El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi


"İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz."



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə20/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   48

"İhramdan çıktığınız zaman avlanabilirsiniz." Bu, yasaktan sonra

gündeme gelen bir emirdir. Dolayısıyla, yasak sonrası serbestlik-

 

Mâide Sûresi 1-3 ............................................................ 283

 

ten öte bir anlam ifade etmez. [Ayette geçen "haleltum", "hall"



kökündendir.] Gerek "hall" ve gerekse [if'âl kalıbına uyarlanmış türevi

olan] "ihlâl" (yani, mücerred ve mezid) aynı anlamı ifade ederler;

ihramdan çıkışı yani.

 

"Sizi Mescid-i Haram'dan alıkoyduklarından dolayı bir topluluğa olan



kininiz, sizi haddi aşmaya sürüklemesin." Araplar, "Ceremehu /

yecrimuhu" derler ve bununla "ona yükledi." anla-mını kastederler.

Günah işleyen insanın yüklendiği vebale de "cerîme" denilmesi bu

yüzdendir. Malî ve benzeri cezalar da, suçluya yüklenmesi açısından

"cerîme" olarak isimlendirilir. Ragıp el-Isfahanî, kelime-nin asıl

anlamının "kesmek" olduğunu söylemiştir.

Ayetin orijinalinde geçen "şeneân" ise, düşmanlık ve kin anlamına

gelir. "Sizi engelledikleri için" anlamına gelen "en

seddûkum" cümlesi, ayette geçen "şeneân=kin, düşmanlık" sözcüğünden

bedel veya atf-ı beyandır. Ayetin anlamının özü şudur:

Sizi Mescid-i Haram'ı ziyaret etmekten alıkoyan bir topluluğa karşı

beslediğiniz kin, Allah'ın sizi onlara karşı üstün hâle getirmesinden

sonra, sizi saldırganlığa sürüklemesin.

 

"İyilik ve takva üzerinde yardımlaşın; günah ve haddi aşma üzerinde



yardımlaşmayın." Bu ifadenin anlamı açıktır. Bu anlam, İslâm'ın

insanlar arası ilişkiler için öngördüğü yasanın esasını oluşturur.

Yüce Allah Kur'ân'da "birr=iyilik" kavramını ibadetlerde ve muamelelerde

"iman ve ihsan" şeklinde açıklamıştır: "Asıl iyilik (birr) o



kimsedir ki, Allah'a ve ahiret gününe... inandı." (Bakara, 177) Buna

ilişkin değerlendirmelerimizi sunmuştuk. Takva ise, Allah'ın emir

ve yasaklarını gözetmek demektir.

 

Dolayısıyla, iyilik ve takvada yardımlaşmak, Allah'tan korkma



(takva) esasına dayalı olarak iman ve salih ameller üzerinde birleşmek

demek olur. Sosyal İslah ve takva yani. Bunun karşıt tablosu

ise, günah ve haddi aşma üzere yardımlaşmaktır. Günahtan

kasıt, mutlu bir hayat açısından geriletici bir etken olan kötü ameldir.

Haddi aşmaktan, gerçek insan haklarına saldırı kastediliyor.

İnsanların can, ırz ve mal güvenliklerini ortadan kaldırmak ya-

 

284 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

ni. Daha önce, "Ey inananlar! Sabredin; (düşman karşısında) topluca



sebat gösterin; sürekli (ilişki içinde ve) hazırlıklı olun." (Âl-i

Imrân, 200) ayetini kitabımızın 4. cildinde tefsir ederken konuya bir

parça açıklık getirdik.

Ardından yüce Allah günah ve haddi aşmakta yardımlaşmaya

ilişkin yasağı şu ifadelerle pekiştiriyor: "Allah'tan korkun. Çünkü

Allah'ın azabı çetindir." Bu, gerçekte tekit üzerine tekit ve vurgu

üzerine vurgudur.

 

"Size (şunlar) haram kılındı: Leş, kan, domuz eti, Allah'tan başkası



adına boğazlanan..." Bu dört madde, bu sureden önce inen En'âm

ve Nahl gibi Mekke inişli surelerde ve Bakara suresi gibi Medine'-

de inen ilk uzun surede zikredilmiştir. Yüce Allah şöyle buyurmuştur:

"De ki: Bana vahy olunanda, yiyen kimse için haram kılınmış

bir şey bulamıyorum. Ancak leş yahut akıtılmış kan yahut domuz

eti -ki pistir- ya da Allah'tan başkası adına bogazlanmış bir fısk

olursa başka. Ama başkasına zarar vermeden ve sınırı aşmadan

kim bunlardan yemek zorunda kalırsa, bilsin ki Rabbin bagışlayandır

ve esirgeyendir." (En'âm, 145)

"Allah size leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni

kesin olarak haram kıldı. Ama kim zulmetmeden ve sınırı

aşmadan mecbur kalırsa, ona bir günah yoktur. Çünkü Allah bagışlayandır,

esirgeyendir." (Bakara, 173) [Aynı içerik az bir farkla

Nahl suresinin 115. ayetinde de vurgulanmıştır.]

Görüldüğü gibi ayetler, tefsirini sunduğumuz ayetin baş tarafında

haram olduğu zikredilen dört maddenin haramlığını ortaya

koymaktadır ve ayetin sonunda yer alan istisna cümlesi açısından

da bu ayetle benzerlik oluşturmaktadır: "O hâlde kim, (istekle)



günaha yönelmeden açlık hâlinde dara düşerse, (bunlardan yiyebilir;

çünkü) hiç şüphesiz Allah bagışlayan ve esirgeyendir." Dolayısıyla

Mâide suresinin bu ayeti, diğer ayetlerle ortak anlamları

açısından söz konusu ayetleri destekleyici bir nitelik arz etmektir.

Daha doğrusu bunlara, özellikle leş, kan ve domuz etine ilişkin

yasak, Mekke inişli En'âm ve Nahl surelerinin inişinden daha önce

 

Mâide Sûresi 1-3 ............................................................ 285

 

hükme bağlanmıştır, yasalaştırılmıştır. Çünkü En'âm suresindeki



ilgili ayet, üç maddenin veya sadece domuz etinin yasaklanışını

"rics" (pis-necis) oluşlarıyla gerekçelendiriyor. Bu da pis-necis (rics)

şeyleri yemenin haram olduğuna delâlet eder. Oysa yüce Allah

bisetin ilk dönemlerinde nazil olan "Müddessir" suresinde şöyle

buyuruyor: "Pİslikten kaçın." (Müddessir, 5)

Aynı şekilde ayette: "bogulmuş, vurulmuş, yukarıdan düşmüş,



boynuzlanmış ve yırtıcı hayvan tarafından parçalanarak ölmüş

olan hayvanlar." şeklinde sıralanan durumların tümü leş hükmündedir.

Bunun kanıtı da, "kestikleriniz hariç" ifadesidir. Ayette bu

şekilde özel olarak zikredilmeleri, leş kavramının kapsamına girmeyi

gerektiren durumları açıklama amacına yöneliktir. Dolaysıyla,

ayet yeni bir yasamaya gitmeden yenilmesi yasak olan şeylere

daha fazla bir açılım getirmiştir.

Yine ayette, "dikili taşlar üzerine bogazlanan hayvanlar ve fal

oklarıyla bölmeniz. Bunlar yoldan çıkmaktır." şeklinde sıralanan

hususlar, ilk kez bu surede zikredilmelerine karşın, yüce Allah bunların

veya ikincisinin -en zayıf ihtimal olmasına rağmen- haram kılınışını,

fısk (yoldan çıkma) olmalarıyla gerekçelendiriyor. Fısk ise

En'âm suresindeki ilgili ayette haram kılınmıştır. Ayrıca, "(istekle)

günaha yönelmeden" ifadesi ayette zikredilen hususların haram

kılınışlarının dayanağının onların günah olmaları olduğuna delâlet

etmektedir. Bakara suresinde ise günahın haram kılındığı belirtilmiştir.

Ayrıca yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Günahın açıgını da



gizlisini de bırakın!" (En'âm, 120) "De ki: Rabbim, ancak fuhuşları,

gerek açıgını, gerek kapalısını ve [ismi yani] günahı... haram etmiştir."

(A'râf, 33)

Dolayısıyla açıkça anlaşılıyor ki, tefsirini sunduğumuz ayetin

haram kılınan maddeler bağlamında saydığı şeyler, yeni bir eklemede

bulunmuyor, sadece Mekke ve Medine inişli ayetlerde haram

oldukları belirtilen etler ve yiyecekler sıralanıyor.

 

"Boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan düşmüş, boynuzlanmış ve yırtıcı

hayvan tarafından parçalanarak ölmüş olan hayvanlar -henüz canları

 

286 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

çıkmadan kestikleriniz hariç-." Ayetin Arapça metninde geçen

"munhanika" kelimesi, boğularak ölen hayvan demektir. Hayvanın,

kendiliğinden veya bir dış etken tarafından bilinçli olarak boğulması

arasında fark yoktur. Aynı şekilde bunun hangi aletle yapılmış

olması da durumu değiştirmez. Örneğin, nefes almasını önleyecek

şekilde bir iple boynunun sıkılması ya da başının iki tahta

arasında sıkıştırılması gibi. Nitekim bu ve benzeri uygulamalar

cahiliye Arapları arasında oldukça yaygındı.

"Mevkûze" kelimesi, 'ölünceye kadar dövülen hayvan' demektir.

"Mutereddiye" ise, 'bir dağ uçurumu veya bir kuyu gibi yukarıdan

düşerek ölen hayvan' anlamına gelir.

"Natîha" da, 'bir başka hayvan tarafından boynuzlanarak öldürülen

hayvan' için kullanılan bir ifadedir. "Mâ ekele's-sebuu=yırtıcı

hayvanın yediği"nden maksat, yırtıcı bir hayvan tarafından eti yenen

hayvandır. Çünkü "yeme" fiili tamamı yenilen şeyle ilintili olarak

kullanıldığı gibi, bir kısmı yenilen şeyle ilintili olarak da kullanılır.

Yırtıcı hayvan ifadesiyle de arslan, kurt ve kaplan gibi yırtıcı

hayvanlar kastedilmiştir.

 

"Henüz canları çıkmadan kestikleriniz hariç" ifadesi, yukarıda

sayılanlar içinde boğazlanacak durumda olanların istisna tutulması

amacına yöneliktir. Bununla da boyundaki dört damarın kesilmesi

kas-tedilmiştir. Ancak bunun için, söz konusu hayvanda kuyruğun

hareket etmesi veya nefes alış verişi gibi canlılık belirtilerinin

olması gerekir. Söylediğimiz gibi istisna, sayılan hayvanların içinde

kesilmeye elverişli olanların tümüyle ilintilidir. Istisnayı sadece

sonuncusuyla ilinti-lendirmenin kanıtı yoktur.

Ayette "boğulmuş, vurulmuş, yukarıdan düşmüş, boynuzlanmış,

yırtıcı hayvan tarafından parçalanarak ölmüş" şeklinde sıralanan

durumların tümü, "leş" kavramına giren hususlardır; onun

nesnel karşılıklarıdır. Söz gelimi, yukarıdan düşmüş veya boynuzlanmış

hayvanlar, düşmenin ve boynuzlanmanın sonucu ölmeleri

durumunda haram olurlar. Bunun kanıtı da "kestikleriniz hariç."

ifadesidir. Şurası bir gerçektir ki, adı geçen hayvanlar canlı olduk-

 

Mâide Sûresi 1-3 ......................................................... 287

 

ları sürece yenmezler. Ancak can verdikten sonra yenilirler. Bu da



ya boğazlanma sonucu gerçekleşmiş bir ölümdür ya da değildir.

Yüce Allah boğazlanma durumunu istisna ettiğine göre, haram

olma durumu için, söz konusu hayvanların boğazlanmaksızın yukarıdan

düşme veya boynuzlanma sonucu ölmeleri kalıyor.

Örneğin bir koyun bir kuyuya düşse, sonra oradan sağ salim

olarak çıkarılsa, koyun kısa bir süre yaşadıktan sonra kendiliğinden

veya boğazlanma sonucu ölse, ona "yukarıdan düşmüş"

denmez. Bunun kanıtı da ayetin akışıdır. Çünkü ayette sayılan

hayvanların tümünün söz konusu durumlarda ölmüş olmaları esas

alınmıştır. Ölümleri de boğulma, vurulma, yukarıdan düşme ve

boynuzlanma gibi niteliklere isnat edilmiştir.

Leş kavramının somut karşılıkları kapsamında özellikle bu hususların

zikredilmesinin nedeni, bazı zihinlerde belirebilecek bir

vehmi ortadan kaldırmaktır. Böyle bir vehim de bunların nadiren

karşılaşılan durumlar olmalarından ötürü leş olmadıkları sanısına

dayandırılır. Çünkü zihin, bir kavramın yaygın karşılığını esas almaya

yatkındır. O da bir hastalıktan veya sürpriz olmayan bir başka

nedenden hayvanın ölmesidir. Bu yüzden yüce Allah, karışıklığı

ortadan kaldırmak ve haramlığa açıklık getirmek amacıyla leş

kavramının bu az rastlanan karşılıklarını birer birer saymıştır.

"Dikili taşlar üzerine boğazlanan" Ragıp el-Isfahanî, el-Müfredat

adlı eserinde şöyle der: Nasb, dik duracak şekilde koymak demektir.

Mızrak, bina veya taş dikmek gibi. en-Nasib, bir şeyin üzerine

konulan taş demektir. Çoğulu, "nasaib" ve "nusub"dur. Arapların,

taptıkları ve üzerlerinde kurbanlarını kestikleri bu tür dikili taşları

vardı. Yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Onlar dikilenlere dogru koşar



gibidirler." [Meâric, 43] Ve yine şöyle buyurmuştur: "Dikili taşlar

üzerine bogazlanan..." [Mâide, 3] Bu kelimenin çoğulu olarak "elensab"

kelimesi de kullanılır. Nitekim şu ayette bu anlam şu kelimeyle

ifade edilmiştir: "...dikili taşlar, şans okları..." [Mâide, 90]

"en-Nusb" ve "en-nasab" kelimeleri, yorgunluktan bitkin düşmek

demektir..." [el-Müfredat'tan alınan alıntı burada sona erdi.]

 

288 ....................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

Şu hâlde dikili taşlar üzerinde kesilen hayvanların etlerinin haram



kılınmasından maksat, bu hususla ilgili cahiliye geleneğinin

sürdürülmesinin önlenmesidir. Çünkü cahiliye döneminde Araplar,

Kâbe'nin etrafında birtakım taşlar dikmiş, bunları kutsuyor ve üzerlerinde

hayvanlarını kesiyorlardı. Bu, bir putperestlik geleneği

idi.

 

"Fal oklarıyla bölmeniz" Ayette geçen "el-ezlam" kelimesi, 'fal



okları' demektir. Fal oklarıyla bölmek, devenin -veya başka bir

hayvanın- ok çekimi sonucu paylaşılması, kimin pay alacağının ve

kimin almayacağının ve aynı zamanda değişik payların oklarla belirlenmesi

demektir ki bu, kumardır. Tefsirimizin ikinci cildinde,



"Sana içkiyi ve kumarı sorarlar." (Bakara, 219) ayetini tefsir ederken

konuya açıklık getirdik.

Ragıp el-Isfahanî der ki: el-Kasm, pay belirleme, taksim etme

demektir. "Kasemtu keza kasmen ve kısmeten=falan şeyi taksim

ettim" derler. Miras ve ganimet taksimi, hak sahiplerine paylarının

verilmesidir. Yüce Allah şöyle buyurur: "Her kapıya onlardan bir



bölüm ayrılmıştır." [Hicr, 44] "Onlara suyun aralarında paylaştırılacagını

haber ver." [Kamer, 28] "Istaksamtuhu" yani taksim etmesini

istedim. Ancak bu kalıp zamanla "kaseme=taksim etme" anlamında

kullanılmıştır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Fal

oklarıyla bölmeniz..." [el-Müfredat'tan alınan alıntı burada sonra

erdi.]


 

"İstakseme" kalıbının "kaseme" anlamında olması, nesnel

karşılığın uyuşması açısından söz konusudur. Yoksa gerçekte bu

kalıbın ifade ettiği anlam, bu tür bir fiilin aletleri olarak kabul edilen

oklarla paylamak istemektir. Çünkü bu aleti kullanmak, o alete

terettüp eden fiilin gerçekleşmesini istemek demektir. Böylece

"istif'al" kalıbının anlamsal kapsamına girmiş olur. Şu hâlde, ayetin

akışı içinde yasaklanan fal oklarıyla bölmekten maksat, deve

ve benzeri bir hayvan üzerine ok çekerek etinden pay almaktır.

Bazı tefsir bilginleri ise, "fal oklarıyla bölmeniz" ifadesinin, yapılmak

istenen bir fiilin hayır mı, şer mi; yararlı mı, zararlı mı

olduğunun fal oklarını çekmek suretiyle belirlemeye işaret ettiğini

 

Mâide Sûresi 1-3 ............................................................. 289

 

ğunun fal oklarını çekmek suretiyle belirlemeye işaret ettiğini söylemişlerdir.



Yolculuğa çıkmak isteyen, evlenmek isteyen veya bir iş

yapmak isteyen bir kimsenin bu tür bir yönteme baş vurması gibi...

Bunlar söz konusu fiillere başlamadan ok çekerek hayırlı olanı hayırlı

olmayandan ayırmak isterlerdi. Derler ki: Bu gelenek, cahiliye

Arapları arasında yaygındı. Bu, bir tür fal bakmaydı. Ileride ayetleri

hadİslerle açıklama bölümünde konuyu daha etraflıca ele alacağız.

Ne var ki ayetin akışı, "istiksam" kalıbının bu anlama alınmasına

elverişli değildir. Çünkü ayet, "size okunacak olanlar" ifadesiyle

işaret edilen haram yiyeceklerin belirtildiği bu akışın içinde,

yenmesi haram olan on kısımdan söz ediyor. Bunlar; leş, kan, domuz

eti, Allah'tan başkası adına boğazlanan, boğulmuş, vurulmuş,

yukarıdan düşmüş, boynuzlanmış, yırtıcı hayvan tarafından parçalanmış,

dikili taşlar üzerine boğazlanmış hayvanlardır. Sonra fal

oklarıyla bölmeden söz ediliyor. Ki bunun bir anlamı kumar şeklinde

etlerin taksim edilmesidir. Bir diğer anlamı da kimi işlerle ilgili

hayır ve şer tarafların belirlenmesidir. Ayetin bu apaçık akışından

ve peş peşe sıralanan karinelerden sonra, kumar yöntemiyle

etlerin taksim edilmesinin kastedildiğinden kuşku duyulabilir mi?

Konuşma sanatının inceliklerini bilen biri bundan kuşku duyar mı?

Bunu bir örnekle şöyle izah edebiliriz: "Umre" kelimesi "imaret"

(yapı) anlamında bir mastardır. Ama bu kelimenin diğer bir

anlamı daha vardır: Beyt-i Haram'ı ziyaret etmek. Bu kelime, "ev"e

izafe edildiğinde her iki anlamı da ifade etmiş olabilir. Fakat,

"Haccı ve Umreyi Allah için tamamlayın." (Bakara, 119) ayeti söz

konusu olduğunda ancak "ziyaret etme" anlamı esas alınabilir. Bu

tür örnekler çoktur.

 

"Bunlar yoldan çıkmaktır." Bu ifadeyle yukarıda sayılmış olanların

tümüne işaret edilmiş olabilir. Aynı şekilde, araya istisna girdiği

için "kestikleriniz hariç" ifadesinden sonra zikredilen iki duruma

da işaret edilmiş olabilir. Yine, en sonuncusuna da işaret edilmiş

olması ihtimal dâhilindedir. Fakat üç ihtimal içinde ortadaki daha

 

290 ............................................. El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

güçlüdür.



 

"Bugün inkâr edenler, sizin dininizden umudu kesmişlerdir. Artık



onlardan korkmayın, benden korkun." Bu ayet, bulunduğu yer ve içerdiği

anlama açıklık getirme açısından ilginçtir. Çünkü ayetin

baş tarafını yani, "Size (şunlar) haram kılındı: Leş, kan, domuz eti...

Bunlar yoldan çıkmaktır." kısmını incelediğin ve buna son

kısmını, yani "O hâlde kim (istekle) günaha yönelmeden açlık hâlinde



dara düşerse, (bunlardan yiyebilir; çünkü) hiç şüphesiz Allah,

bagışlayan ve esirgeyendir." ifadesini eklediğin zaman, bunun

eksiksiz bir ifade olduğunu görürsün; anlamının tamamlığının

ve maksadının anlaşılırlığının, "Bugün inkâr edenler, sizin dininizden

umudu kesmişlerdir..." ifadesine bağlı olmadığını gözlemlersin

ve bu ifadenin tam bir ayet olduğunu, daha önce nazil olan

En'âm, Nahl ve Bakara surelerinde haram yiyecekleri açıklayan

ayetlere benzediğini görürsün. Örneğin, Bakara suresindeki ilgili

ayette şöyle buyruluyor:

"Allah size leş, kan, domuz eti ve Allah'tan başkası adına kesileni

kesin olarak haram kıldı. Ama kim zulmetmeden ve sınırı

aşmadan mecbur kalırsa, ona bir günah yoktur. Çünkü, Allah bagışlayandır,

esirgeyendir." (Bakara, 173) En'âm ve Nahl surelerindeki

ilgili ayetler de bunun benzeridir.

 

Buradan şu sonuç çıkıyor: "Bugün inkâr edenler... umudu kesmişlerdir..."



ifadesi, bir ara söz niteliğindedir ve ayetin ortasına

yerleştirilmiştir. Ayetin kanıtsallık ve açıklık bakımından bu ara

söze bağlılığı yoktur. Artık bundan sonra dilersek şunu söyleyebiliriz:

Bu ara söz, ilk baştan bu ayetin ortasında nazil olmuştur ve indiği

andan itibaren bu ayetle birlikte inmiştir. Ya da şöyle diyebiliriz:

Bunlar iki ayrı ayettiler ve farklı zamanlarda nazil olmuşlardı.

Birini diğerinin ortasına yerleştirmeyi Hz. Peygamber (s.a.a) vahiy

katiplerine emretti. Ya da şöyle deriz: Bu ifade, ayetin geneliyle

aynı zamanda inmediği hâlde, Mushaf'ın cemi esnasında ayetin

bir parçası olarak yazıldı. Bu ihtimallerin hangisi doğru olursa olsun,

"ayetin başı ile son kısmını birlikte mütalâa ettiğimiz zaman,

 

Mâide Sûresi 1-3 ....................................................... 291

 

ifade bir ara söz gibi belirginleşiyor" şeklindeki değerlendirmemiz



üzerinde bir etkisi söz konusu olmaz.

Bu çıkarsamamızı destekleyen bir diğer husus da, -büyük bir

yekûn tutan rivayetlerin tamamı olmasa bile- nüzul sebebine ilişkin

rivayetlerin büyük bir kısmının özel olarak, "Bugün inkâr edenler..."

ifadesini esas almaları ve ayetin aslını yani, "Size (şunlar)

haram kılındı..." diye başlayan kısmını esas almamalarıdır. Buradan

şu sonuç çıkıyor: "Bugün... umudu kesmişlerdir..." kısmı, ayetin

başından ve sonundan ayrı ve bağımsız olarak nazil olmuştur.

Bu ifadenin, ayetin ortasında yer alması ya Peygamberimizin

(s.a.a) direktifleriyle ya da Mushaf'ın cemi esnasında gerçekleşmiştir.

ed-Dürr-ül Mensûr tefsirinde, Abd b. Hamid kanalıyla Şa'bi'den

aktarılan rivayet de bu yaklaşımı destekler mahiyettedir: "Peygamberimiz

(s.a.a) Arefe'de bulunduğu sırada ona şu ayet indi:

 

'Bugün sizin dininizi olgunlaştırdım.' Bazı ayetler Peygamberin

(s.a.a) ilgisini çektiğinde onu surenin baş tarafında koyardı." Daha

sonra Şa'bî şöyle ekledi: "Ona hac ibadetlerini nasıl yapacağını

Cebrail öğretiyordu."

 

Öte yandan, "Bugün inkâr edenler, sizin dininizden umudu



kesmişlerdir." cümlesi ile, "Bugün sizin dininizi olgunlaştırdım."

cümlesi, içerik bakımından birbirine yakındır ve anlam itibariyle

birbiriyle irtibatlı oldukları da kuşku götürmez. Çünkü kâfirlerin

Müslümanların dinlerinden umudu kesmiş olmaları ile Müslümanların

dinlerinin olgunlaştırılmış, kemale erdirilmiş olması arasındaki

bağıntı açıktır. Ayrıca her iki cümlenin içerikleri iç içe geçebilir

ve parçaları birbiriyle ilintili, birbiriyle bütünleşmiş tek bir içerik

hâline gelebilir. Kaldı ki, iki cümle arasında belirgin bir akış birliği

de göze çarpmaktadır.

 

Bunu destekleyen bir diğer unsur da sahabe ve tâbiin kuşaklarının



ilk ve son dönem müfessirleri ile sonradan gelen tefsir bilginlerinden

günümüze kadar ortaya çıkan tefsir âlimlerinin bu iki

cümleyi birbirini bütünleyen bitişik iki cümle olarak ele almaları-

 

292 .......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

dır. Bunun tek nedeni, söz konusu iki cümleden bizim anladığımız



şeyi anlamış olmaları, iki cümlenin birlikte indiğini ve aynı anlama

delâlet etme noktasında birleşmelerini esas almış olmalarıdır.

Bundan da şu sonuç çıkar: Ayetin akışı içinde bir ara söz olarak

yer alan, "Bugün inkâr edenler, sizin dininizden umudu kesmişlerdir...



din olarak İslâm'a razı oldum." ifadesi, parçaları birbiriyle

bütünlük arz eden tek bir sözdür ve tek bir hedefi vurgulamaya

yöneliktir. Arada bir farklılık olmaksızın iki cümle bütünlük içinde

bu hedefe işaret etmektedir. Bu açıdan, bu iki cümleyi de içeren

ayetle irtibatlı olduğunu söyleyip söylememiz arasında herhangi

bir fark yoktur. Çünkü bu, söz konusu ifadenin bir söz oluşunu

olumsuz yönde etkilemez. Bu bir ara sözdür. Iki ayrı hedefe yönelik

iki ayrı söz değil. Yine, "Bugün inkâr edenler..." ve "Bugün sizin



dininizi..." ifadelerinde tekrarlanan "gün"le, kâfirlerin umut

kestikleri ve dinin olgunlaştığı bir tek gün kastediliyor.

Acaba, "Bugün inkâr edenler, sizin dininizden umudu kesmişlerdir.

Artık onlardan korkmayın." ifadesinde geçen "gün"le ne

kastediliyor? Peygamberin (s.a.a) gönderilişi ve davete başlaması

ile birlikte İslâm'ın ortaya çıkış zamanı mı? Bu durumda şöyle bir

anlam elde etmiş oluruz: "Allah size İslâm'ı gönderdi. Böylece dininizi

olgunlaştırdı, üzerinizdeki nimeti tamamladı ve kâfirleri sizin

dininizden umutsuz kıldı."

 

Fakat böyle bir sonuç elde etmenin imkânı yoktur. Çünkü ayetin



zahirî akışı gösteriyor ki, onların bir dinleri vardı ve kâfirler bu

dini yok etmeyi veya değiştirmeyi umuyorlardı. Müslümanlar da

dinlerinden dolayı onlardan korkuyorlardı. Ancak şimdi yüce Allah,

kâfirleri beklentileri noktasında umutsuzluğa düşürdü ve Müslümanlara

bu açıdan güvence verdi. Yine anlaşılıyor ki, bu güne kadar

din eksikti, Allah onu kemale erdirdi ve üzerinizdeki nimetini

tamamladı. Oysa, onların İslâm'dan önce bir dinleri yoktu ki, kâfirler

onu yok etmeyi kursunlar ya da yüce Allah onu kemale erdirsin,

böylece üzerlerindeki nimetini tamamlasın.

Kaldı ki, yukarı da ileri sürülen bir anlam elde etmek için, ifa-

 


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   16   17   18   19   20   21   22   23   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin