Emirül-Mü'minin: 7 Emr-i Bi'l-Ma'ruf Ve'n-Neh-Yi Ani'l Münker: 7



Yüklə 1,14 Mb.
səhifə2/40
tarix12.01.2019
ölçüsü1,14 Mb.
#95669
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40


Emir:

Sözlükte buyurma, buyruk (emr) anlamlarına gelir. İslam fıkhında iyi ile kötüyü ayırdedebilecek yaşa (er­genlik çağına) girmiş olan, dinin hü­kümlerine uymakla sorumlu bulunan erkek ve kadın her müminin uymak zo­runda olduğu yapılması gereken dini işler demektir. Dinin yapılmasını iste­diği işler emir, yapılmasını yasakladığı şeyler nehiy terimleriyle ifade edilir. Her müslüman emirleri yerine getir­mek, nehiylerden de kaçınmak zorundadır. (Bu konuda bkz. Efal-i Mükelle­fin). Aynca yüce Allah, Müslümanları emr-i bil maruf, nehy-i anil münker (iyiliği emredip, kötülüğü yasaklamak, engellemeye çalışmak) ile görevlendir­miştir. Bunun dışında emr-i ilahi, emr-i hakk gibi tamlamalar ise Allah'ın emri, ilahi kader manalarına gelmekle birlik­te ölüm için kullanılan terimlerdir.



Emirül-Mü'minin:

İslam toplu­munun başkanı, müminlerin emin. Terim olarak ilk defa Hz. Ömer için kullanılmıştır. Ayrıca Emevi ve Abbasi ha­lifeleri ile Harici, Fatımi ve Karmatiler de bu unvanı kullanmışlardır. Öte yan­dan Mısır'ı fethederek hilafetin Os­manlı hanedanına geçmesini sağlayan Yavuz Sultan Selim'den son Osmanlı padişahına kadar gelen hükümdarlarda aynı unvanı kullanmışlardır. Yalnız saltanatın kaldırılmasıyla, sadece hali­fe unvanını taşıyan Abdulmecid Efendi halife-i müslimin unvanıyla anılmıştır.1



Emr-i Bi'l-Ma'ruf Ve'n-Neh-Yi Ani'l Münker:

Arapça bir te­rimdir. Âyet ve hadislerde geçmekte­dir. Sözlük anlamı, "iyilikleri emret­mek, kötülükleri sakındırmak" demek­tir. Terim olarak, "Kitap ve sünnete uygun olan şeyleri emretmek; nefsin ve şehevi duyguların meylettiği kötü şey­lerden insanı alı koymak "tır. Diğer bir ifadeyle, Emr-i bil ma'ruf: "Kulun işlerinden ve sözlerinden Allah'ın hoşnud olduğu şeyleri göstermek'tir. Nehy-i ani'l-münker ise, "Dinin ve aklın hoş görmediği şeylerin çirkin olduğunu bil­dirmektir. Bu, yüce dinimizde önemli bir görevdir.

Bizleri mahlukatınenmümtazı olarak yaratıp Din-i Mübin-i İslâm ile müşer­ref kılan, kendine kul, Habib-i Edibine ümmet eyleyen Yüce Rabbimiz, bir âyet-i kerimede mealen:

Siz insanlar için (insanlığın faidesi için seçilip) çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. İyiliği emreder, kötü­lükten vazgeçirmeye çalışırsınız. (Çünkü) Allah'a inanıyorsunuz.” buyuruyor.

Bir diğer âyeti kerimede ise:

"Sizden, hayra davetle iyilikleri emreder, kötülükleri önler bir zümre daima bulunmalıdır. İşte onlar, ha­kiki bahtiyarlar ve saadete kavuştu­ruculardır.”2 buyuruyor.

Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz ise bir hadis-i şeriflerinde mealen:

Nefsim yed-i kudretinde olan Al­lah'a yemin ederim ki; ya iyilikleri emreder, kötülükleri önlersiniz; ya­hut Allah'ın üzerinize göndereceği azabı pek yakında görürsünüz. Ar­tık, dua etseniz kabul olunmaz,” buyuruyorlar. Yeryüzünde Allah'ın emirlerini insanlara peygamberler tebliğ etmiş, Allah'ın kesin olarak yasakladığı şeylerden de insanları yine onlar uzaklaştırmışlardır. En son pey­gamber, âlemlere rahmet olarak gönde­rilen ahir zaman peygamberi Hz. Muhammed Mustafa (s.a.s) dır. O büyük ve eşsiz insandan sonra hiçbir peygam­ber gelmeyeceği için bu tebliğ görevini insanlara hakkı, hakikati, doğruyu, iyiliği, güzel olan şeyleri anlatma vazi­fesini veliler, alimler, salihler, yerine getirmişler ve yine onlar tebliğ ve telkin edeceklerdir. İyilikle emretmek, insan­ları İslâm'a davet etmek için Sevgili Peygamber (s.a.s) Efendimizin:

"Kolaylaştırın, zorlaştırmayın, Müjdeleyin, nefret ettirmeyin.”3 hadis-i şeriflerine kulak vere­rek ona göre hareket etmek gerekir. Emr-i bil maruf (yani iyilikleri emret­mek) için önce İslâm'ın hükümlerini en güzel bir şekilde öğrenmeli ve onlan eksiksiz olarak tatbik etmeliyiz.

İslâm'ın bütün hükümleri, asr-ı saa­dette en güzel bir şekilde tatbik edil­miştir. Mü'minler, o gün, İslâm'ın icaplarını yerine getirmenin sevinci ve mutluluğu içinde adetâ yarış ediyor­lardı. Yüzleri, imân nuruyla parlamaktaydı.

İslâm dininin, yapılmasını hoş gör­mediği veya yasakladığı bir işle karşı­laştıkları zaman hemen onu uzaklaştırırlardı. Yine birbirlerini gördüklerin­de selamların en güzeli olan Allah'ın selamı ile selamlar ve birbirlerine iyi­liği emreder ve kötülüklerden sakın­mak için tavsiyelerde bulunurlardı. İşte İslâm'ın bütün hükümleri bir bir tatbik edildiği ve mü'minler birbirlerini İslâ-mi kardeşlik duygularıyla kucak­ladıkları için huzursuzluk görülmemiş, ahlaksızlık baş göstermemiş ve insanlı­ğa yakışmayan cehalet devrine ait olan bazı durumlar asla olmamıştır. Aldat­ma, hile, yalan, yalan yere şahidlik etme gibi çirkin ve nefret edilen durum­ların hiçbiri meydana gelmemiştir.

Başta Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimiz, yakınlarından başlamak üzere emr-i bil maruf ve nehy-i anil münker hükmünü icra etmişler. Ashab-ı kiram, Fahr-i Alem (s.a.s)den gör­düklerini ve öğrendiklerini yaşamış

başkalarına öğretmişler. Onlar da bu ilahi hükmün gereğini yerine getir­mişlerdir. İşte bu ilâhi hüküm ve hizmet metodu tam olarak tatbik edildiği devir­lerde Allah'ın yasaklamış olduğu şeyler yapılmıyordu. İçki, kumar, rüşvet, faiz, ihtikar, sahtekarlık, dolandırıcılık, vur­gunculuk, soygunculuk gibi İslâm'ın kesin olarak haram kıldığı, yasakladığı şeyler görülmü- yordu. Ashab-ı Kiram, birbirlerini gördüklerinde selamlaşır, müsafaha eder ve hatta asır sûresini okur, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye eder, öyle ayrılırdı. Bu sure-i celile çok kısa fakat çok şümullü, derinmânâlar ihtiva eden bir sûredir.

Yüce Rabbimiz, bu sûre-i celilede meâlen şöyle buyuruyor:



"Asra yemin olsun ki, insanoğlu hüsrandadır. Ancak iman eden, gü­zel güzel amel ve hareketlerde bulu­nanlar, birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.” 4

Bu sûre-i celilede Yüce Rabbimiz, in­sanın hüsranda olduğunu haber veriyor ve bu hüsrandan, perişanlıktan kurtul­manın prensiplerini de beyan buyuru­yor. Kurtuluşun, edebi saadet ve mutlu­luğun ana prensipleri bu sure-i celilede açık bir şekilde belirtilmiştir.



1-İman

2-Salih amel

3-Hakkı tavsiye

4-Sabrı tavsiye

Amel, imânın muhafızı, koruyucusudur. Amel olmazsa, imân durumu tehli­keye girer (Allah korusun). İşte gerçek bir imâna sahip olduktan sonra salih amellerde bulunmak, daha sonra hakkı tavsiye ve sabrı tavsiye etmek lazımdır.

Günümüz insanlarının perişan halini görüp de:

Ey insanlar, uyanın artık, gaflet uy­kusuna daldığınız yeter. Kur'anın saba­hında uyanın. İslâm'ın gül bahçesine kalın. İmân havuzunda yıkanın. Gerçek insanlık elbisesini giyin. Saadet ve mut­luluk pınarından nasip alın. Ebedi hu­zura erin!" diye haykırmamak elde değil.

Ne yapsam, neyle kurtarsam şu imdad isteyen halkı,

Deyip de hiç gezdin mi sen, şöyle bir şark ve garbı" diyor bir İslâm Şairi.

Evet, bu duygularla şark ve garbı do­laşarak iyiliği emretmek, kötülükler­den nehy etmek büyük bir görevdir.

Bu bakımdan, genç-ihtiyar, kadın-erkek, küçük-büyük yediden yetmişe kadar bütün müslümanlar, bu mânevi yangını söndürmek için seferber olma­lıdır. Ve bu mânevi yangını körükle­yenleri deiyi tanımalı, onlara fırsat vermemelidir. Milletimizi cehaletten kur­tarmalı, gaflet uykusundan uyandırmalı, hakkı, hakikati, iyiliği, doğruyu, güzeli, Allah'ın emir ve yasaklarını tebliğ ve telkin etmelidir.

Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (s.a.s) Efendimizin şu mübarek hadis-i şerifleri asla unutulmamalıdır:

"Sizden biriniz bir kötülükle karşı­laştığı zaman önce onu eliyle önleme­ye çalışsın. Eliyle mâni olamıyorsa diliyle mani olsun. Diliyle de (yani konuşmasıyla, ikazla) bu kötülüğü bertaraf edemiyorsa o zaman kalben buğz etsin. Bu da imânın en zayıf de­recesidir." 5


Yüklə 1,14 Mb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7   8   9   ...   40




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin