57. EL-MUHSÎ
Her şeyi tek tek bütün ayrıntılarıyla bilen1187, Nâ-mütenâhî de olsa, bir bir her şeyin sayısını bilen. 1188
"Her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Cenab-ı Hak ilmiyle her şeyi bilen, her şeyi ayrıntılı ve toplu olarak kuşatandır. O her şeyin gizliliklerine vakıf olan ve her şeyi tek tek ve bütün ayrıntılarıyla bilendir.
"El-Muhsî", "eşyayı bütün ayrıntılarıyla bilip ihata eden, insanların dünyada yapıp unuttuğu bütün işleri bir bir sayarak ahirette hatırlatan demektir" denilmiştir.
El-Muhsî, sözlükte "ardun muhsatun" yani "çakılı bol yer" demektir ki iyilikler sayılamazlar. Çünkü bu sayılamayan bir durumdur. Yani bu güç yetirilip zaptedilemez.
Ancak Allah sayılması mümkün olmayan bir şeyi noksansız bilir. Çünkü nâmütenahilik ona aittir.
Yaratılan ne kadar çok olursa olsun bir sonu vardır. Allah ise sonsuz ilim ve kudrete sahiptir.
Bu isim Kur'ân-ı Kerim'de isim kipiyle gelmemiş ancak Esmâ-i Hüsnâ ile ilgili hadiste yer almıştır. Kur'an-ı Kerim'de ise şu şekilde işaret edilmiştir:
"Göklerde ve yerde olan herkes istisnasız, kul olarak Râhmân'a gelecektir." 1189
"Biz, her şeyi apaçık bir kitapta (levh-i mahfuz’da) sayıp yazmışızdır." 1190
"Biz ise her şeyi bir kitapta sayıp yazmışızdır." 1191
Hakîkî nâ-mütenâhîlik Allahu teâlâ'ya mahsustur. Mahluk ne olursa olsun nâ-mütenâhî olamaz, fakat biz mübalâğa ma'nâsı ifâde etmek için bu kelimeyi mahlûk hakkında kullandığımız olur. Bu hakîkî değil mecazîdir. Meselâ, deniz suyunun damlaları ve bu damların zerreleri ne kadardır? Elbette bir sayısı vardır. Lâkin bunu bilmek bizim idrâkimizin çerçevesine sığmaz. Çünkü bizim o zerreleri saymağa kudretimiz yoktur. Bizim ölçümüze sığmayan bu sayıyı, muayyen bir rakamla ifâde edemediğimizden nâ-mütenâhîdir deyip geçiyoruz. Allahu teâlâ ise her şeyi olduğu gibi görür ve bilir, yâni bütün mevcudatın toptan bir yığın hâlinde, birbirinden seçilmez, karışık bir şekilde değil, cinslerini, nevilerini, sınıflarını, fertlerini, zerrelerini birer birer saymış gibi gayet açık görür ve bilir. Allahu teâlâ, yerde ve göklerde her şeyin sayısını, nâmütenâhî de olsa, ihsâ ettiği gibi, müddet-i hayâtımızda ne kadar nefes alıp verdiğimizi de sayar, bilir. İyi, kötü bütün yaptıklarımızı, bir bir bilir ve her ne yapıyorsak bir bir defterimize, hesabımıza kaydeder. İcâbında bir bir ortaya kor ve söyler. Alîm, Habîr, Şehîd ism-i şeriflerinde olduğu gibi, bu isimde de, dostlarını teşvik, düşmanlarını tehdit vardır. 1192
Kula Gereken Şey:
Mademki bütün istediklerimizi Allahu teâlâ bir bir görüyor ve biliyor, o halde yapacaklarımızı yaparken bunu düşünmek, hayr veya şer, eğri veya doğru, iyi veya kötü olup olmadığını hesâb etmektir. Hiçbir lâhza gaflet etmemek, her vakitte, her nefeste, her harekette, her sükûnda kendini gözetip uyanık bulunmak cidden büyüklüktür. 1193
58. EL-MÜBDİ
İlkin yaratan,1194
"El-Mübdî", "Cenab-ı Hakk'ın varlıkları ilkin yaratması, mahlukâtın tamamını yoktan maddesiz ve örneksiz olarak ilk defa varetmesi" demektir.
Sözlükte, "başlangıç bir iş, ilk iş ve acaip iş" demektir.
Allah Tealâ şöyle buyuruyor:
"(Onlar mı hayırlı) yoksa ilk baştan yaratan, sonra yaratmayı tekrar eden ve sizi hem gökten hem yerden rızıklandıran mı? Allah'tan başka bîr ilah mı var?"1195
"İlkin mahlukatını yaratıp (ölümden) sonra bunu (yaratmayı) tekrarlayan O'dur ki, bu, O'nun için pek kolaydır. Göklerde ve yerde (tecelli eden) en yüce sıfat O'nundur. O, mutlak güç ve hikmet sahibidir.”1196
mahlûkâtı maddesîz ve örnekslz olarak ilk baştan yaratan. 1197
Ezelde, yâni zaman ve mekân mefhumları yokken, Allahu teâlâ vardı. Kendisiyle beraber başka birsey yoktu. Kendi kendine bir menfaat veya bir mazarrat veya herhangi bir şey yapabilecek hiçbir mevcut olmadığı gibi, bâzıları tarafından bugün kendisinde bir te'sîr ve kudret bulunduğu sanılan tabiat da yoktu. Velhâsıl ortada hiçbir şeyin örneği ve vücûdunun malzemesi, nizam, varlığının vâsıtaları, sebepleri yokken yalnız Allah vardı.
Sonra Allahu teâlâ, varlığını ve kemâlini duyurmak, mahlûkâtını sonsuz rahmet ve lûtfuna doyurmak, hikmetiyle kâinatı yaratmak istedi ve istediği şekil ve nizam üzerine yarattı. Her şeyin ilk örneğini meydana çıkardı ve her şeyin yaşamasını ve kendi cinsinin çoğalıp üremesini bir takım sebeplere, vâsıtalara, nizamlara, kânunlara bağladı. Bütün bunlar, Allahu teâlâ'nın emr ü fermanına musahhar, mahlûku ve memlûküdür. 1198
İlk İnsanın Yaradılışı:
Arz küresi, yaratıldığından beri nice değişiklikler geçirmiştir. Orada en son insan yaratılmış olduğuna göre, dünyâda hiç insan yokken, onun ilk örneğini -büyük babasının maymun olduğunu iddia edenlerin hilâfına olarak-kupkuru topraktan meydana getirmiş ve sonra insan zürriyetinin devamını, erkek ve kadın nutfelerinin birleşmesine bağlamıştır. Yeryüzünde yaşayan, henüz cinslerinin sayısını bilemediğimiz hayvanâtın menşei de yine o topraklar!
Allah her şeyi, ne derin, ne ince, ne değişmez nizamlara bağlamış; her sene bahar mevsiminde o kapkara topraklardan, hadsiz hesapsız bir uzviyet âleminin fışkırıp çıktığını da görüp duyuyoruz. Güneşten yere akan hararet dalgalarıyle, denizlerden yükselen buharlar, yukarıda tekasüf ederek, kar veya yağmur hâlinde yine yeryüzüne yağıyor. Bu karların ve yağmurların yeryüzüne yağmasiyle, hayat verici nehirler, ırmaklar hâsıl oluyor. Ağaçlar, nebatlar gözlere fer, gönüllere ferahlık veren yemyeşil ovalar, sıra sıra ormanlar, renkleri, kokuları, şekilleri başka başka, sayıya gelmez çiçekler meydana geliyor, bu sayede her mahlûkun ilk örneğini veren o topraklar, öteden de onların binbir çeşit gıdalarını, binbir çeşit devalarını ve daha birçok menfaatlarıni, zînetlerini hazırlamak ve vermekle meşguldür.
Bütün bu işlerde, tabiatın veya herangi bir kuvvetin hakîkî dahl ve te’sîri var mıdır? Yaradılmışlar içinde hakîkaten te’sîr ve kudret sahibi herhangi bir şey bulunduğunu ve mesela güneşin bizzat her şeye hayat ve hareket verebileceğini zannetmek şirktir. Nitekim birçok insanlar, yıldızlara, aya, güneşe veya kendi arlarında yetişen kahramanlara, hakîkî kuvvet ve kudret sahibidir diye, bir Tanrı gibi tapınmışlardır. İnsanlık şeref ve gururunun doğrayan ne çirkin faciadır bu. Olan biten her şeyde ilk te’sîr ve kudret nasıl Allahu teâlâ’nın ise, yine öyledir ve dâimâ da öyle olacaktır. Sebeplerde, vasıtalarda hiçbir te'sir yoktur. Toprağın altından bir otu, bir mantarı dürten güneş değildir, belki güneş vâsıtasiyle Allah'tır. Fakat bu O’nun vâsıtaya ihtiyâcından değil, yaratılan şeyleri halden hâle, tavırdan tavıra, şekilden şekle geçirerek, tedbir ve terbiyesinin, azamet ve kudretinin, rahmet ve re’fetinin izlerini basiret sâhiplerine göstermek hikmetindendir. Tabiata tapanlar düşünmelidir ki, toprağın tabiatı ölülük ve durgunlukdur; o halde bu ölü toprakları harekete geçiren, faâliyete sevkeden ve onu üzerinde yaşayan mahlûklar için bitmez tükenmez bir kaynak haline getiren kimdir? 1199
Kula Gereken Şey:
Her şeyden evvel kendi şahsını ve ilk yaradılışını düşünerek, kupkuru topraklardan böyle görür, işitir, düşünür, konuşur, nazik, zarif bir mahlûk meydana getiren ve aslında ölüden başka bir şey olmayan toprakta bunca tahavvülatı göstren ve onu bu derece tekâmüle erdiren ancak Allahu teâlâ’nın kudret ve rubûbiyeti olduğunu ve bunların hiç birinde, velevki zâhiren olsun, başkasının dahli bulunmadığını kat'i surette tasdik etmeli ve yaratılıp durmakta olan mahlûkattan hiçbirini, hiçbir veçhile Yaratan'a denk tutarak, alt tarafı Cehennem çukuruna inen şirk uçurumuna yuvarlanmaktan son derece sakınmalıdır. 1200
Dostları ilə paylaş: |