EvliLİk okulu


“Geçmişi ve geleceği yakmadıkça Allah’ı bulamazsınız.”



Yüklə 490,64 Kb.
səhifə3/7
tarix29.12.2017
ölçüsü490,64 Kb.
#36360
növüYazı
1   2   3   4   5   6   7

“Geçmişi ve geleceği yakmadıkça Allah’ı bulamazsınız.”  diyor. Geçmiş üzüntüler ve gelecek kaygısı hem Rabbimiz ile aramıza duvar oluyor hem de mutluluğumuza.

Geçmişi ve geleceği yakmadıkça mutlu da olamayız.”

Dünya da imtihandayız. İmtihan yazılı ve test usulü değil. Birbirimizle imtihan oluyoruz.

Evliliklerdeki pek çok problem de geçmişle bağlantılı sorunların devam ettirilmesi yüzünden çözülemiyor. “Eşim bana şunu yaptı, bunu yaptı, kayınvalidem bana şunu dedi, bunu dedi.” davaları hiç bitmiyor.

Kin sevginin en büyük düşmanıdır, kin ile sevgi bir yerde durmaz. Kin en büyük kirdir. Mutlaka temizlenmemiz lâzım.

Geçmiş sorunlar bugünü ve geleceği mahvediyor. Oysa Rabbimiz “affedin” buyuruyor.

Geçmişte yaşadığımız her ne ise yaşadık bitti. Alınması gereken dersler varsa alınıp, geçmiş bir tarafa bırakılmalı. Kin tutmak kadere isyandır. “Neden bunları yaşadım, neden bana bunları yaşattı.” Yaşamamız gereken ne varsa onları yaşadık. Yaşatan kişiler sadece getiren ellerdi.

İyilikse de kötülükse de getiren ele takılıyoruz, göndereni “Yaradan”ı unutuyoruz. Doğru bir tevekkül anlayışı ile birlikte kadere iman mutluluğun formülü aslında.

Peygamber efendimiz “Kadere inanan, kederden emin olur.” buyuruyor. Aşırı üzüntüler bizim iman eksikliğimizi gösteriyor, yaşadığımız ne olursa olsun. Sözüm önce kendime.

İnsanız elbette üzüldüğümüz konular olacak. Eşinizle kavga ettiniz, ya da beklemediğiniz sıkıntı verici bir durumla karşılaştınız, üzülürsünüz elbette; ama üzüntüyü hayata yaymamak, uzatmamak lâzım.

Bir kötülük gördüğümüz zaman nasıl davranmamız gerektiğinin yolunu Rabbimiz bize göstermiş:

İyilik de eşit değildir kötülük de. Sen kötülüğü en güzel olan hareketle sav. O zaman görürsün ki seninle kendisi arasında bir düşmanlık olan kimse sanki yakın candan bir dost oluvermiş”. (Fussilet sûresi, âyet: 34)

Büyük bir müjde var bu âyet-i kerîme de: “Kötülük gördüğünüzde iyilikle karşılık verirseniz, aranızdaki düşmanlık sevgiye dönüşür.” diye bize sevginin yolu gösterilmiş.

Eşimle aramızda sevgi bitti, ne yapmalıyız.” diyenlere de bir cevap aynı zamanda. “İyilikle davranırsanız, düşmanlıklarınızı sevgiye dönüştürürüm.” diye de bir vaat var.

Yalnız kötülüğe iyilikle mukabelede bulunmanın çok da kolay olmadığı bir sonraki âyette bildirilmekte.

Bu kötülüğü iyilikle önleme özelliğine ancak sabredenler kavuşturulur. Ayrıca buna sevaptan büyük pay sahibi olanlardan başkası da kavuşturulmaz.  (Fussilet sûresi âyet: 35)

Bunu için “sabır” lâzım buyuruyor Rabbimiz. Eğer sabredemezsek, iyiliklerimizin karşılığında hemen iyilik görmek istersek, acele edersek, ya da kötülük görünce hemen iyilikten vazgeçersek büyük sevaptan pay alamayız, kaybedenlerden oluruz.

Bir sonraki âyette konu ile ilgili bir uyarı var:

Eğer şeytandan bir fitne ve vesvese seni dürter ve iyi halden uzaklaştırırsa hemen Allah’ a sığın, çünkü o hakkıyla işiten ve bilendir. (Fussilet sûresi âyet:36)

Şeytan tabi boş durmayacak, iyilik etmek isteyeni yolundan çevirmek isteyecek. “Boş ver, o kıymet bilmez, değmez, diyecek, sana şöyle şöyle kötülükler yaptılar diyecek, yapma şımartma onu diyecek, bunlar iyilikbilmez diyecek… diyecek de diyecek.”

Ne buyuruyor Rabbimiz O vesveseler geldiğinde hemen bana sığının.”

Şeytanın peşine düşüp, iyilikten vazgeçmek, yoldan dönmek yok.

Yaşadığınız her ne ise şu ana kadar üzüntü verici, evliliğe dair, hepsini silin ve temiz sayfa açın.

1-Eşinizi affedin. Geçmişte büyük küçük her ne hata yaptı ise. (Bunu kendi içinizde yapın. O af dilemeden “Ben seni affettim” deyip “hata sendeydi” gibi yanlış anlaşılacak bir mesaj vermeyin.)

2-Kendi hatalarınız için eşinizden özür dileyin, helallik isteyin.

Özür dilerken en hassas nokta karşımızdakini suçlamadan özür dileyebilmektir. “Ben o hatayı yaptım; ama sen öyle yaptığın için yaptım, ben öyle dedim; ama sizinkiler bana ters davrandıkları için dedim” gibi eşi, aileyi ya da şartları suçlayarak özür dilemek sadece yeni bir kavganın ve kırgınlıkların başlangıcı olabilir.

“Ben hata ettim, düşünemedim ya da doğrusu o zannettim, bilemedim.” gibi hatada kendinize ait bölümü söyleyip, kimseyi suçlamadan özür dileyin.

Siz özür dilediniz diye eşinizin de sizden özür dilemesini beklemeyin. Siz samimiyetle özrünüzü dileyin.

Kadın ve erkeklerin özür dileme şekilleri birbirine pek benzemez. Kadınlar duygusal cümleler ile özür diler.

Erkekler özür dilemekte çok zorlanırlar, erkek psikolojisinde özür dilemek bir zayıflıkmış gibi algılandığı için, erkekler özür dilemektense pişmanlıklarını davranışları ile göstermeyi tercih ederler. Erkekler, özür dileseler bile genellikle kuru sözcüklerle, sıradan bir şey söylüyormuş gibi özür dilerler. Bu da genellikle kadınları tatmin etmez. Kadınlar erkeklerden kendileri gibi duygu dolu cümlelerle özür beklerler, bunu göremeyince boş yere üzülürler.

Bu yüzden hanımlar, beylerinden sözcüklerle özür beklentisine girmesinler. Onların davranışlarını okumayı öğrensinler. Evlilik okulunun bir dersinde bu konuyu geniş bir şekilde işleyeceğiz inşallah.

Eşiniz ile özür ve af konusunu hallettikten sonra, daireyi genişletin. Kendi aileniz, eşinizin ailesi başta olmak üzere sizi kıran herkesi affedin, rahatlayın. Yüklerden kurtulun. Bayramda kırgınlık duyduğunuz kişiler yakınınızdaysa ziyarete gidin, uzakta ise telefon açın.

Genellikle eşin ailesi ile sorunları halletmek, onları affetmek zor geliyor pek çok kişiye. Şeytan sizi oradan yakalamasın, bu bayram eşinizin ailesine çok iyi davranın.

Ödevin içindeki âyetlerin bir yazılı çıktısını alın, evde ya da iş yerinde en çok göreceğiniz bir yere asın ki Rabbimizin sözleri bize rehber olsun.


MUTLULUĞU BOZAN “İKİ Ö” (EVLİLİK OKULU 3. DERS)

Evlilik okulumuzda bir önceki dersimiz “Zıtlığı Bozmayalım” başlığı altında kadın-erkek arasındaki zıtlığın önemini konusundaydı. Bu zıtlığı hep birlikte korumamız lâzım; fakat bu zıtlığı koruyanlar erkeklerdir genellikle. Biz kadınlara kalsa ne zıtlık kalırdı, ne de erkeklik kalırdı dünyada.

Çünkü kadınlar, erkekleri kendi kafalarındaki hale getirmek, değiştirebilmek isterler. Bir kadın kocasının huylarını, alışkanlıklarını, davranışlarını değiştirmek arzusunu kolay kolay yenemez.

Erkekler, kadınların bu değişim isteğine karşı dirençlidirler. Yoksa gerçekten “erkek nesli” diye bir şey kalmazdı. Erkekleri kendimize benzetirdik: Bizim üzüldüklerimize üzülsünler, sevindiklerimize sevinsinler, bizimle insan ilişkileri üzerine saatlerce sohbet etsinler, derli toplu olsunlar, küçük büyük her konuya kafa yorsunlar, alışveriş mağazaları hiç söylenmeden bizimle birlikte gezsinler, çocuğun altını değiştirsinler, tabi ev işlerine yardım etsinler, (salata yapmakla kurtulamayacaklardı büyük ihtimalle) yemek, bulaşık temizlik, pasta börek… Bizden daha güçlü olduklarına göre yapıversinler diye yıkardık bütün işleri üzerlerine.

Eee bir erkek karısının her sözünü de dinlesin tabii bu arada(!) Karısının onayladığı arkadaşları ile görüşsün, diğerlerini görmeyiversin, kendi akrabalarını fazlaca görmesin, karısının akrabaları çok sevsin, karısının git dediği yere gitsin, gitme dediği yere gitmeyiversin…

Erkekler kendi kafalarına göre takılmasınlar yani… Karısının kafası varken ne gerek var ki kendi kafasını yormasına. Kıyamaz karısı ona(!) Her şeyi düşünür o ikisi için. Yeter ki yapsın kocası.

Peki biz kadınlar erkekleri değiştirmeye, kendimize benzetmeye neden bu kadar meraklıyız? Bir kere iyi niyetliyiz. Öyle olursa onun da bizim de mutlu olacağımızı düşünüyoruz. Oysa erkek kadına benzemeye başladığında önce kendi gözünde saygınlığını sonra karısının gözünde değerini kaybetmeye başlar.

İkinci nedeni kadınlığı ve anneliği karıştırdığımız için. Kadınların yaratılışlarında var olan annelik güdülerinden dolayı kadınlarda “eğitme, yetiştirme, düzeltme” isteği erkeklerden daha fazladır. Bu yüzden bazen annelikle kadınlığı karıştırabiliyoruz. Aman aman tehlikeli bir nokta burası.

Öncelikle şunu hiç unutmayalım. Kocalarımız bizim çocuklarımız değildir, istediğimiz gibi yetiştirelim, velev ki çocuklarımız bile istediğimiz gibi olmuyorlar. Eşlerimiz elimizde kurabiye hamuru da değildir, istediğimiz şekli verelim.

Onların bir yetişkin olduğunu, aramızdaki ilişkinin anne-oğul ilişkisi değil; kadın-erkek ilişkisi olduğunu hep hatırlayalım. Bu yüzden de anne-oğul ilişkisini çağrıştıracak davranışlardan uzak durmak gerekiyor.

Anne oğul ilişkisinde olan, karı koca ilişkisinde olmaması gereken davranışlar nelerdir onlara bakalım. Anne- çocuk ilişkisinde var olan “iki Ö” (öğretme ve öğüt verme) davranışını kadınlar kocalarına yapmamaya gayret etmeliler.

İlk Ö” Öğretmek: Kocaya bir şeyler öğretmeye bayılırız, bundan acayip mutlu oluruz. Oysa erkekler eşlerinden bir şey öğrenmekten pek hoşlanmazlar. Belki bilinçaltında ilişkinin anne-oğul ilişkisine dönmesinden korktukları için, belki de biz kadınlar öğretirken annelik tavrı takındığımız için, belki de “Evin Reisi” onlar olduğu için her şeyi bilmesi gerekenlerin kendileri olduğuna inandıkları için.

Fakat genel olarak eşlerinden bir şeyler öğrenmeye karşıdırlar. Kadınlardan bir şey öğreneceklerse bunun eşleri dışında bir kadın olmasını tercih ederler. Kendi ailesinden bir kadın olursa kendilerini daha da rahat hissederler. Bir erkek bir kadından bir şey öğreniyorsa doğru ya da yanlış bu fark etmez, bu büyük ihtimalle annesidir, ablasıdır, teyzesi yani kendi yakınıdır.

İkinci Ö” Öğüt vermek: Bundan da şiddetle sakınmamız lâzım. Erkeğe sürekli olarak neyi yapıp neyi yapmaması gerektiğinin söylenmesi, erkek açısından son derece rahatsız edicidir. Kadını mutlu edecek iyi bir koca nasıl olunur? Erkekler bu konu ile ilgili nasihat dinlemekten zaten hiç hoşlanmazlar.

Onu öyle yapma, bunu böyle yapma, önce şunu ye, sonra onu yersin, fazla yeme, onu oraya koyma kirlenir, bunu yapma sağlığına zararlı, parayı şöyle harca daha iyi olur, onu oradan kaldır, onu oraya atma…” Oysa koca o yaşa gelene kadar öğreneceğini öğrenmiştir. Kadının çabaları genellikle nafiledir.

Bu ve benzeri sözleri bir anne tavrıyla defalarca söyleriz. Kaç kez söylediğimizi kendimiz bile hatırlamayız. Hayır, o sözü bir kez söyledik, “tamam” ikinciye söyledik, “tamam”, üçüncüye söyledik “tamam” da dördüncüye niye söylüyoruz. Belli ki sözümüzün bir etkisi yok. Bunu bile bile niye devam ediyoruz da kendimizi dırdırıcı kadın konumunda bırakıyoruz, bu da ayrı bir konu tartışılabilir.

Biz kadınların erkeklere karşı bu “iki Ö “yü hayatımızdan çıkarmamız gerekiyor. Çünkü bu “iki Ö” evliliği öğütüyor, sevgiyi öldürüyor.

Bu “iki Ö” nün temel amacı kocayı değiştirmek, kendi kafamızdaki koca yapmak ve onunla mutlu olmaktır. Başta söylediğim gibi niyetimiz kötü değil, bunun mutlu olmak için bir sevgi göstergesi olduğunu düşünüyoruz; fakat erkekler kadınların bu değiştirme arzularına karşı dirençlidirler hem değişmezler hem de çok incinirler. “Sevmek olduğu gibi kabul etmektir.” erkek gözünde.

Erkek değiştirilmeye çalışıldıkça kontrol edildiğini, yönlendirildiğini, reddedildiğini ve sevilmediğini hisseder. Kadın bir erkeği ne kadar değiştirmeye çalışırsa, erkek o kadar direnir.

Kadın erkeğe değişmesi gerektiğini ima ettiğinde ya da açık bir şekilde söylediğinde erkek karısı tarafından “yetersiz” görüldüğü düşüncesine kapılır. Zayıflık, acizlik ya da yetersizlik güce önem veren erkek fıtratı için büyük bir darbedir. Erkek bu durumda eşine fazlasıyla içerler.

“Karısının mutluluğundan sorumlu tutulmak” erkek için ağır bir yüktür. Erkek değişmediği için karısı tarafından suçlandığında ona kızgınlık duymaya başlar.

Kadın kocasının değişmesini bekler, erkek direnir… Kadın bekler, erkek öfkelenir… kadın bekler, erkek…

Burada erkeğin karakterine göre değişimler olur. Bazı erkekler kaçarlar (boşanırlar) bazı erkekler teslim olmaz, mücadele ederler, bazıları da “yeter uğraşamam” deyip pes eder, karısına teslim olur. Fakat karısına teslim olmuş koca hiç bir kadını memnun etmez.

Erkekler kadınları değiştirmek isterler mi? Bir de bu taraftan bakalım. Erkekler, kadınlar gibi meraklı değillerdir eşlerini değiştirmeye. Erkek karısının değişmesini istese de bunun için mücadele etmez. Söyler geçer, değişmeyeceğini görünce gerçeği kabullenmekte zorlanmaz. Fakat biz kadınlar vazgeçmeyiz, ümidimizi kolay kolay kesmeyiz. Bu konuda çok ısrarcıyızdır, adam ölüp giderken bile hâlâ pes etmemiş kadınlar vardır. Ardından “ölmese değişecekti” diye üzülürler.

Yazının başında değişim konusunda ev işlerine yardımdan örnek verdim, konu yanlış anlaşılmasın. Erkekler ev işi yapmasınlar anlamında söylemedim. Erkeklerin hanımlarına yardımcı olması erkeği asla kadınsı yapmaz, sadece bütün işlerin erkeklerin üzerine yıkılabileceği tehlikesine dikkat çekmek istedim. Yoksa erkeğin karısına yardımı ona olan şefkatini gösterir, kadın da kocası tarafından değer verildiğini hisseder. Karısı çalışıyorsa erkeğin zaten yardım etmesi gerekir. Yanlış olan erkek istemediği halde ev işlerine zorlamaktır. Erkeğe bunu açık ya da gizli baskı ile yaptırmak, sevgiyi yok eder.

Söylemek, söylenmek, surat asmak, tavır almak eşi değiştirir; ama bu kötü yönde bir değişime sebep olur.

Eşi iyi yönde değiştirmenin tek yolu kişinin kendini iyi yönde değiştirmesidir. Bir tarafın iyi davranışları ancak diğer tarafın olumlu değişimini sağlar.

Ders sonu, soru zamanı.

Erkeklere soruyorum: Evlendiğiniz günden beri değiştiğinizi fark ediyor musunuz? Bu nasıl oldu? Kendi isteğiniz ile neleri değiştirdiniz, eşinizin isteği ile neleri değiştirdiniz?

Kadınlara soruyorum: Eşlerinizi hangi konularda değiştirmeye çalıştınız, değiştirebildiniz mi? Neler öğretmeye uğraştınız? Eşinizin tepkileri nasıl oldu?


Nasıl Değişebiliriz? (Evlilik Okulu 3.Ödev)



EVLİLİK OKULU 3. ÖDEV

Bu haftaki ödev konumuz “Öğrendiklerimizden nasıl faydalanacağız, nasıl değişeceğiz.” Yıllarca yaptığımız, alışkanlık haline getirdiğimiz davranışlarımızı bir kalemde silebilir miyiz? Bir kaç yazı okuyup değişebilir miyiz?

İnsan” kelimesinin kökü unutmak kelimesinden geliyormuş. İnsan unutkandır.

Unutmak büyük bir nimettir. (Ya da hatırlamamak da diyebiliriz, aslında tamamen unutmuyoruz, alt hafızaya gidiyor, hatırlayamıyoruz. Ben unutmak kelimesini kullanacağım, görünüşe göre unutuyoruz.)

Gün içinde gerekli gereksiz pek çok şey duyuyoruz, okuyoruz, görüyoruz. Hepsi aklımızda kalsa ağırlıktan çıldırırız. Öğrendiklerimizi saniyeler sonra başlayarak( bizim ne kadar dikkatimizi çektiğine göre değişiyor) dakika, saat, gün, hafta, derken unutuyoruz.

Beynimiz öğrendiklerimizi temizlerken şunu yapmıyor: “Aaa bu çok önemliymiş, bunu kaydedeyim.” Önemliyse bizim bunu beynimize kabul ettirmemiz gerekiyor. Beynimizin bir çalışma sistemi var. Ona göre hareket edersek öğrenebiliriz, ona göre hareket edersek kendimizi değiştirebiliriz.

İnsan tekrarla öğreniyor. Rabbimizin kelamında da pek çok birbirine benzer tekrar eden âyet-i kerîmeler vardır.

Peygamberimizde önemli sözlerini üç kez tekrar edermiş. Dua ederken de üç kez söylemeyi tavsiye etmiş bizlere.

Bir bilgi bir kez ya da bir kaç kez geldiğinde, beynimiz bunu ciddiye almıyor. Yere dökülmüş reçel gibi görüyor, az sonra silmeye başlıyor. Tekrarla geldiğinde “Hımm bu önemli galiba, hep geliyor, hep geliyor, kaydedeyim bari.” diyor.



Beynin yeni bir bilgiyi unutmamak üzere kaydetme süresi bilimsel olarak en az 3 hafta tekrarla oluyor. Davranışta değişim istiyorsanız 40 gün uğraşmanız gerekiyor.

Hz Musa da Tur dağında 40 gün kalmıştır. Bir değişim ve dönüşüm, yeniyi kabul etme sayısıdır 40. Kırk sayısı ile ilgili çok şey var, konu dağılmasın diye burada yazmıyorum.



Atalarımızda “Akıllıya kırk gün deli dersen deli olur.” sözü ile iyi ya da kötü bir değişim için 40 sayısına dikkat çekmişlerdir.

Yani köklü bir değişim bir gün de bir yazı bir kitap okuyarak değişmek çok da mümkün değildir. Mümkündür; ama çok nadirdir.

Mark Twain: “Bir alışkanlık pat diye pencereden atılamaz; onu merdivenlerden yavaş yavaş indirmeniz gerekir.” demiş. Çok doğru. Yanlışları adım adım merdivenden indirirken, doğruları da yavaş yavaş yukarı çıkaracağız.

Alışkanlıklar ya en iyi hizmetçidir, ya da en kötü efendidir.

Kötü bir adetin yerine bir iyisini koymaya çalışmak en doğrusudur. “Çivi çiviyi söker; bir alışkanlık da bir diğeriyle alt edilir.”

Kalıcı bir öğrenmenin ilk şartı:

Yazmaktır: Sevgili peygamberimiz “İlmi yazarak bağlayınız.” buyurarak bilginin ne kadar çabuk unutulabileceğine dikkat çekmek için onu kaçan bir şeye benzetiyor.

İlim kıymetlidir emek ister. Bir kere duydum, okudum öğrendim yok. Emek vermek gerekiyor, nazlamak gerekiyor.

Peygamberimiz, hadisleri ezberleyemediği için üzülen bir sahabiye “Sağ elinden yardım alsaydın.” diye yol gösteriyor.

Yazmak önemli; fakat en önemlisi yazıp defterde bırakmayacağız. Yazdıklarımızı tekrarlı bir şekilde okumamız gerekiyor. Bunun içinde en iyi yol öğrendiklerimizi bir cümleyle özetleyip, her gün en çok göreceğimiz bir yere yapıştıracağız.



İkincisi tekrar etmektir:

Beyin tekrarla öğrendiği için kendimize doğru telkin cümleleri hazırlamalıyız. Aşağıdaki şartlar önemli.



Bu telkin cümlelerinde dikkat edilmesi gereken noktalar:

1-Cümlelerin şimdiki zaman cümleleri olması önemli. “Yapacağım değil yapıyorum” olmalı. Beynin gelecek kavramı yok. Cek cakla söylediğiniz şeyleri hep erteliyor. Yapıyorum dediğinizde henüz yapmıyor bile olsanız, beyin sizi yapmaya teşvik ediyor. “Kendimi kontrol edeceğim değil, kendimi kontrol ediyorum.”olacak.

Beynin yalan ve doğru kavramı da yok. Çok söylenen tekrar edilen sözlere ya da düşüncelere inanıyor. Bu yüzden yalan söyleyenler bir süre sonra kendi yalanlarına inanıyorlar. Beyin hayal ve gerçeği de karıştırıyor. Bir şeyi çok hayal ederseniz gerçekmiş gibi algılamaya başlıyor.

2-Telkin cümleleriniz açık ve kesin olmalı.

3-Olumlu cümleler olmalı. Cümlelerde beyne olumsuz çağrı verecek sözcükler olmamalı. “Sinirli değilim, bağırmıyorum değil; sakinim düşünerek hareket ediyorum.”gibi olumlu cümleler olacak. “Bağırmıyorum” deseniz bile beyne “bağırmak” kelimesi çağrışım yapıyor ve onu telkin ediyor.

4-Uygulanabilir olmalı. (Evrene olumlu mesajlar verdim, süper zengin olacağım, parayı çağırdım gibi bol keseden atmasyon olmamalı.)

5-Kişisel ve dürüst olmalı. Size uygun olmalı.

6-En az üç hafta tekrar edilmeli. Davranış değişikliği için 40 gün tekrar edilmeli.

7-Tekrarlar hem her gün 20 dakika sesli tekrar olmalı. Hem de gün içinde iç seslerle tekrar edilmeli.

Bu metodu her şeyde kullanabilirsiniz. Ben kullanıyorum. Bazen ezberlemek istediğim bir âyeti yazıp duvara yapıştırıyorum bazen bir hadis bazen şiir ya da bir güzel söz. Bunlar için sesli tekrar çok önemli değil. Yazıyı gördükçe hafızama geçiyor.

Fakat davranış değişikliği için sesli tekrar mutlaka gerekli.

Birkaç değişim cümlesine örnek:

Düşüncelerimi kontrol edebiliyorum.

Davranışlarımı kontrol edebiliyorum.

Ben dili kullanıyorum.

Güleryüzlüyüm.

Eşime ve çocuklarıma karşı sabırlıyım… gibi.

Kendi cümlelerinizi hazırlayın. Yalnız yukarıdaki maddelere dikkat edin.

Ben geçmiş yıllarda bu metotla zayıflamıştım. Kilo sorunu olanlara tavsiye ederim, faydalı bir metot. Yukarıdaki şartlara uymak koşuluyla. Bir dosya kâğıdına yazıp, göz önüne bir yere yapıştırın. Mutfak dolapları hanımlar için en ideal yerdir. En az üç hafta sabahları 20 dakika sesli tekrar yapın.

Seçtiğiniz cümlenin şimdiki zaman cümlesi olması çok önemli. Mesela “Az yiyorum ve zayıflıyorum” iyi bir cümle. “Zayıflayacağım değil, zayıflıyorum.” olacak yalnız. Dikkatinizden kaçmasın. Beynin gelecek kavramı yok. cek cak ekleri ile söylenen sözleri kabul etmiyor.

Destekleyici ek cümleleriniz de olsun. “Peygamberimiz sofradan doymadan kalkardı.”

Az yemek yemek bana yetiyor. Böyle daha sağlıklıyım.”…gibi.

Sabırlı bir anneyim. (çocuk eğitiminde kullanabilirsiniz.)



Bu metodu derslerde kullanmanızı istiyorum. Şifrelerle de kullanabilirsiniz.

Son derste eğer eşinizi değiştirmeye çalıştığınız fark ettiyseniz “İki Ö dikkat” yazıp çok göreceğiniz bir yere yapıştırın. Her baktığınızda size yapmamanız gereken şeyleri hatırlatacaktır.

Benim dersler arasında zaman bırakmam da yine öğrenilen konunun üzerinde durmanız için. Sadece öğrenmemiz değil, öğrendiklerimizden faydalanmamız önemli.

Evlilik Okulu”nu baştan itibaren sindire sindire takip edenler daha çok faydalana-caktır. Zamana yayılması ve tekrarlar önemli. Bu yüzden dersler daha ilerlemeden sevdiklerinizle, arkadaşlarınızla paylaşmanızı tavsiye ederim. Facebook, twitter adresleri olanlar paylaşın ki başkaları da faydalansın.

Bazı hanımlar “evlilik okulunu” eşlerinden gizli takip ediyorlarmış: ((Eşleri öğrendiklerini uygulamasını bekler diye… Bunun için paylaşmıyorlarmış. Uygulamayı düşünmüyorsanız hiç takip etmeyin bence. Ayrıca okulumuz bildiğiniz üzere sadece hanımlar için değil, erkek katılımcılarımızda çok ve onlarda faydalanıyorlar.

Erkeklerin de öğrendiğimiz konuları bilmeleri lâzım. Hem onları ilgilendiren konuları hem de eşlerini daha iyi anlamak için kadınları ilgilendiren konuları okumaları geriyor. Derslerde ben özellikle iki tarafa da hitap ediyorum. Korkmayın hanımlar! Hadi duyurusunu yapın:))

Erkek okurlarımızdan da “aa evlilik okulumu takip ediyorsun.” gibi gereksiz esprilere muhatap olmamak için siteyi paylaşmaya çekinenler varsa, hiç çekinmeyin. İnanın en çok da o espriyi yapan kişi takip edecektir. Kesin onun da ihtiyacı vardır.

Siteyi duyanlar çok memnun oluyorlar, dua ediyorlar. Hem sitedeki yazarlarımızdan hem evlilik okulundan çok faydalandıklarını söylüyorlar. O zaman duyurup bu duaya siz de ortak olun.


KIZGINLIKLARIMIZ SEVGİMİZİ YEMESİN (EVLİLİK OKULU 4. DERS)

Evlilik okulumuzda geldik dördüncü derse. “Katılmak için geç kaldık mı?” diye soranlar var. Geç kalmış sayılmazsınız. Yeni katılanlar ilk dersten itibaren okuyun, ödevleri yapın ve bu dersten devam edin.

Bu derste iletişim konusuna başlıyoruz. İletişim çok önemli. “Seviyoruz birbirimizi, ölüyorum aşkımdan; ama anlaşamıyoruz, kavga ediyoruz.” diyenler çoktur. Neden? Sevmek neden iyi anlaşmak için yetmez? Çünkü gönül ve akıl ele ele olmadan hiç bir sevgi yaşamaz, ölür. Gönlümüzü aklımızla koruyabiliriz.

Bu yüzden iyi bir iletişim önce beyinde başlar. Konu ya da kişi ile ilgili ne düşünüyoruz? Bütün söz, tavır ve davranışlarımızı düşüncelerimiz belirler.

Bekârlarla başlayalım. Bekâr bir genç kız. Erkeklerle ilgili düşüncesi; onların kaba, düşüncesiz ve fırsat bulurlarsa kadınları ezeceği üzerine ise erkeklere ne kadar iyi davranabilir? Nasıl iyi bir eş olabilir?

Bekâr bir erkek. Kadınlarla ilgili düşüncesi; sadece cinsellik üzerine ise, onların dırdırcı, paracı, gözyaşını kullanan cadılar olduğunu düşünüyorsa nasıl iyi bir koca olabilir?

Düşünceler davranışlarımızı belirler. Mesela; kadınların çoğunda kabul etmeseler de erkek düşmanlığı var. Hemen her seminerimde değişmeyen, artık klasik olan, şu soru mutlaka gelir: “Kocama yumuşak davranırsam, beni ezmez mi?” İnsanı dostu ezmez, düşmanı ezer. Bir kadın kocasının onu ezeceğini düşüyorsa, onu düşman olarak görüyordur ve ilk yanlışı kendi başlatıyordur.

Nişanlı kızlardan da en çok şu sözü duyuyorum. “Nişanlım istediğimi yapana kadar mutlu olmuyorum.” Neden? Çünkü evlilikle ilgili yanlış şeyler düşünüyor. Çoğunlukla genç kızı etraftan yanlış yönlendirenler oluyor. “Bak şimdiden nasıl alıştırırsan öyle gider, dediklerini yaptırmaya bak.” Genç kız da ne kadar severse sevsin, evlilikte kendi sözünü geçirebilmek için bile bile sevdiğini üzüyor.

Ya da gençler; kız ya da erkek fark etmez, kendi anne ve babalarının evliliklerine bakıyorlar ve önlerinde olumsuz modeller varsa onlar gibi olmamak için, yanlış adımlar atabiliyorlar. Erkek babası gibi olmamak, kız annesi gibi olmamak için kendine kurallar belirliyor. O kuralların karşısındaki kişide nasıl etki uyandıracağını düşünmüyor. Oysa eşi, onun anne ya da babasının karakterinde değil.

Kayınvalide ile de ilgili daha tanımadan olumsuz düşünceler özellikle genç kızların kafasında ağlarını örmüş oluyor. Dikkat Tehlike! Yakın olma, yakın oturma, resmi dur.



Düşüncelerimizle ön yargılar oluşturuyoruz, o da davranışlarımızı etkiliyor.

Gelelim evliliğe…

Birbirimizde hoşumuza gitmeyen şeyler gördüğümüzde önce değiştirmeye çalışıyoruz, değiştirmeyi başaramayınca kızgınlık duymaya başlıyoruz. “Neden benim istediğim gibi olmuyor.” diye. Duyduğumuz kızgınlık bakışımıza, ses tonumuza, sözlerimize yansıyor.

Düşüncelerimizle enerji üretiyoruz, elektrik dediğimiz şey. Olumsuz bir şey düşündüğümüzde negatif (kötü elektrik) üretiyoruz, olumlu bir şey düşündüğümüzde pozitif (iyi elektrik) üretiyoruz. Ürettiğimiz her ne ise karşımızdakini etkiliyor. Biz istediğimiz kadar olumsuz düşüncelerimizi, sahte davranışlarla örtmeye çalışalım, karşıdaki onu mutlaka anlıyor. Ne olduğunu anlatamasa da anlıyor. Çünkü elektriğimiz onu çarpıyor.

Mesela…


Erkek eve geç kalıyor, kadın kızıyor “İşten çıktı, yine nereye gitti? Annesine mi uğradı, arkadaşlarına mı takıldı?” Kocasını arıyor: “nerdesin?” diye soruyor. Ya da kızgınlığı belli olmasın diye süslüyor. “Hayatım nerdesin?”

Aradaki mesafe önemli değil. Erkek sesten anlıyor, tatsızlığı. O da kızıyor içinden. “Ne var geç kaldıysam, beni kontrol etmeyi bırak artık.” diye düşünüyor. Fakat cevabı başka oluyor. Nerede olduğu ile ilgili bilgi veriyor; fakat onun da kızgınlığı sesine yansıyor.

Erkek eve geldiğinde bir kavga tartışma olmasa bile birbirlerine soğuk davranıyorlar.

Kadın ararken “Sorumsuz yine geç kaldı” diye düşünmek yerine “Bir işi çıkmıştır, gitmek zorunda kalmıştır ya da arkadaşlarını görmek istemiştir.” gibi bir olumlu düşünceyle arasa, erkek cevap verirken “Beni merak etmiş, özlemiştir karıcığım” diye olumlu düşünüp öyle cevap verse hiç bir tatsızlık olmayacak.

Mesela çalışan kadın… Karı koca aynı anda kapıdan giriyorlar, erkek salona geçip televizyonun karşısına geçiyor. Kadın bir yandan çocukla ilgilenmeye çalışırken, bir yandan yemeği hazırlamaya çalışıyor. Bir yandan da zihninden şunlar geçiyor. “Yat tabii, ben senin uşağınım, hem dışarıda çalışırım, hem evde çalışırım, kazandıklarımı harcamaya gelince bayılıyorsun; ama yardım etmeye gelince canın çıkıyor.”

Kızıyor, kızıyor, kızdıkça negatif elektrik üretiyor, tatsızlık çıkmasın diye belli etmemeye çalışsa bile bakışları, hareketleri, yürüyüşü masayı kuruşu, tabakları koyuşu her şey değişiyor. Her şey daha sert. Elektriği ortalığı kasıp kavuruyor.



Bu elektrik önce kendini sonra kocasını yakıyor. Ürettiğimiz olumsuz elektrikler vücudumuzda hastalığa dönüşüyor. Baş ağrıları, fıtık gibi pek çok hastalığın sebebi stres. Stresi biz üretiyoruz. Ne yaşadığımız değil, olaya nasıl baktığımız önemli.

Kadın daha olumlu bakabilse duruma. “Ailesinde alışmamış ev işi yapmaya; ama ben de çok yoruluyorum onun yardımına ihtiyacım var, eşimi nasıl yardım etmeye alıştırabilirim?” diye düşünse. Kızmak yerine yanına gidip “Canım sana ihtiyacım var, salatayı sen yapabilir misin ya da çorbayı azıcık karıştırabilir misin, ben yetiştiremiyorum.” dese. Eşine ihtiyacı olduğunda kızmadan tatlılıkla, yardım istese.

Genellikle kadın, bir gün söylemişse ertesi gün söylemiyor, “Kaç sefer söyledim, bilmiyor mu? Beni düşünse, sevse, gelip yardım eder zaten, söylemeye ne hacet.” diye düşünüp kızgınlık besliyor. O kızgınlıkla ya suratını asıyor ya da her şeye söyleniyor. Oysa erkekler karısının ihtiyacı olduğunda söylemesini bekliyor.

Erkek de bu arada karısının tavırlarına kızdığı için şöyle düşünüyor. “Para kazanıyor ya, afra tafra yapıyor, yapmazsan yapma, ne bulursam yerim, olmazsa gider lokantada ya da annemde yerim.” diye düşünüp ocakta çorba pişene kadar karı koca kafada birbirlerini pişiriyorlar.

Erkek de şöyle düşünse “Karım hem dışarıda hem evde çalışıyor, kadın bünyesi zaten zayıftır, o belki benden daha fazla yorulmuştur, yemekten sonra uzanır dinlenirim.” deyip kalkıp yardım etse tatsızlıklar olmayacak.

Bir tarafın negatif enerjisini diğer taraf pozitifle karşılarsa ortam düzelir. İki tarafta negatife devam ederse tatsızlıklar huzursuzluklar bitmez.

Velev ki kadınsınız, yardım istediniz kocanız da ”Çok yorgunum yardım edemem.” dedi. O zaman kızgınlık besleyerek bir kaç çeşit yemek yapmak yerine, tavır yapmadan inatlaşmadan bir çorba yapıp güler yüzle getirin sofraya “Fazla bir şey yapamadım canım, çok yorulmuşum.” deyin. Az yiyin; ama az sevmeyin.

İşin bir de dindarlık ile ilgili boyutu var. Gelen yorumlarda vardı. Bir hanım “Kocası namazlarını aksattığı için kocasına kızdığını, evde tatsızlık olduğu ve ne yapması gerektiğini” sormuştu. Soruya buradan cevap vereyim. Aynı sorunu dindar hanımlar çok yaşıyorlar.

Öncelikle şu önemli ki günah işleyene kızmak değil, onun için üzülmek, dua etmek lâzım. Niye? Günahı bize karşı işlemiyor ki, biz niye kızıyoruz? Eğer onun ebedi saadetini düşüyorsak, kızmak yerine onun için üzülmemiz lâzım. Bu arada kendi hatalarımızı da unutmadan tabii. İbadet etmemiz bizim kurtulacağımızı göstermez.

Dedikodu, gıybet, kin tutmak… gibi basit gördüğümüz; ama çok önemli olan konulardan biz çuvallayabiliriz de ibadetlerini beğenmediğimiz insanlar, bizden önce cennete gidebilirler. İbadet önemsiz demiyorum asla, yanlış anlaşılmasın, çok önemli; ama ibadet ettiğimiz için kendimizi kurtulmuş görüp kimseyi hor görmeyelim, işte o zaman en büyük hatayı yapmış oluruz. Peygamberimiz “Ben güzel ahlakı tamamlamak için gönderildim.” buyuruyor. Ahlak kötü olduğunda ibadetlerin bir değeri kalmıyor.

Ayrıca kadın dinen kocasının namazından, ibadetlerinden sorumlu değil. Rabbimizin vermediği yükü üzerimize almayalım. Erkek karısının kılmadığı namazdan sorumlu. Erkek, güzellikle, tatlılıkla uğraşıp elinden geleni yapmak zorunda. Fakat kadının böyle bir yükümlülüğü yok. Kocası ona namazı hatırlatmasını istiyorsa, kadın yapmalı yoksa onun için sadece dua etmeli. Her namaz vakti “Günahkâr adam, oturup tv izleyeceğine kalkıp namazını kılsana.” tarzında kızgın bakışları atmamalı tabii bu arada. Adamın kılası varsa da inadına kılmaz sonra.

İletişimde düşünce konusu çok önemli bir konu, yazıyorum ama bir derste bitmeyecek. Bir sonraki derste de devam edelim düşünce konusuna inşallah. Bir kaç gün içinde ödevi de bu konuda vereceğim. Şimdi sıra sizde. Konu ile ilgili düşüncelerinizi, yaşadıklarınızı yazın, yorumlar konuyu daha geniş çerçevede görmemiz için önemli.

İç Konuşmalarımız (Evlilik Okulu 4. Ödev)

Düşünme Sanatı (Not defterimden farklı kitaplardan konu ile ilgili aldığım notlardan)

Güzel düşünmek bir sanattır ve bir sanatın; tıpkı resim ve müzikte olduğu gibi, devamlı alıştırma yaparak ve icra ederek canlı tutulması gerekir.

İnsanın, düşünebilmeyi başarmadan çok önceleri duygularının bir kurbanı olduğunu fark etmek çok önemlidir kuşkusuz.

Siz hiç “şevke getirici, coşturucu” bir toplantıya katıldınız mı? Neden devam etmedi?  Değişmek, başarmak konusunda bir ilham geldi mi ve sonra neden kesildi? İlham nereye gitti? Neden bir kitap hayatınızı değiştirmedi?

Sorun kitaplarda değil. Sorun seminerlerde de değil. Gerçekten iyi olan birçok kendini geliştirme düşünce ve teknikleri var. Bunlar sonuç vermeli ve verebilir. Ama sonuç vermiyorlar ya da istikrarlı bir çözüm getirmiyorlar. Beynimizin çalışma yöntemi bu değil.

İnsan beyni, hepimizin sahip olduğu inanılmaz ölçüde güçlü, kişisel bilgisayar denetim merkezidir. Onun sizin için yapmasından hoşlandığınız, mantıklı her şeyi yapmaya gücü vardır. Fakat ona nasıl davranacağınızı bilmelisiniz. Eğer doğra davranış ve doğru yönergeleri dikkatle verirseniz, doğru şeyi yapacak sizin için en doğru şekilde çalışacaktır.

Ona inanıp inanmamamız da hiçbir fark yaratmaz. Beyin sadece en çok söylediğimiz şeye inanır. Ona kendiniz hakkında ne söylerseniz, onu yaptıracaktır. Başka seçeneği yoktur.

Yaşam Gerçekten Çok Basit, Ne Ekersek, Onu Biçiyoruz.

Bir günde zihnimizden ortalama olarak elli, altmış bin arası düşünce geçiyor. Karamsar olanlarda yüzde doksana varabiliyor.

Günde elli bin düşünceyi kayda geçirebilseydik, çoğunun tekrarlar ve olumsuz yargılardan ibaret olduğunu görebilirdik.

Düşünceler duygularımızı yaratıyor, duygularımız davranışlarımızı belirliyor. Ve biz davranışlarımızın sonucunda aldığımız tepkilerin sorumluluğunu üstlenmek yerine kişileri, koşulları ya da olayları suçluyoruz.

Evrende bedelsiz hiçbir şey yoktur. Olumsuz düşüncelerin birikiminin yarattığı çöplüğün bedelini fiziksel, zihinsel ve duygusal olarak rahatsızlıklar yaşayarak ödüyoruz.



Duygular enerjidir. Düşük frekanslı olumsuz düşüncelerin zihnimize hakim olduğu bir yaşam en kötü olasılıkla ölümcül hastalık, en iyi olasılıkla mutsuz ve doyumsuz bir yaşam olur.

Kendisine ve başkalarına karşı olumsuz düşünceler besleyen kişi, tıpkı kötü beslenen bir kişi gibi sağlıksız olur. Olumsuz düşünceler, olumsuz duyguları yaratıyor. Bu düşük frekanslı duygular ise bedenin bağışıklık sistemini zayıflatıyor. Sonuçta bedenimizde her an mevcut olan virüs ve bakteriler, bağışıklık sisteminin direnciyle karşılaşmadığı için hasta oluyoruz.



İÇ KONUŞMALARIMIZ

HEPİMİZ KENDİMİZLE sürekli konuşuyoruz. Kendimizle konuşmamız söze dökülmüş kelimeler ya da söze dökülmemiş düşünceler şeklinde olabilir. Biz hiçbir zaman kapanmayan, düşünen makineleriyiz.

Sessiz içe dönük konuşma ya bilinçli ya da bilinçsiz içsel bir diyalogdur. Çabadan çok farkındalık gerektirir ve kısa zamanda doğal, otomatik bir içe dönük konuşma alışkanlığı oluşur.

Mademki sorun olarak adlandırdığınız şeylerin çoğu gerçekte yalnız sorun olarak algılanır, her birine ne şekilde baktığınız onların gerçekten sorun olup olmamasını belirler.

İçe dönük konuşmanızın ifadelerini değiştirmeye başladığınızda eski programınız sizi bundan vazgeçirmeye çalışacaktır. Bu nedenle, işe koyulduğunuzda, ilk önce size bunun sonuç vermeyeceğini, anlatmaya çalışan daha önceki olumsuz programı dinlememe kararı verin.

Kendinize yorgun olduğunuzu söylemek yerine bol bol enerjiniz ve şevkiniz olduğunu söyleyin.

Sandalyeden kalkmak bile istemediğiniz bir anı düşünün. O an telefon çalıyor ve bu tam doğru zamanda gelen doğru bir telefon, iyi bir haber veren birisi ya da dünyada sizin için en önemli olan birisi. Enerjinize birdenbire ne olur? Şevkinize ne olur? Bir adrenalin dalgası sisteminize çarpar ve birdenbire sizi hayata döndürür.

Olumsuz iç ve dış konuşmaları asla yapmayın. Olumsuz cümlelerle kendinizi hipnozlamayın.

Bilinçaltınız şu anda, gece gündüz, tam olarak bilinçsizce kendinize tanımladığınız kişi olmanızı sağlamak için çalışıyor. Kendinizi bir diyete sadık kalamayacağınıza inanmak üzere şartladıysanız, bilinçaltınız hiçbir diyetten sonuç almamanızı garanti eder. Bilinçaltınız, sizin için, sadece sizin ve diğerlerinin komutlarını yerine getirir.

Sonuçlarla Yaşamak

Yeterince sık ve kuvvetle söylerseniz, insan beyni, ona yapmasını söylediğiniz, mümkün olan her şeyi yapacaktır.

Beynimize ne koyarsak, onu geri alırız. Bilinçaltı bir süngerdir; yeterince sık ve kesin söylerseniz ona söylediğiniz her şeye inanacaktır bir yalana bile.

Beyin, ahlaki yargılarda bulunmaz, sadece ona söyleneni kabul eder. Büronuzdaki masa-üstü bilgisayar ona ne programladığınızla ilgilenmez. Gerçeği söyleyip söylemediği-nizi asla sorgulamaz. Sadece kabul eder ve programladığınız gibi hareket eder.

Geçmişte kendiniz hakkında söylediğiniz ya da inandığınız şeylerin doğru olup olmaması hiç fark etmez. Bunlar beynin umurunda değildir.

Gece uyurken olumlu şeyler düşünün.

Uykuya dalmadan önce en son ne düşünüyorsanız beyniniz uyanana kadar onu tekrar edip durur. Beyin asla uyumaz. Olumlu düşüncelerle uykuya dalarsanız sabah mutlu kalkarsınız. Endişe ile uykuya dalarsanız sabah yorgun ve kızgın kalkarsınız.



Kırgınlık, Yargılama, Suçluluk ve Korku Her Şeyden Çok Sorun Yaratır.

Kırgınlık (gücenme, darılma, öfke) uzun zaman içte tutulduğunda bedeni yemeye başlıyor ve kanser dediğimiz hastalığa neden oluyor.



Sürekli kendimizi ya da başkalarını eleştirmek, yargılamak, “romatizma hastalığına” sebep oluyor. Affedememek “kanser” sebebi.

Suçluluk duygusu daima ceza arar ve bu ceza da ağrılar yaratır. Korku ve gerginlik, kellik, ülser, hatta ayak ağrılarına neden oluyor.

Kırılma, gücenme, darılma duygularımızın üstesinden gelebilmek, kanseri bile yok edici bir düşünce gücüdür.

Geçmişimizden kurtulmalı ve herkesi bağışlamalıyız.

Bedenimizde “hastalık” denen şeyi üreten çoğu zaman biziz. Bir araştırmada; aynı hastalıktan aynı seviyede giden hastaları alıp iki gruba ayırıyorlar. Bir gruba affetmenin önemi üzerine eğitimler veriyorlar. Diğer gruba bir eğitim verilmiyor. Affetme eğitimi alan gruptaki hastalar kısa zamanda iyileşiyor.

Başkalarını Suçlamak

Bir soruna takılı kalmak istiyorsanız, suçlamak en emin yoldur. Birisini suçladığımızda, gücümüzden vazgeçeriz. Öncelikle affetmeyi öğrenmemiz lazım.



ŞİMDİ GELDİK ÖDEVİMİZE

Ödev 1: Hayatınızda affedemediğiniz bir kişi bile varsa bu ödevi mutlaka yapın.

Affetme Alıştırması

Sessiz bir odaya girin. Hafif bir sesle 5-10 dakika şu çalışmayı yapın. Gözlerinizi kapatın, hafif sesle aşağıdaki cümleyi söyleyin. Boşluk yerinde affetmek istediğiniz kişinin adını söyleyin.

“Affetmek istediğim kişi ………………dır ve onu Allah rızası için affediyorum.”

Tekrar tekrar söyleyin.



Ödev 2:Kendi İçe Dönük Konuşmanızı Dinleyin

Gelecek üç gün boyunca, kendinize söylediğiniz içe dönük konuşmanızın her kelimesini dinleyin. İyi veya kötü.

Düşüncelerinizi dinlemeye başladığınızda kontrol etmeye de başlayabilirsiniz. Biraz üzerinde durup emek sarf etmeniz lâzım.

Değişmek için ”Evlilik Okulu 3.Ders Ödev”deki alıştırmaları yapmak gerekir Bunun için de gayret edilmeli hemen vazgeçilmemeli. Mesela istediği saatte yatmasına izin verdiğiniz küçük bir çocuğunuz var. Ve artık çocuğun her gece 20.00 de yatması için karar veriyorsunuz. İlk akşamın nasıl olacağını düşünebiliyor musunuz?

Çocuk yeni kurala karşı tepki duyacak, ağlayıp, bağırıp tepinecektir. Yatağa gitmemek için elinden geleni yapacaktır. Ona boyun eğerseniz, çocuk kazanacak ve sizi sürekli kendi kontrolü altına almaya çalışacaktır. Alışkanlıklarımızda tıpkı içimizde bir çocuk gibidir. En az üç hafta yeni bir alışkanlık ya da davranış için gayret sarf edersek, o da bir süre sonra yeni durumu kabullenecektir.

Üç gün boyunca arada bir kendinizi dinleyin ve en son neyi, kaç kez düşündüğünüze dikkat edin.


KAYINVALİDE SORUNLARI (EVLİLİK OKULU 5.DERS)

Bu hafta iletişim konusuna başlayacaktım; fakat aileler konusu iletişimi çok önemli oranda etkilediği için önce aile konusunu işleyelim, sonra iletişime geçelim diye düşündüm. Maalesef çok ciddi gelin-kayınvalide sorunlarımız var. Bu sorunlar evlilik hayatını zannettiğinizden çok fazla etkiliyor. Konu ili ilgili haber 7 de iki yazı ve daha önce de sitede iki yazı yazmışım. Bu yüzden yeni bir yazı yazmadım, önceki yazılarımı kısaltarak ve birbirine ekleyerek düzenleme yaptım ve aralara yeni cümleler ekledim. İşte bu haftaki dersimiz:

Türk kadınlarının çoğunda kayınvalideye karşı ön yargı var. Kayınvalidesi ile iyi anlaşan hanımlar konuyu üzerlerine almasınlar. Fakat gelin- kayınvalide sorunlarının yaşandığını aileler çok fazla. Kayınvalidenin her sözü geline batıyor, hiç bir hatası unutulmuyor, özenle kaydediliyor. Kayınpederlerle pek sorun yaşanmıyor. Sorunlar daha çok kadınlar arasında. Kayınvalide, görümce ve elti üçgeninde kaynıyor.

Kayınvalide büyük bir sıkıntı olarak görülüyor. Mümkün olduğu kadar benden uzak olsun hatta mümkünse aynı gezegende olmayalım. “Artık çocuklarının mürüvvetini de görmüşler yavaştan yavaştan dünyadan gitseler.” diye bakılıyor.

Öncelikle dünyaya imtihan için geldik. Sıkıntıdan kaçış diye bir şey yok. Sen kayınvalideyi sıkıntı diye görüp ondan kurtulmaya bakarken Allah sana öyle sıkıntılar verir ki kayınvalide en hafifi kalır.

Her şeyden önce kayınvalide mümin kardeşimizdir, düşmanımız değil. Hataları olabilir, kusurları olabilir. Bize düşen affetmek ve iyi muamelede bulunmak olmalı.

Ülkemizde depresyon yüzünden psikiyatra giden kadınların çoğu, kayınvalide meselesinden gidiyorlarmış. Bana da bu konuda hanımlardan mailler geliyor. “Çok bunaldık, nasıl davranmalıyız?” diye.



Gelinler genellikle kayınvalide ile ya çatışmaya giriyorlar, düşman oluyorlar ya da kayınvalide ile irtibatı azaltarak, az görüşme yolunu tercih ediyorlar.

İkisi de çözüm değil.

Öncelikle kayınvalidenizin iyi olmasını beklemeyin, siz iyi olun. Bir gelin kayınvalidesinin huyunu değiştiremeyeceğine göre, en akıllıca olanı kayınvalidesini tanıyıp, ona göre doğru adımlar atması olabilir. Çünkü kayınvalide ile sorun olduğunda kayınvalideniz üzülür; fakat sizin evliliğiniz bitme noktasına gelebilir. Eşinizle birbirinizden nefret etmeye başlayabilirsiniz. Sağlığınızdan olabilirsiniz.

Kayınvalidenizin size hiçbir zaman veremeyeceği zararı, yanlış davranarak, sinir olarak kendi kendinize vermeyin.

Bu noktada en çok zararı kadın ve eşi görüyor. O zaman kayınvalide ile çatışmadan değil, çözümden yana olunmalı.



İyi bir iletişimde en önemli şey karşınızdakini tanımaktır. Tanır ve ona göre adım atarsanız, işiniz kolay olur.

Ben en çok görülen kayınvalide tiplerini grupladım. Tabi bu gruplara girmeyen tiplerde vardır; ama ben en çok görülenleri yazdım.

Oğluna düşkün olanlar: İyi niyetlidirler, gelinleri ile oğullarının mutlu olmasını isterler; fakat oğullarından kopmak istemezler. Sık sık yemeğe gelsinler, onlarda yatsınlar, zamanlarının çoğunu onlarda geçirsinler isterler. Yemek yapar çağırırlar, bir sebeple sürekli görüşmek isterler.

Özellikle oğullarının yeni evlendiği dönemde bu düşkünlük had safhadadır; çünkü evlatları yeni evden ayrılmıştır, onu az görmek, kaybetmiş gibi olmak zorlarına gider, yaptıkları yemekler boğazlarından geçmez.

Gelinler oğullarına düşkün kayınvalide modeline gıcık olurlar. Gitme gelme konusunda eşleriyle sürekli inatlaşırlar. Kocalarının ailelerinin yanına tek başına gitmeleri bile sorun olur. Ne kendi gitmek ister ne kocasını gitmesini ister. Oysa yapılacak en akıllıca davranış inatlaşmadan ilişkileri sürdürmektir.

Yeni evliyken biraz daha fazla gitmek, yaptıkları yemeklerini övmek, iyiliklerini takdir etmek onları mutlu eder. Gelinler, yeni evliyken çok gidersek hep öyle alışırlar, öyle isterler diye korkuyorlar. Uzak durmaya az görüşmeye çalışıyorlar. O zamanda aile, oğlumuz elden gidiyor, korkusu ile daha çok üstüne düşebiliyor, bu da işleri iyice çıkmaza götürüyor. Zamanla bu düşkünlük azalır, onlarda oğullarının evden ayrıldığını ayrı bir evi olduğunu kabullenirler, tabi gelin yanlış bir metot izlenmezse.

Tabii bir de birlikte oturanlar var. Böyleleri için oğluna düşkün anneler daha da sorundur. Bu kayınvalidelerin gelinlerin yatak odasına girip oğullarının üstünü örten tipleri bile mevcuttur. Gelinin gece yıkanıp yıkanmadığı takip edenler de mevcut bu arada. Her duruma sinir olup kendine ve eşine zarar vermektense çok ciddiye almamak, gülüp geçmek gerekir, bu tiplere.

Kıskanç olanlar: “Oğlumu kaybediyorum” korkusuna düşerler. Oğullarının kendinden başka bir kadını çok sevmesine tahammül edemezler. Korkarlar ki oğulları karısının sözüne bakıp annesini sevmekten vazgeçebilir. Bu yüzden oğlu ve gelininin çok iyi anlaşmalarından, muhabbet etmelerinden rahatsız olurlar. Fakat gelinlerin zannettiği gibi ayrılsınlar da istemezler.

Böyle bir kayınvalideniz varsa onun yanında çok mutlu pozlara girmeyin, eşinizle birbirinize “aşkım, canım” gibi muhabbet hitaplarında bulunmayın, onun kıskançlık damarlarını zorlamayın.Kayınvalidelerinin kıskandığını anlayan gelinlerin çoğu, inadına, kayınvalidesini sinir etmek için çok mutluymuş havalarına girerler. Kocalarının aldığı her yeni şeyi, kayınvalideyi çatlatmak istermiş gibi gözlerinin içine sokarlar. Bu davranış zarardan başka bir şey getirmez. İnsanların hasetlik ve kıskançlık duygularını körüklememek lâzım, zararlarından korunmak için.

Geçenlerde bir hanım anlattı: “Kocam bana yıllarca yalvardı ‘Annemlere gidince arada ufak ufak kavga edelim, annem sevinir.’ dedi ama kesinlikle kabul etmedim onların yanında hep çok iyiymişiz gibi davrandım; ama şimdi anlıyorum ki bu davranışımın bana çok zararı olmuş.”

Kıskanç kayınvalidenin yanında eşinizle muhabbet etmeniz en büyük hata. Kıskanan kayınvalideler tehlikelidir, oğlunun size olan ilgisini azaltmak için arkanızdan konuşabilir bu da zamanla eşinizi etkileyebilir. Bu yüzden en iyisi akıllıca davranmak, onun kıskançlık duygularını kabartmamak gerekir.



Gelini kabullenmeyenler: Oğlu onun seçtiği kızla evlenmeyen kayınvalidelerdir onlar. Çoğu zaman akrabadan ya da komşudan bir kız, gelin adayı olarak beğenilir; fakat oğlu onu dinlemez, gidip başka bir kızla evlenmek ister. Yeni gelin adayı bir türlü beğenilmez, kızın ailesine, boyuna posuna türlü kusurlar bulunur. Nişan düğün aşamalarında türlü sorunlar çıkarırlar, sürekli söylenirler, gelinin her yaptığı onlara batar.

Bu kayınvalideler ile zıtlaşmak, inatlaşmak kimseye bir şey kazandırmaz. Tam aksi gelin inatlaştıkça oğluna “Gördün mü benim dediğim kızı almadın, bu gelin bizi beğenmiyor, karın bizi sevmiyor.” diye arkanızdan konuşur. Kötülükten kimse hiç bir şey kazanmaz. Allah rızası için iyi davranmak, huysuzluklarını görmezden gelmek lâzım. Her insanın bir zayıf noktası vardır. Kayınvalidenin zayıf noktasını bulup oradan yaklaşmak kazanmaya çalışmak daha akıllıca olur. Kiminin zayıf noktası paradır. Ona hediye almak, altın götürmek gönlünü kazanmanızı sağlayabilir.



Bazıları gelinin iş yapmasından mutlu olur. Misafiri geleceği zaman pasta börek yapmak ya da yemek yapıp götürmek, evini temizlemesine yardım etmek, sizi kabullenmesini kolaylaştıracaktır.

Gelinden ilgi bekleyenler: Onlar kayınvalide olma konusunda ağır takılırlar. Oğullarına gelinlerine hiçbir şekilde müdahale etmezler. Onları evlendirerek bütün görevlerini yapmış gibi dururlar. “Biz geline hiç karışmayız, anlayışlı, akıllı kayınvalideleriz.” havasındadırlar. Koca bir yalan. Gelinleri, oğulları, gelip gitsin diye can atarlar; fakat gelmezlerse de “niye gelmiyorsunuz?” demeye de tenezzül etmezler. İyi kayınvalide olacağız diye kendilerini fazlasıyla kasarlar. Bakmayın siz onların “Evladım siz yuvanızda mutlu olun, bu bize yeter” demelerine. Yolunuzu gözlerler; fakat söyleyemezler. Onları kendi hallerine bırakmayın, irtibatınızı kesmeyin.

El gün için yaşayanlar: Bu kayınvalideler için en önemli şey “el ne der” dir. Bütün gayretleri ele güne karşı iyi görünmektir. Genellikle gezmeci tiplerdir. Tabii çok gezdikleri için misafirleri de eksik olmaz. Her yere gelinle gitmek isterler. Misafiri geldiğinde de gelin hizmet etsin, ele güne karşı açık vermeyelim kaygısındadırlar. Gelinler kayınvalide ile bu kadar takılmayı sevmezler. Zaten onlara takılırlarsa kendi ev düzenleri kalmaz. Gönülleri olsun diye fırsat buldukça gezmelerine katılmaya çalışın. Gidemediğiniz zamanda tatlılıkla halletmeye çalışın, mazeretlerinizi söyleyin. Surat asarlarsa aldırış etmeyin, tavır almayın, kızgınlıkları çabuk geçer genellikle.

Kırılgan tipler: Bu tipler alıngandır, her sözden nem kaparlar, küserler. Hep ilgi beklerler. Küçücük hastalıkları abartır, ilgi görmek için yataklara düşerler. Çocuk gibidirler. İlgi gördüklerinde çabuk mutlu olurlar.

Hep takdir bekleyenler: Onların en çok istediği “Ne kadar iyi kayınvalide” olduklarını gelinden duymaktır. Onlar genellikle kendi ailelerinden takdir görmemiş olanlardır. İyidirler; fakat elbette hatasız değillerdir. Eğer küçük hatalarına odaklanmaz, iyiliklerini takdir ederseniz, sizden iyi gelin yoktur.

Feminist kayınvalideler: Onlara göre erkek milletinin hepsi birdir, oğlu da olsa. Bu yüzden hep gelinlerini haklı görürler, oğullarına karşı gelinlerinden taraf olurlar. Onların gazlarına gelip eşinize tavır almayın, “Bak annen bile beni haklı buldu.” diye şişinip, hatalarınıza kılıf bulmayın. Eşinizin hatalarına görmek yerine kendi hatalarınızı görmeye çalışın. Kayınvalidenizin sözlerini çok ciddiye almayın, sonra eşinizle aranız bozulur.

Korkak kayınvalideler: Yeni nesil kayınvalideler fena halde gelinlerinden korkuyorlar. “Oğlan zaten bizim oğlan aman gelinle arayı bozmayalım.” diye her daim gelinle iyi geçinme çalışmasındadırlar. Gelinlerin her türlü saygısızlığını görmezden gelir, haklı mazeretler bulmaya çalışırlar. Oğlu ve gelini arasındaki tatsızlıklarda da feminist kayınvalideler gibi hep gelinden yana olmaya çalışır, oğullarına kızarlar. Kayınvalideniz hep sizi haklı çıkarmaya çalışıyorsa, bu sizin haklı olduğunuzu göstermez, kadıncağız sizden korkuyordur. Tırnaklarınızı biraz kısaltın.

Ahlakı kötü olanlar: En zor olan onlardır. Kötülükleri sadece gelinlerine değildir. Pek sevilmeyen tiplerdir; huysuz ve geçimsizdirler. Akrabalarına, eşlerine, kendi evlatlarına da kötü davranırlar. Huysuz tiplerdir. Yapılan iyiliklere bile bir kulp takarlar. Arıza çıkaracak şeyleri mutlaka bulurlar. Bu tiplere kızmak ve sinirlenmek, yaptıklarında mantık aramak ruh sağlığınızı bozar. Sadece acımak lâzım. Dünya ve ahiret hayatları zarar içinde olan kadınlardır onlar.

Allah rızası için iyilik yapmayı onlarda tadabilirsiniz. Çünkü hiçbir iyiliğinizin kıymetini bilmeyeceklerdir belki altından kötülük bile arayacaklardır. Zaten yaptığınız her iyiliği yapmaya sizi mecbur görürler. Onların huysuzluklarına takılıp hayatı eşinize de kendinize de zindan etmeyin. Bakalım ne kadar Allah rızası için davranabiliyorsunuz kendinizi test edin.

Bir bardak su veriyorsak, yaptığımız yemeklerden yiyorlarsa ahirete yatırım yapmamıza yardımcı oluyorlar demektir. Sayelerinde sevap hanemiz genişliyor demektir. Hele bir de huysuz ve zor insanlarsa sevabımız kat kat artıyor demektir.

Yaptıkları nefsimize ağır geliyor onda sevap çok demektir.

Dernek, vakıf çalışmalarında koşturan, elinden Kur’an düşmeyen fakat kayınvali-desini görmek istemeyen kalpleri kinle dolu mücahideler (!) var.

Bu yüzden “Affetme” konusu çok önemli.

Yaptığımız iyilikler ve kötülükler ancak kendimiz içindir. Karşımızdaki sadece sebeptir. Bu yüzden yaptıklarımızın karşılığını insanlardan değil Rabbimizden beklemeliyiz. Bırakın kayınvalide bilmesin, eşiniz bilmesin. Bilen biliyor önemli olan da o değil mi? Bir iyiliğe binlerce kat fazladan sevap bahşeden yüceler yücesi Rabbimiz bildikten sonra gerisi pek de önemli olmasa gerek.

Kusurlarımıza rağmen birbirimizi sevmeyi öğrenmeliyiz. Bu konuda sorun yaşayanlar işe kayınvalideyi sevmeye çalışarak ve ona Allah rızası için iyi davranarak başlayabilirler. Kayınvalidenin öncelikle mümin kardeşimiz olduğunu unutmayalım. Rabbimizden af bekliyorsak önce kendimiz affedebilmeliyiz.

Aşkım seni çok seviyorum; ama seni doğuran kadını sevmiyorum” gibi söz ve davranışları ile bunu anlatan kadının sevgisine hangi erkek gerçekten inanır?

Erkek bu sevgiye sadece inanmış gibi yapar. Fakat bir süre sonra bu sevgiyi sorgulamaya başlar. Çünkü anne evlat bir bütünün parçalarıdır. “Canım senin kafanı seviyorum ama ellerini ayaklarını hiç sevmiyorum” demek gibidir bu.

Düşünün ki bir arkadaşınız size “Çocuğun şımarık, ondan hiç hoşlanmıyorum ama seni seviyorum” dese onun sevgisi size ne kadar inandırıcı gelebilir. Aman bana ne, beni seviyor, sadece çocuğuma laf söylüyor mu dersiniz yoksa çocuğunuza söylenen sözü üstünüze mi alırsınız. O günden sonra o arkadaşınıza gıcık olmaya başlamaz mısınız?

Erkekler, eşleri ile annelerinin birbirlerini sevmelerini, iyi anlaşmalarını isterler. Karısının annesi ile iyi anlaştığı ya da anlaşmak için gayret ettiğini gören erkek bunu her zaman takdir eder.

Eşiyle muhabbet etmek isteyen, aşkını sevgisini yaşatmak isteyen kadın, eşinden önce kayınvalidesi ile iyi geçinmeye bakmalıdır. En etkisiz görünen, gelini ile ilgili hiç konuşmayan bir kayınvalide bile erkek üzerinde sessizliği ile etkilidir.

Hanımlar! Annesini sevmediğiniz adamla muhabbetli bir evlilik hayatınız olması pek mümkün değil. Dikkat ederseniz sadece iyi davranmaktan bahsetmiyorum. Sevmekten bahsediyorum. Onlar sevap kapımız olabilir.

Şimdi soruyorum:

Erkeklere: Karınızın aileniz ile ilgili yaşadığı sorunlar sizi ne kadar etkiliyor?

Hanımlara: Kayınvalideniz ile ilgili hangi sorunları yaşıyorsunuz?

Evliliğinizi ne kadar etkilediğinin farkında mısınız?

İsterseniz daha iyi geçinebileceğinizi düşünüyor musunuz?

Not: Bu yazı gelin- kayınvalide üzerine oldu. Erkekler ve kayınvalideleri ayrı bir ders konusu. İnşallah onu da yazacağım.


Yüklə 490,64 Kb.

Dostları ilə paylaş:
1   2   3   4   5   6   7




Verilənlər bazası müəlliflik hüququ ilə müdafiə olunur ©muhaz.org 2024
rəhbərliyinə müraciət

gir | qeydiyyatdan keç
    Ana səhifə


yükləyin