El-MÎZÂn fî tefsîR-İl kur'ÂN cilt: 5 Nisa Suresinin Devamı ve Maide Suresi



Yüklə 7,94 Mb.
səhifə25/48
tarix04.01.2019
ölçüsü7,94 Mb.
#90079
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   48

Mâide Sûresi 4-5 ................................................................


 

4- Sana, kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: Size

temiz şeyler helâl kılındı. Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek

yetiştirdiğiniz av köpeklerinin, sizin için tuttuklarını yiyin ve [hayvanı

av peşine salarken] üzerine Allah'ın adını anın, Allah'tan korkun

[eğlence için hayvanları avlamayın]. Çünkü Allah hesabı çabuk

görendir.

 

5- Bugün size temiz şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin



yemeği [buğday vb. hububat] size helâl, sizin yemeğiniz de

onlara helâldir. Inanan kadınlardan iffetli olanlar ile sizden önce

kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar -iffetli olup zina etmemeniz

ve gizli dostlar tutmamanız üzere mehirlerini verdiğiniz

takdirde- size helâldir. Kim imanı [iyi amellerin kaynağı olan hak

itikatları] inkâr ederse, onun ameli boşa çıkmıştır ve o, ahirette

kaybedenlerdendir.

 

Mâide Sûresi 4-5 ........................................................... 345

 

AYETLERIN AÇIKLAMASI



 

"Sana kendilerine neyin helâl kılındığını soruyorlar. De ki: Size temiz



şeyler helâl kılındı." Bu ifadede genel ve mutlak bir soruya genel

ve mutlak bir cevap verilmiştir. Cevabın içeriğinde helâlı haramdan

ayıran bütünsel bir ölçüt sunulmuştur. Buna göre, üzerinde

normal-kabul edilebilir bir tasarrufta bulunulmak istenen şeyin iyi

ve temiz olması gerekir. Aynı şekilde "iyi ve temiz şey" kavramının

da herhangi bir kayıtlama getirilmeksizin mutlak olarak ifade edilmesi,

iyi ve temiz şeyin belirlenmesinde geleneksel-kabul edilebilir

anlayışın iyi ve temiz görüldüğü şeyin esas alınmasını gerektirmektedir.

Buna göre, geleneksel-normal insanların anlayışlarının

iyi ve temiz gördüğü şey, iyi ve temizdir. Iyi ve temiz olan her

şey de helâldir.

 

Bir şeyin helâl ve iyi oluşunun kriteri olarak geleneksel anlayışı



göstermemizin nedeni, fıkıh metodolojisi çerçevesinde vurgulandığı

üzere mutlak bir ifadenin ancak bu şekilde yorumlana bileceğidir.



"Allah'ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz av köpeklerinin,

sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah'ın adını anın." Bir görüşe göre,

bu ifade "teyyibat=iyi ve temiz şeyler" konusuna matuftur. Yani

eğittiğiniz hayvanların tuttukları av hayvanları da size helâl kılındı;

yani ifadenin açılımı aslında şöyledir: "U-hille lekum saydu ma

allemtum minel cevarih." Buna göre, ifade mah-zuf bir muzaf takdir

edilmek suretiyle özetlenmiştir. Çünkü ayetin akışı buna

delâlet etmektir.

 

Ancak anlaşıldığı kadarıyla cümle, ilk cümlenin yerine matuftur.



"mâ allemtum=öğreterek yetiştirdiğiniz" ifadesindeki "mâ"

edatı, şart edatıdır. Şart cümlesinin cezası da, "fekulû mimmâ

emsekne aleykum =sizin için tuttuklarını yiyin." ifadesidir. Dolayısıyla

takdir etmeye gerek yoktur.

 

Ayetin orijinalinde geçen "cevarih" kelimesi, "carihe" kelimesinin



çoğuludur ve avlanarak beslenen kartal, şahin gibi kuşlar;

 

346 ............................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

köpek ve pars anlamına gelir. Ayette geçen "mukellibîn" kelimesi,



cümlede hâl fonksiyonunu icra ediyor. "Teklîb" kipinin aslı, köpeklerin

av için eğitilmesi ya da av köpeklerinin edinilip av peşine salınması

anlamını ifade eder. Cümlenin bu kelimeyle kayıtlandırılması,

hükmün sırf av köpeğine özgü olduğuna, ötesini kapsamadığına

delâlet etmiyor değildir.

 

"Sizin için tuttukları" ifadesi, gramatik açıdan cümlenin "zarf"

ile kayıtlandırılmasına örnektir. Bununla, helâlliğin, köpeğin sahibi

için avlandıklarıyla sınırlı olduğuna, kendisi için avladıklarının bu

kapsama girmediğine işaret ediliyor.

 

"Üzerine Allah'ın adını anın." Bu, avlanan hayvanın etinin helâl

olmasının şartlarının tamamlanışına yönelik bir ifadedir. Buna göre,

avlanan şey, eğitilmiş av hayvanı, yani av köpeği aracılığıyla avlanılmış

olmasının, avcı için avlanmış olmasının yanında üzerine

Allah'ın adı da anılmalıdır.

 

Şu sonuç çıkıyor ortaya: Eğitilmiş av hayvanları -yani av



köpekleri- eğitilmişlerse ve boğazlandığında yenmesi helâl olan

yabani bir hayvanı sizin için tutmuşlarsa ve siz de üzerine Allah'ın

adını anmışsanız, siz ulaşmadan hayvan can vermişse yiyin; çünkü

bu, onun için boğazlanma hükmüne geçer. Şayet ölmemişse, bu

durumda boğazlanması ve üzerine Allah'ın adının anılması bir

gereklilik olur.

 

Ayetin sonunda, "Allah'tan korkun. Çünkü Allah hesabı çabuk



görendir." ifadesinin yer almış olması, bu hususta Allah'tan korkup

sakınmanın gerekliliğine yönelik bir işarettir. Bu uyarıyla güdülen

amaç, avın bir hayvan katliamına, sadist bir gösteriye, bir zorbalık

gösterisine, [çağdaş] av partilerinde olduğu gibi zavallı hayvanların

gereksiz yere öldürüldüğü bir can pazarına dönüştürülmesinin

önlenmesidir. Kuşkusuz Allah, hesabı çabuk görür. Zulmün,

haksızlığın cezasını ahiretten önce bu dünyada verir. Çoğu zaman

gözlemlediğimiz gibi zavallı hayvanları eğlence olsun diye tuzağa

düşürüp habersiz öldürenlerin akıbeti korkunç olmuştur.

 

"Bugün size temiz şeyler helâl kılındı. Kendilerine kitap verilenlerin



 

Mâide Sûresi 4-5 .......................................................... 347

 

yemeği size helâl, sizin yemeğiniz de onlara helâldir." Önceki ayette

zikredildiği hâlde burada temiz şeylerin helâl kılındığı bir kez daha

tekrarlanıyor ve ifadeye, "Bugün" kelimesiyle başlanıyor. Bunun

nedeni, Ehlikitab'ın yiyeceklerinin ve iffetli kadınlarının müminlere

helâl kılınmış olması suretiyle Allah'ın onlara yönelik lütfüne dikkat

çekmektir.

 

"Size temiz şeyler helâl kılındı." ifadesinin, "Kendilerine kitap



verilenlerin yemegi..." ifadesine eklenmesi, kesin olanın kuşkulu

olana eklenmesine bir örnektir. Bununla güdülen amaç; muhatabın

tatmin olmasını sağlamak, kalbindeki rahatsızlığı ve huzursuzluğu

gidermektir. Bu tıpkı bir efendinin kölesine şöyle demesine

benzer: "Sana verdiklerimin hepsi senindir. Fazladan da şunu şunu

veriyorum." Eğer köle efendisinin vade verdiği şeylerin gerçekleşmesinden

kuşku duyarsa, imdada kendisine kesin olarak verdiği

şeyler yetişir ve konuya ilişkin kesin bilgisi sayesinde içindeki kuşkular

ortadan kalkar. Aşağıdaki ayetler de bir açıdan bu tarz bir

anlatıma örnek oluşturmaktadır: "Güzel davrananlara daha güzel



karşılık ve fazlası var." (Yûnus, 26) "Ora-da onlara istedikleri her

şey vardır. Katımızda daha fazlası da vardır." (Kâf, 35)

Müminler daha önce Ehlikitap'la iç içe yaşamama, onlara

karışmama, onlarla temas hâlinde olmama ve onları dost

edinmeme hususunda kesin bir dille uyarıldıkları için, onların

yiyeceklerinin helâlliği hususunda kalpleri bir türlü tatmin

olmuyordu. Bu yüzden Ehlikitab'ın yiyeceğinin helâl kılınışı

meselesi, temiz şeylerin helâl kılınışı meselesiyle bağlantılı olarak

zikredilince, Ehlikitab'ın yiyeceklerinin de helâl kılınan diğer temiz

şeylerin kapsamına girdiğini anladılar. Böylece nefİslerindeki

huzursuzluk dindi, kalpleri mutmain oldu. Aşağıdaki ifade için de

aynı durum geçerlidir: "Inanan kadınlardan iffetli olan kadınlar ile

sizden önce kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar... size

helâldir." "Kendilerine kitap verilenlerin yemegi size helâl, sizin yemeginiz

de onlara helâldir." Şurası açıktır ki bu, tek bir hususu ifade

eden bir tek sözdür. Çünkü, "sizin yemeğiniz de onlara helâldir."

 

348 ............................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

ifadesi, Ehli-kitap için helâl olmayı ifade eden bir teşriî hüküm konumunda



değildir. Onlara bir yükümlülük yöneltilmiyor. Her ne kadar,

kâfirlerin dinin temel prensipleri gibi ayrıntı nitelikli hükümleriyle

de yükümlü olduklarını da düşünüyorsak da... Çünkü onlar Allah'a,

Resulüne, Resulünün getirdiği dine inanmıyorlar; ne

dinliyorlar, ne de kabul ediyorlar. Bir yerde hitap gereksiz olacaksa,

konuşma boşa gidecekse, o tür konularla ilgili hitaplar yöneltmek,

Kur'ân'ın ifade tarzıyla bağdaşmaz. Ama edebi sanatlar açısından

etkili ve elverişli olması başka. Insanlara yönelik genel hitaptan

Hz. Peygambere (s.a.a) yönelik özel hitaba geçiş yapılması

(iltifat sanatı) vb. gibi. Aşağıdaki ayetleri buna örnek gösterebiliriz:



"De ki: Ey Ehlikitap, bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelimeye

gelin." (Âl-i Imrân, 64), "De ki: Rabbimin şanı yücedir. Ben sadece

elçi olarak gönderilen bir insan degil miyim?" (Isrâ, 93) Bunun gibi

birçok ayet sunulabilir.

Kısacası, "Kendilerine kitap verilenlerin yemeği..." ifadesiyle,

Ehlikitab'ın yemeğinin Müslümanlara helâl kılınışının ayrı, Müslümanların

yemeğinin de Ehlikitab'a helâl kılınışının ayrı bir hüküm

oluşu kastedilmiyor. Bilâkis, bir tek hüküm açıklanıyor. O da yemeğin

üzerindeki haram oluş durumunun kaldırılıp, helâl oluş durumunun

vurgulanmasıdır. Demek isteniyor ki, ortada herhangi bir

yasak yoktur ki taraflardan biriyle ilintilendirilsin. Şu ayet-i kerime

bu tarz anlatıma bir örnektir: "Eger onların gerçekten inanmış olduklarını



anlarsanız, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Ne bu kadınlar

onlara helâldir, ne de onlar bunlara helâl olurlar."

(Mümtehine, 10) Yani arada helâllik durumu yoktur ki taraflardan biriyle

ilintilendirilsin.

 

Kaldı ki, ayetin orijinalinde geçen "taâm=yemek" kelimesi, sözlükte



onunla beslenilen ve açlık giderilen tüm yiyeceklere şamil bir

kavramdır. Ancak bir görüşe göre, bununla buğday ve diğer hububat

kastedilmiştir. "Lisan-ul Arab" adlı sözlükte deniliyor ki: "Hicazlılar

'et-taam' kelimesini mutlak olarak kullandıklarında, onunla

özellikle buğday kastederlerdi... el-Halil der ki: Araplar konuşmala-

 

Mâide Sûresi 4-5 ............................................................. 349

 

rında 'et-taam' kelimesini daha çok buğday anlamında kullanırlar."



[Lisan-ul Arab'tan alınan alıntı burada sona erdi.]

 

İbn-i Esir de "en-Nihaye" adlı eserinde bu yönde görüş belirtmektedir.



Bu nedenledir ki, Ehlibeyt İmamlarından gelen rivayetlerin

çoğu-sunda, "Ayette geçen 'et-taam'dan maksat, buğday ve diğer

hububattır" diye açıklama yer almıştır. Fakat bazı rivayetlerde,

başka bir anlam ön plâna çıkmaktadır. Inşallah önümüzdeki rivayetler

bölümünde konuyla ilgili açıklamalara yer vereceğiz.

Her hâlükârda, bu helâl kılma, Ehlikitab'ın domuz eti gibi

boğazlansa bile helâl olmayan etleri veya boğazlanması

durumunda helâl olabilecek, ancak boğazlamadıkları, mesela

üzerinde Allah'ın adını anmadıkları ve İslâmî usullere uygun

kesmedikleri hayvanların etlerini içeren yemeklerini kapsamaz.

Çünkü yüce Allah, tahrim (haram kılma) ayetleri dediğimiz Bakara,

Mâide, En'âm ve Nahl surelerinde yer alan konuya ilişkin dört

ayette, daha önce açıkladığımız gibi bu saydıklarımızı

"(rics=)pİslik", "(fısk=)yoldan çıkma" ve "(ism=)günah" olarak nitelendiriyor.

Allah, "pİslik", "yoldan çıkma" veya "günah" olarak

nitelendirdiği bir şeyi helâl kılıp sonra da bunu, "Bugün size temiz



şeyler helâl kılındı." şeklindeki bir ifadeyle kullarına yönelik bir

minnet olarak sunmaktan münezzehtir.

Kaldı ki, haram olan bu şeyler, tefsirini sunduğumuz ayetin

hemen öncesinde de bu niteliklerine vurgu yapılarak zikredilmişlerdir.

Hiç kimse böyle bir konuda nesihten söz edemez. Özellikle

mensuh olmayıp nasih olduğu belirtilen Mâide suresiyle ilgili olarak

böyle bir husus düşünülemez.

 

"İnanan kadınlardan iffetli olanlar ile sizden önce kendilerine kitap



verilenlerden iffetli kadınlar..." Hükmün ilgili olduğu şahıslar hakkında

"Yahudi ve Hıristiyanlardan" veya "Ehlikitap'tan" gibi bir ifade

kullanılmayıp, "kendilerine kitap verilenler..." şeklinde bir vasfın

kullanılmış olması, ilâhî minnetin dile getirildiği, hafifletme ve kolaylaştırma

niteliklerinin ön plâna çıkarıldığı bir bağlamda hükmün

nedenine vurgu yapıyor değildir.

 

350 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

Buna göre şöyle bir anlam elde ediyoruz: Erkeklerinizle,



Ehlikitap'tan iffetli kadınların evlenmelerine ilişkin yasağı kaldırmakla

size minnet ediyoruz. Çünkü gayrimüslim gruplar içinde

bunlar size daha yakındırlar. Onlara kitap verilmiştir. Peygamberlik

kurumunu inkâr eden müşrik ve putperestlerin aksine tevhide

ve risalet misyonuna inanırlar. Bu çıkarsamamızı, "kendilerine kitap

verilenler" ifadesinin, "sizden önce" sözüyle kayıtlandırılmış

olmasından da algılıyoruz. Ki bu ifade, gayet açık bir şekilde adımların

aynı hedefe yönelik oluşuna, kaynaşmışlığa ve ortaklığa vurgu

yapmaktadır.

 

Dolayısıyla ayet, minnet ve hafifletme bağlamında söz konusu



olduğu için, "Müşrik kadınlarla, onlar iman edinceye kadar evlenmeyin."

(Bakara, 221) ve "Kâfir kadınların nikâh baglarını tutmayın."

(Mümtehine, 10) ayetleriyle neshedilmiş olmayacağı açıktır.

Kaldı ki, örnek olarak sunduğumuz ayetlerin ilki Bakara suresinde

yer almaktadır. Bakara suresi ise, Mâide suresinden önce

Medine'de inmiş ilk uzun suredir. Ikinci ayet ise, Mümtehine suresinde

yer alır. Bu sure de Medine'de, Mekke fethinden önce inmiştir.

Dolayısıyla inişi Mâide suresinden öncedir. Mâide suresinin

Resulullah'a (s.a.a) inen son sure olması, öncesindeki bazı hükümleri

neshedip kendisinden bir şeyin neshedilmemiş olmasının yanı

sıra, önce gelenin sonra geleni neshetmiş olması da mantıki değildir.

Öte yandan "Müşrik kadınlarla, onlar iman edinceye kadar



evlenmeyin." (Bakara, 221) ayetini, tefsirimizin ikinci cildinde incelerken

Bakara ve Mümtehine surelerindeki ayetlerin, Ehlikitap kadınlarıyla

evlenmenin haram olduğuna delâlet etmekten uzak olduklarını

belirtmiştik.

 

Bir açıdan Mümtehine suresindeki ilgili ayetin haramlığa



delâlet ettiği düşünülse dahi, nitekim minnet ve hafifletme bağlamında

Mâide suresindeki ilgili ayet o ana kadar yürürlükte olan

yasal bir engele işaret ediyor; -ki yürürlükte olan bir yasak yoksa,

minnet ve hafifletmenin bir anlamı olmaz- bu durumda Mâide aye-

 

Mâide Sûresi 4-5 .............................................................. 351

 

ti, Mümtehine ayetini neshet-miş olur. Bunun tersi doğru olmaz.



Çünkü neshetme, sonradan gelenin özelliğidir. Rivayetler bölümünde

bu ikinci ayet üzerinde duracağız.

 

Ayrıca ayetin orijinalinde geçen "muhsanat" kelimesi, "iffetliler"



anlamına gelir. Iffetlilik "ihsan" kavramının anlamlarından biridir.

Şöyle ki, "Inanan kadınlardan iffetli olanlar ile sizden önce



kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar..." ifadesi gösteriyor

ki, "muh-sanat"tan maksat evli olmayan kadınlardır. Bu husus

açıktır. Sonra, daha önce açıklamasını yaptığımız gibi Ehlikitab'ın

namuslu kadınlarıyla müminlerin namuslu kadınlarının bir arada

zikredilmesi, her iki bağlamda da "muhsanat" kavramının aynı anlamda

kullanıldığını gösterir. Ancak bununla "Müslüman olmak"

şeklinde bir anlam kastedil-miş olamaz. Çünkü, "sizden önce

kendilerine kitap verilenlerden iffetli kadınlar..." ifadesi kullanılmıştır.

Bununla sadece özgür kadınların kastedilmiş olması da söz

konusu değildir. Çünkü ayetten algıladığımız minnet havası, cariyeleri

dışarıda bırakan ve sırf özgür kadınlarla sınırlı kalan bir helâl

kılmayla bağdaşmıyor ve "muhsan"ın iffetli olma anlamı geride

kalıyor. Dolayısıyla "muhsenat" ifadesinden kast-edilen, iffetli kadınlardır.

Bütün bunların ötesinde ayet-i kerime, Ehlikitab'ın namuslu

kadınlarının müminlere helâl olduğunu vurguluyor. Ücretin verilmesinin

ve onlardan yararlanmanın iffeti korumaya yönelik olmasının

gizli dost edinme ve metres tutma şeklinde bir ilişki kurulmamasının

şart koşulması dışında, nikâhın sürekli veya geçici olması

gibi herhangi bir kayda yer verilmiyor. Tefsirimizin 4. cildinde,



"O hâlde ne zaman onlarla müt'a nikâhı yaptınızsa..." (Nisâ, 24)

ayetini tefsir ederken müt'ânın da tıpkı daimi nikâh gibi meşru bir

evlilik şekli olduğunu açıklamıştık. Daha fazla bilgi için fıkıh bilimine

baş vurulabilir.

 

"İffetli olup zina etmemeniz ve gizli dostlar tutmamanız üzere

mehirlerini verdiğiniz takdirde" Bu ayet, nikâhlanması haram olan

kadınları ele alan ayetlerin ifade tarzını andırmaktadır: "Bunun dı-

 

352 ........................................ El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

şında kalanı iffetli olmak, zina etmemek üzere mallarınızla aramanız



size helâl kılındı." (Nisâ, 24) Bu cümle, ayetin maksadının

Ehlikitap'tan iffetli kadınlarla evlenmenin helâlliğini açıklamak olduğuna

ve cariyeleri kapsamadığına ilişkin bir karinedir.

"Kim imanı inkâr ederse, onun ameli boşa çıkmıştır ve o, ahirette

kaybedenlerdendir." "Küfr" kelimesi, aslında "örtmek" demektir.

Dolayısıyla anlamının gerçekleşmesi, üzeri örtülebilen sabit bir

şeyle mümkün olabilir. Nitekim ortada örtülen bir şey olmadıkça

hicab=örtü de bir anlam ifade etmez. Dolayısıyla küfrün (örtmenin)

varlığı da "küfredilen" (örtülen) bir sabit şeyin varlığını gerektirir.

Allah'ın nimetini, Allah'ın ayetlerini, Allah'ı ve Resulünü ve ahiret

gününü inkâr etmek, üzerini örtmek gibi.

 

Şu hâlde imanı inkâr etmek (küfretmek), öncelikle sabit bir



imanın varlığını gerektirir. Bununla kastedilen, imanın mastarı,

yani inanmak manası değil elbette. Bilâkis, ism-i mastar anlamıdır.

Ki bu da, müminin kalbinde oluşan etki ve kalıcı niteliktir. Yani,

salih amellerin kaynağı olan hak itikatlardır. Dolayısıyla imanı

inkâr etme ifadesi, hak olduğu bilinen amelleri terk etmek anlamına

dönüktür. İslâm'ın hak olduğu bilinmekle beraber müşriklerin

dost edinilmesi, onlarla içice bir hayat sürdürülmesi ve onların

eylemlerine katılınması gibi. Ve dinin temel prensipleri oldukları

kesin olarak bilinmekle beraber namaz, zekât, oruç ve hac gibi dinin

temel prensiplerinin terk edilmesi gibi.

 

İşte imanı inkâr etmenin anlamı budur. Ancak burada bir incelik



söz konusudur. Şöyle ki: Küfür bir şeyin üzerini örtmek demektir.

Varlığı sabit olan olguların örtülmesi, zihinde canlandırdığı anlamı

itibariyle, ancak sürekli ve kesintisiz olması durumunda bu

nitelemeyi hakkedebilir. Dolayısıyla imanın inkârı, ancak bir insanın

imanın gerektirdiği ve bilgisinin de ilintili olduğu bir ameli terk

etmesi ve bunu sürekli yinelemesi durumunda söz konusu olabilir.

Bir kimse imanın gereklerini bir veya iki kere örtse, bunu sürekli

bir alışkanlık hâline getirmese, buna küfür niteliği taşır denilmez;

bu, gerçekte yapmış olduğu fısktır.

 

Mâide Sûresi 4-5 ............................................................ 353

 

Buradan hareketle anlıyoruz ki: "Kim imanı inkâr ederse..." ifadesinden



maksat, sıfat yerine fiil kullanılmış olsa bile, süreklilik

ve alışkanlık hâline getirmedir. Şu hâlde hak olduğunu bildiği, dinin

temel prensiplerinden olduğuna kesin olarak kani olduğu şeyleri

yerine getirmeyen insan imanın kâfiridir. "Onun ameli boşa



çıkmıştır" ifadesinde de vurgulandığı gibi, eylemleri sonuçsuz

kalmıştır.

 

Bu açıdan ayet, aşağıdaki ayetle aynı hedefe yönelik olduğunu



göstermektedir: "Dogru yolu görseler onu yol edinmezler, ama

azgınlık yolunu görseler, onu yol edinirler. Çünkü onlar, ayetlerimizi

yalanladılar ve onları umursamaz oldular, ayetlerimizi ve

ahirete kavuşmayı yalanlayanların eylemleri boşa çıkmıştır. Onlar,

yalnız yaptıklarıyla cezalanmıyorlar mı?" (A'râf, 147) Bu ayette

muhataplar gördükleri yani bildikleri hâlde azgınlık yolunu tutup

doğru yoldan sapmakla nitelendiriliyorlar. Ardından bunun yerine

ayetleri yalanlama niteliği kullanılıyor. Bir ayetin, yani işaretin ayet

ve işaretliği ancak onun kanıtsallığının bilinmesi durumunda söz

konusu olabilir. Bunu da ahireti yalanlama olarak açıklıyor. Çünkü

ahiret inkâr edilmemiş olsaydı, ona ilişkin bilgi hakkın terk edilmesini

engellerdi. Daha sonra böyle kimselerin amellerinin boşa

gittiği belirtiliyor.

 

Bunun bir benzeri de şu ayet-i kerimelerdir: "De ki: Size amelleri



bakımından en çok ziyana ugrayacak olanları söyleyeyim mi?

Dünya hayatında bütün çabaları boşa gitmiş olan ve kendileri de

iyi iş yaptıklarını sanan kimseleri? Işte onlar, Rablerinin ayetlerini

ve O'na kavuşmayı inkâr eden, bu yüzden amelleri boşa çıkan

kimselerdir. Kıyamet günü onlar için bir terazi kurmayız." (Kehf,

103-105) Bu ayetlerin, önceki açıklamada vurgulandığı anlam itibariyle

imanı inkâr konusuyla örtüştükleri açıktır.

Şimdiye kadar yapılan açıklamalar üzerinde düşünülünce,



"Kim imanı inkâr ederse, onun ameli boşa çıkmıştır." ifadesinin

öncesiyle ilişkisinin niteliği belirginleşir. Buna göre bu cümle, önceki

açıklamanın bütünleyicisi konumundadır. Bu, Allah'ın emirle-

 

354......................................... El-Mîzân Fî Tefsîr-il Kur'ân – c.5

 

rini ciddiye almama, kâfirlerle içli dışlı olma yoluyla müminlere



yönelebilecek bir tehlikeye karşı uyarı işlevini görmektedir. Çünkü

yüce Allah Ehlikitab'ın yemeğini ve iffetli kadınlarını müminlere

helâl kılmışsa, bu, tamamen müminlere yönelik bir kolaylaştırma

ve hafifletmedir. Takvanın yayılması için bir vesiledir. Burada amaç,

İslâm'ın tertemiz ahlâkının bunlara sahip Müslümanlar aracılığıyla

başka topluluklara sirayet etmesidir. Dolayısıyla yararlı bilgiye

teşvik eden, salih amel işlemeye yönelten bir işlevi vardır.

Söz konusu hükmün yasalaştırılmasının hikmeti budur. Yoksa

zevk ve eğlencenin girdabına düşülsün, Ehlikitap dilberleriyle gönül

eğlendirilsin, heva-heves vadilerine dalınsın, sevgilerinin, aşklarının

meftunu olunsun, güzelliklerin baştan çıkarıcı cazibesine

kapılınsın diye değil... Ehlikitap dilberlerinin baştan çıkarıcı cazibeleri,

bu ilişkide belirleyici olunca, onların ve soydaşlarının ahlâkı

Müslümanların ahlâ-kına baskın çıkar, onların yıkıcılıkları, bozgunculukları,

Müslümanların yapıcılığını, salahlarını alt eder. Sonra

Müslümanları gerisin geri cahiliye bataklığına yuvarlayan bir musibete

dönüşür. Bunun sonunda bir lütuf olarak sunulan bu ilâhî

minnet ölümcül bir fitne, bir mihnet olup çıkar. Aslında bir nimet

olarak bahşedilen hafifletme, yaman bir felâketin kendisi olur.

Bu yüzden yüce Allah, Ehlikitab'ın yemeğinin ve iffetli kadınlarının

helâl olduğunu açıkladıktan hemen sonra, müminleri uyarıyor:

Bu nimetten yararlanırken, sonuçta imanı örtecek, salih amelleri

örtbas edecek, inkâr edecek şekilde zevkusefa içinde başlarını

alıp gitmesinler. Dinin temel prensiplerini terk etmelerini ve haktan

yüz çevirmelerini gerektirecek şekilde cazibelerinin sarhoşu

olmasınlar. Böyle olursa, önceden yapmış oldukları ameller boşa

gider ve ahirette çabalarının başarısız olmasına ve ziyana uğramalarına

sebep olur.

 

Biliniz ki müfessirler, "Bugün size temiz şeyler helâl kılındı..."



ayeti üzerinde etraflıca durmuş, derinliklerine inmişler. Bu yüzden

oldukça farklı görüşler ileri sürmüşlerdir. Ki neticede lafzın kaldırmadığı,

ayetin akışının onaylamadığı garip tefsirler ortaya çıkmış-

 


Yüklə 7,94 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   ...   21   22   23   24   25   26   27   28   ...   48




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin