir. O, mahlukatı hak üzere yaratmıştır. O'nun yaratması hakkı ihtiva etmektedir. Bütün mahlukatı en güzel nizam ile yaratmış, en mükemmel şekilde tertip etmiş ve her yaratığa kendisi için en uygun yaratılış biçimini vermiştir. Hatta bütün mahlukatın her bir parçasına ve bütün canlıların her bir organına kendi biçimini ve şeklini vermiştir. Hiç kimse O'nun yaratmasında en ufak bir boşluk, bir eksiklik, bir bozukluk göremez. Bütün insanlık âleminin akılları bir araya gelse dahi, Rahman'ın yaratmasının bir benzerini veya O'nun kainata yerleştirdiği sağlam ve güzel nizama yakın bir nizamı teklif edemezler. Onların buna nereden gücü yetecek ki, içlerinden en akıllıları ve filozofları O'nun hikmetlerinden pek çoğunu tanıdıklarını zannederler; halbuki onlar kainattaki nizam ve intizamın ancak bir kısmım görebilmişlerdir. Bu husus, O'nun büyüklüğünün, sıfatlarındaki mükemmelliğinin, yaratma ve idare etmedeki sonsuz hikmetlerinin bilinmesi île malum olan kesin bir gerçektir. Allah, kullarına meydan okumuş ve yaratılışta herhangi bir bozukluk ve eksiklik var mı diye kainata tekrar tekrar bakmalarını ve düşünmelerini emretmiştir. Böyle yapsalar dahi gözler mutlaka yorgun olarak geri dönecek ve O'nun yaratıklarından herhangi bir şeyi tenkidden aciz kalacaklardır.
İkincisi; şeriatinde ve emirlerindeki hikmettir. Şüphesiz ki Allah Teâlâ şeriatlar ve kanunlar koymuş, kitaplar indirmiş ve kendisini kullara tanıtsın ve nasıl kulluk edeceklerini öğretsinler diye peygamberler göndermiştir. Hangi hikmet bundan daha güzeldir ve bundan daha büyük bir lütuf ve iyilik olabilir mi? Çünkü Allah Teâlâ'yı tanımak, hiçbir ortak koşmaksızın sadece O'na kulluk etmek, ihlasla O'na ibadet edip hamdetmek, O'na şükretmek ve sena etmek, kullarına O'nun kesinlikle en büyük ihsanıdır ve en değerli nimetidir. Bu, ebedî saadete ve cennet nimetlerine kavuşmanın yegane sebebi olduğu gibi, dünyada da en büyük saadettir, kalplerin ve ruhların sevincidir. O'nun şeriatı ve emirlerinde, bütün iyiliklerin kaynağı, zevklerin en mükemmeli, yaratılışın, ceza ve mükafatın, cennet ve cehennemin yaratılış gayesi olan bu büyük hikmetten başkası olmasaydı bu dahi yeterli olurdu.
Bu böyledir. O'nun şeriatı ve dini her türlü hayrı ihtiva eder. O'nun verdiği haberler kalpleri ilim, yakın, iman ve sağlam akide ile doldurur. Kalpler onlarla doğru yolu bulur ve sapmaktan kurtulur. Bütün güzel huylar, salih ameller ve hidayetler bu haberlerle elde edilir. O'nun emirleri ve yasakları en büyük hikmeti, din ve dünyanın ıslahını ve imarını ihtiva eder. Allah Teâlâ kulların ya tamamen veya çoğunlukla iyiliklerine olan şeyden başkasını emretmez. Yasakladığı şeyler de ya tamamen veya çoğunlukla zararlarına olan şeylerden başkası değildir.
Kalplerin, ahlâkın ve amellerin düzeltilmesi gayesi İslâm şeriatının hikmetindendir. Bu gaye, dünyanın ıslahı içindir. Dünya işleri ancak Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği hak din ile gerçek mânâda düzelebilir. Bu, her akıl sahibinin gördüğü bir gerçektir. Çünkü Muhammed ümmeti, bu dini bütün esaslarıyla ve insanları yönelttiği prensipleriyle ayakta tuttuğu zaman onlar son derece istikamet ve iyilik üzere olmuşlardır. Ondan uzaklaştıkları, yönelttiği şeylerin çoğunu terkettikleri ve yüce prensiplerinin kılavuzluğundan vazgeçtikleri zaman dinleri bozulduğu gibi dünyaları da bozulmuştur. Aynı şekilde kuvvet ve medeniyette büyük bir seviyeye ulaşmış diğer milletlere de bak... Fakat onlar dinin ruhundan, rahmetinden ve adaletinden uzak kaldıkları zaman sahip oldukları medeniyetin zararı faydasından, kötülüğü iyiliğinden büyük olmuştur. Bilim adamları, düşünürleri ve siyaset adamları bu uygarlığın sebep olduğu kötülükleri önlemede acze düşmüşlerdir. Aynı hal üzere devam ettikleri sürece buna asla güçleri yetmeyecektir. Bu sebeple Hz. Muhammed'in (s.a.v.) getirdiği din ve Kur'an'ın, onun ve getirdiği şeylerin doğruluğunun en büyük delili oluşu da Allah'ın hikmetindendir. Çünkü bu din sağlamdır, eksizsizdir ve ona ancak Kur'an'la ulaşılır.
Özetle "el-Hakîm" ismi bütün mahlukat ve şer'î hükümlerle ilgilidir. Bunların hepsi yerli yerincedir, hiçbirisinde bir fazlalık ve eksiklik yoktur. Allah Teâlâ, kaderi hükümlerinde, şer'î hükümlarinde ve cezai hükümlerinde "Hakîm"dir. Kaderi hükümlerle şer'î hükümler arasındaki fark şudur: Kader, O'nun yaratmasına ve takdir etmesine bağlıdır. Allah'ın dilediği şey olur, dilemediği şey olmaz. Şer'î hükümler O'nun koyduğu kurallarla ilgilidir. Kul, bu ikisinden veya birisinden uzak olamaz. Kim Allah'ın sevdiği ve razı olduğu şeyi yaparsa onda bu iki hüküm birleşmiş olur. Kim buna aykırı bir iş yaparsa onda da kaderi bir hüküm ortaya çıkar. Onun yaptığı şey Allah'ın kazası ve kaderi ile vaki olmuştur. Allah'ın sevdiği ve razı olduğu şeyi terketmiş olduğundan şer'î hükmün içinde bunun yeri yoktur. Hayır ve şer, itaat ve isyan hepsi kaderi hükümlerle ilgili ve onlara tabidir. Bunlardan Allah'ın razı olduğu ve sevdiği şeyler ise şer'î hükümlere tabidir ve onlarla ilgilidir. 1070
Hakim, hikmet sahibi demektir. Allahu teâlâ'nın buyrukları ve yasakları hep hikmettir ve kullar için, hayr ve menfaat kaynağıdır. Bu buyruklar Kitap ve Sünnet'in ta'rîfine göre îfâ edilirse, ona mahsus hayr ve menfaat husule gelir, insanlar bilmediğini öğrenir, her an terakkî eder, fakat îfâ edilmezse hayr ve menfaat kesilir, terakkîde durur.
Allah'ın yasak ettiği şeylere dikkat edilsin. Her biri insanlar için birer âfettir. Bu âfetleri, haram ve halâli yaratan Allah'tır. Onları yapabilecek kuvvet ve kudreti veren de O'dur. Bununla beraber haramı yasak eden, halâli mubah kılan da O'dur. Bundaki hikmeti, imtihandır. Bu imtihanla herkes kendi kıymetini ve insanlar birbirlerinin sadâkat derecelerini öğrenmiş olacaklardır. Yoksa Allahu teâlâ, yasak ettiği şeylere riâyet edenlerle etmîyenleri, daha kendilerini yaratmazdan önce biliyordu.
Allahu teâlâ'nın hiçbir işi de hikmetsiz ve faydasız değildir. Fakat gerek emir ve nehiylerindeki, gerek işlerindeki hikmet ve fâidelerin gayesi, kâinatın intizâmı ve mukadder olan vakte kadar devamıdır. Yoksa kendi zâtına âit bir menfaat değildir. Çünkü Allah'ın hiçbir şey'e ihtiyacı yoktur ve hiçbir beklediği de yoktur. Kâinatın küçük bir modeli olan vücûdumuza şöyle bîr ibret gözü ile bakarsak görürüz ki, varlığımızdan her uzvun bir hizmeti vardır ve her şey yapacağı hizmete uygun olarak yaratılmıştır. Hiçbir şey hizmetinde aksaklık göstermez, sû-i isti'mâl yapmaz. îşte a'zâmızın birbirine uygunluğu, sadâkati ve hizmetini güzel yapması sayesindedir ki, "menfaat-i müştereke" meydana geliyor.
Menfaat-i müştereke dediğimiz, eceli tamamlanıncaya kadar, ferdin yaşamasından ibarettir. Ferdin yaşaması için vücûdumuzda ayrı ayrı hizmet gören birçok makinaların birleştiği müşterek hedef de, vücûde lâzım olan gıdanın alınıp üğünmesi ve vücûda muzır maddelerin dışarıya atılması... Modelde gördüğümüz bu tertip ve intizâmın bütün kâinatta da böyle olduğuna şüphe yoktur. Kâinatın her cüz'ü, sadâkatle yapmakta olduğu vazife ile, mensûb olduğu küllün selâmetini te'mîn etmiş oluyor. Fakat bu kânunlar, bu hikmetler ne kadar derin ve ne kadar çok, bunların ihatasına imkân yok... 1071
Kula Gereken Şey:
Bir kul ibâdet kastiyle, Allahu teâlâ'nın bu sonsuz hikmet deryalarını düşünür, sezebildiği kadar görür, görebildiği kadar îmânı kuvvetlenir, parlaklığı artar. Meselâ, vücûdumuzun devamı için alacağımız gıda methaliyle (girişiyle) vücûdumuza zararlı maddeleri atacağımız mahrecin yaradılış tarzını düşünmek bile insanı: "Yâ Rabbi! Ne büyüksün, ne hakimsin!" demeğe mecbur eder. Öyle ya, evvelkisi gözlerimize ve burnumuza yakın yaratılmıştır. Çünkü yemeğin nefasetini görelim, duyalım, iştahımız artsın. Bir de, şayet yemekte muzır bir madde varsa veya ekşimiş ise atalım. Fakat iğrendiğimiz mevaddı gaitanın (dışkı maddelerinin) mahreci (çıkışı) de, his kuvvetlerimize mümkün olduğu kadar uzak yaratılmıştır.
Sübhâna'llâh mâ a'zama'llâh.. 1072
Dostları ilə paylaş: |