56. EL-HAMÎD
Övülmüş, senaya layık olan, her bakımdan övülen, 1176 ancak kendisine hamd ü sena olunan, bütün varlığın diliyle biricik öğülen. 1177
Hamd edilmeye layık Allah noksan sıfatlardan .münezzehtir.
Allah'ı, övgüye değer her türlü sena ile överiz. Bütün hamd ve övgü; övgü ve sena sahibinedir. O'ndan başka her türlü hamde layık kimse var mıdır? Bilakis bütün hamd O'nadır. O'ndan başka övgüye değer kimse yoktur. O her halükârda darlıkta da genişlikte de her türlü övgüye layıktır. Çünkü her türlü noksan sıfatlardan münezzeh olan Allah (c.c.) hikmet sahibi ve övülendir. Mü'minler daha Kitab-ı Mübin'in başlangıcında O'na hamdü senada bulunurlar ve dünyada da ahirette de "bütün hamd alemlerin Rabbinedir"1178 derler. Ve onların dualarının, niyazlarının sonu da alemlerin Rabbi olan Allah'a hamd ile biter.
Cennet halkının sözleri ve halleri göz önüne alındığında Allah'a hamdin sonu yoktur.
Ey Allah'ım! Celâlin, kudretinin gereği ve hükümranlığının büyüklüğü nasılsa sana sonsuz bir hamd ile seni övmek istiyoruz. Çünkü diller seni övmekten acizdir.
El-Hamîd "Kur'ân'da 17 defa zikredilmiş olup şu ifadelerle gelmektedir: "El-Ganiyyu'l-Hamid" (Her şeyden müstağni övülmeye layık), "Ve huve'l-azizu'l-hamid" (Aziz ve övgüye değer), "Ve huve hamidun mecid" (O övülen ve şanı yüce olandır), "Ve huve hakimun hamid" (O hikmet sahibi övgüye layık olandır), "Ve huve veliyyul-hamid" (O veli ve övülmeye layıktır.) 1179
Yüce Allah şöyle buyurur:
"Ey İnsanlar! Allah'a muhtaç olan sizsiniz. Zengin ve övülmeye layık olan ancak O'dur." 1180
İbnu'l-Kayyım, Allah Teâlâ'nın iki yönden hamîd olduğunu söyler:
Birincisi; bütün mahlukat O'nun hamdini söyler. Göklerin ve yerin ilk sakinlerinden son sakinlerine kadar hepsinin yaptığı her türlü övgü ve senaya, yine onların dünyada ve ahirette yaptıkları her türlü övgü ve senaya ve henüz yapmadıkları fakat zaman geçtikçe yapmaları mukadder olup ulvî ve suflî bütün varlık âlemini ve onun bir benzerini dolduracak sayısız övgü ve senaya Allah Teâlâ pek çok yönden layıktır: çünkü Allah onları yaratmış, rızıklandırmış, görünür ve görünmez, dinî ve dünyevî pek çok nimeti onlara vermiş, bela ve musibetlerden onları korumuştur. Kullar hangi nimete kavuşmuşsa hepsi Allah'tandır; hangi kötülükten kurtulmuşlarsa o da Allah'tandır. O halde her an ve her lahza kulların Allah'a hamdetmeleri, O'nu övmeleri ve O'na şükretmeleri gerekir.
İkincisi; Allah Teâlâ'ya, güzel isimlere, yüce ve mükemmel sıfatlara sahip olması sebebiyle hamdedilmesidir. Bütün kemal sıfatlar ve bu sıfatların en mükemmelleri ve en büyükleri O'na aittir. O'nun sıfatlarından herbiri en büyük hamde ve övgüye layıktır. Bütün mukaddes sıfatlarından dolayı kendisine nasıl hamdedileceğini düşünmek gerekir. Zatı sebebiyle O, hamde layıktır; sıfatları sebebiyle hamde layıktır ve fiilleri sebebiyle hamde layıktır. Çünkü O'nun fiilleri hep lütuf ve ihsan ile adalet ve hikmet arasında döner dolaşır. Bu da O'nun hamdin en büyüğüne layık olduğunu gösterir. O'nun yaratması, şeriatı, kaderle ve şeriatla ilgili hükümleri, dünya ve ahirette uyguladığı cezaî hükümleri, hepsi O'na hamdetmeyi gerektiren hususlardır. Allah'a yapılan hamdın ayrıntıları ve hamdi gerektiren sebepler tasavvur edilemeyecek ve yayılamayacak kadar geniş ve kapsamlıdır.1181
Hamd, ihsan sahibi büyüğü övmek., tazîm fikri ve teşekkür kasdiyle medh ü sena etmektir. Her mevcut hâl diliyle olsun, kâl diliyle olsun, Allahu teâlâ'yı tesbîh ve takdis etmektedir. Bütün hamd ü senalar O'na mahsustur. Hamd ü şükürle kendisine ta'zîm ve ibâdet olunacak veliy-yi ni'met ancak O'dur. O'nun karşısında kimse hamd ve ta'zîm edilmeye lâyık olamaz. Çünkü hamd ü senayı îcâbettiren bütün kemâlât ancak O'ndadır. Her ni'metin mevlâsı da ancak O'dur.
Farzedelim bir fen adamı, kudretinin dışında denecek kadar mükemmel bir makine îcat etmiş.. O makine kendi kendine işler, konuşur, yazar, muhabere eder, eşyanın resimlerini alır, sesleri zapteder ve daha birçok işler yapar. Mucidi, büyük bir kalabalık muvacehesinde bu makinenin son tecrübelerini de yapıp istediği gibi işlediği görülünce, umûmun alkışlarını kazandığı gibi, bizzat o makine bile, mükemmel surette kendinden beklenen neticeleri vermiş olmakla mucidini alkışlamış, takdir ve tahsîn etmiş sayılır. Bunun gibi - nankör insanlardan mâada - zerrelere varıncaya kadar bütün mevcudat, bildiği kadar O Sâni-i Hamîd'in kemâlâtını sayıp dökerek, her lâhza O'nu övüyor, mehdü sena ediyor, alkışlıyor ve hep bir ağızdan minnettarlığını i'lan ediyor. 1182
Vasıtalı, Vasıtasız Nimetler:
Allahu teâlâ kuluna verdiği hayat, akıl, mantık, suret, sîret gibi vasıtasız ni'metlerden dolayı nasıl hamd ü senaya müstahik ise (hak kazanmışsa, değerse), vâsıta ile, meselâ, insan eliyle sevkettiği ni'metlerden dolayı da yine ancak O, hamd ü senaya müstahiktir. Çünkü insan eliyle gelen ni'meti ve getiren insanı yaratan, o ni'meti o insanın emir ve tasarrufu altına koyan ve onu mahalline vermek için gönlünde arzu uyandıran, vermeyi kolaylaştıran, verme yollarını açan, buna mâni' olacak engelleri kaldıran hep Allah'tır; başkası değil.1183
Allahu Teâlâ Zâtında Hamîddir:
Yâni Allah'ın Hamîd olması, insanların kendisine hamd etmesine bağlı değildir. İnsanlar, ister hamd etsin ister etmesin, O had-di zâtında Mahmûd ve hamd ü senaya müstahiktir. Allahu teâlâ Hamîd olduğu içindir ki, mahz-i rahmeti, kerem ve inayeti ile, insanlara menfaatlarını kazanmak için bir takım vazifeler, mazarratlardan korunmak için de bir takım sakınmalar emretmiştir. Onun için mâlî olsun, bedenî olsun, yâhud fikre, ahlâka, içtimaiyata âit bulunsun, her saatin kendine mahsûs ve Allah'ın emriyle yapılması gereken bir vazifesi vardır. Yine Allah'ın lûtf ve ihsanı olarak, her vazîfenin kendine mahsus bir kazancı, rûhânî bir zevki ve feyzi vardır. Bu vazifeler sırf Allah rızâsı için yapılırsa, ona mahsûs olan feyz husule gelir, insan bilmediklerini öğrenir, her an terakki eder. Fakat vazife yapılmazsa feyz kesilir, terakki de durur. İşte bu vazifeleri teşrî buyurup da, o vâsıtalarla kullarına ni'metler ulaştıran da O'dur. Sonra küfür ve insanı küfre ileten bütün kötülüklerden son derece sakınılmasını emretmekle, âhirette, son büyük mahkemede, en ağır ve en büyük cezaya çarpılmaktan muhafaza buyuran da O'dur. Çünkü küfrün cezası müebbed cehennemlikdir. İnsanoğlunun yapabileceği en büyük cinayet de küfürdür. Bir adam küfürden daha büyük bir cinayet yapacağına söz verse, bu söz boş ve kıymetsiz bir lâkırdıdır. Çünkü küfürden daha büyük bir cinayet yapılamaz. Buna fîi'len imkân olmadığı gibi, fikren de imkân yoktur. 1184
Cinayetler Ne İle Ölçülür?
Bir cinayetin büyüklüğü, küçüklüğü, meydana getirdiği mazarratın genişliği ile ölçülür. Meselâ, bir adam eliyle, diliyle bir şahsı mutazarrır edebilir, bu bir suçtur; fakat öldürürse daha büyük bir suç irtikâb etmiş olur. Allah göstermesin, kundak koymuş, birçok evlerin yanmasına, bir çok ailelerin perişanlığına sebep olmuş... bu daha büyük. Bütün bir köye, bir memlekete, ülkeye, bütün bir millete zarar yapmış.. Bunların dereceleri hep biribirinden büyüktür. Yapılan suçun genişliği bâzan da dolayısiyle olur. Meselâ, bir mahallenin veya bir köyün gözbebeği bir zât olur. Bütün o mahalle veya köy halkı, yedi yaşından yetmiş yaşına kadar, o zât için parçalanırlar, ona ufak bir zarar gelse, derhal hepsi birden o zararı yapana düşman olur, buğzederler, intikam alırlar. Niçin? Çünkü o zât, o mahallenin hamişidir. Açları doyurur, çıplakları giydirir, yetimleri terbiye eder, işgüç sahiplerine sermâye verir, câhillerine nasihat, büyüklerine hürmet, küçüklerine şefkat muamelesi yapar. Bu sebepten bütün mahalleli, o zâta candan bağlıdır, o kadar ki, onun üzerine ufak bir toz konmasına bile tahammül edemezler...
İşte böyle bir zâta karşı gerek içlerinden, gerek dışarıdan biri bir terbiyesizlik yaparsa, hepsi birden ona düşman kesilirler. Evlerde, meclislerde, çarşı ve pazarlarda hep ona lanet ederler. Halbuki o kimse ahâliye bir fenalık yapmış değildir. Lâkin umum ahâlînin sevgisini kazanmış bir zâta hakaret etmesi dolayısiyle, bütün o halka fenalık etmiş sayılır. Bâzı ilim ve fen adamları vardır ki, onlar bir milletin değil, bütün beşeriyetin hürmetini kazanmıştır. Biri bu zâta karşı fena bir muamelede bulunursa, bütün dünyâyı incitmiş olur.
Peygamberlere karşı, terbiye ve edep dışı sözlere cesaret edenler, bütün ümmeti gücendirmiş olmaz mı ve bütün ümmet bir dâvâcı sıfatiyle onun yakasına yapışmaz mı? Bu ne büyük cinayettir. Bir bedbaht utanmadan Resûl-î Ekrem salla'llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretlerine dil uzatırsa, milyarlarca ümmet-i Muhammed'e tecâvüz etmiş sayılmaz mı?
Mes'eleyi bu noktadan mülâhaza edince, birisi Allahu teâlâ'yı inkâr etmekle veya buyruklarını hâşâ tenkit etmekle veya her ne suretle olursa olsun ülûhiyet şânına lâyık olmıyacak bir fikir, bir söz söylemek veya bir iş yapmış olmakla, kendini karalarda gezen, denizlerde yüzen bütün arz sâkinlerinin, göklerdeki mahlûkâtın, arşın, fersin velhâsıl zerreden kürreye kadar bütün mahlûkâtın lâ'netine hedef etmiş olur. Hattâ kendi vücûdunun eczası ve hücreleri bile kendisine lâ'net eder. Çünkü terbiyesizlik ettiği zât, kendi de dâhil olduğu halde, bütün kâinatın Halikı, mürebbîsi, râzıkı, nigehbânı, hâmisi velhâsıl her şeyidir. Allahu teâlâ'nın mülkünden başka bir köşe, bir bucak olmadığından, bir kâfir, kâinatın hangi noktasında bulunsa, hep lâ'netle karşılanacak, hiçbir yerde bir tek güleryüz görmeyecek, bir tek tatlı söz işitmeyecek, her taraf onun için cehennem kesilecektir. Düşünmelidir ki, insan oğlu küfürden daha büyük cinayet yapmağa muktedir midir? 1185
Kula Gereken Şey:
Her hâlinde, dâima, bilhassa küfür karanlıklarını açıp, göğüslerde îmân nuru uyandırdığından dolayı, Allahu teâlâ'ya hamd ü sena etmek, yâni şuurla "El hamdü li'llâhi Rabbi'l-âlemîn" demektir. 1186
Dostları ilə paylaş: |