379[379]-Acaba Allah ve resulü, cani ve fasık kimselere biat etmeyi mi emretmişlerdir, yoksa pak ve Allah dostu kimselere mi? Nitekim Allah-u Taâla şöyle buyurmuştur: "Sizin veliniz ancak Allah'tır, resulüdür ve iman edenlerdir. (Bu iman edenler) öyle kimselerdir ki namaz kılarlar ve rükû hâlinde zekât verirler." (Maide, 55)
380[380]-Keşke İbn-i Ömer, bunu Talha ve Zübeyr'e demiş olsaydı! Onlar İmam Ali'ye (a.s) biat ettikten sonra biatlerini bozup onunla savaştılar. Keşke Ehlisünnet ve'l-Cemaat, şahsiyetleri sınıflandırma konusunda da bu hadise amel etselerdi. Eğer biat bozmak şirkten sonra Allah'a karşı işlenen en büyük günahlardan biri ise, o zaman Talha ve Zübeyr'e ne demeli? Zira onlar biatlerini bozmakla kalmamış, masum insanları kılıçtan geçirmiş, saygınlık perdesini yırtmış, Beytü'l-Mal'ı yağmalamış ve kendi yaptıkları antlaşmalara kendileri ihanet etmişlerdi.
396[396]-Sahih-i Buharî ve Sahih-i Müslim, c.5, s.21.
397[397]-Kırat: İslâm ülkelerinde, basılmış madenî paraları ve kıymetli maddeleri tartmak için kullanılan bir ölçü birimidir. Ortalama dört buğday veya beş arpa tanesi ağırlığında bir ölçüdür. Bu miktar bazı ülkelerde farklıdır. Tarihte de bunun için farklı farklı ölçüler kullanıldığı olmuştur. Kıratlar, hafif ağırlık ölçülerinden olup, elmas gibi kıymetli eşya ve mücevheratı tartmada kullanılmıştır. Bir kırat 0,200046 gram, yani bir gramın milyonda iki yüz bin kırk altısına eşittir. Çev.
404[404]-Yaşlılık nedeniyle İbn-i Abbas, hayatının sonlarına doğru kör olmuştu. Zübeyr'in oğluna hitaben "Git, annene sor!" demesinden kastı ise, babası Zübeyr ile annesi Esma'nın geçici evlilik yapmış olmalarıydı. Abdullah da bu evlilikten dünyaya gelmişti. Rivayete göre, Abdullah bu olayı annesine sormuş, annesi de şöyle cevap vermişti: "Sana, İbn-i Abbas'la tartışmaya girme dememiş miydim? O, Arapların ayıplarını herkesten daha iyi biliyor!"
407[407]-Ant olsun canıma ki bu, en mantıklı ve en doğru yoldur. Tedlisle meşhur olan tüm hadisçilerin yolunu tıkar. Bu yolla Peygamberimize yalan hadis isnat eden kimselerin önü kapanmış olur.
417[417]-Ehlisünnet ve'l-Cemaat'ten kastımız, İmam Ali ve evlatları (a.s) döneminde yaşayıp da Ehlisünnet ve'l-Cemaat ekolünü ilk olarak ortaya çıkaran kimselerdir.
418[418]-Bu konuda daha geniş bilgi için Doğrularla Birlikte adlı kitabımıza müracaat edebilirsiniz.
430[430]-Sahih-i Buharî, Cenazeler kitabı, adı geçen konunun babında, c.2, s.80-81; Sahih-i Müslim, Cenazeler kitabı, adı geçen konu babında, c.3, s.42-43.
440[440]-Ehlisünnet, Osman'ı Zinnureyn olarak adlandırır. Buna gerekçe olarak da Osman'ın, Peygamberimizin kızları Rukayye ve Ümmü Kulsum ile evliliğini gösterirler. Aslında bu kızlar Peygamberimizin öz kızları değildirler. Öz kızı olarak kabul etsek dahi neden iki nur olarak nitelendirsinler ki? Hâlbuki Peygamberimiz onların hakkında tek bir fazilet dahi söylememiştir. Peygamberimizin, hakkında "O, cennet kadınlarının efendisidir" dediği Hz. Fatıma (s.a) neden bir nur olmasın ki? Veya onların düşüncesine göre, neden İmam Ali'ye en azından "Zinnur" (bir nurun sahibi) denmiyor?
441[441]-Hud, 24.
442[442]-Tenviru'l-Havalik Şerh-u Muvatta-i Malik, c.1, s.103. Bizler şükrediyoruz ki, Ehlisünnet'in kendi içinden biri, hadislerin düzensizliği, ihtilaflı ve çelişkili oluşu konusunda şahitlik etmiş, fakihlerin sağlam delillerle fetva vermelerinin imkânsız olduğunu dile getirmiştir. Evet, sağlam deliller, ancak hidayet imamları olan Ehlibeyt'in yanındadır.
464[464]-el-İsabe fi Temyizi's-Sahabe, İbn-i Hacer, c.1, s.10-11.
465[465]-Daru'n-Nedve: Eskiden Mekke Şehir Devleti'nin parlamentosu niteliğinde bir bina idi. Mühim meseleler olunca, burada toplanılıyor ve umumi müşavere yapılıyordu. Bu evin daha başka kullanma yönleri de vardı. Dışarıdan, Mekke'ye bir kervan gelecek olursa Daru'n-Nedve'de durur ve Mekkeliler gelip bunlarla konuşur, alışveriş yaparlardı. Cahiliye döneminde Mekkeli müşrikler burada bir araya gelir, önemli kararlarını burada alırlardı. Nitekim İslam'ın zuhurundan sonra Peygamberimiz hakkında karar almak için burada bir araya gelmiş ve onu öldürmeyi burada planlamışlardı. Çev.
479[479]-Nazeriyyetu'l-İmamet, Ahmed Mahmud Subhî, s.23.
480[480]-Bu cevapla münafıkların da ashaptan olduğu aydınlık kazanmış oluyor. Her ne kadar Ehlisünnet, "Münafıklar ashaptan değildir" dese de bu iddia geçersizdir. Çünkü Allah resulü onları ashabından saymıştır.
481[481]-Tevbe, 107.
482[482]-Bakara, 134.
483[483]-Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in Ehlibeyt'i lanetlediğini, onlarla savaştığını ve hatta onları öldürdüğünü söyleyebiliriz. Nitekim rehberleri olan Muaviye de bu cesaretini Ebubekir, Ömer ve Osman'a borçlu olduğunu, onların yardımıyla bunu yaptığını bizzat kendisi itiraf etmiştir.
484[484]-Muzire: Ebu Hureyre'nin çok sevdiği bir tatlı çeşididir. Ebu Hureyre sırf bu tatlıdan yiyebilmek için sürekli Muaviye'nin sofrasında hazır bulunurdu. Çev.
485[485]-Şura, 23.
486[486]-Ehlisünnet'in tamamı Ebubekir, Ömer ve Osman'ı Hz. Ali'den daha üstün görür. Oysaki Peygamber'den sonra Ehlibeyt'in başı, piri ve efendisi İmam Ali (a.s) idi. Kurân-ı Kerim Ehlibeyt'in sevgisini karşılık olarak istiyorsa, o zaman neden Ehlisünnet ve'l-Cemaat ilk üç halifeyi İmam Ali ve diğer Ehlibeyt'ten daha çok seviyor ve daha üstün görüyor? Yoksa Kurân'a rağmen ilk üç halife Ehlibeyt'ten daha mı sevimli?
487[487]-Bugün bazı Sünnîler "Biz Ali'ye ve Ehlibeyt'ine Şiîlerden daha yakınız!" diyorlar. Varsayalım ki doğru diyorlar. O zaman neden âlimleri veya mezhep imamları Ehlibeyt fıkhını bir kenara bırakıp kendi yapmacık mezheplerini takip etmiş ve ettirmişler? Hâlbuki Allah-u Taâla şöyle buyurur: "İnsanlardan İbrahim'e en yakın olanlar, onu takip edenlerdir." Demek ki onu takip etmeyenler ona daha yakın olamaz. Bu, çok açıktır.
488[488]-Önceki konularda Ömer'in babası Sâd b. Ebi Vakkas'ın nasıl biri olduğunu ve Ehlisünnet ve'l-Cemaat tarafından nasıl biri olarak kabul edildiğini yazmıştık. Bu konuda daha fazla bilgi için önceki konulardan bkz: Ehlisünnet ve'l-Cemaat'in Öncüleri bölümü, 6. kişi, Sâd b. Ebi Vakkas.