Bu bölümde Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in Peygamberimizin birçok sünnetine muhalefet ettiğini araştırmacılara göstermek zorundayım. Böylece Peygamber'in sünnetine bağlı kalan tek grubun Şiîler olduğunu ispatlamış olacağız. Bu bağlamda, kitabın adını "Sünnetin Gerçek Takipçileri Sadece Şiîlerdir" diye adlandırsaydık daha iyi olurdu, diye düşünüyorum. Özellikle araştırmacılar için bu bölümde temel konular üzerinde duracak, Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in hemen hemen her konuda Kurân'a ve sünnete muhalefet ederek insanların hidayetten uzaklaşmalarına sebep olduğunu izah edeceğiz. Zira bu muhalefetler neticesinde Müslümanlar geri kalmış, sıkıntı çekmiş ve çaresizliğe itilmiştir.
Bence bu sapıklıkların kökü bir yere bağlanmaktadır, o da dünya sevgisidir. Peygamber efendimiz "Dünya sevgisi bütün günahların başıdır" diye buyurmamış mıydı? Dünya sevgisi, makam ve güç sahibi olmaya çalışmak şeklinde kendini gösterebiliyor. İşte, milletleri alt eden ve ülkeleri viran eden şey de bu makam ve otorite sahibi olma hırsıdır. İnsan bazen bu hırsından dolayı yırtıcı hayvanlardan bile daha vahşi bir konuma sahip olabiliyor. Nitekim Peygamberimiz de (s.a.a) bu olaya işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Benden sonra müşrik olmanızdan korkmuyorum. Dünyaya düşkün olarak birbirinizle yarışmanızdan korkuyorum!"478[478]
Bundan dolayı günümüzde "İslam Hükümeti Sistemi" diye adlandırılan imamet ve hilafet konularını incelememiz gerektiğine inanıyorum. Çünkü ümmetin başına gelen bela ve sıkıntılar bundan kaynaklanmaktadır.
Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in inancına göre, Allah resulü herhangi bir kimseyi halife olarak belirtmemiş, bu işi insanların birbiriyle meşveret ederek gerçekleştirmesini istemiştir. Bu, onların hilafet konusundaki inancıdır ve Resul-i Ekrem'in (s.a.a) vefatından günümüze kadar bu inancı kabul etmişlerdir.
Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in var gücüyle bu inancı savunduklarını farz etsek bile biraz araştırmadan sonra onların daima bu inançlarına aykırı davrandıklarını görürüz. Hesapta olmayan bir biat olarak yorumladıkları ve kendi deyimleriyle Allah'tan şerrini gidermesini diledikleri Ebubekir'in hilafetine göz yumsak bile yine de şu bir gerçektir ki, İslam'da veliahtlık düzenini, yani miras usulü düzeni ilk ortaya çıkaran Ebubekir'in bizzat kendisi oldu ve ölmeden önce hilafeti yakın dostu olan Ömer b. Hattab'a bıraktı. Ömer de ölmeden önce halife seçimini, beş kişinin içinden istediğini halife yapması için Abdurrahman b. Avf'a havale etti. Ömer'in emrine göre bu duruma muhalefet edenler öldürülecekti.
Muaviye ise hükümeti ele geçirdiğinde kendisinden sonra hilafetin oğlu Yezid'e geçmesini sağladı. Yezid de kendisinden sonra hilafeti oğlu Muaviye'ye bıraktı. Hilafet o dönemden itibaren adeta Emevîlerin bir oyuncağı hâline gelmişti. Böylece halife, hilafeti ya oğluna ya kardeşine ya da herhangi bir yakınına bırakıyordu. Abbasiler döneminde de aynı sistem uygulandı. Abbasî hükümetinin kurulmasından yıkılma dönemine kadar böyle devam etti. Hatta Osmanlı İmparatorluğu dahi kuruluşundan çöküşüne, yani Atatürk dönemine kadar aynı geleneği devam ettirdi.
Bu düzen sahiplerinin hepsi Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in temsilcileri idi. Ya da başka bir deyimle bu hilafetler, dünyanın dört bir yanında Ehlisünnet ve'l-Cemaat'i temsil ediyordu. İslam tarihinde de hep böyle devam etti. Bugün dahi Suudi Arabistan, Fas, Ürdün vb. gibi çoğu körfez ülkelerinde kökü "Selef-i Salih"e dayanan bu sistem veya görüş uygulanmaktadır.
Bunların tamamı Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in temsilcileridir. Allah ve resulünün hilafet meselesini şuraya bıraktığını kabul etsek bile, yine de Ehlisünnet bu konuda Kurân ve sünnete muhalefet etmiş olmuyor mu? Saltanat ve diktatörlüğü meşveret usulüne, yani demokratik seçim düzenine tercih etmiş olmuyorlar mı?
Ama Peygamberimizin Ali b. Ebu Talib'i (a.s) seçtiğini kabul etsek, bu durumda yine Ehlisünnet ve'l-Cemaat için değişen bir şey olmuyor. Çünkü onlar bu varsayıma göre sünnete ve Kurân'a bir kez daha muhalefet etmiş oluyorlar.
Bu sıralamaya göre şuraya dayalı seçim görüşünün yanlış olduğu anlaşılmış oluyor. Çünkü ilk halifeler bunu uygulamamışlardı. Veliahtlık (babadan oğla geçen miras yoluyla hilafet) görüşü de yanlıştır. Çünkü onu da şu hadise dayandırıyorlar: "Benden sonra hilafet otuz yıldır. Sonrasında oldukça ısırıcı/yırtıcı bir saltanatlık gelir." Bunlar, adeta başkalarını da kendileri gibi ikna etmeye çalışıyor ve şöyle diyorlar: "Güç, Allah'ın elindedir; bu gücü istediğine verir. Padişahları da Allah başımıza getirmiştir. Onlara itaat vaciptir. Dolayısıyla onlara karşı isyan edilmez, baş kaldırılmaz."
Bu konu, ucu kaza ve kadere dayanan uzun bir konu olduğu için şimdilik buna değinmiyoruz. Zaten bu konu hakkında gerekli açıklamayı Doğrularla Birlikte adlı kitabımızda yapmıştık. Kısaca, Ehlisünnet ve'l-Cemaat hakkında "Kaderiyeciler" desek, yerinde olur sanırım. Zira onlar buna inanıyorlar.
Binaenaleyh Ehlisünnet ve'l-Cemaat hilafetin miras yoluyla tayin edildiğini ve bunun şerî bir dayanak olduğunu kabul eder. Zira Allah resulü böyle emretmiş veya kendine veliaht tayin etmiş olacak ki diğerini asla kabul etmiyorlar. Ama görüyoruz ki Ebubekir, Ömer'i; Ömer, altı kişiyi; Muaviye de oğlu Yezid'i tayin etmiş, hilafet böyle sürüp gitmişti.
Onların âlimlerinden veya dört mezhep imamlarından hiçbiri Emevî, Abbasî veya Osmanlı hükümdarlığının gayrimeşru bir hükümet olduğunu söylememiştir. Bilakis zaman geçirmeden bunlara biat ettiklerini, hükümetlerini onayladıklarını ve meşru kabul ettiklerini görüyoruz. Hatta çoğu şuna inanıyor: İster iyi olsun, ister kötü; ister takvalı olsun, ister zalim; ister Arap olsun, ister Türk, Kürt veya Ku-reyşli, zorla veya savaşarak hilafeti ele geçiren kimsenin hükümdarlığı meşrudur.
Dr. Ahmed Mahmud Subhî der ki: "Ehlisünnet'in hilafet meselesindeki konumu şudur: Mevcut hükümeti kabul ederler, ama ne onu onaylarlar, ne de ona karşı ayaklanırlar."479[479]
Ama gerçek şu ki, Ehlisünnet bunu onaylıyor da. Zira Ebu Yâlâ Ferrâ, Ahmed b. Hanbel'in şöyle dediğini rivayet eder: "Hilafet zorla da olsa, savaşla da olsa geçerlidir ve biat edilmesine de gerek yoktur!"
Abdus b. Malik Attar'dan şöyle rivayet edilmiştir: "Halka kılıçla galip gelip halife olan bir kimse müminlerin emiri diye adlandırılırsa, Allah'a ve ahirete inancı olan bir kişiye, iyi de olsa, kötü de olsa onu kendine imam tanımadan yatağa girmesi yakışmaz!" Abdus, bu düşüncesine gerekçe olarak, "Galip gelen kimsenin yanındayız!" diyen Abdullah b. Ömer'in sözünü gösterir. Bu nedenle Ehlisünnet ve'l-Cemaat, hilafetin miras yoluyla devredilmesi biatini benimsemek zorunda kalmış, her zaman için güçlü ve galip olan tarafa biat etmiş, iyi veya kötü, takvalı veya imansız, âlim veya cahil olması onlar için söz konusu olmamıştır. Nitekim Muaviye'ye karşı birkaç kez savaşan, fakat daha sonraları müminlerin emiri diyerek ona biat eden nice sahabeler vardı. Peygamberimiz (s.a.a), Mervan b. Hakem'e "kurbağa" adını vermiş, onu Medine'den sürmüş ve hakkında "Yaşadığım sürece ve vefatımdan sonra yanımda olmasın!" buyurmuş olmasına rağmen onun da hilafetini kabul ettiler.
Bununla da kalmayıp Yezid b. Muaviye'nin hilafetini de kabul ettiler. Ona müminlerin emiri deyip biat ettiler. Hilafetini daha da sağlamlaştırmak için Peygamberimizin torunu Hz. Hüseyin'i (a.s) ona karşı baş kaldırdığı için şehit ettiler. Daha da ileri giderek, "Hüseyin, ceddinin kılıcıyla öldürüldü!" dediler. Bugün bile Müminlerin Emiri Yezid b. Muaviye Hakkında Hakikatler adı altında kitap yazıp o yüce şahsiyeti Yezid'e karşı ayaklanma çıkardığı için kınıyorlar.
Bunca şeyden sonra Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in Peygamber'e isnat ettikleri sünnete muhalefet ettiklerini kabul etmekten başka çare kalmıyor. Şöyle ki; onlar, iddia ettikleri şuraya dayalı bir hükümeti öngören sünneti ayaklar altına almışlar ve bununla muhalefet etmişlerdir.
Fakat Şiîler hep birlikte imamet görüşünü kabul etmişlerdir. Şia'ya göre İmamet meselesi, Allah ve Resulünün tayinini gerektirir. Gerçek halifeyi Allah ve Resulü insanlara göstermelidir. Çünkü İmamet ancak nassla belirlenir. Ümmetin en iyisi, en takvalısı ve en bilgilisi olan masumdan başkası imam olamaz. Onlara göre en kötü en iyiden üstün olamaz. İşte bu nedenle Şiîler, önce sahabenin sonra da Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in hilafetini kabul etmezler.
Şia'nın imamet hakkındaki iddialarının kanıtları Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in kendi sahih kitaplarında mevcut olduğu göz önünde bulundurulacak olursa, Şiîlerin Peygamber'in gerçek sünnetine bağlı olan kimseler olduklarını kabul etmekten başka çaremiz kalmıyor.
Hükümet ister şura ile seçilmiş olsun, ister nassla tayin edilmiş olsun her hâlükârda haklı olan taraf Şiîlerdir. Çünkü hem nassla hem de şura yöntemiyle hilafete varan tek kişi Ali b. Ebu Talib (a.s) olmuştur.
Şiî veya Sünnî hiçbir Müslüman, "Hilafetin miras yoluyla veya veliahtlık yoluyla olması gerektiğini Peygamberimiz bize ulaştırmış-tır" diyemez. Ve yine hiçbir Müslüman, "Peygamberimiz ashabına şöyle buyurmuştur: Ben hilafet işini şuraya bırakıyorum, benden sonra kimi isterseniz onu seçin!" şeklinde bir iddiada bulunamaz.
Biz bu konuda âlemdeki herkesle konuşmaya ve münazara etmeye hazırız. Eğer bu konuda bir hadis varsa, getirsinler. Ama getiremezler. O halde Peygamber'in gerçek sünnetine dönsünler ve İslam'ın doğru tarihini okusunlar. Hakikatleri görsünler.
Yoksa onlar birçokları gibi Peygamberimizin bu önemli konuya hiç değinmediğini, İslam hükümetinin esaslarını ve kanunlarını hiç belirtmediğini, böylece ümmeti daimî bir keşmekeşe, kargaşaya, ayrımcılığa ve tefrikaya sürüklediğini mi iddia ediyorlar? Oysaki bugün bile birçok zalim hükümdarlar görüyoruz ki, onlar bile kendi milletinin menfaatini düşünerek kendisinden sonra yerine geçecek birisini belirliyor ve bu kimse, o olmadığı zaman onun yerine geçiyor. Zalimler bile halkını düşünerek böyle yaparken âlemlere rahmet olarak gönderilen Peygamberimiz (s.a.a), neden ümmetinin geleceğini düşünmemiş olsun ki?
Dostları ilə paylaş: |