Gölpazarı’nda Geçmiş Zaman
Bu kitap bir tarih kitabı değil, bu yüzden geçmiş zamandan kasıt Gölpazarı’nda zaman mekan ve anlam dahilinde. Elbette Gölpazarı çok eski bir yerleşim yeri. Çevresindeki höyükler bunun bir kanıtı. Milattan önce iki binlere dayanan yerleşimin arkeolojik buluntuları bunu doğruluyor. İlk çağlardan anadolu medeniyetleri devrine geldiğimizde de yine Gölpazarı’nın orta şekerli kararına şahidiz. Frigler, Persler, Bithinya Krallığı, Büyük İskender, Roma, şimdi Bizans dediğimiz Doğu Roma İmparatorluğu, Osmanlı ve bugün… İşte bir nefeste ağızdan çıkıveren deveran üç bin küsur yıl yol aşıp da bize varıyor. Zengin mermer yatakları sayesinde görünen o ki, genelde zenginlik göstergesi olan mermer mezarlar orta halli Romalı vatandaşlara da nasip olmuş. Gölpazarı’nda her yerden geç Roma mezar taşı çıkmasının hikmeti de orada. Definecilerin kral mezarı sanıp çevresini didik didik ettikleri mermer taşların çoğu,hayatında iki öküzden fazlasına sahip olmamış geç dönem Roma vatandaşlarına ait. Yani defineciler heveslenmesin! Dediğimiz üzre, mezarların sahibi orta halli Romalılar… Sizin evinizde mezarınızda ne kadar hazine gömülüyse onlarınkinde de o kadar… Bir metre kumaşın bile bir insan canından daha değerli olduğu bir dönemden bugüne küp küp altın kalacağını düşünmek elbet çocukça bir macera düşkünlüğü…
Roma’dan Bizans’tan Osmanlı’ya geçtiğimizde karşımıza Köse Mihal çıkıyor. Harmankaya tekfuru Köse Mihal arazisiyle birlikte Osman Bey’in safına geçince, Gölpazarı daha ilk hükümdarından itibaren Osmanlı’ya dahil oluyor. Bu yüzden de Osmanlı’ya ait en eski eserlerden biri olan Taşhan ve kuruluş dönemine ait yok denecek kadar az olan belgeler arasında çok önemli bir yer taşıyan Mihal Bey ithaflı Taşhan kitabesi de Gölpazarı’nda. Çarşı Camisi ve Zincirlikuyu da yine Mihal Bey vakfı…
Osmanlı Bürokrasisi yerine oturup da tapular vergi kayıtları arşivlenmeye başladığı vakitten itibaren, biz de Gölpazarı’nın izini sürebiliyoruz bu belgelerde. Sonrasında sarayın tavuk ihtiyacı, balkanlardaki yoksulluğa karşı önlem olarak gönderilecek damızlık horoz (kokoroz)’ların Gölpazarı ve çevresinden temini, vergi merkeze zamanında geldi, yok gelmediyse neden gelmedi ve benzeri bir sürü eğlenceli belge… Modern zamanlara yaklaşıp da Avrupa’yla sadece hasım değil de içli dışlı olunan vakitlerde belgelerin sayısı da artıyor. Özellikle Tanzimat sonrası belgeler tam bir harman yeri. Ödenmeyen senetli borçlardan devletin mesul oluşu, artan bankacılık ve tefecilikle birlikte Gölpazarı’ndan merkeze giden dilekçeleri katlıyor da katlıyor. 1850’lerden Cumhuriyet’e kadar olan sürede birinden borç alıp da ödemeyen herkesin kayıtları arşivlerde mevcut.
1800’lerden 1900’lü yıllara gelindiğindeyse tanıdık bir hikaye çıkıyor karşımıza: Kaza mı, Nahiye mi? Hangi sancağa bağlı olacak Gölpazarı? Her yere yakın olmak güzel ama tam ortada kalınca da talibi de rakibi de çok oluyor. Gölpazarı kaza,Nahiye olsun mu, bu sene para yok seneye yaparız. İzmit’e bağlı, Lefke’ye mi bağlansın mı, bağlansın…Dilekçeler sonucu Lefke’den alınıp tekrar İzmit’e… Merkezde nüfus hep az ama bağlı köy çok.
Yani Gölpazarı’nda geçmiş zaman, bugünün Gölpazarı’na hem çok benziyor hem de apayrı bir dünya…
Dostları ilə paylaş: |