El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 4 Âl-i İmrân Sûresi'nin Devamı ve Nisa Suresi



Yüklə 2,2 Mb.
səhifə11/77
tarix30.07.2018
ölçüsü2,2 Mb.
#64211
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   77

ayetlerİn açıklaması


Okuduğumuz ayetler, Uhud Savaşı hakkında inen ayetlerin devamı niteliğindedir. Bu ayetlerde, Medine'den Uhud'a doğru gitmekte olan müminler ordusundan ayrılan ve onları yalnız bırakan münafık gurubun durumuna değiniliyor ve onların savaşta öldürülenler için söylediklerine cevap veriliyor. Yine bu ayetlerde şehitlerin öldürülmelerinden sonraki durumları anlatılıyor ve onlara Allah'a yakınlık makamında sunulan nimetlerden söz ediliyor ve arkalarından gelecek kardeşlerine ilişkin duydukları sevinç dile getiriliyor.

"(Bedir Savaşında) iki katını (düşmanın) başına getirdiğiniz bir musibet, (Uhud Savaşında) sizin de başınıza gelince mi..." Bilindiği gibi daha önceki ayetlerden birinde yüce Allah, müminlere kafirler gibi olup öldürülen kardeşlerine üzülmelerini, onlar için hayıflanmalarını yasaklamıştı. Bu yasaklamayı açıklarken hayat ve ölüm konusunun kendi ellerinde değil, sırf Allah'ın yetkisinde olduğunu belirtmişti. Yetki O'nun elinde olduğu için de yakında veya uzakta olmak, savaşa katılmak veya seferden geri kalmak gibi bahanelere sığınmanın anlamsız olduğunu vurgulamıştı. Bu açıklamadan sonra tekrar aynı konuya dönerek bu ayette Uhud Savaşındaki başarısızlığın tabiî sebep-sonuç yasası ışığında beliren yakın sebebine parmak basıyor ve bu başarısızlığın sebebinin, Uhud günü yaptıkları emre itaatsizlik olduğunu belirtiyor.

Söz konusu itaatsizlik, birinci derecede okçuların mevzilerini bo-şaltmaları ve ikinci derecede de yarı yolda geri dönenlerin ve savaşa katılmayanların tutumudur. Kısacası başarısızlığın sebebi, müminlerin komutanları ve rehberleri olan Peygamberin emirlerine uymamaları, korkuya kapılıp gevşekliğe uğramaları ve savaş hakkında görüş ayrılığına düşmeleridir. Bu da doğal geleneğe (yasaya) ve normal gelişmelere göre bozgunun sebebi olmuştur.

Buna göre ayetin anlamı şöyledir: Karşı tarafa iki katını tattırdığınız, başlarına iki misli getirdiğiniz bir musibet neden sizin başınıza geldi, biliyor musunuz? Bu musibet, sizin kendinizden ve tutumunuzdan başınıza geldi. Şöyle ki, fetih ve zafer sebebini kendi ellerinizle işlemez hale getirdiniz, komutanınıza itaatsizlik ettiniz, korkuya kapılıp gevşekliğe uğradınız ve görüş ayrılığına düştünüz.

Bu ayette, Müslümanların başına gelen musibeti "iki katını (düşmanın) başına getirdiğiniz" sıfatı ile nitelendiriliyor. Bu nitelendirme ile müminlerin Uhud Savaşında uğradıkları musibet, kâfirlerin başlarına Bedir Savaşında gelen musibetle karşılaştırılıyor. Uhud Savaşında müminlerden yetmiş kişi öldürülmüştü. Oysa Bedir günü kâfirlerin uğradığı musibet bunun iki katı idi. Çünkü Bedir günü kâfirler yetmiş ölü ve yetmiş esir vermişlerdi ki, bu bilânço müminlerin Uhud Savaşındaki yetmiş ölüsünün iki katı bir kayıp demekti.

Bu nitelendirmede müminlerin kalplerindeki taşkınlığı teskin etmek ve uğranılan musibeti küçümsemek vardır. Çünkü müminler düş-manlarına tattırdıkları musibetin yarısına uğradıklarına göre üzülmeleri ve yasa gömülmeleri yersizdir.

Başka bir görüşe göre de ayetin anlamı şöyledir: "Bu musibeti siz kendiniz tercih ettiniz. Çünkü müminler Bedir Savaşında aldıkları esirleri fidye karşılığında serbest bırakmayı tercih etmişlerdi. Oysa esirlerle ilgili hüküm, öldürülmeleri yolunda idi. Ayrıca kendilerine şöyle bir şart da koşulmuştu ki; 'eğer esirleri fidye karşılığında serbest bırakmayı kabul ederseniz, gelecekteki bir savaşta o esirler kadar kişi sizden öldürülür.' Bu şarta rağmen Müslümanlar, 'Razıyız. Biz fidyeleri alır, onlardan yararlanırız. İlerdeki bir savaşta bizden öldürülenler olunca öldürülenlerimiz şehit olur [ve bu yüzden zarar etmemiş oluruz]' demişlerdi."

Ayetin devamı, yani, "Allah'ın her şeye gücü yeter" ifadesi bu ikinci açıklamayı teyit eder. Hatta onun doğruluğuna delil oluşturur. Çünkü ayetin bu son cümlesi daha önceki açıklama ile, ancak zorlama yolu ile bağdaşabilir. Bunun rivayete dayalı delili, "Ayetlerin hadisler ışığında açıklaması" bölümünde Ehl-i Beyt İmamlarına dayalı bir rivayet olarak gelecektir.

"İki topluluğun karşılaştığı gün başınıza gelenler..." (iki ayetin sonuna kadar.) Bu iki ayetin birincisi az önce değindiğimiz açıklamayı teyit eder. Bu açıklama şu idi: "De ki: Bu, sizin kendinizden kaynaklandı." ifadesinden maksat müminlerin Bedir günü aldıkları esirleri fidye karşılığında serbest bırakmaları ve Allah'ın bu konuda kendilerine koştuğu şartı kabul etmeleridir. Öyle olunca, bu musibetin başlarına gelmesi, Allah'ın izni iledir. Daha önce değinilen ilk açıklamaya, yani ayetin anlamının "Bu musibete uğramanızın direkt (yakın) sebebi, Peygamberin emrine karşı gelmenizdir" biçiminde olmasına gelince, görünüşe göre bu anlam ile uğranılan musibeti, Allah'ın iznine bağlamak arasında bir uyum, bir bağdaşma yoktur. Bu açıkça görülüyor.

Söylediklerimizin ışığı altında musibetin başa gelmesini Allah'ın iznine dayandırmak; "Bu, sizin kendinizden kaynaklandı." ifadesinin açıklaması niteliğini taşır. Ayrıca bu dayandırma, "müminleri ayırt et-mesi..." ifadesi ile bağlantı kurmaya zemin hazırlar. Bu bağlantının kurulması ile münafıkların durumunu, söyledikleri sözleri, bu sözlere verilen cevabı, Allah yolunda öldürülmek biçimindeki bu ölümün mahiyetine ilişkin açıklamanın gündeme gelişinin yolu açılmış olur.



"ya da savunma yapın..." Yani eğer Allah yolunda savaşmıyorsanız, hiç olmazsa namusunuzu ve can güvenliğinizi savunun. "Onlar o gün imandan çok küfre yakındılar." ifadesinin orijinalinde geçen "lam" harf-i cerri "ilâ" anlamındadır. Ayette belirtilen bu durum [yani imandan çok küfre yakın olmaları] münafıkların açık (zahirî) küfre göre hâlleridir [batınî küfre yani münafıklığa göre değil]. Münafıklığa gelince, zaten bu davranışları ile onun içine düşmüşlerdi.

"Ağızlarıyla kalplerinde olmayanı söylüyorlardı..." İfadedeki "ağızlarıyla" kelimesi hem anlamı pekiştirmek için, hem de ağızlar ile kalpler arasındaki karşılıklığı gözetmek için kullanıldı.

"Onlar (evlerinde) oturup, (savaşta şehit düşen) kardeşleri hakkında, 'Eğer bizi dinleselerdi öldürülmezlerdi' diyenlerdir." Ayette sözü edilen kardeşlikten maksat soy kardeşliğidir ki, bunlar Uhud Savaşı şehitleridir. "Kardeşler" vurgulaması, "evlerinde oturup" ifadesi ile bir araya gelince daha etkili bir kınama ve ayıplama anlamı versin diye yapıldı. Çünkü onlar evlerinde oturup kardeşlerinin yardımına koşmadıkları için savaşa katılan kardeşleri o acı öldürülmelere maruz kaldılar. "De ki: Eğer doğru söylüyorsanız, ölümü kendi başınızdan savın bakalım!" ifadesi münafıkların az önceki sözlerine yönelik bir cevaptır. İfadedeki "idreû" kelimesi "der" kökünden "baştan savmak, defetmek" anlamına gelir.

"Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanma..." Bu ayette müminlere hitap etmekten vazgeçilerek Peygamberimize (s.a.a) hitap etmeye yönelme vardır. Bunun gerekçesini defalarca, okuduğumuz ayetlerin tefsiri esnasında açıklamıştık. Fakat bu hitabın, "Eğer doğru söylüyorsanız ölümü kendi başınızdan savın bakalım!" hitabının tamamlayıcısı olması da muhtemeldir.

Ölmek demek, bilincin ve eylemin yok olması demektir. Bu yüzden "Bilakis onlar diridirler... sevinç içindedirler..." ifadesinde her iki kavram da zikrediliyor. Çünkü birinci ayette yer alan "rızıklanma" bir eylem ve ikinci ayette yer alan "kendilerine verilenlerden dolayı se-vinç içinde olma ve yine diğerlerine korku ve üzüntü bulunmadığı müjdesinin sevinci içinde olma", şuurluluk gerektiren ruhi hâllerdir.

"Öyle ki onlar Allah'ın lütuf ve kereminden kendilerine verdiklerinden dolayı sevinç içindedirler..." Ayetteki "ferihî-ne=sevinç içindedirler" kelimesinin kökü olan "fereh" kelimesi, üzüntünün karşıtıdır. "Yestebşirûne" fiilinin kökleri olan "beşaret, buşra" kökleri, "insanı sevindiren haber" demektir. Yine bu fiilin kökü olduğu "istibşar" kelimesi, "müjde aracılığı ile sevinme isteği" anlamını taşır. Buna göre ayetin anlamı şudur: Onlar hazır buldukları, karşılarında gördükleri ilâhî lütuf yüzünden sevinç içindedirler. Ayrıca arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan kardeşlerinin iyi durum-ları konusunda kendilerine ulaşan müjde sebebi ile de sevinç arıyorlar. Bu müjde kendilerine katılacak kardeşleri için hiçbir korkunun ve üzülmenin söz konusu olmayacağıdır.

Bu ayetten iki gerçek ortaya çıkıyor. Birincisi; bu Allah yolunda öldürülenlere, dünyada kalan seçkin müminlerin haberleri ulaşmakta, gelmektedir.



İkincisi; söz konusu müjde müminlerin amellerine verilecek sevap ve ödüldür. Ki bu da onlar için hiçbir korkunun ve üzülmenin bulunmamasıdır. Bu müjde, onların bu ödülü, içinde ikamet ettikleri yurtlarında görmeleriyle gerçekleşiyor. Çünkü bu konuda o şehitler, deliller aracılığı ile sonuca ulaşma [şehitlik makamından yola çıkarak kıyamette onlara korku ve üzüntü olmayacağı sonucuna varma] pozisyonunda değil, (mükâfat ve ödülü) gözle görme pozisyonundadırlar. Buna göre bu ayet, insanın ölümden sonra kıyamet gününe kadar bir ara yerde (Berzah âleminde) kaldığı yolunda delil oluşturuyor. "Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin..." (Bakara, 154) ayetini incelerken, Berzah kavramını gündeme getirerek bu konuda ayrıntılı bir açıklama yapmıştık.

"Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin... sevinci içindedirler." Burada dile getirilen sevinç duyma isteği, hem başkalarının, hem de kendilerinin hâlleri dolayısıyla duyulan genel bir sevinç isteğidir. Bunun delili "Allah'ın müminlerin mükâfatını zayi etmeyeceği" ifadesidir. Çünkü buradaki ödül, bu mutlak hâli ile her iki kesimin ödülünü de kapsamına almaktadır. Belki de müjdeden duyulan sevincin ve ilâhî bağışın (keremin) tekrarlanmasındaki incelik budur. Bu ayet üzerinde iyice düşünün.

Bu ayetlerde fazl=kerem ve nimet isimleri nekire=belirsiz olarak ve onların Rableri katında rızıklanma eylemi de müphem olarak [ne ile rızıklandırıldıklarına işaret edilmeden] zikrediliyor. Bunun sebebi okuyanın ve işitenin zihninde mümkün olan bütün ihtimallerin canlandırmasına yol açılmasıdır. Yine bu gerekçe ile korku ve üzüntü de müphem bırakıldı. Böylece olumsuz söz dizimi içinde bu müphemliğin genellik [onlara hiçbir korku ve üzüntü olmadığı] anlamı vermesi istendi.

Bu ayetlerin incelenmesinden şu dört sonuç çıkıyor: Birincisi; bu ayetler müminlerin ödülünü açıklama amacı güdüyor. İkincisi; bu ödül onların Allah katındaki rızıklarıdır. Üçüncüsü; söz konusu rızk Allah'ın sunduğu bir nimet ve lütuftur. Dördüncüsü; bu nimet ve lütuf onlar için korkunun ve üzüntünün söz konusu olmayacağı müjdesinde somutlaşmaktadır.

Şu cümle, yani "hiçbir korku ve üzüntü bulunmadığı" ifadesi şaşırtıcı bir cümledir. Bunun üzerindeki irdeleme ne kadar derinleştirilirse nükte, incelik ve kolay açıklanabilirlik özelliklerine bağlı olarak anlamı daha da genişlik kazanır. İlk aşamada göze çarpan anlamına göre korku ve üzüntü onlardan, yani şehitlerden kaldırılmıştır. Korku; insanın sahibi olduğunu düşündüğü mutluluktan herhangi bir unsurun yok olmasını gerektiren mümkün veya muhtemel bir şeyden kaynaklanır. Aynı şekilde üzüntü de böyle bir sonucu gerektiren bir durumun gerçekleşmesi sebebi ile meydana gelir. Buna göre belâlar veya bütün sıkıntılar, ancak henüz gerçekleşmemişken korku konusu olurlar. Gerçekleştiklerinde korku kaybolur ve onun yerini üzüntü alır. Buna göre herhangi bir tersliğin gerçekleşmesinden sonra korku ve gerçekleşmesinden önce üzüntü olmaz. [Yani korku; herhangi bir belânın gerçekleşmesinden önce olur, üzüntü ise belânın gerçekleşmesinden sonra meydana çıkar.]

O hâlde bir insandan korkunun mutlak anlamda kalkması, ancak sahip olduğu nimet türlerinin hiçbirinin yok olmaya maruz kalmaması yani yokluk ihtimalinin olmaması hâlinde gerçekleşir. Nitekim bir insandan üzüntünün mutlak anlamda kalkması da, ancak ne işin başında ve ne sahip olduktan sonra mutluluğun hiçbir unsurunu kaybetmediği zaman mümkün olabilir. Bu açıklamanın ışığında yüce Allah'ın insandan korkuyu ve üzüntüyü mutlak anlamda kaldırmasının anlamı, insanın yararlanması ve haz alması mümkün olan her şeyin Allah tarafından üzerine yağdırılması ve bu imkânların yok olmaya maruz kalmamasıdır. İşte insan için mutluluğun sürekli olması ve insanın sürekli mutluluk içinde kalmasının anlamı da budur.

Bundan anlaşılıyor ki, korkunun ve üzüntünün olmaması insanın Allah katında rızıklandırılmasının ta kendisidir. Nitekim yüce Allah şöyle buyuruyor: "Allah katındaki daha hayırlıdır." (Âl-i İmrân, 198) "Allah katında olan kalıcıdır." (Nahl, 96) Bu iki ayet, Allah katındaki nimetlerin kalıcı olduğuna, bahtsızlıkla (ceza ve ukubetle) karışmadığına ve yok olmaya açık olmadığına delil oluşturur.

Bu açıklamadan ortaya çıkan bir diğer sonuç da şudur: Korkunun ve üzüntünün yok olması, doğrudan doğruya nimetin ve lütfun varolması demektir ki, bu da ilâhî bağıştır. Fakat bu kitabın başlarında anlattığımız ve ilerde "İşte bunlar Allah'ın kendilerine nimet verdiği peygamberler... ile beraberdirler." (Nisâ, 69) ayetinde değineceğimiz üzere Kur'an terminolojisinde nimet kelimesi mutlak olarak zikredildiği zaman ilâhî velayet (yetkililik, velilik) anlamına gelir. Buna göre ayetin anlamı şöyledir: "Allah onların işlerini üzerine alır ve onlara bağışını tahsis eder".

Ayette geçen "fazl=kerem" kelimesinin, onların amelleri ile hakkettiklerinden fazla olan bir armağan ve "nimet" kelimesinin de amellerinin karşılığı anlamında olması ihtimaline gelince, bu anlam, "Allah'ın müminlerin mükâfatını zayi etmeyeceği" ifadesi ile bağdaşmaz. Çünkü ödül alabilmek ancak onu hakketmekle olur. Daha önceden öğrenmiş olmalısın ki bu cümleler, yani "Rableri yanında rızıklanır-lar.", "Öyle ki, Allah'ın lütuf ve kereminden dolayı sevinç içindedirler", "Onlar, Allah'tan gelen nimet ve keremin... müjdesinin sevinci içindedirler." ve "Allah müminlerin mükâfatını zayi etmeyeceği" ifadeleri tek bir ortak gerçeğe varıp dayanırlar.

Bu ayetlerde incelenecek başka konular da vardır. Bunların bir bö-lümü "Allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin" (Bakara, 154) ayetinin tefsiri sırasında işlendi. İnşallah uygun yerler gelince, Allah bizi bu konu ile ilgili elimizden gelen diğer geniş incelemeleri yapmaya muvaffak eder.

 


Yüklə 2,2 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   7   8   9   10   11   12   13   14   ...   77




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin