Ehlisünnet Ve'l-Cemaat ve Eksik Salâvat
Daha önce de açıklandığı üzere salâvat konusunda ayet nazil olmuş, Peygamberimiz (s.a.a) bu ayeti yorumlamış, tam salâvatın nasıl olması gerektiğini ashabına öğretmiş, eksik ve kesik salâvat getirilmesini men etmiş ve bunun Allah tarafından kabul edilmeyeceğini bildirmiştir.
Yine de görüyoruz ki, Ehlisünnet ve'l-Cemaat, "Âl-i Muhammed" kelimesini söylememek için ısrarla eksik ve kesik salâvat getiriyorlar. Ve eğer Ehlibeyt'i de söylemek zorunda kalsalar, hemen ardından yanına ashabı da ekliyorlar. Onların yanında "Sallallahu aleyhi ve âlihi" derseniz, sizin Şiî olduğunuzu hemen anlarlar. Çünkü eksiksiz ve tam salâvat sadece Şia'nın sloganıdır.
Bu, şüphe edilemez bir gerçektir. Ben araştırmalarımda daima buna güveniyorum. "Hz. Muhammed" kelimesinden sonra "Sallallahu aleyhi ve âlihi ve sellem" şeklinde salâvat getiren bir yazarın Şiî olduğunu, "Sallallahu aleyhi ve sellem" şeklinde salâvat getirenin de Sünnî olduğunu anlıyorum.
Buradan da anlaşıldığı üzere Şia, Peygamberimizin (s.a.a) mübarek sünnetinin takipçileridir. Ne var ki Ehlisünnet ve'l-Cemaat Peygamberimizin bu konudaki emirlerine de önem vermemiş, daima eksik salâvat getirmiştir. Mecbur kaldıklarında "Âl" (Ehlibeyt) kelimesini de söylüyor, hemen ardından "ashap" kelimesini ilave ediyorlar. Böylece Ehlibeyt'in, onların karşısında hiçbir üstünlüğü kalmamış oluyor.
Bunların hepsi, Ümeyye oğullarının Ehlibeyt'e karşı sergiledikleri tutumların ve düşmanlıklarının neticesidir. Zira onlar salâvat yerine minberlerde Ehlibeyt'e lanet okutuyorlardı. Kimilerini tehditle, kimilerini de hediye ve bağışlarla bu yönteme (lanetlemeye) mecbur kılıyorlardı.
Ehlisünnet ve'l-Cemaat, lanet okuma konusunda önderlerinin yolunu takip etmemiştir. Eğer etseydi, Müslümanlar arasında rezil-rüsva olurlar, gerçekler ortaya çıkardı. Lanet okumayı ve küfretmeyi terk ettiler ama bu öfkeyi içlerinde sakladılar. Ehlibeyt'in (a.s) nurunu söndürmek ve onların düşmanı olan bazı sahabeleri yüceltmek için ellerinden geleni yaptılar. Sahabelere hakikatle ilgisi olmayan hayalî faziletler ve üstünlükler uydurdular.
Bu sözümüzün delili olarak şu yeter ki, Ehlisünnet ve'l-Cemaat âlimleri, Ehlibeyt'e seksen yıl lanet okuyan Muaviye ve sahabeleri günümüzde bile rahmetle anıyorlar. Ehlibeyt düşmanlarının cinayetlerini ortaya koymak isteyen herkesi kâfir biliyor, ölmesi gerektiğine dair fetva veriyorlar.
Hadis uyduran bazı kimseler, salâvata fazladan cümleler ekleyerek Ehlibeyt'in (a.s) değerini düşüreceklerini zannetmişlerdir. Bu uydurmalardan biri de şöyledir: "Allahumme salli alâ Muhammed ve âl-i Muhammed ve alâ ezvâcihi ve zurriyetihi." Oysaki araştırmacı bir Müslüman, son kısımların fazlalık olduğunu, Ayşe'yi de Ehlibeyt'e eklemek istediklerini kolaylıkla anlamaktadır.
Biz onlara şöyle diyoruz: Biz sizin sözünüzü kabul edip Peygamberimizin hanımlarını Ehlibeyt'ten saysak bile, bunun ashap ile bir ilgisi yoktur. Ben burada da bütün Müslümanları münazaraya davet ediyorum. Bu konuda Kurân ve sünnete dayalı tek bir delil dahi getirebilir misiniz? Hayır! Bu, mümkün değil. Kurân ve sünnet, sahabelere ve kıyamete kadar gelecek olan tüm nesillere, Hz. Muhammed (s.a.a) ve Ehlibeyt'ine (a.s) salâvat göndermeyi emretmiştir. Sadece bu bile, başlı başına Ehlibeyt'in yüce makamını göstermeye yeter. Ve bütün faziletlerin onların faziletleri karşısında daha aşağı olduğunu ve kimsenin onların mertebesine ulaşamayacağını gözler önüne serer.
Ebubekir, Ömer, Osman ve milyonlarca Müslüman, namaz kılarken "Allahumme salli alâ Muhammed ve âl-i Muhammed" demiş ve demekteler. Eğer bu cümleyi namazda demeseler, namazları batıl olur ve Allah, o namazı kabul etmez. Tıpkı İmam Şafiî'nin şiirinde şöyle belirttiği gibi: "Ey Ehlibeyt, şanınızın yüceliğine sadece şu söz yeter ki, size salâvat getirmeyenin namazı da boştur!"
Şafiî'yi sırf bu şiirinden ötür Şiîlikle suçladılar. Çünkü Emevî ve Abbasîler, Hz. Muhammed ve Ehlibeyt'ine salâvat gönderenleri veya Ehlibeyt'in faziletleri hakkında hadis ya da şiir okuyanları Şiî olmakla suçluyorlardı.
Sonuçta, bu konu geniş bir konudur. Bizim birçok kitaplarımızda ele alınmıştır. Burada sadece bir hatırlatma olsun dedik. Çünkü hatırlatmak faydalıdır.
Burada önemli olan, Şia'nın Peygamber sünnetinin takipçisi olduğunu, namazlarının tam ve makbul olduğunu anlamış olmamızdır. Bu konuyu Şia'nın muhalifleri dahi kabul etmektedir. Ehlisünnet ve'l-Cemaat bu konuda sünnete muhalefet etmiştir. Namazları ve salâvatları eksiktir. Dolayısıyla da kabul değildir. Hatta kendi âlimleri bile bunu kabul ederler.
"Yoksa Allah'ın, lütfedip insanlara ihsan ettiği şeylere haset mi ediyorlar? Gerçekten de biz İbrahim soyuna kitap ve hikmet verdik ve onlara büyük bir saltanat ihsan ettik."
Peygamberimizin Masumiyeti ve Bunun Ehlisünnet'e Etkileri
Müslümanlar "ismet" (masumluk) konusunda ihtilaf ederler. Aslında Müslümanların, Peygamberimizin hükümlerini sorgusuz-sualsiz kabullenmelerinin sebebi de onun masum olduğuna, heva ve heves üzere konuşmadığına, ne söylerse vahiy veya ilahî ilham olduğuna inanmış olmalarıdır. Eğer Peygamberimizin sözleri ve hükümleri vahiy üzere değil de şahsî görüşüne dayalı olsaydı, kimse ona tabi olmazdı.
Bütün işlerin Allah'ın elinde olduğuna ve Peygamberimizin, sadece emirleri açıklayıcı bir aracı olduğuna iman eden kimse Şia sayılır. Sahabenin çoğu ve hepsinden üstün olan Hz. Ali (a.s) bu inançtaydı. Zira Peygamberimizin sünnetini eksiltme ve azaltma yapmadan uyguluyor ve şöyle diyorlardı: "Allah'ın hükümleri karşısında şahsî görüş belirtmek (içtihat etmek) caiz değildir."
Peygamberimizin söz ve fiillerinde masum olmadığına, sadece ve sadece Kurân ayetleri hususunda masum olduğuna ve bunun dışındaki söz ve hareketlerinde hata yapma olasılığı bulunduğuna inanan kimse ise Ehlisünnet ve'l-Cemaat'ten sayılır. Çünkü Ehlisünnet, Peygamberimizin söz ve hükümleri karşısında sahabelerin şahsî görüşlerine dayanarak maslahata ve günün şartlarına göre hüküm verebileceklerine ve Resulullah'ın hükmünün yerine kendi hükümlerini koyabileceklerine inanır. Hatta onlara göre her dönemin hükümdarı, sünnete ters düşse bile maslahat gereği şahsî görüşüne göre amel edebilir.
Söylemeye gerek yok ki, Hz. Ali dışında Hülefa-i Raşidin mektebi de nebevî sünnet karşısında içtihat etmek üzere sağlamlaştırılmış ve bu yolda ilerleme kaydetmiştir. Öyle ki, Kurân ayetleri karşısında bile şahsî görüşlerine amel etmişlerdir. Onların bu şahsî görüşleri, Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in dinî hükümleri hâline geldi. Onlar da buna uyup amel etmeye başladılar ve diğer Müslümanların da bu hükümlere uyması gerektiğini savundular.
Biz Doğrularla Birlikte ve Zikir Ehline Sorun adlı kitaplarımızda Ebubekir'in, Ömer'in ve Osman'ın içtihatlarından bahsetmiştik. Allah'ın yardımıyla, ileriki zamanlarda özellikle bu konu hakkında bir kitap daha yazacağız.
Onca sözden sonra gördük ki, Ehlisünnet ve'l-Cemaat, İslam'ın iki temel esası olan Kurân ve sünnete Ebubekir, Ömer ve diğer sahabelerin içtihatlarını da eklemiştir. Onların bu davranışlarının asıl sebebi, Peygamber efendimizi masum bilmeyişleridir. Zira onlar, "Peygamber şahsî görüşlerini belirttiğinde bazı sahabeler onun yanlışlıklarını düzeltirdi" derlerdi.
Buradan da anlaşıldığı gibi Ehlisünnet ve'l-Cemaat, "Peygamber masum değildir!" derken bilerek veya bilmeyerek onunla muhalefeti caiz görmüş oluyor. Çünkü masum olmayan birine şer'î ve aklî delillere göre, daimî bir itaat söz konusu olamaz. Yanlış görüş belirten birine göz göre göre nasıl itaat edebiliriz?
Diğer taraftan Şia, Peygamberimizin masum oluşunu tereddütsüz kabul etmekte ve ona itaati vacip bilmektedir. Zira o, her türlü günah ve hatadan uzaktır. Ona itaatsizlik asla caiz değildir. Peygamber'e (s.a.a) itaatsizlik eden, Allah'a itaatsizlik etmiştir. Nitekim Kurân-ı Kerim birçok yerde bu konuya işaret etmiştir:
"Allah Resulü size ne verdiyse alın onu ve size neyi yasakladıysa sakının ondan."491[491]
"De ki: 'Eğer Allah'ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah bağışlayandır, esirgeyendir.' (Ve) de ki: 'Allah'a ve resulüne itaat edin!' Eğer dönerlerse muhakkak ki Allah, kâfirleri sevmez."492[492]
Ve daha birçok ayette Peygamber'in masum olduğundan dolayı itaati farz kılınmış, onun heva ve heves üzere konuşmadığı, ne söylerse Allah'ın emri olduğu belirtilmiştir.
Peygamber'in sünnetine bağlı kalan, onu tamamen masum bilen ve her halükârda itaatinin vacip olduğuna inanan tek fırkanın Şia olduğu ortadadır. Buna karşılık olarak Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in sünnetten uzak olduğu da kesindir. Çünkü onlar Peygamber'in hata yapmış olduğuna, dolayısıyla da muhalefet edilebileceğine inanıyorlar.
"İnsanlar tek bir ümmetti. Allah müjdeci ve korkutucu olarak peygamberler gönderdi. İnsanların ayrılığa düştükleri şeylerde, aralarında dosdoğru hükmetmek üzere onlara kitap da indirdi. Onlara bunca açık deliller geldikten sonra da gene ancak ihtirasları yüzünden tuttular da ihtilafa düştüler. Hâlbuki Allah inananları, onların ihtilafa düştükleri doğru şeye, kendi izniyle muvaffak etti, gerçeğe ulaştırdı. Allah, dilediğini doğru yola hidayet eder."493[493]
Böylece herkes, Şia'nın bütün inançlarının doğru olduğunu anlamış oldu. Çünkü Şia inancı, Kurân ve sünnete dayalıdır.
Allah ve Peygamber düşmanlarının birtakım iftiralarla Ehlibeyt (a.s) inançlarını sorgulamaları, çürük arama ve çürütme çabaları boşa çıkmıştır. Onlar boşuna uğraşıyorlar ve bırakın uğraşadursunlar. Çünkü Allah-u Taâla şöyle buyurmaktadır:
"Köpük uçup gider, insanlara faydalı olan ise yerde kalır. Allah bunun gibi daha nice misaller verir."494[494]
Allah'tan hepimizi hidayet etmesini istiyoruz. Allah'tan bizi, sevdiği ve beğendiği şeylere muvaffak kılmasını, kemale erdirmesini, gazabını bizden uzak tutmasını, sıkıntı ve üzüntülerimizi beklenen imamın zuhuruyla sona erdirmesini ve onun zuhurunu acil etmesini diliyoruz. Başkaları onun zuhurunu uzak görüyor, biz ise yakın görüyoruz.
Kitabımızı, Allah'a hamt ve övgüyle, Rahmet Peygamberi Hz. Muhammed'e (s.a.a) ve onun tertemiz Ehlibeyt'ine (a.s) selam göndererek bitiriyoruz.
Muhammed Ticanî Semavî
Dostları ilə paylaş: |